İlkokul Çocukları ve Unutmabeni Çiçekleri

Eğitimde eşitsizlikleri azaltmanın yolu, ilkokul çağındaki çocuklara yapılan bilinçli kamu harcamalarından geçiyor. Üstelik bu yatırımlar, yalnızca “ne kadar” harcandığıyla değil, “nasıl” ve “kimlere” harcandığıyla da anlam kazanıyor. Okula erişimden sağlıklı beslenmeye, okul sonrası destekten pedagojik yaklaşımlara kadar bütüncül, siyaset-üstü ve kapsayıcı bir sistem içinde ele alınan yatırımlar, çocukların sadece sınavlarda değil, hayatta da başarılı olmalarını sağlıyor.

ilkokul çocukları

Türkiye, her ne kadar son günlerde balık hafızalarımızda unutulmaya yüz tutmuş olsa da, sahte diploma kriziyle birlikte tarihinin en büyük skandallarından birini yaşarken, tartışmalar yine dönüp dolaşıp nitelikli eğitim noktasında düğümleniyor.

 

OECD’nin her yıl yayımladığı “Education at a Glance” raporunun 2024 yılı verileri, dünya çapında eğitimin durumuna bir ayna tutuyor. Ancak o aynada Türkiye’nin birçok açıdan yansıması endişe verici. Öğrenci başına kamu harcamaları da bunlardan biri.

 

ilkokul öğrencileri

 

Raporun bir noktasında, ülkelerin 2021 yılında ilkokul çağındaki bir öğrenciye yaptığı yıllık eğitim harcaması karşılaştırılıyor. Listenin zirvesinde kişi başına 25.584 dolarla Lüksemburg ve hemen ardından 18.037 dolar ile Norveç yer alırken, Türkiye 4.038 dolarla sondan üçüncü sırada. Bizden az harcayan yalnızca Romanya (3.346 dolar) ve Meksika (2.933 dolar).

 

Lüksemburg Örneği 

 

Avrupa’nın en küçük ama en zengin ülkelerinden biri olan Lüksemburg, kamu harcamalarında çocukları önceleyen bir yaklaşım benimsiyor. OECD’nin eğitim istatistiklerine göre, bu ülke ilkokul çağındaki her bir öğrenci için ayırdığı kamu kaynağı ile OECD ortalamasının iki katını bile aşıyor. 

 

Lüksemburg’un bir diğer dikkat çekici özelliği de, okulöncesi eğitime katılım oranı OECD ortalamasında yüzde 96 iken, Lüksemburg’da yüzde 100 düzeyinde. Zira, Nobel Ekonomi Ödüllü James Heckman’ın da analizlerine göre, 0-5 yaş arası çocukların eğitimi için yapılan her bir birimlik yatırım, yedi kat kazanç sağlar.

 

Lüksemburg, kısa süre önce, zorunlu eğitimin süresini 2 yıl artırarak bu alanda önemli bir adım attı. Ülkede artık zorunlu eğitim 4 yaşında başlıyor ve 16 yaşına kadar kesintisiz devam ediyor; yani toplam 12 yıl sürüyor. Bu süre, OECD ortalaması olan 11 yılın üzerinde. Üstelik 2026’dan itibaren Lüksemburg’da eğitim, çocuğun yaşı 18’e gelene ya da lise diploması veya dengi bir belge alana kadar zorunlu olacak.

 

Ülkede ilkokul çağındaki çocuklara yapılan harcamanın yüzde 77’si merkezi hükümetten, yüzde 23’ü de yerel yönetimlerden karşılanıyor. İlkokulda öğretmen başına sekiz öğrenci düşüyor. Bu ortalama, OECD çapında 14. 

 

Yatırımlar sadece sınıf içi eğitimle sınırlı değil. Lüksemburg’da ilkokul öğrencileri, ücretsiz okul yemeklerinden okul sonrası bakım hizmetlerine kadar çok sayıda kamusal destekten ücretsiz ya da sübvanse edilmiş şekilde yararlanabiliyor. 4-12 yaş arası çocuklar için sunulan “chèques-service accueil” (CSA) programı sayesinde, aile gelirine göre hesaplanan bir katkı payı modeliyle, çocukların okul sonrası eğitim ve bakım hizmetlerine erişimi kolaylaştırılıyor. 

 

CSA, Lüksemburg’da 0-12 yaş arası çocuklara yönelik ücretsiz ya da düşük maliyetli çocuk bakımı ve okul dışı eğitim hizmetlerinden yararlanmayı sağlayan bir devlet destek programı. Amaç, her çocuğun kaliteli, erişilebilir ve pedagojik açıdan nitelikli bir bakım ve eğitim ortamına ulaşmasını sağlamak. Aynı zamanda çalışan ebeveynleri desteklemeyi ve erken çocukluk döneminde eğitimde fırsat eşitliğini artırmayı hedefliyor. 

 

Böylece Lüksemburg sadece akademik başarıyı değil, aynı zamanda çocukların hayata eşit başlangıç haklarını güvence altına almayı ve sosyal eşitsizlikleri daha ilkokul sıralarında dengelemeyi hedefliyor. 

 

Norveç Örneği 

 

Gelelim Norveç’e… Norveç, ilkokul eğitiminin yalnızca akademik değil, aynı zamanda kritik bir toplumsal kapsayıcılık aracı olduğunu kabul eden ülkelerden. 6-13 yaş grubunu kapsayan bu dönemde, Norveç’te ilkokul kurumlarının tüm harcamaları kamu kaynaklı, yani yüzde 100’ü devlet tarafından finanse ediliyor. Bu oran, OECD ortalaması olan yüzde 93’ün üzerinde bir seviyede.

 

Ülkede merkezi hükümet, öğretmenlerin profesyonel gelişimi ve kalite artırıcı programlara özel hibeler sağlıyor. Bu sayede eğitimde sürekli iyileştirme hedefleniyor. İlkokulda öğretmen başına 10 öğrenci düşüyor. 

 

Norveç modelinde dikkat çeken bir diğer yön, yerel yönetimlerin bu süreçte güçlü bir rol oynaması. Belediyeler, okulları sadece finansal olarak değil, aynı zamanda sosyal destek sistemleriyle de donatıyor. Bu bağlamda ilkokullarda ücretsiz yemek, sağlık kontrolleri, özel eğitime erişim gibi hizmetler temel eğitim paketinin ayrılmaz parçası.

 

Ayrıca, Norveç’te her çocuğun okul yolunun güvenli, ücretsiz ve erişilebilir olmalı ilkesi doğrultusunda başlatılan “Hjertesoner (Kalp Bölgeleri)” gibi projelerle, çocukların evden okula aktif ulaşımı destekleniyor. Her okulun bulunduğu çevreye göre özel olarak tanımlanmış bu alanlarda araç trafiği kısıtlanıyor, yaya yolları genişletiliyor, gönüllü ebeveyn devriyeleri oluşturuluyor ve çocukların yürüyerek veya bisikletle güvenle okula ulaşması teşvik ediliyor. Bu, yalnızca trafik güvenliği değil, aynı zamanda çocuğun bağımsız hareket kabiliyetinin gelişimi ve kentlerin çocuk dostu olarak tasarlanması açısından da kritik bir yatırım. Bu vizyon, eğitimi dört duvarla ve kara tahtayla sınırlamayan, çocuğu merkezine alan çocuk dostu bir kamu politikasının uzantısı…

 

Bir Çocuğun Gelişimi: İstatistikten Fazlası

 

Türkiye’de durum pek parlak değil. Türkiye’nin ilkokuldaki bir çocuğa yaptığı harcama, OECD ortalamasının (11.902 dolar) yalnızca üçte biri kadar. Oysa nüfusumuzun büyük bir kısmı bu yaş grubunda. Ayrıca, OECD ortalaması 14 olmasına karşın, ilkokulda öğretmen başına 18 öğrenci düşüyor. 

 

Bu tablo, aslında eğitimdeki eşitsizlikleri, öğrenme yoksulluğunu ve kuşaklar arası aktarılan yoksulluğu rakamlarla belgeliyor. Çünkü eğitim harcaması sadece “para” değil. Bu, bir çocuğun zihinsel, sosyal ve duygusal gelişimine yapılan yatırım…

 

İlkokul çağına yapılan kamusal yatırım neden önemli? 

 

Okuma, yazma, düşünme, sorgulama, problem çözme gibi temel beceriler tam da bu yaşta kazanılır. Bu beceriler eksik kalırsa, çocuklar ortaöğretim ve sonrasında kalıcı bir öğrenme açığıyla karşılaşır. Bu durum, akademik başarısızlıkla sınırlı kalmaz; çocuğun hayata dair güven duygusunu da zedeler.

 

Dolayısıyla ilkokul çağındaki bir çocuk yalnızca okumayı, yazmayı öğrenmez. O yıllarda çocuk; özgüven inşa eder, merak duygusunu geliştirir, öğrenme aşkıyla tanışır. Beslenme yetersizliğiyle okula gelen bir çocuk, derse konsantre olamaz. Kalabalık sınıflarda öğretmene erişimi sınırlı olan çocuk, soru sormaktan çekinir. Okulda yeterli kütüphane, laboratuvar, oyun alanı yoksa, çocuk hayal kurmayı öğrenemez, bilimi merak etmez. 

 

Ayrıca bu dönem eğitimden kopuşun da eğitime dört elle sarılmanın da nirengi noktasıdır. Birçok çocuk için okuldan kopuş ortaokulda değil, çok daha önce, ilkokulda başlar. Yetersiz beslenme, okulda kendini değersiz hissetme, kalabalık sınıflarda ihmal edilme, hatta akran zorbalığına uğrama gibi nedenlerle çocuk okula yabancılaşır. Bir noktada devamsızlık artar, sonra tamamen kopar. 

 

Çocuk işçiliği ve erken yaşta zorla evliliğin de yoksulluğun kalıcılaşmasının da kök nedenleri arasında tam da bu dinamikleri bulabilirsiniz. 

 

Dolayısıyla eğitimde eşitlik, bu çağda başlar. Çünkü çocuklukta yapılan yatırım, ekonomik getirisini uzun vadede verir ama sosyal etkisi anlıktır. Okulda kendini güvende ve değerli hisseden bir çocuk, gelecekte daha az şiddet eğilimli, daha üretken, daha toplumsal fayda odaklı bir birey olur.

 

Peki Türkiye Ne Yapmalı?

 

Öncelikle, gerek uluslararası eğitim istatistikleri tablolarını dikkatle okuyarak, gerekse uluslararası iyi uygulama örneklerinden ders çıkararak kamusal eğitim bütçesi hedefe yönelik şekilde artırılmalı. Eğitimdeki kronik sorunların çözümü, kamu harcamalarının artırılmasından geçiyor. Bu, yalnızca daha fazla okul inşa etmek değil, aynı zamanda niteliğe yatırım yapmak anlamına geliyor.

 

Hep söyledim, söylemeye de devam edeceğim. Ücretsiz ve nitelikli Okul Yemeği Programı derhal uygulamaya geçirilmeli. Beslenme hakkı, öğrenme hakkıyla bağlantılıdır. Günde en az bir kez dengeli ve ücretsiz yemek verilen ülkelerde akademik başarı ve okullaşma oranlarının nasıl yükseldiğini gösteren yüzlerce, binlerce örnek var. Türkiye için de okul yemeği bir “sosyal yardım” değil, bir “lütuf” değil, temel bir “hak” olarak görülmeli.

 

Öğretmen sayısı ve niteliği artırılmalı. Kalabalık sınıflar öğrenmeyi adeta boğarken, daha az öğrenciye düşen öğretmen oranı ise, kişiselleştirilmiş ve nitelikli öğrenmeyi mümkün kılar. Ayrıca öğretmenlerin mesleki gelişim süreçleri desteklenmeli, liyakat esas alınmalı.

 

Eğitimde dijital erişim artırılmalı ve kütüphaneler çağın gereklerine göre sürekli güncellenmeli, yaygınlaştırılmalı, geliştirilmeli. İlkokul çağındaki çocukların okuma kültürünü geliştirmek için her okulda nitelikli bir kütüphane olmalı. Teknolojik araçlar, öğretimi zenginleştirici bir unsur olarak sistematik şekilde kullanılmalı.

 

Okuma alışkanlığı, ilkokul sıralarında kazandırılan ve kamu desteğiyle de güçlendirilmesi gereken bir sosyal yatırım. Okumadaki gerileme istihdam, demokrasiye katılım, ayrıca dijital dezenformasyon çağında giderek önem kazanan eleştirel düşünce gibi kültürel beceriler üzerinde de olumsuz etki yapıyor. Sizinle çok çarpıcı bir veri paylaşmak istiyorum. Türkiye’nin de katıldığı, 57 ülkede 10 yaşındaki yaklaşık 400 bin çocuğun değerlendirildiği ve her beş yılda bir yapılan 2021 tarihli PIRLS araştırmasında, Türkiye ancak 39’uncu sırada yer alabilmişti.

 

Ayrıca, kırsal ve dezavantajlı bölgelere pozitif ayrımcılık uygulanmalı. Türkiye’nin doğusunda bir köy okuluyla batısında bir özel okul arasında uçurumlar olmamalı. Bütçe planlaması, dezavantajlı bölgelerdeki okulları merkeze alarak yeniden yapılandırılmalı.

 

Yatırım Yapmazsak Ne Olur?

 

Çocuk yine okula gider, defterine yazı yazar, öğlen evden getirdiği kuru sandviçle karnını doyurur. Ama sonra ne mi olur? O çocuk, dünyaya merakla değil korkuyla bakar. Eğitim sistemi içinde kaybolur, yeteneği keşfedilmeden silinir gider. Erken yaşta eğitimi bırakır. Kayıp kuşaklar oluşur. Bu çocuklar, Türkiye’nin gelecekteki iş gücü, seçmeni, ebeveyni olur… Ama geçmişin yüküyle…

 

Dolayısıyla eğitimde eşitsizlikleri azaltmanın, çocukları sosyal dışlanmadan korumanın ve uzun vadede fırsat eşitliği sağlamanın yolu, ilkokul çağındaki çocuklara yapılan bilinçli kamu harcamalarından geçiyor. Üstelik bu yatırımlar, yalnızca “ne kadar” harcandığıyla değil, “nasıl” ve “kimlere” harcandığıyla da anlam kazanıyor. Okula erişimden sağlıklı beslenmeye, okul sonrası destekten pedagojik yaklaşımlara kadar bütüncül, siyaset-üstü ve kapsayıcı bir sistem içinde ele alınan yatırımlar, çocukların sadece sınavlarda değil, hayatta da başarılı olmalarını sağlıyor.

 

Rivayet odur ki, Orta Çağ’da Tuna Nehri kıyısında oturan bir şövalye ve sevgilisi, suyun akışını seyrederken, akıntıya kapılmış güzel mi güzel, mavi bir çiçek görürler. Kız, çiçeği öyle çok sever ki, bunu gören sevgilisi kızın üzülmesine dayanamaz ve çiçeği alabilmek için nehre atlar. Sularla adeta boğuşarak mavi çiçeği yakalayıp sevgilisine uzatır ve “Vergissmeinnicht” (Unutma beni) diye bağırır. Bugün o çiçek, unutma beni çiçeği olarak anılıyor.

 

Belki de çocukların eğitimine yapılan kamusal yatırım da böyle bir çağrıdır: “Unutma beni.” Okula aç gelen, sorularına cevap bulamayan, yeteneği keşfedilmemiş, geleceği gölgelenmiş çocukların sessiz ama bir o kadar güçlü çağrısı…

 

Duymazdan gelmemeli. Unutmamalı.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.