Okul Nasıl? Türkiye’de Eğitimin Gerçek Nabzı
Çocuklara hep sorduğumuz ve çoğu zaman “iyi” cevabını aldığımız o “meşhur” soru. Sahi, “Okul nasıl?” Bu sorunun yanıtı, yalnızca müfredat ya da sınav başarısında değil, okulun içindeki iyi uygulamaların ne kadar paylaşıldığında gizli. Eğitimde iyi uygulama örneklerini incelemek, öğretmenlerin kendi sınıfının sınırlarını aşarak başka okullarda neler yapıldığını görmesini sağlar; meslektaş dayanışmasının, yeniliğin ve karşılıklı öğrenmenin kapısını aralar.
TÜSİAD ve Eğitim Reformu Girişimi’nin birlikte hazırladığı ve Türkiye’deki eğitim harcamalarına dair “Geleceğin Dünyasına Hazırlanırken Eğitim Bütçesi: Türkiye’de Eğitim Harcamaları” başlıklı Rapor, kısa süre önce kamuoyuyla paylaşıldı.
Türkiye’de eğitim harcamalarını uluslararası normlarla, uluslararası düzeyde, seçilmiş ülkelerle karşılaştırmalı olarak inceleyen rapor, çocukların iyi olma hâlini güvence altına alan, kapsayıcı ve güçlü bir eğitim sistemi için eğitim bütçesine yönelik önerilerde bulunuyor.
2022 verilerine göre, toplam kamu harcamaları içinde eğitime ayrılan bütçe, % 10,6 ile UNESCO’nun önerdiği % 15-20 bandının hayli gerisinde.
Bir Devle Bir Cücenin Aynı Yolda Yürüdüğü Ülke
Ülkelerin demografik fırsat penceresi açık olduğu sürece, gelişmiş ülke statüsüne geçişi
hızlandıracak en etkin yollardan birinin eğitim olduğunun her fırsatta belirtildiği raporda, 2026 yılında eğitime ayrılan kamu kaynaklarının uluslararası eşik değerlere ulaşılmasının önceliklendirilmesi gereği vurgulanıyor. Ayrıca okulöncesi eğitimin yaygınlaştırılması, bu alana yeterli kaynak ayrılması ve sosyoekonomik eşitsizliklerin azaltılmasına yönelik müdahalelerin artırılması öneriliyor.
Bir diğer deyişle, “maliyet-etkin akıllı yatırımlar” önceliklendirilmeli, dezavantajlı çocukların akranlarıyla eşit koşullarda eğitime başlamaları için yeterli kaynak ayrılmalı. Tıpkı Jean-Jacques Rousseau’nun İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı kitabında belirttiği gibi: “Bir dev ile bir cüce aynı yolda yürüseler her ikisinin atacağı her yeni adım deve yeni bir üstünlük sağlayacaktır.” Nitelikli kamusal eğitime yapılacak her bir yatırım, işte bu sosyoekonomik eşitsizliklerin yönetilmesinde çok önemli bir katkı sunuyor.
Raporda öğrenciye beslenme, ulaşım, burs gibi doğrudan desteklerin artırılması, bütçe sürecinde eğitim paydaşlarının geniş katılımının sağlanması da getirilen öneriler arasında… Anımsarsak, Türkiye’den son PISA araştırmasına katılan her üç öğrenciden biri kahvaltı yapmadan okula gittiğini belirtirken, her beş çocuktan biri ise parası olmadığı için son bir ay içinde en az bir gün yemek yiyemediğini ifade ediyor. Türkiye’de eğitime ayrılacak kamu kaynaklarının öncelikli ihtiyaçlar doğrultusunda, hak temelli bir şekilde planlanması şart.
TÜSİAD ve ERG’ye göre ancak bu koşullar sağlandığında, “Türkiye’nin, çocukların iyi olma hâlini güvence altına alan, kapsayıcı, dayanıklı ve geleceğe her açıdan hazır bir eğitim sistemiyle belirlediği hedeflere güçlü adımlarla ilerlemesi mümkün olacak”.
“Okul Nasıl?” Sorusuna Gerçek Yanıt: Paylaşan Öğretmenler
Rapordaki bu kıymetli bulguların ve önerilerin yankıları sürerken, bu yıl Sabancı Üniversitesi bünyesinde uzun zamandır çok kıymetli çalışmalar yürüten Eğitim Reformu Girişimi’nin 18 Ekim günü düzenlediği 20. Eğitimde İyi Örnekler Konferansı’nda (İÖK), “Okul nasıl?” sorusuna yanıt aramak için eğitimin farklı paydaşları bir araya geldi.
Bu, çocuklara hep sorduğumuz ve çoğu zaman “iyi” cevabını aldığımız o “meşhur” soru. Sahi, okul nasıl?
Bu sorunun yanıtı, yalnızca müfredat ya da sınav başarısında değil, okulun içindeki iyi uygulamaların ne kadar paylaşıldığında gizli. Eğitimde iyi uygulama örneklerini incelemek, öğretmenlerin kendi sınıfının sınırlarını aşarak başka okullarda neler yapıldığını görmesini sağlar; meslektaş dayanışmasının, yeniliğin ve karşılıklı öğrenmenin kapısını aralar. Her yıl öğretmenlerin bu uygulamaları birbirlerine tanıtması, aslında eğitimin nabzını tutmak demek. Çünkü bu buluşmalar, öğretmenlerin yalnızlaşmasını önlüyor, ilhamı diri tutuyor, yerel düzeyde geliştirilen çözümlerin ülke geneline yayılmasına imkân tanıyor. Eğitimde iyi örneklerin paylaşımı, yalnızca iyi bir fikir alışverişi değil, aynı zamanda bir eşitsizlik azaltma ve benzer bir zeminde buluşma aracı olarak da görülmeli. Bir köy okulundaki yaratıcı çözüm, büyük şehirdeki bir okulun da yöntemine ilham olabilir.
Dolayısıyla, eğitimin kalitesini artırmanın en etkili yollarından biri, iyi uygulamaların görünür kılınması ve bu deneyimlerin ortak akılla değerlendirilmesi. Böylece, her öğretmen bir diğerine model olur; her sınıf, başka bir sınıfa ışık tutar.
Eğitim Reformu Girişimi’nin yıllardır sürdürdüğü bu paylaşım kültürü, aslında Türkiye’nin eğitim sisteminde kolektif bir öğrenme ekosistemi yaratma çabasının en somut örneklerinden biri.
Sınıftan Taşan İlham: Öğretmenlerin Küçüklü Büyüklü Mucizeleri
Bu yılki Eğitimde İyi Örnekler Konferansı, Türkiye’nin dört bir yanından gelen öğretmenlerin sınıflarında geliştirdikleri yaratıcı çözümleri görünür kıldı. Her biri, eğitimin yalnızca müfredatla değil, aynı zamanda merak, dayanışma ve yaratıcılıkla biçimlendiğini gösteriyordu.
Örneğin, “Geleneksel Sınıfın Ötesinde: Esnek ve Farklılaştırılmış Bir Sistem Uygulamak” adlı proje, bir okulun kendi öğretmen gücüyle ve sınıf içi potansiyeliyle, İngilizce derslerini nasıl dönüştürebileceğine dair güçlü bir örnek sunuyor. Bu, Türkiye’de İngilizce ile bitmeyen imtihanımızın ve “Neden bir türlü İngilizce öğrenemiyoruz?” sorusunun yaratıcı bir yanıtı aslında.
Özel bir okulda uygulanan “farklılaştırılmış öğrenme alanı sistemi”, öğrencilerin her hafta geleneksel sınıf yapısının dışına çıkarak, dil becerilerini farklılaştırılmış yollarla geliştirdiği esnek bir öğrenme modeli. 10–12 yaş aralığındaki öğrenciler, konuşma, yazma, okuma, kelime bilgisi ve yaratıcı düşünme gibi becerilere odaklanan etkinlikler arasından seçim yapıyor ve son kertede öğrenciler aynı hedefe farklı yollardan ulaşıyor: Kimi gazete yazarak, kimi poster tasarlayarak, kimi Lego ile fiil eşleştirip hikâye oluşturarak, kimi ise sınıf arkadaşlarına sunum yaparak. Her öğrenci, kendi ilgisine, seviyesine ve öğrenme tarzına uygun bir üretim sürecine giriyor; yalnızca içerik değil, materyal, süreç ve değerlendirme de farklılaştırılıyor. Aynı zamanda İngilizce dersine disiplinler arası bir boyut kazandırılarak tarihi, matematiği, sanatı ve teknolojiyi sürece entegre ediyor; dijital araçlar (Canva AI gibi) sayesinde öğrenciler 21. yüzyıl becerilerini de geliştiriyor.
Bir diğer etkileyici çalışma, “forum tiyatro yöntemi”yle akran zorbalığına karşı farkındalık kazandıran proje. Sakarya’daki bir köy devlet ortaokulunda okuyan 7. Sınıf öğrencileri tiyatro aracılığıyla hem zorbalığın yarattığı duygusal yıkımı deneyimleyip hem de çözüm üretme sürecine aktif olarak katılıyorlardı. Bu tür sanatsal yöntemler, okullarda empatiyi, diyalogu ve güven iklimini güçlendiriyor, tam da “okul nasıl?” sorusuna, “iyi” yanıtını hak edecek bir kültür inşa ediyor.
“Dillerin Rengi Çocuk Korosu” da beni en çok etkileyen iyi uygulama örneklerinden oldu. Bu koro, Batman’ın Sason ilçesine bağlı köylerde ilkokul 4. sınıfa kadar okuyan, köyünde ortaokul olmadığı için merkezde yatılı okuyan kız çocuklarından oluşuyor. Yatılı okuyan kız çocukları okul sonrası zamanlarında, TEGV Batman Sason Öğrenim Birimi’ndeki etkinliklerden faydalanıyorlar. Dillerin Rengi Çocuk Korosu, çocukların barışçı, farklı düşünce ve inançlara saygılı, insan ilişkilerinde cinsiyet, ırk, din, dil farkı gözetmeyen bireyler olarak yetişmelerine katkıda bulunmak ilkesiyle kurulmuş.
Ve elbette, “Müzede Gerçekleştirilen Tarihsel Empati Çalışması ve Kültürlerarası Diyaloğun Gelişimine Etkileri” isimli proje… Bu çalışma, 9. sınıf öğrencilerine barışın, empati ve diyalogla mümkün olduğunu göstermek amacıyla hayata geçirilmiş. Tarih dersinin kazandırmayı hedeflediği temel becerilerden biri olan “tarihsel empati” bu kez sınıfın dışına, müze ortamına taşınmış. Uygulama için Yunanistan’ın Ulusal Arkeoloji Müzesi seçilmiş.
Öğrenciler önce ön testler ve hazırlık kâğıtlarıyla tarihsel bağlama girmiş, ardından sanal bir müze gezisine katılmışlar. Bu gezide karşılaştıkları eserlerden birini seçip, onu bir “canlı varlık” gibi hayal etmişler: Ben o dönemde yaşasaydım, nasıl hissederdim? Neler yaşardım? Bu soruların peşinden giderek kendi empati öykülerini yazmışlar.
Bu çalışma, tarih öğretimini sadece olaylar ve kronolojilerden ibaret olmaktan çıkarıp duygusal ve insani bir deneyime dönüştürüyor. Öğrenciler, tarihî nesnelere dokunarak aslında birbirlerinin hikâyelerine dokunuyor; önyargılar yerini meraka, uzaklık duygusu yerini anlayışa bırakıyor. Bir başka deyişle, bu tür uygulamalar çocuklara yalnızca geçmişi öğretmiyor; geleceği nasıl daha barışçıl inşa edebileceklerini de hissettiriyor.
Raporlar, bütçeler, stratejiler elbette önemli ama asıl kalıcı dönüşüm, o sınıfta bir çocuğun gözlerinin parladığı, engelleri aştığı, okula koşa koşa gitmeye başladığı anda başlar. Türkiye’nin eğitimde aradığı dönüşüm, işte tam da bu iki damarın, yani bilimsel veriye dayalı politika ile sahadaki yaratıcılık ve dayanışmanın buluştuğu yerde yeşeriyor. Çünkü nitelikli kamusal eğitim, yalnızca bir hedef değil, hepimizin ortak emeği, ısrarı ve talebiyle kurulacak bir gelecek hayali…
MENEKŞE TOKYAY