İran’da Dış Müdahaleyle Rejim Değişikliği Senaryoları Ters Tepiyor
İran’da ABD veya İsrail eliyle bir “rejim değişikliğinin” şu ana kadar alıcısı çıkmadı, bundan sonra çıkması da zayıf ihtimal. 1979’daki devrim, halkın iç dinamikleriyle gerçekleştiği için başarılı oldu İran’da her ne kadar rejime karşı duydukları öfke nedeniyle İsrail’e sempati besleyenler olsa da genel olarak toplumun ABD ve İsrail’e iyi bakmadığını söylemek lazım.
İsrail’in sarsıcı saldırılarıyla İran’da rejim değişikliği tartışmaları yeniden gündeme geldi ancak İran sosyolojisi dikkate alındığında dış müdahalelerin rejime karşı biriken öfkeyi artırmak yerine tersi bir tepki doğurduğu tecrübeyle sabittir. İran’da dış müdahaleler, özellikle de ABD ve İsrail’den gelen tehditler/saldırılar, rejime karşı bir hareketlilik oluşturmak yerine toplumun (zorunlu bir tercih olarak) rejim-otorite etrafında kenetlenmesine; rejime de konsolidasyon için uygun ortamın doğmasına yol açmıştır.
İran Toplumu Dış Müdahaleyi Kabul Etmiyor
İran modern tarihinde en son toprak kaybı 1828’de Ruslarla yapılan Türkmençay Anlaşması ile olmuştur ve bu, toplumun belleğinde hâlâ tazedir. Ülke liderleri de zaman zaman Gülistan (1823) ve Türkmençay hezimetlerini gündeme getirir ve İran’a yönelik dış tehditlere vurgu yapar. Toplumda da bunun karşılığı vardır. Zira İran’da İranilik ve İran milliyetçiliği bu tür durumlarda daha belirgin hale gelir.
Geçmiş yıllarda yaşanan tecrübelerden hareketle İranilik, İran milliyetçiliği ya da milli gururun doğal bir sonucu olarak, bu ülkede dış müdahale ile bir rejim değişikliğinin ya da devrimin toplum tarafından sıcak karşılanmadığını ve destek bulmadığı tespitinde bulunabiliriz.
İran toplumu dış müdahaleyi kabul etmiyor. İran’da halkın iç dinamikleriyle başlattığı ve sürdürdüğü gösterilere ABD ya da İsrail’den destek gelince katılım düşüyor ve gösteriler bitiyor. Bunu 28 Aralık 2017’de başlayan ve 2018’in ilk aylarında devam eden gösterilerde, Kasım 2019 benzin zammı gösterilerinde bizzat müşahede ettim. Mahsa Emini protestoları da küresel bir nitelik kazanıp gösteriler ana amacının dışına çıktığında sona erdi.
Mevcut rejimi sert bir şekilde eleştirseler de İsrail-ABD eliyle bir rejim değişikliği, İran halkı, muhalif siyasetçiler ve aydın-yazar-sanatçılar tarafından tasvip edilmiyor. Rejime yönelik eleştirileri ya da muhalefetleri nedeniyle cezaevinde tutulan reformist isim Mustafa Taczade ve ev hapsinde olan Mir Hüseyin Musevi ve eşi Zehra Rehneverd’in İsrail’e karşı yaptığı açıklamalar bu duruma somut örnekler olarak gösterilebilir.
Dış Saldırılar Rejim İçin Konsolidasyon İşlevi Görmüştür
Ülke içinde ve yurt dışında yaşayan İranlıların da ister rejim yanlısı ister rejim karşıtı olsun İsrail’e karşı eylemlerine şahit olduk. Başörtülüsü, çarşaflısı, başı açığı, mini eteklisi İran’a destek ve İsrail’i protesto eylemine katıldı. BBC’nin, 13 Haziran başlayan saldırılardan iki-üç gün sonra İstanbul, İzmir ve Türkiye’nin muhtelif şehirlerinde kalan İranlıların ülkelerine dönmek için yola çıktığına dair özel haberi dikkat çekiciydi ve bu bağlamda çok şey anlatıyordu.
Burada dikkat çekici olan, ülke içindeki halkın yanı sıra diasporadaki İranlıların da ABD ve İsrail saldırılarını protesto eden yürüyüşler yapmasıdır. Rejim karşıtları da ikiye bölündü. Şah Rıza Pehlevi’nin etrafındaki belli bir azınlığın dışındaki rejim karşıtı İranlılar ülkelerine karşı dış müdahaleye karşı durdu.
Ayrıca İranlıların ülkeden kaçtığına da çok şahit olmadık. Büyük göç dalgaları yaşanmadı. Saldırıların yoğunlaştığı Tahran’dan kuzeydeki Mazenderan, Gilan ve Gülistan gibi eyaletlere yöneldiler.
İran rejimi muhaliflerinin öne çıkan isimlerinden Mesih Alinejad, tam olarak bu konuyu anlatan bir açıklama yaptı, “İsrail saldırısı rejimi yıkmak isteyenlerin planını 20 yıl geriye götürdü” dedi ve ekledi: “Halk şimdi yanlış yaparak İslam Cumhuriyeti taraftarı oldu.”
ABD’de yaşayan devrik Şah’ın oğlu Rıza Pehlevi dışında neredeyse tüm muhalifler savaşın uzamasını istemedi. Rejime duydukları tepki nedeniyle İsrail’e sempatiyle bakan toplumun bazı kesimleri bile 13 Haziran’daki saldırıyı desteklemedi ve dış müdahaleye karşı durdu.
Öte yandan İran rejimine karşı silahlı güce sahip Kürt, Beluç ve Arap grupları da bu sosyo-psikolojik realitenin farkında oldukları için ciddi bir arayış ya da kalkışmaya yönelmedi.
İran Kürtleri arasında en örgütlü yapı olan İran Kürdistan Demokrat Partisi (İKDP) İsrail saldırılarının devam ettiği 12 gün boyunca bir bildiri yayınlamakla yetindi. Komele ve PAK da aynı şekilde bir tutum izledi. PJAK ise olası bir iç çatışmada inisiyatifi ele geçirmek için nabız yoklayıcı çıkışlar yaptı ve İsrail/ABD’ye göz kırptı, fakat onun da herhangi bir eylemselliği olmadı. Beluç Ceyşul Adl ile Arap Ahvaziye örgütlerinin de ayaklanma çağrıları dışında bir hareketliliğine şahit olunmadı.
İsrail saldırıları, şu ana kadar çalkantılı bir süreç geçiren İran yönetiminin rejimi sürdürmesine ve tahkim etmesine hizmet etmiştir. Çiçeği burnundaki devrime savaş açan Saddam Hüseyin’in saldırıları da Humeyni liderliğindeki kadro için muhaliflerin tasfiye edilmesi ve halkın kendi etraflarında kenetlenmesinde büyük bir konsolidasyon işlevi görmüştü.
Saldırılar Karşısında Rejimin İdeolojik Tercihi Toplum İçin Milli Bir Zorunlu Tercih
Rejim, büyük felaketleri ve suikastları halka mal ediyor ve onları konsolide ediyor. İran halkında da bu süreçte “milli gurur” devreye giriyor ve “birlik-bütünlük” duygusu ağır basıyor. İran rejiminin de en büyük silahı bu ve her fırsatta değerlendiriyor. Süleymani, ABD tarafından öldürüldüğü için “milli kahraman” olarak kabul edildi ve cenaze törenlerinin yapıldığı Ahvaz, Meşhed, Tahran, Kum ve Kirman’daki törenlere milyonlar katıldı. Süleymani’yi İran’ın ekonomik zenginliklerini Lübnan, Suriye ve Yemen gibi ülkelerdeki örgütlere aktarmakla suçlayan toplum kesimleri de onun için gözyaşı döktü ve cenazesinin arkasında saf tutarak kilometrelerce yürüdü. Tahran ve diğer şehirlerde İsrail saldırılarında ölenler için 28 Haziran’da yapılan cenaze törenindeki yüksek katılım da toplumun yaklaşımını bir kere daha gösterdi.
Hamaney’in savaş sürecinde ve ateşkesten sonra videolu mesajlarında sürekli olarak “İran milleti” vurgusu yapması da böyle bir sosyolojik gerçeğe dayanıyor. İran tarihine, medeniyetine ve Şiilik motivasyonuna dayanarak bu darboğazdan çıkma eğilimi daha ağır basıyor. Bu noktada rejimin yaptığı ideolojik bir tercih, halkınki ise tarihsel/sosyolojik/milli/duygusal bir zorunlu tercih.
İsrail/ABD Eliyle Rejim Değişikliğinin İran’da Alıcısı Çıkmadı
Hâlihazırda toplumun geniş kesimlerinde hâkim olan ABD antipatisi de 1953’te Musaddık’ın devrilmesinde oynadığı rolden kaynaklıdır ve bu, toplumun hafızasında çok canlı. Bu durum İran toplumu ile ABD arasındaki ilişkilerde neredeyse bir kırılma yaratmış gibi. O nedenle ABD veya İsrail eliyle bir “rejim değişikliğinin” şu ana kadar alıcısı çıkmadı, bundan sonra çıkması da zayıf ihtimal.
1979’daki devrim, halkın iç dinamikleriyle gerçekleştiği için başarılı oldu İran’da her ne kadar rejime karşı duydukları öfke nedeniyle İsrail’e sempati besleyenler olsa da genel olarak toplumun ABD ve İsrail’e iyi bakmadığını söylemek lazım. İran sosyolojisinde ABD-İsrail sabıkalı ve bu devletlere dair iyi bir hafıza yok.
Bu arada İsrail saldırıları, tam da muharrem merasimlerinin arifesinde başladı ve rejime konsolidasyon için arayıp da bulamayacağı bir fırsat kapısı araladı. İsrail ve ABD de bunun farkında olacak ki muharrem başlamadan ateşkese giderek ellerini tetikten çekti. Duygusal yoğunluğun ve milli birlik ile dayanışma ruhunun hâkim olduğu bu süreçte her türlü dış saldırı daha fazla kenetlenmeyi ve rejime dair tüm tepkilerin rafa kalkmasını beraberinde getirecektir. O yüzden İsrail ve ABD için zamanlama iyi hesaplanmamış ve yanlış bir tarih tercih edilmiştir denilebilir. İsrail savaşın teknolojik boyutuna hâkimdi ama toplumsal ve kültürel zamanına hâkim değildi. Bu da bize, yapay zekâ, insansız sistemler, siber yeteneklere dayanan beşinci nesil savaşın aslında en kör noktasının kültürsüzlük ve toplumu tanımama olduğu gerçeğini gösterdi.
İsrail Saldırıları Durursa İçerisi Yeni Kıpırdanmalara/İç Hesaplaşmalara Sahne Olabilir
Savaş henüz bitmedi ve taraflar teyakkuz halinde, diğer yandan ise arka kapı diplomasisi devam ediyor ve müzakere masası her an kurulabilir. ABD/İsrail, İran’a dayattıkları şartlar için yeniden askerî seçeneklere başvurup toplumsal öfkeyi kendi üzerlerinde tutmazlarsa zamanla içeride kıpırdanmalar meydana gelebilir.
İran yeni süreçte rejimin yapısı, şekli ve Hamaney sonrası “devrim rehberliği” makamına gelecek isim üzerinden sert tartışmalara sahne olabilir.
Rejimin kendi içinde de Devrim Muhafızları Ordusu, dinî havzalar-Şii merciler/ayetullahlar, rejime bağlı bürokrasi/siyaset ile reformist çizgi arasında rafa kaldırılan anlaşmazlıklar masaya yatırılabilir ve hesaplaşmalar başlayabilir. Ahmedinejad döneminin hükümet sözcüsü Gulam Hüseyin Elham’ın o zamanlar sarf ettiği şu sözler İran’ın uzun zamandır her şeye hazırlıklı olduğunu gösteriyor: “Bizim için nizamı korumak Mehdi’nin canından daha kıymetlidir.”
Karizmatik/medyatik, popüler, ağzı laf yapan ve toplum üzerinde etkisi olan Cevad Zarif, Hasan Ruhani, Mahmud Ahmedinejad, Mekarim Şirazi, Hasan Humeyni, Muhammed Hatemi, Rafsancaniler gibi isimleri daha sık duyabiliriz. Ayrıca “devrim rehberliği” için adı sıkça anılan Hamaney’in oğlu Mücteba Hamaney’in etrafında dönen senaryolar da işi başka boyutlara taşıyabilir.
Dış müdahalenin durması varsayımı üzerinden hareket ettiğimizde içerinin kaynaması ve etekteki taşların dökülmesi kuvvetle muhtemeldir. Tüm tezler ve eleştiriler de ülkenin geleceğinin kurtarılması ve İran milliyetçiliği çerçevesinde işlenecektir. Bu noktada herkes İran’ın kurtuluşu için uygun reçetenin kendisinde olduğunu anlatmaya ve tezlerini ispatlamaya çalışacaktır.
Şu an reformistlerin elleri daha güçlü, çünkü muhafazakârların 46 yıldır yürüttüğü siyasetin kendilerini çıkmaz sokağa sürüklediğini ve buradan çıkmanın yegâne yolunun dünya ile diyalog ve açılımdan geçtiğini anlatacaklar. Ayrıca Batı ülkelerinde bloke edilen paraların serbest bırakılmasının ülke ekonomisine sağlayacağı yararı örneklerle anlatma imkânı elde edecekler. Muhtemelen ABD ve Batılı ülkelerden de bu meyanda beyanatlar gelecek ve reformistlerin ellerini güçlendirecektir.
ABD ve İsrail, dillendirdikleri gibi askerî müdahale ile rejimi değiştirme peşinde değillerse ilk akla gelen şey reformistlere argüman oluşturacak ve ellerini güçlendirecek adımlar atmalarıdır.
MUHAMMET KURŞUN