Kan Kardeşler: Suriye ve Türkiye

Suriye’de, Türkiye ve Suriye halkları için oluşan maddi-manevi yeni fırsatların kalıcılığı ve bereketi, ancak geniş bir vizyonel perspektifi kuşanmak ve icraata koymakla mümkündür. Ortadoğu coğrafyasının bizim/hepimizin dış politika arenamız değil, iç ilişkiler coğrafyamız olduğu unutulmamalıdır.

suriye ve türkiye

Suriye’nin evlatlarının analarının ak sütü gibi helal olan devrimleri mübarek olsun. Onlara destek veren tüm güçlerin, STK’ların, halkların özgürlük nişanı tüm coğrafyamıza, tüm Ortadoğu’ya hayırlı olsun.

 

Eğer bir halkın, daha ilk günden kurşuna, topa, tanka karşı vicdan ve akılla, kalp ve şuurla, taş ve sopayla ve dahi imanla korkusuzca ileri atılması olmasa; örgütlenmeden mücadeleye kadar tam 12 yıllık azmi ve sabrı olmasa; zulme karşı kan ve ter ile yaptıkları mücahede olmasa bu rejim asla yıkılmaz, yıkılmasın diye yıllardır türlü kirli oyunları sahaya sürenler acze düşmez; dinsizin hakkından gelen imansızlar telaşa kapılmaz; başta rejim güçleri olmak üzere, jeopolitik hırslarını da alıp defolup giden güçlerin iç içe giren menfaatleri, bir halkın özgürlük yolunun köşe taşları hükmüne dönüşmezdi. 

 

Eğer bir halk, genciyle yaşlısıyla, örgütlü güçleriyle 12 yıllık emek mahsulü bir mücadeleyi ortaya koyma azmi göstermeseydi; küresel ve yerel güçlerin, terör odaklarının, farklı coğrafyalarda gerileyen ve zayıflayan çıkarlarının bileşkesi Suriye devrimiyle taçlanamazdı. O yüzden ilk önce bu halkın hakkını teslim edecek; o iradenin önünde saygıyla eğilecek bir hakkaniyetli duruş içinde olmak gerekmekte.

 

Hakikatlere Kör Kesilenlerin Hastalıklı Halleri 

 

“Yanı başımızda PKK devleti ve Afganistan kuruldu” diye hırlayanların yüzyıllık bir hastalık hikâyesi var. “Mazeretleri kalmadı artık gitsinler” diyenlerin iflah olmaz psikolojik rahatsızlıkları var. Ağzınızla kuş tutsanız onlara çelişki ve tutarsızlıklarını, ruhsuzluklarını, vicdansızlıklarını gösteremezsiniz. Yeni değil bu ruh sağlıklarında açılmış onulmaz yaralar. Kimileri mezhepçiliğe, kimileri 22 yıllık müzmin iktidar karşıtlığına hamletse de, İslam düşmanlığıyla malul resmî ideoloji zokasını yuttuklarından beri devam ediyor aynı sancılar. 

 

O yüzden, Sezar’ın hakkını Sezar’a vermeleri mümkün değil. Postulat haline gelmiş çağdaş siyasi normların ince kıvrımları arasında Türkiye’de bir “otokrasi” olduğunu görüp, yanı başlarındaki cani bir diktatöre kör kalmalarının tek sebebi “anti-emperyalizm” masalı falan değil. “22 yıldır …” diye başlayan sözde analizlerinin içindeki nefret de bunu yeterince ele vermekte zaten. 

 

Uzman olmaya ne hacet! Çıplak gözle, sokaktaki çocuğun gördüğü gerçekleri, birileri ev, hastane, okul, ibadethane demeden yıkım gerçekleştirirken, “Ruslar akıllı bombalarla terörist avlıyorlar, üç katlı binanın sadece ikinci katını yıkabilen teknoloji harikası ürünler geliştirmişler” diyen bir vicdana ne anlatabilirdiniz ki!

 

“Esad kimyasal kullanmadı, bu BM’nin yalanı” diyen taş kesilmiş bir kalbe, “yahu bırak kimyasalı konvansiyonel silahlarla, varil bombalarıyla neler ettiklerini görmüyor musun?” diye sormanın bir faydası olmuş muydu?

 

Nusayri, Dürzi ve Sünni aşiretler birlikte toplantılar yapar, devrimin lideri; “Hıristiyanlar ve Dürzilerle ilişkileri olduğunu ve Askeri Operasyonlar Dairesi’nde birlikte savaştıklarını” ilan ederken, “Aleviler soykırımla karşı karşıya, onları Türkiye’ye almalıyız” mealinde sözler sar feden bir nefret objesine, “Yıllardır yüzbinlerle Sünni nüfus kıyıma uğrarken, ailesini kurtarmak için göç yollarına düşmüşken, hakkında tek laf etmedikleri rejimin katliamları sürerken dahi onların bir an evvel ülkelerine defedilmeleri için kara propagandalar yapan kalbi taşlaşmışlara ne anlatabilirsiniz ki! 

 

Yıllarca “Korkaklar! Gidip ülkeniz için savaşsanıza” diyenlerin; şimdilerde “Esed neden/nasıl devrildi” ağlaşmalarındaki tutarsızlığı yüzlerine vurmak bunları hipnozdan çıkarır mı?

 

Artık bir milli güvenlik sorunu olmaktan çıkmış ama yakın geçmişte, ölen Esed askerlerine “şehit” diyen, “Suriye’yi geziyorum her yer güllük gülistanlık” diye videolar paylaşan, Suriyelileri ülkeden defetme korosunun assolistlerinden, garip gurebaya türlü iftiralar atmakta Zafer Partisi liderini aratmayan, şimdilerde de “gayrimüslimlere eziyet ediyorlar” diye dezenformatik paylaşımlarını sürdüren, “Madem engeller kalktı; o zaman biz de geçici koruma statülerini dondurmalıyız” diye nefretini kusmaya ve “Suriye’nin doğal kaynakları ABD tarafından sömürüldüğü için Suriye hükümeti çok ciddi bir captagon (uyuşturucu madde) imalatı yaptı” diyerek hâlâ ahlaksızca ve vicdansızca rejim savunusuna devam eden o malum kadının “hidayetine” hangi gerçeklik vesile olabilir ki? 

 

“İsrail Suriye’yi işgal ediyor, muhaliflerden tek ses yok” diye hırlayan eski Maoculara, “Suriye’de Grozni politikaları uygulayan, Türk askerini de uçaklarla şehit etmekten çekinmeyen Rusya yıllardır Suriye’de piknik mi yapıyordu? Bizzat İran ve Esed’in davetiyle, o çok küfrettiğiniz ABD’nin de oluruyla ve aynı ABD’nin saha tetikçisi olarak Suriye’ye gelişini alkışlarla karşılamadınız mı? Madem İsrail’den o kadar endişeliydiniz; o halde neden Siyonist tarihin katliamlarından katbekat fazlasını yapan bu rejime ve akıl hocası İran’a, ‘bu böyle sürmez, bölgeyi kan gölüne çevirmek hem ABD’nin hem İsrail’in işine gelir, gün gelip hepimizin tepesine binmeye çalışır; Gazze’yi dünyanın gözü önünde yakıp yıkar; Lübnan’da Hizbullah’ı tepeler, Rusya da Ukrayna’da Batı ile cebelleşirken sonra hepimiz aç açıkta kalırız’” diye düşünüvereydiniz ya! O kadarcık da aklınız yok muydu? Yoksa “mutlaka bir güce kul köle olmak gerek; onun jeopolitiğinin yancısı olmaktan başka çare yok” minvalinde işleyen şuuraltınızın yara almasından mı korktunuz! E Allah’tan korkacak haliniz yoktu ya! 

 

Bizler daha en başında bu uyarılarda bulunurken (Suriye: Reel Politik ve Hakikat Ekseni) “Kudüs’ün kurtuluşu Suriyelilerin kanı pahasına olacaksa, Kudüs kurtulmasın!” diyen Filistinlilerin çığlıkları yerine Stalingrad marşları çığıranların, Filistinlilere de etmediğini bırakmayan bu rejimin İsrail ile on yıllar öncesinden gelen kirli ilişkileri bunların umurlarında mıydı? (Esed Rejimi Anti-Emperyalist ve Anti-Siyonist mi?)  

 

Bugün bölgede eli kolu kırılmış, hedefleri tarumar edilmiş, yas tutmaya Türkiye’ye dönük iftira ve karalamaları ekleyen İran’a ve aynı İran’ın “Stratejik Aklı” ve “Hikmetli Siyaset”ine övgüler düzenlere bakın tam dokuz yıl evvel nasıl seslenmişiz:

 

“Stratejik” Aklınız da, “Hikmetli” Siyasetiniz de Yerin Dibine…

 

…Tam bir akıl tutulmasıyla karşı karşıyayız. Çünkü bu hırs, bu iştah, girdiği her yeri sadece Batılıların istediği tarzda bölmek ve girdaba sürüklemekle kalmıyor, bu sürecin gün gelip bölge halklarının ve kadim yapılarının boyun eğişiyle sonuçlanacağını umuyor. Kendine yakın kesimleri “vekil” tayin ederken; kendisinin de acaba birilerinin çıkarına bir “vekalete” itilip itilmediğini hiç sorgulamıyor. Suud’u yıllarca böyle davranmakla eleştirirken; “şimdi çevrelenmek neymiş görürsünüz” efelenmesinin gün gelip pusuda bekleyen akbabaların (ABD-Batı-Rusya-Çin) pençelerine takılıp kalacağını hesaba yanaşmıyor. Suud’a zaten nefretle bakan halkların, nefret sebebine odaklanıp buradan bir vahdet siyaseti üretmektense, fırsattan istifade bir yıldırım gibi halkların tepesine çakılmayı marifet sayıyor. Tarihten ders almaya da niyeti yok. Saddam’ın Kuveyt’i işgal girişiminde sırtını sıvazlayanların, kendisiyle savaştıranların, bilahare ona nasıl bir akıbet biçtiklerini herhalde hatırlamak bile istemiyor. Bir unutma mı, yoksa geriye ket vurma hali midir bilinmez, müntesiplerinin her daim “üst akıl”, “hikmetli siyaset” diye pazarlayageldikleri askeri-siyasi istikametin bir bumeranga, hatta dejavu’ye dönüşebileceğini düşünmek dahi istemiyor. Bu histeri halinin, bu sıtma nöbetinin Ortadoğu halklarının kadim beklentileri ve İslami değerlerin yükselişine olan inançlarıyla ters; onların hayatlarını, hesaba kitaba vurduğu her coğrafyada riske edip, kirleten, makasıdüşşeria’nın tüm ilkelerini çiğneyen ve dünkü cellatlarının taktikleriyle ilerleyen bir “büyük şeytan”a dönüştüğünü göremeyecek kadar basiret, adalet, izandan uzak bir uçuruma kendi halkını da yuvarladığını tefekkür edemiyor. Tüm uyarılar, şeytanların vesveseleri gibi algılanıp, adeta “ben yapmazsam bana yapacaklar” çılgınlığıyla, uyandığında pişman olacağı bir kâbusun peşinden gittiğini, girdiği hipnozdan ötürü fehmedemiyor. Ve eğer bu kâbustan evin içindekiler tarafından uyandırılmazsa, korkarız ki yaktığı ateşler tüm coğrafyalarımızı sardığında çok geç olacak.” 

 

Bugün de, X’ten yaptığımız paylaşımda şöyle tasvir ettik vicdan ve akıl tutulmalarını sürdürenlerin hallerini:

 

“İşte İsrail Suriye’ye girdi!”; “ABD, Rusya, İran neden…?”; “Şu Colani’nin ajandası nedir acaba?” diye başlayıp biten analiz lakırdıları…

 

Oysa, bir halkın cehennemden çıkışına, sevinç gözyaşlarına ortak olmaktan aciz bu kalplerin kurdukları çoklu soru kipleri siyasi ve konjonktürel dengelerin yarattığı fırsatlardan başkası değil.

 

Devrimler gökten zembille inmiyor ki!

 

Aynı sorular Mısır’da Tahrir günlerinde “Anlaşmalı devrim mi olur?”; Mursi başa geçtiğinde bile “ABD-İsrail izin vermese…” diye hırlamalara vesile oluyordu.

 

“İran devrimini halk yaptı” diye ortalıkta salına salına gezinenlerin önüne de “İmam Humeyni’yi hangi güç ve neden Fransa’dan uçakla ülkeye yollamıştı?” soruları konuyordu.

 

Devrimleri Alice Harikalar Diyarı’nın cinleri yapmıyor. Yıllara sâri olmak kaydıyla sahada ve masalardaki onlarca kıvrımın içinde emek, hazırlık, gözlem, mücadelede azim, sabır, dengeleri gözetme vs. vs. ile gerçekleşiyor.

 

Sorun, bunun böyle olduğunu bildikleri halde maksimalist cümlelerle hep haklı çıkmaya çalışanlarda!

 

İlginç olan şu ki devrimlerin karşısında da yanında da yer alanlarda aynı doğa kendini göstermekte. (Yok Kaddafi gitti de ne oldu? Yok, bak Saddam’dan sonra iyi mi oldu vs. vs.)

 

Öyle ki tarihin insan doğası ve jeopolitik gücün çoklu dengelerinden mülhem “gelen gideni aratır” ezber kalıbının pek çok kez haklı çıkmış gibi görünmesi, acıya, kedere, sevince dair umarsızlığı pekiştiriyor; sözde şüpheleri haklı çıkaracak delilleri toplamaya itiyor insanları.

 

Halbuki alçak katillerin milyonlara ettiklerinin son bulmasından daha değerli bir gerçeklik yok! Devrimler nasıl ki siyasi-sosyal iç-dış dengelerin sonuçlarıysa, sonrasının yönetilmesinin de kaderi aynı!

 

Ama hiçbir şey, yerin üç kat altında on yıllarca yaşamaya/ölüme mahkûm edilmiş insanların özgürlüğünden ve milyonlarca ananın doğurduklarının işkenceler ve bombalar altında yok olmasının engellenmesinden daha değerli değil.

 

Yıllardır dibimizde 1 milyona yakın insanın ama konvansiyonel ama kimyasal katline, milyonlarca insanın tehcirine vicdansızca ve ahlaksızca bahaneler düzenler, şimdi çıkmış bir yanımız “Afganistan-Pakistan, diğer yanımız İsrail” diye sözde “endişelerini” paylaşıyorlar.

 

İnsanı bunların insanlık dışı “sözde endişeleri” değil de, dostların maksimalist ruhsuzluğu üzüyor.

 

Elleri kanlı yerel-küresel aktörlerin bir halkı yok etmedeki cürümlerinin son bulmuş olmasının karşısına aynı yerel-küresel aktörlerin fitnelerle kaim jeopolitik heveslerini koyup, bunu da rasyonel analiz diye pazarlamak, üstüne hiç kimsenin beceremediği/becerilsin istemediği maksimalist demokrasi çıtasını yerleştirmek kötü niyet değilse eğer ya ahmaklık ve körlük ya da buz gibi ideolojik saptırmanın vicdansızlık örneği. Yani Devrimi dosta da beğendirmenin makul ölçüleri üzerine bayağı düşünmek gerek!

 

Olmayacak ya, velev ki bir yanımız Pakistan olsun, Afganistan olsun, yerel-küresel güçlerle desteklenen insanlık düşmanı, katil, cani, soykırımcı bir rejimden daha büyük bir tehdit olabilir mi! 

 

İlgilisi dostu, düşmanı daha da kışkırtalım: Neden tehdit olsun ki !!!

 

Yıllarca “Ortadoğu bataklığından uzak durmalıyız” sözünü dillerinden düşürmeyenler; “Buralarda ne işimiz var” diye homurdananların kafası keşke sadece hümanizm ve “yurtta sulh…” idealiyle yoğrulmuş olsaydı ama öyle değil. Bu sadece dış politika vizyonsuzluğu, başkalarının gemisinde miçoluk, kafa konforu edebiyatı falan da değil. Bu slogana sığınanlar değil miydi yıllarca Kürt halkını cendereye alanlar? Madem “yurtta sulh” ve dahi hümanizm; koskoca ana muhalefet lideri neden adaletsiz bir savaşın azabından korunmak için göç yollarına düşmüş mazlum bir halka “sapıklık” ithamında bulunan videolar çekerdi ki? Neden müzmin muhalifliğin acısını toplumun en alt kesimlerinden çıkarmaya kalkardı ki? Seçim kaybetmenin iki ana sebebi olan “dış politika ve toplum vizyonu eksikliği”nin kök sebeplerini asla tartışmaya yanaşmamak nedense ondan. Resmî ideolojik hastalıklarını neden masaya yatıramıyorlarsa işte ondan. Yoksa bu bozuk pastanın üzerindeki mezhepçilik, iktidarın son sekiz yılına değil de 22 yıla olan rövanşist yaklaşım, Baasist darbeciliği 70’lerde ülkeye taşıma hevesinin ideolojik kırıntıları falan, bunların tümü o pastanın sadece sosu. 

 

Geçen yüzyılın kafasıyla düşünüp, çağın getirdiklerini kavrayamayanların; dengeleri okuyamayanların; jeopolitik değişimleri göremeyenlerin; hasbelkader iktidar olsalar kriz ve fırsatları yönetmekten aciz kalacak olanların; halkla ve kültürüyle olan ideolojik tarihsel hesaplaşmayı bir türlü içlerinden söküp atamadığı için bölgeye de o gözle bakanların hastalıklı hali bu.

 

Oysa; 

 

Gün; her şey bir yana, Türkiye’nin menfaatleri için de birlik günüdür!

 

Gün; içerideki kutuplaşmaları bitirme, iç tahkimatı güçlendirme günüdür!

 

Gün; ama konvansiyonel ama kimyasal silahlarla yüzbinleri katleden; milyonları göç yollarına düşüren, milyonlarca ananın gözyaşlarının sorumlusu, işkenceci, zalim bir rejime karşı başkaldırısını bir devrimle taçlandıran Suriyeli kardeşlerimizle kucaklaşma günüdür! 

 

Gün; onların ve bizim kaderimizin ortak olduğunu kavrama günüdür. 

 

O yüzden öncelikle Suriye’nin devrimci insanlarının, gençlerinin, alimlerinin, mücahid evlatlarının özgürlük devrimini selamlamayı öncelemek gerek.

 

Eğer bugünün devrik diktatörü Türkiye’yi yönetenlerin ilk günlerdeki uyarılarını dinleseydi; 12 yıl boyunca onca cana, mala, nesle, maddi-manevi kayıplara ve bölgede iştahı olan güçlerin jeopolitik emellerinin kabarmasına sebebiyet veren süreçler asla yaşanmayacaktı.

 

Türkiye’yi o gün yönetenleri Suriye üzerinden sigaya çekenlerin de anlamadığı ve muhtemelen bundan sonra da anlamamakta ısrar edecekleri husus budur!

 

Acziyet içinde, köhnemiş rejimini ayakta tutmak için sağa sola yalvaran; bir “butik devlet”e razı gelip halkını milyonlarla katleden, yüz binleri işkencehanelere dolduran, güvenip de geri dönme gafleti gösterenleri ya katledip ya işkencehanelere tıkan; “dönmesinler, kalanlar bize yeter” mantığını hiçbir zaman gizlemeyen; kaçarken ülkenin kaynaklarını yanında götüren haramilerden, katillerden, işkencecilerden, ülkesini satan hainlerden daha büyük tehdit olamazdı ki çok şükür yok olup gitti.

 

Esas Yeni Suriye ile Dayanışmazsak İsrail ile Komşu Oluruz! 

 

İsrail ile komşuluktan dem vuranlara da şu hatırlatmaları yapalım:

 

İsrail ile ne zaman komşu oluruz biliyor musunuz?

 

Eğer Suriye’yi bir başına bırakırsak, Suriye’nin devrimci evlatlarına sahip çıkmazsak; yalnız bırakırsak, yani asıl zayıf bir Suriye İsrail ile komşuluk anlamına gelir.

 

Güçlü bir Suriye o komşuluğu da engelleyecek yegâne hedeftir!

 

O korkuları pompalayanlara yegâne cevap güçlü, devlet kolonları sağlamlaştırılmış, toplumsal çoğulcu dokusu yeni Suriye’nin hedefleri doğrultusunda etle tırnak kılınmış Suriye’dir.

 

Zira aidiyet bağları zayıf bırakılmış ülkeler düşmanı kendisine komşu kılar. Ama bu bağların güçlü olduğu, hukuk ve özgürlüklerle güçlendirilmiş güçlü bir devlet iskeletiyle de taçlandırılmış ülkeler asla düşmana aman vermez, fırsat vermez! 

 

O Suriye hem güçlü Türkiye demektir hem Irak demektir hem de Filistin demektir. Bu ülkenin ferasetli evlatlarının yıllardır bıkıp usanmadan tekrar edegeldikleri gerçeklik de, Kudüs’ün gerçek manada özgürlüğünün de güçlü ve özgür Suriye’den geçtiği hakikatidir. 

 

Yani özgür ve güçlü Suriye, Filistin direnişinin de gücü demektir. Türkiye başta olmak üzere, çevre ülkelerle dostluğunu geliştirmiş, askeri, ticari, sınai, kültürel işbirliklerini geliştirmiş güçlü Suriye, İsrail’in heveslerini kursağında bırakacak, yepyeni müjdelere kapı aralayacak ortak jeopolitiğimiz demektir.

 

Dolayısıyla siz bakmayın “Bu gelenler mi çoğulcu demokrasiyi getirecek?” diyerek maksimalist taleplerde bulunan dosta-düşmana!

 

Allah aşkına sanki bölgede her tarafta demokratik rejim enflasyonu var da buradan sigaya çekmek Suriye’de devrim olunca mı aklınıza geldi!

 

Suriye’deki bir diktatörü yıllarca anti-emperyalist diye pazarlayanlar şimdi halkın zihnine cilalı sorular bırakıyorlar.

 

Mısır’da Mursi’ye karşı Sisi’nin yanında duranlar, şimdi Suriye’ye demokrasi nutukları atıyorlar. Sanki kendileri akşam yatıp sabah kalktı ve sofrasında demokrasi kültürü buldu.

 

Suriyeli devrimcilerin gayrimüslimlerden farklı etnik ve mezhebi çevrelere kadar Suriye toplumunu kucaklayıcı mesajlarına da ideolojik saplantıları gereği umarsızca yaklaşanların zaten irabta mahli yok. Bunların propagandalarına kulak vermek, o kulakları kir pas içinde bırakacak algılara prim vermektir. Asıl sorun, çok izlenen sözde tarafsız kanallarda, Cevlani’nin 50 kadar gazeteciyle yaptığı toplantıda verdiği ılımlı mesajları ekranda sırıtarak, “siyaseti öğrenmiş kerata” minvalinde yorumlayan aklıevvellerin kaypaklığında. (Not: Hinliğe prim versek; bu yazı, Halep’in kaybından başlamak kaydıyla yıllarca, iktidar saflarındaki nice gazeteci kılıklı trollerin sayfalar dolusu “Ahmet Davutoğlu’nu hedef gösterip günah keçisi ilan eden; Suriye faturasını onun omuzlarına bırakan” yazı müsveddelerini konu ederdi. Onların yıllarca Perinçek familyasını ekranlarda arz-ı endam ettirişleri arşiv hükmünde olmayacak kadar taze. Hâlâ, neye hizmet ettiği bilinmez bu kötü alışkanlığı sürdüren aklıevveller de mevcut.)  

 

Şunu asla unutmamalıyız ki Türkiye’nin güvenlik hattı Süleymaniye, Kerkük, Musul, Deyrizor, Rakka, Halep, İdlib, Lazkiye hattıdır.

 

Ve bu hat üzerindeki tüm halklar, tüm doğal demografik yapılar bizim dostumuzdur, kardeşimizdir! Olmayanlar da dost ve kardeş kılınmalıdır!

 

Bizler şimdi sadece sınırlarımızda, sadece yanı başımızdaki komşuda oluşan fırsatların değil, Batılı ve Doğulu ülkelerle ilişki ağlarımızı tazelemenin de eşiğindeyiz.

 

Türkiye’yi Yönetenler Bundan Sonra Ne Yapmalı?

 

Yeni fırsatlarla birlikte, şimdi AB ile ilişkileri de geçmişten daha güçlü hale getirme zamanı.

 

Suriye’nin inşası için BM nezdinde yapılacak işler; gerekli ekonomik işbirliğinden vize serbestisi anlaşmasının şartlarının yerine getirilmesine, Siyasi Ahlak yasasını bir an evvel hayata geçirmekten karşılıklı sözleşmeleri yeniden masaya yatırma zamanına kadar yapılacak çok icraat var.

 

Yeni Suriye’yi inşada yardımlaşırken, Türkiye ile ilişkilerin yenilenmesinde de oluşan yeni fırsatları görmeli ve harekete geçmeliyiz.

 

Bu hususlar bizi hem içeride hem bölgede hem de uluslararası ilişkilerde daha da kavi kılacaktır.

 

Her türlü düşmana, iç ve dış fitnelere karşı elimizi güçlü kılacaktır.

 

Suriye’nin kurumlarını, devlet kolonlarını nasıl güçlü kılacaksak, Türkiye’ninkileri de o oranda güçlü kılmalıyız.

 

Suriye’nin çoklu kültürünü nasıl bir arada yaşatma mücadelesi vereceksek, aynı ölçüde ve oranda ülkemizde var olan sorunları ortadan kaldırıcı adımlar atmalıyız.

 

Yeni ve güçlü Suriye’yi yönetimiyle, anayasasıyla nasıl daha sivil ve demokratik hale getireceksek, Türkiye’nin de aksayan kolonlarını o şekilde yeniden imara girişmeliyiz. Türkiye Suriye için büyük fırsat, Suriye de Türkiye için büyük bir fırsat haline dönüşmüştür.

 

Bu kader ortaklığının getirileri Kürt halkı için de geçerlidir.

 

Nasıl Irak Kürtleriyle Irak’ın bütünlüğüne ve güvenliğine zarar vermeyecek, aksine onu da kavileştirecek şekilde ilişki kurmuşsak; Suriye’nin Kürt evlatlarıyla, aşiretleriyle, partileriyle de aynı şekilde sağlam, yıkılmaz, dış müdahaleye kapalı, etle tırnak gibi ilişkiler halesi oluşturmak zorundayız. 

 

Onları, binlerce kilometre ötelerden gelip, IŞİD bahanesiyle kendi güdümünde bir örgütü güçlendirip bölgenin Kürt nüfusu ve Arap aşiretleri üzerinde vesayet kuran yapılardan kurtarmak da, hem bizim hem yeni Suriye yönetiminin yegâne sorumluluğudur.

 

Bakmayın ekranlarda bize sapsarı bir Suriye’nin doğusu haritaları gösterenlere. O harita, İsrail gibi ülkelerin jeopolitik hevesleri ve şark kurnazlığından başka bir şeyi yansıtmamaktadır.

 

Ülke gerçeği o masa başı haritaları değil, sahanın gerçekleridir. Yüzde 70-75’ini Arap aşiretlerin oluşturduğu SDG’yi sanki PKK/PYD’nin yegâne hâkim yapısı gibi göstermeye çalışan algı operatörlerine de aldanmamak gerekmekte.

 

Bu arada, eğer SDG ismiyle meşru hale getirilen, bölgenin demografik yapısıyla oynayan ve bölgenin Kürt olsun, Arap olsun, Türkmen olsun halkları üzerinden vesayet oluşturmaya, devrimin nimetlerinden istifade edip kendine “butik devlet” kurma hayalleri kuran yapı da, elbette kendini dış güçlerin aparatı olmaktan çıkartıp, bölgenin gerçek sahipleriyle el sıkışıp, coğrafyanın mimarisinde katkı sahibi olacaksa; yani Suriye devriminin arkasından dolanmayıp, yeni Suriye’nin bileşenleri arasına katılmayı kabul edecekse, onlara da kapılar açık bırakılmalıdır. Ama heves ve hırslarını başkalarının jeopolitiğine hizmete adamaya devam edeceklerse, bilsinler ki o örgütlere yeni Suriye’de yer olmayacaktır! Ya fesholacaklar, ya da ülkeyi terk etmek durumunda kalacaklardır. (Not: Bu konuda hem Cevlani’nin hem de Fidan’ın açıklamaları gayet açıktır.)

 

Arap Baharı’nı kışa çevirmeye çalışan temerrüdcüler de, Gazze’de katliamlarına devam eden ve Suriye’de yeni zeminler elde edeceğini zanneden Siyonist rejim de bunu kafasına sokmalıdır.

 

Türkiye’nin, Irak’ın, Suriye’nin, Ürdün ve Lübnan’ın Müslüman, Hıristiyan, Nusayri, Dürzi, Ezidi evlatları artık kendi kaderlerini kendileri belirleyecekler; Ortadoğu’nun çoğulculuk üzerine inşa edilecek birliği adına kendi maslahatlarına en uygun toplumsal zeminleri oluşturacaklar, idari sistemleri de kuracaklardır. Tarihimiz ortak, kültürümüz ortak, siyasi kaderimiz ortaktır. Şam’ın Hatay’dan, Halep’in Diyarbakır’dan, Rakka’nın, Musul’un Konya’dan, İstanbul’dan ayrı bir kaderi yoktur.   

 

Gerek Kuzey Irak’ta, gerekse bölgenin farklı iklimlerindeki bütün ferasetli liderler, bakanlar, meclis başkanları, STK’lar, aşiret liderleri bu hissiyatı ve rasyonel yaklaşımları benimsemektedir.

 

Mesele, şimdi fırsatların risklerden daha fazla olduğunu görebilmektedir.

 

Böylesi güçlü bir coğrafya ile AB ülkeleri de, Rusya, Çin gibi Doğulu güçler de eşit düzlemde iyi geçinmek zorunda kalacaklardır.

 

Körfez’in tehditkâr yapılarını tatmin etmek ve onları da Yeni Suriye’nin inşasında ortak partner kılmak da hem Türkiye’nin hem de yeni rejimin önünde sorumluluk olarak durmaktadır. 

 

O yüzden şimdi önceliğimiz Suriye’deki geçiş hükümeti, yepyeni bir Anayasa, Meclis, siyasi partiler, yerel yönetimler, iç güvenliği sağlayıcı emniyet teşkilatı, ekonomik kurumlar ve uluslararası diplomasi ve altyapıdan üst yapıya kadar Suriye’nin fiziki inşasında her konuda yeni yönetime destek olmaktır.

 

Davutoğlu’nun da hatırlattığı gibi, dün nasıl ki rejimin Suriye’deki kanlı vahşeti başlamazdan evvel Merkez Bankası’ndan bakanlıklara kadar uzman kadrolarımız Suriye’ye destek için seferber olmuşlarsa, elbette şimdi de aynı süreçler ziyadesiyle gerçekleşecektir.

 

Bütün bunları yerine getirirken; bölgede iştahı olan, jeopolitik hevesleri olan güçler tetikte beklerken; uluslararası arenada atılacak adımlar kadar bizim de içerideki ev ödevlerimizi sürece paralel şekilde yerine getirmemiz gerekmektedir. 

 

Sadece Suriye coğrafyasını içermeyen ve farklı küresel tehditler de barındıran bu zorlu süreçte iç fay hatlarının tahkimatının önemi her şeyin üzerindedir. 

 

Eğer bir fırtınanın, fırsatlar ve risklerle beraber geldiğini kabul ediyorsak, o halde toplumsal farklılıklar üzerinden fitne oluşturacak tüm söylem ve eylemlerden uzak durulmalıdır. En başta devlet ve iktidarın kendisi eskinin, yakın geçmişin düşünüş ve davranış biçiminden uzaklaşmalı, demokratik çoğulcu yapının tahkimi için elinden geleni yapmalıdır.

 

Muhalefet de bu sürecin yeni sorumluluklarını görmeli, popülist algılardan beri durmalı, siyasi polemikleri ayağa düşürmemeli, jeopolitik kaygıların önemini kavramalıdır. Özellikle Suriyelilerin geri dönüş konusunu sahanın gerçeklerinden uzak taleplerle bir siyasi polemik konusu yapmamalıdır. (Bkz. Esad gitmiş misafirlik bitmiş midir! )

 

Suriye’de yıkılmış bir altyapının olduğu, güvenlik, eğitim, yaşam koşulları hallolmadan sağlıklı geri dönüşlerin olamayacağı görülmeli, bu gerçeklerden ari psikolojik harekata kalkışanlarla örtüşmemeye gayret edilmelidir.

 

İktidar da gönüllü dönüşlerle ilgili planlamalarında Suriyeli STK’lara danışmalı, onlarla işbirliği içerisinde kaygı ve talepleri öğrenmelidir. Geri Gönderme Merkezlerindeki (GGM) hukuksuzluklara son verecek şekilde güvenlik bürokrasisi, İçişleri ve Dışişleri Bakanlığı bürokratlarınca bilgilendirilmeli; Sednaya gibi cehenneme döndürülmüş tabutluklar boşalırken, cezaevlerinden insanlar salınıp özgürlüklerine kavuşturulurken, Türkiye’deki GGM’ler de devrimci şuurun gereklerini yerine getirilmeli; bürokrasinin son yıllarda körüklenen ezber reflekslerine ve artık anlamı hepten kadük olmuş “hukuksuz geri gönderme siyaseti”ne son verilmelidir. Bu aynı zamanda Suriye halkına olan insanlık borcumuzdur! (Suriye’ye Dönüş Projeksiyonu: Geçiş Sürecinde Türkiye’nin Etkisi)

 

Evet fırtına geliyorsa birlik, iç asayiş ve kamu düzeninin tahkimi önemlidir demiştik.

 

Velhasıl; hakiki çözümler üretecek bir devlet mimarisine, hukuk, siyaset ve toplumu güçlendirecek bir iç dizayna her zamankinden fazla ihtiyacımız var.

 

Yapısal reformların tahkimine olan ihtiyacımız tam da şimdi gecikmeden yerine getirilmelidir.

 

İnsan hakları alanında bu defa gerçekçi adımlar atılmalıdır.

 

Bir an önce uygulanabilir ve hakiki bir İnsan Hakları Eylem Planı ve Yargıda Reform planları açıklanmalıdır.

 

Bu süreçte acilen çözmemiz gereken sorunlar, bizi hem içeride hem de ele güne karşı güçlü kılacak unsurlardır.

 

Uluslararası insan hakları karnemizi düzeltecek ve Gri Liste sorunumuzu ortadan kaldıracak adımlar ivedilikle atılmalıdır.

 

AİHM önlerinde haklarını aramak için sıraya girmiş vatandaşlarımızın mağduriyetleri ülke içinde bir hukuki yargı süreci fırsatı ortaya konarak çözülmelidir. 

 

KHK’lılar sorunu kökten ve hızla çözülmelidir.

 

Kara para ile mücadele de ciddi bir strateji üzerine oturtulmalıdır.

 

En yaralı olduğumuz konuların başında gelen ‘Adil Yargılanma Hakkı’ konusunda, Batılı ülkelerdeki denetim mekanizmaları oluşturulmalı; Hukuk Endeksi’nde ilk sıralarda yer alan Danimarka, Norveç gibi ülkelerdeki deneyimler ülkemize aktarılmalıdır. 

 

AİHM’de “En fazla ihlal dosyası” başvurusu olan ülkeler sıralamasında da maalesef ikinci durumdayız. AYM’nin 50 binden fazla dosyada ‘hak ihlali kararı’ verdiğini göz önünde bulundurularak, bu dosyalara ayrı bir ihtimam gösterilmeli ve yeni oluşturulacak bir mekanizmayla bu hukuksuzluklara son verilmelidir. 

 

Sonuç olarak yargı bağımsızlığı başta olmak üzere; Türkiye’nin hukukun üstünlüğü endekslerinin adalet verilerinde 142 ülke arasındaki 117’nci sıradaki yerini onarıcı tüm adımlar atılmalıdır.

 

Öte yandan muhalefet üzerindeki siyaseti ve toplumu yoran tüm baskılar nihayete erdirilmelidir.

 

Ama hepsinden önce ekonomi alanında gerçekçi adımlar atılmalıdır.

 

Eğer böylesi kriz ve fırsat süreçlerinde, fırtınaların öncesinde ekonomik gücümüzü pekiştiremezsek; bu borç ve faiz dağları, enflasyon ve işsizlik sarmalı, iç-dış fitne odaklarına ve özellikle jeopolitik hırsları olanlara karşı güç kaybı anlamına gelecektir.

 

Bunun için artık “mış gibi” yapmayı bırakıp sert tasarruf tedbirleri almakla yükümlüyüz.

 

Bu tedbirlerin en önemli örnekleri de kamu alanında olmalı, göstermelik değil gerçekçi, işe yarar, toplumu tatmin eder, siyasi ve toplumsal sinerjiye ön ayak olucu örnekler serdedilmelidir.

 

Yolsuzluk ve rant musluklarını kısacak tedbirleri ivedilikle almalıyız. Gereksiz ihalelere, birilerini tatmin edici mega projelere, emlak ve gayrimenkul sevdalılarının hedeflerine ayıracak bir kuruşumuzun dahi olmadığı ilan edilmeli; yeni sürecin köşe taşları şeffaf şekilde, en üst perdeden toplumla paylaşılmalıdır.

 

Velhasıl Hazine’nin dolması için elimizden geleni yapmalıyız.

 

Hatta tarımda üretim ve ihracat politikalarımızı, siloları o tarım ürünleriyle dolduracak şekilde yeniden planlamalıyız.

 

Yeni süreçler yeni planlamaları beraberinde getirir. Bu planlamalar da devletin en üst makamı tarafından topluma güven verici, umut aşılayıcı biçimde paylaşılmalıdır.

 

Yeni süreçler, yeni toplumsal sinerji ihtiyacı doğurur ve bu sinerji, yeni süreçlerin doğru yönetilmesinin de rehberi olur.

 

Şunu asla akıldan çıkarmamak gerekir ki bu uyarılarımız güvenlikçi anlayışa asla halel getirmez; aksine çevremizde olan bitenlerden gerekli dersleri çıkartmalı ve bu uyarılarımızın devleti de, toplumu da güçlü kılacağı unutulmamalıdır. 

 

Mademki ihtiyacımızın olan her zamankinden fazla güçtür;

 

Mademki ihtiyacımız dosta düşmana bu gücün gösterilmesi, caydırıcılık ve işbirliği konularında gövdemizi taşın altına koymaktır;

 

Mademki sözümüzün ve eylemimizin ağırlığını her yerde hissettirebilmektir;

 

O halde bunların reçetesinin hakiki bir demokratik hukuk devleti, özgürlüklerin garanti altına alındığı ve kamu kaynaklarının doğru kullanıldığı bir yönetim olduğu görülmek durumundadır.

 

Bunları görenlerin gerekli adımları atabilmeleri için özgür kılındığı habitatı genişletme zamanıdır!

 

Bu zayıflıklarımızı tahkim edelim ki yarın fırsatların kaçışına ve yeni güvenlik problemleriyle baş başa kalışımıza, bölgede arzu ettiğimiz mimariyi oluşturamayışımıza hayıflanmayalım.

 

Suriye’de, Türkiye ve Suriye halkları için oluşan maddi-manevi yeni fırsatların kalıcılığı ve bereketi, ancak geniş bir vizyonel perspektifi kuşanmak ve icraata koymakla mümkündür. Ortadoğu coğrafyasının bizim/hepimizin dış politika arenamız değil, iç ilişkiler coğrafyamız olduğu unutulmamalıdır. 

 

Suriye devriminin Türkiye’nin kendi iç tahkimatıyla da kavileştirilmesi uyarılarımıza Galip Dalay kardeşimizin değişen Ortadoğu ve Yeni Suriye bağlamında önemli uyarılarının yer aldığı, bundan sonra kimlerin hangi kaygılarının giderilmesi ve hangi aktörlerle nasıl yol alınması gerektiğine ilişkin analizlerini ilgililerin dikkatine sunarak bitirelim. (How Post-Assad Syria Could Unleash a New Regional Order)

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.