Orta Doğu, Trump Amerika’sına Uyum Sağlıyor
Son on yılda, küresel tartışmalara paralel olarak, Orta Doğu ülkelerinin jeopolitik ve jeoekonomik ilişkilerinde çok kutuplu bir yaklaşım benimsedikleri fikri öne çıkmıştı. Bölge, ekonomik, teknolojik ve stratejik altyapı açısından şüpheye yer bırakmayacak şekilde çok kutuplu hale geldi. Fakat, giderek çok kutuplu hale gelen bu tablo, bölgesel güvenliğe yansımıyor.
Bugün Amerika’nın Orta Doğu’daki rolü birbirinin zıttı iki sıfatla tanımlanıyor: Güvenilmez ve vazgeçilmez. Amman’dan Ankara’ya, Kahire’den Doha’ya, Bağdat’tan Riyad’a kadar tüm bölgede Amerika’nın dış politikasına duyulan hoşnutsuzluk halen yüksek olmakla birlikte, bölgedeki iktidarlar Trump yönetiminin gönlünü kazanmak için yoğun çaba sarf ediyor.
Sadece Eylül ayından bu yana, Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Katar Başbakanı Şeyh Muhammed bin Abdurrahman Al Sani, Başkan Trump ile görüşmek üzere ABD’yi ziyaret etti. Bu ziyaretler, ABD’nin bölgesel meselelerde oynadığı merkezi rolün önemini teyit etmekte ve bölgenin iktidar elitlerinin Trump’ın Amerika’sına nasıl uyum sağladığını göstermektedir.
Son on yılda, küresel tartışmalara paralel olarak, Orta Doğu ülkelerinin jeopolitik ve jeoekonomik ilişkilerinde çok kutuplu bir yaklaşım benimsedikleri fikri öne çıkmıştı. Bölge, ekonomik, teknolojik ve stratejik altyapı açısından şüpheye yer bırakmayacak şekilde çok kutuplu hale geldi. Çin, ABD, İngiltere ve Euro bölgesini geride bırakarak Körfez’in en büyük ticaret ortağı oldu. Çinli telekomünikasyon şirketi Huawei, artık tüm Körfez ülkelerinde hassas teknoloji ve 5G ağları açısından merkezi bir rol oynuyor.
ABD ve AB, 2023 yılında, Çin’in bölgede artan etkisine karşı koymak için, Hindistan’ı Körfez, Ürdün ve İsrail üzerinden deniz ve demiryolu bağlantıları ile Avrupa’ya bağlamayı amaçlayan Hindistan-Orta Doğu-Avrupa Ekonomik Koridoru projesini destekliyordu. (Proje, Gazze’deki savaş nedeniyle askıya alındı.) Bu arada, çoğu Orta Doğu ülkesi Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi’nin bir parçası olmaya devam ederken, Irak, Türkiye, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin ortak girişimi olan Irak Kalkınma Yolu projesi gibi alternatif ticaret koridorlarına da dahil oluyor. Fakat, giderek çok kutuplu hale gelen bu tablo, bölgesel güvenliğe yansımıyor.
Vazgeçilmez Amerika
Gazze’deki savaş, Çin ya da Rusya da dahil başka hiçbir gücün ABD’nin Orta Doğu’daki yerini almaya yaklaşamadığını gösteriyor. Bölgedeki savaş ve barış meselelerinde, tüm yollar hâlâ Washington’a çıkıyor. ABD’nin baskısı ve ısrarı olmasaydı, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu Doha’ya yapılan saldırı için Katar’dan özür dilemez ya da Gazze’de ateşkese yanaşmazdı. Benzer şekilde, ABD’nin onayı olmasaydı, Suriye’deki Şara Hükümeti uluslararası meşruiyete sahip olamaz ve gerçekçi bir yeniden yapılanma ihtimali söz konusu olmazdı. Zira, gerçekçi bir yeniden yapılanma ihtimali Washington’un Sezar Yasası yaptırımlarını kalıcı olarak kaldırmasına bağlı. Şu an için bu yaptırımlar sadece 180 gün süreyle askıya alınmış durumda.
Amerikan gücünün vazgeçilmezliği, kısa vadede bölge devletlerinin Washington ile ilişkilerini daha da güçlendireceği anlamına geliyor. İsrail’in Eylül ayında Doha’ya saldırmasının ardından Katar, Washington ile daha sağlam güvenlik ilişkileri kurmaya çalıştı ve Başkan Trump, Katar’a bir saldırı olması durumunda ülkeyi savunmak için ABD’nin “gerekirse askeri olmak üzere tüm yasal ve uygun önlemleri alacağını” taahhüt eden sıradışı bir başkanlık kararnamesi imzaladı. Bu anlaşmaya dayalı bir savunma ittifakına işaret etmese de imzalanan güvenlik paktı NATO’nun karşılıklı savunma maddesine çok benziyor.
18 Kasım Salı günü Beyaz Saray’da Trump ile bir araya gelen Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, Suudi Arabistan’ın ABD’deki yatırımlarını 1 trilyon dolara yakın bir seviyeye çıkarmayı taahhüt etti ve Krallık ile Washington arasında daha güçlü bir güvenlik ortaklığı kurulmasını istedi. Trump, Suudi Arabistan’a NATO dışı önemli müttefik statüsü teklif ederken, Krallığa gelişmiş yapay zekâ çipleri ve F-35 hayalet savaş uçakları satmayı taahhüt etti. Henüz hayata geçirilmemiş olsa da, Suudi ve ABD’li yetkililer bir karşılıklı savunma anlaşması üzerinde görüşüyorlar.
Türkiye, Washington’un Kürtlerin liderliğindeki Suriye Demokratik Güçleri ile ortaklığı dolayısıyla yıllardır Suriye’deki ABD askeri varlığına tepki gösteriyor. Ankara, bu örgütü, Türk devletine karşı on yıllardır isyan yürüten Kürdistan İşçi Partisi’nin (PKK) bir uzantısı olarak görüyor. Geçtiğimiz yaz, PKK silah bırakmayı ve kendini feshetmeyi kabul ettikten sonra, Türkiye ve PKK yeniden bir barış süreci başlattı. İsrail’in Suriye’deki revizyonist politikaları ve askeri saldırganlığından endişe duyan Türkiye, bir kez daha İsrail’i dizginleyebilecek tek güç olarak gördüğü Washington’a yöneldi.
Güvenilmez Amerika
Bölgede Amerika’nın güvenilmez olduğuna dair güçlü bir algı da varlığını sürdürüyor. İran, ABD’nin İsrail’in Tahran’a karşı savaşına katılması ve İran’ın nükleer tesislerini bombalamasına misilleme olarak Katar’daki El-Udeyd Hava Üssü’ne balistik füzeler ateşlediğinde, Körfez Arap ülkelerindeki istikrar duygusu sarsıldı. Yine Eylül ayında, ABD’nin güvenlik garantileri İsrail’in Doha’ya saldırısını engelleyemedi. Daha önce, Eylül 2019’da da İran destekli Husi milisleri Suudi Arabistan’daki petrol tesislerini insansız hava araçlarıyla hedef aldığında, Amerikanın tepkisi Krallık’taki beklentilerin altında kaldı.
Arap devletleri, Washington ile güvenlik ortaklıkları kısmen İsrail ile ilişkilerinin durumuna bağlı olduğu için ABD ile güvenlik ilişkilerinin mahiyeti konusunda da şüpheci ve Amerikan taahhütlerinin güvenilirliğinden kuşku duyuyor. Örneğin, Suudi Arabistan ABD ile resmi bir savunma anlaşması imzalamayı umuyordu. Ancak böyle bir anlaşmaya dayalı ittifak, ABD Senatosu’nun onayını gerektiriyor ve Krallık, Abraham Anlaşmaları’na katılmayı ve İsrail ile ilişkilerini normalleştirmeyi kabul etmedikçe bu onayın verilmesi olası görünmüyor.
Prens Muhammed, Abraham Anlaşmaları’na katılmaya istekli olduğunu ifade etti, ancak bunu Filistin devletinin kurulmasına giden açık bir yol ile bağlantılandırdı. İsrail’in Filistin devletine karşı geniş çaplı muhalefeti göz önüne alındığında, öngörülebilir bir gelecekte Suudi-İsrail ilişkilerinin normalleşmesi ihtimali gündemde değil. Suudi Arabistan, Washington ile savunma anlaşması yapma konusundaki hedeflerini sınırlamak zorunda kalabilir.
Geçtiğimiz yıl, Körfez ülkeleri İsrail’in askeri yayılmacılığını giderek daha fazla bir tehdit olarak görmeye başladı. ABD ile ilişkilerinin İsrail ile ilişkilerinin durumuna bağlı olduğu mantığı, bu ülkeleri muhtemelen alternatif stratejiler izlemeye sevk edecek. Nitekim, İsrail’in Doha’ya saldırısından bir hafta sonra Suudi Arabistan, nükleer silaha sahip Pakistan ile karşılıklı savunma anlaşması imzaladı.
Amerika’nın güvenilmezliği hissi, Washington ile ilişkilerin İsrail ile ilişkilerine bağlı olduğu inancıyla birleştiğinde, çoğu Orta Doğu ülkesini orta ve uzun vadede savunma sanayileri ve güvenlik ortaklıklarında çeşitlendirme stratejileri izlemeye yöneltecektir. Pek çok Orta Doğu ülkesinin Pekin ile ilişkilerini derinleştirmesi söz konusu olabilir.
Birden fazla güç merkezinin varlığı, birden fazla seçenek sunuyor, ancak bu farklı güç merkezleri veya kutuplar aynı öneme sahip değil. Amerika Birleşik Devletleri, çoğu Orta Doğu ülkesi için güvenlik ortaklığı ve savunma tedarikinde en önemli ve en çok tercih edilen partner olmaya devam ediyor. Amerika’nın güvenlik taahhütlerini yerine getirmemesi ise bölgedeki konumuna zarar verecek ve hem bölgesel hem de küresel etkileri olacak bir biçimde, bölgedeki stratejik çeşitlilik arayışını hızlandıracaktır.
Bu yazı The Time’da yayınlanmış ve Evrim Yaban Güçtürk tarafından Perspektif için çevrilmiştir.
GALİP DALAY