1982 Anayasası, yürürlüğe girdiği tarihte hem bir “darbe anayasası” hem de bir “vesayet anayasası” idi. Rengi hâkî idi ve temel hak ve hürriyetleri önce “bahşeden”, hemen arkasından da kullanılmasını aşırı derecede sınırlayan bir anayasaydı. İlerleyen yıllarda hâkî rengin gölgesi zayıfladıkça, demokrasi, hukuk devleti ve temel hak ve hürriyetlerin kullanımını engelleyen, tarafı olarak yükümlülük altına girdiğimiz uluslararası insan hakları belgelerine de uymayan sınırlandırmaların kaldırılması talepleri arttıkça, Anayasa’da bu yönde değişiklikler yapılmaya başlandı.

En ilkel toplumlardan günümüze kadar her şey rıza üzerine kurulmuş bir konsensüs ve konvansiyon üzerinde yürümüş, o istikamette toplumu huzura kavuşturmuştur. Bugün de demokrasimiz, adına her ne denirse densin dayatmalar ve imtiyazlarla değil, ancak toplumsal rıza ve uzlaşılarla bir yere varacak ve içindeki ayrık otlarını temizleyecektir.

Türkiye’nin mevcut hukuki sorunlarının altında mevcut anayasa değil mevcut anayasaya uyulmaması ve anayasaya aykırı kanun ve uygulamaların değiştirilmemesi yolunda güçlü bir eğilimin bulunması yer almaktadır. Kutuplaşma üzerinden yürütülen siyaset sebebiyle oluşan toplumsal ayrışmanın hâkim olduğu bir yerde sağlıklı bir anayasa yapım sürecinin gerçekleşmesi mümkün değildir.

Anayasaların ruhu, metnin bütünüyle özdeştir. Sadece çoğulcu bir özellik taşıdığı için ya da dönemin salt konjonktürel yapısı örnek alınarak çizilen bir anayasa çerçevesi, ikinci yüzyılını karşılayan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin siyasal ve toplumsal beklentilerini karşılamakta eksik kalacaktır.

Bizim ‘Hayır’ımız Evren’den ve MHP’den farklı diyenler, ‘Evet’ diyenlerin de farklı gerekçeleri olabileceğini anlamak istemiyor. Steril, püriten siyasetin ezberleriyle hayata bakanlar, hibrit siyasetin kapsayıcı yaklaşımını algılamakta zorluk çekiyor. Prof. Ali Nesin ve Prof. Baskın Oran’la birlikte sosyal medyada Pencere Grubu’nda gerçekleştirdiğimiz “Yetmez ama Evet” tartışmasının uzun yıllar boyunca neden sosyo-psikolojik bir travmatik vakaya dönüştüğü üzerinde […]

Anayasa, bir siyasal/toplumsal ruh hâlinden çok daha fazlasıdır. Hatta bu ruh hâllerinin sağlıklı bir şekilde değişiminin ya da kendini ortaya koyma biçimlerinin güvencesidir. Fakat anayasa öyle veya böyle siyasal alanın meselesi kılınıyorsa, olan nedir?

Yargıtay 3. Ceza Dairesi, ‘üzerinde hâlihazırda birçok gedik açılmış’, Anayasamızın değiştirilemez ilkelerinden birisi olan hukuk devleti ilkesinin köküne kibrit suyu dökmüştür. Bu duruma karşı çıkması gereken siyasi irade maalesef “Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin safında yer almış” ve TBMM Genel Kurulu da Atalay’ın milletvekilliğini düşürmek suretiyle Anayasamızı bir kez daha göz göre göre çiğnemiştir.

Parlamento seçimlerine ilişkin sistem, seçim ittifakları ve benzer konularda herhangi bir değişiklik yapılmadan cumhurbaşkanı seçimi için yüzde 50+1’den vazgeçilmesi, ittifakta yer alan partilerden ziyade herhangi bir ittifak içinde yer almayan diğer partileri etkileme potansiyeline sahiptir. Üstelik cumhurbaşkanı seçimi için daha düşük bir oy oranıyla yetinilecek olması, yürütme organının meşruiyetine de zarar verecektir.

Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarından günümüze çoğulcu, katılımcı bir anayasa yazım ve yapım süreci ülkemiz için maalesef söz konusu olmamıştır. Hatta mevcut anayasada son yıllarda yapılan değişikliklerin dahi oldukça sağlıksız, çatışmacı bir süreç içerisinde gerçekleştiğini gözlemlemekteyiz. Yine de bu süreç, Türkiye’de ne kadar köklü bir anayasacılık geleneğinin olduğunu göstermesi bakımından önemlidir.

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.