50+1 Şartının Değişmesi İttifak Ortağı Partilere Bağımlılığı Azaltır mı?
Parlamento seçimlerine ilişkin sistem, seçim ittifakları ve benzer konularda herhangi bir değişiklik yapılmadan cumhurbaşkanı seçimi için yüzde 50+1’den vazgeçilmesi, ittifakta yer alan partilerden ziyade herhangi bir ittifak içinde yer almayan diğer partileri etkileme potansiyeline sahiptir. Üstelik cumhurbaşkanı seçimi için daha düşük bir oy oranıyla yetinilecek olması, yürütme organının meşruiyetine de zarar verecektir.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yüzde 50+1 şartının değişmesi ve geçerli oyların çoğunluğunu alan adayın seçilmesi usulüne geçilmesi ile ilgili ifadelerinin ardından cumhurbaşkanı seçim sisteminin değiştirilmesine yönelik tartışmalar hız kazandı. Bu yazıda cumhurbaşkanı seçim sisteminin değiştirilmesine yönelik mevcut tartışmaların kısa bir değerlendirmesi yapılmaktadır.
Mevcut Seçim Sistemi
Anayasamızın 101’inci maddesi uyarınca cumhurbaşkanı, 40 yaşını doldurmuş, yükseköğrenim yapmış, milletvekili seçilme yeterliliğine sahip Türk vatandaşları arasından, doğrudan halk tarafından seçilmektedir. Bu bakımdan genel oyla yapılacak seçimde, geçerli oyların salt çoğunluğunu alan aday cumhurbaşkanı seçilmektedir. İlk oylamada bu çoğunluk sağlanamazsa, bu oylamayı izleyen ikinci pazar günü ikinci oylama yapılmakta, bu oylamaya, ilk oylamada en çok oy almış iki aday katılmakta ve geçerli oyların çoğunluğunu alan aday, cumhurbaşkanı seçilmektedir. Nitekim 14 Mayıs 2023 günü parlamento seçimleriyle birlikte yapılan cumhurbaşkanı seçiminde adaylardan hiçbirisi geçerli oyların salt çoğunluğunu alamamış, cumhurbaşkanı seçimi ikinci tura kalmıştır. 28 Mayıs günü yapılan ve ilk oylamada en çok oy almış iki aday olan Kemal Kılıçdaroğlu ile Recep Tayyip Erdoğan’ın katıldığı ikinci turda ise Erdoğan geçerli oyların yüzde 52,18’sini alarak cumhurbaşkanı seçilmiştir.
Karşılaştırmalı Veriler
Başkanlık sisteminin benimsendiği devletlerin ezici çoğunluğunda başkanların geçerli oyların salt çoğunluğuyla seçilmesi öngörülmektedir. Prof. Dr. Abdurrahman Eren hocamızın belirttiğine göre, 103 ülkede devlet başkanı halk tarafından seçilmekte olup bu ülkelerden 99’unda başkanlar, her iki turda geçerli oyların salt çoğunluğu ile seçilebilmektedir:
“Bu usulde ilk turda yüzde 50+1 ile adayın seçilmesi esas olup, ikinci tur yapılması halinde ilk iki aday arasında en çok oyu alanın kazanması en yaygın yöntemdir. Demokratik meşruiyet bakımından en yaygın ve demokratik usulün yüzde 50+1 yöntemi olduğu söylenebilir. Dünyada devlet başkanının halk tarafından seçilmesinde uygulanan ‘ikinci sistem’ yüzde 40+10 olarak adlandırılabilir. Bu sistem sadece Bolivya, Kosta Rika, Ekvator, Arjantin’de uygulanmaktadır. Bolivya ve Ekvator örneklerinde ilk turda geçerli oyların yüzde 40’ını alıp en yakın rakibine yüzde 10 fark atan adayın ilk turda seçilmesi kabul edilmektedir (…) Arjantin örneğinde ise ilk turda yüzde 45 oy seçilmek için yeterlidir. Ancak, ilk turda yüzde 40 oy alan ve en yakın rakibine yüzde 10 fark atan aday da kazanmış sayılmaktadır. Başkanlık seçiminde ilk turda yüzde 40 oyu yeterli gören tek örneğin Kosta Rika olduğu söylenebilir.”
Görüldüğü üzere devlet başkanlarının salt çoğunlukla seçilebilmesi yalnızca başkanlık sistemlerinde değil başkanın halk tarafından seçildiği, diğer hükümet sistemlerinin uygulandığı devletlerde de söz konusudur. Hatta hatırlanacağı üzere, 2007 değişikliklerinin ardından bizde de başkanlık sistemine geçilmemekle birlikte halk tarafından seçilmesi öngörülen devlet başkanının geçerli oyların salt çoğunluğunu alması, ilk oylamada bu çoğunluğun sağlanamaması halinde bu oylamayı izleyen ikinci pazar günü yapılacak ikinci oylamaya ilk oylamada en çok oy almış bulunan iki adayın katılması ve geçerli oyların çoğunluğunu alan adayın cumhurbaşkanı seçilmiş olacağı öngörülüyordu. Nitekim 2014 yılında yapılan seçimlerde Erdoğan, ilk turda aldığı yüzde 51,79 oyla Ekmeleddin Mehmet İhsanoğlu ve Selahattin Demirtaş’ı geride bırakarak cumhurbaşkanı seçilmişti. Eğer ilk turda Erdoğan geçerli oyların yüzde 51,79’unu almamış olsaydı ikinci turda Erdoğan ve İhsanoğlu yeniden yarışacaktı. Görüldüğü üzere, yüzde 50+1 koşulu ülkemizde başkanlık sisteminden önce de vardı, devlet başkanlarının halk tarafından seçildiği birçok ülkede olduğu gibi.
Malum, yüzde 50+1’den vazgeçmeye ilişkin söylemin Milliyetçi Hareket Partisi tarafından pek hoş karşılanmadığı biliniyor. Tam bu noktada şu soruyu sorabiliriz: Cumhurbaşkanı seçiminde salt çoğunluktan vazgeçilmesi ittifaklar içinde yer alan partileri ne kadar etkiler?
Cumhurbaşkanı Seçim Sistemindeki Değişim İttifakları Etkiler mi?
Milletvekili Seçimi Kanunu’nda Mart 2018’de yapılan değişikliklerle seçim ittifakları mevzuatımıza girmiş; seçimlere katılma yeterliliği taşıyan siyasi partilerin, ittifak yaparak seçime katılabilmelerinin önü açılmıştır. Bu bakımdan seçim ittifaklarının yarattığı en önemli sonuçlardan birisi barajla ilgili olmuştur. Zira ittifak yapılması halinde, barajın hesaplanmasında ittifak yapan siyasi partilerin aldıkları geçerli oyların toplamı esas alınmakta ve bu siyasi partiler için ayrıca baraj hesaplaması yapılmamaktadır. Haliyle normalde tek başına barajı aşamayacak partilerin ittifak kurmak yahut mevcut bir ittifaka katılmak suretiyle milletvekili çıkarma ihtimali artmaktadır. Ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) seçimlerine küçük partilerin ittifak yoluyla katılması “büyük partilerin” oylarına olumsuz olarak yansımaktadır. Normalde milletvekili seçimlerinde uygulanan yüzde 7 seçim barajını aşması zor olan partiler seçimlere ittifak çatısı altında girmek suretiyle yüzde 7 barajına takılmamakta, bunun karşılığında cumhurbaşkanı seçimlerinde tek bir adayı -ve gayet tabii ittifak içinde hâkim olan partinin adayını- desteklemektedir. İttifak içinde yer alan küçük partinin baraj sorunu olmayacağını bilen seçmen parlamento seçimlerinde gönlünce ittifak içinde yer alan, kendisine yakın hissettiği siyasi partiye oy vermekte, cumhurbaşkanı seçimlerinde ise çoğunlukla, parlamento seçimlerinde oy verdiği partinin dahil olduğu ittifak adayını desteklemektedir. Dolayısıyla mevcut ittifakların büyük partilerin milletvekili seçimlerinde alacakları oyu azaltıcı etkisinin olduğunu söyleyebiliriz. Tam da bu sebeple, cumhurbaşkanı seçiminde yüzde 50+1’den vazgeçilmesi ve daha az oyla cumhurbaşkanı seçilmesinin öngörülmesinin ittifak kurma ihtiyacını değiştirmesi büyük olasılıkla söz konusu olmayacaktır; mevcut Anayasa ve seçim kanunlarında başka değişiklikler yapılmazsa tabii.
Şimdiye kadar TBMM ve cumhurbaşkanı arasında bir çatışma olması durumunda mevcut sistemin ne şekilde işleyeceğini deneyimlemedik. Zira hem 2018 hem de 2023 seçimlerinin ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı destekleyen Cumhur İttifakı parlamentonun da çoğunluğuna sahip oldu. Sıkı parti disiplininin olduğu ülkemizde milletvekillerinin parti yönetimlerinden bağımsız bir irade ortaya koymaları pek mümkün olmadığından yeni hükümet sistemi uygulanmaya başladığından bu yana TBMM cumhurbaşkanı ile uyumlu çalıştı. Haliyle yasama ve yürütme organları arasında bir “kuvvetler ayrılığı” gerçek anlamda söz konusu olmadı. Ancak parlamento çoğunluğunun farklı bir parti veya ittifaktan olması ve cumhurbaşkanının partisinin yahut ait olduğu ittifakın parlamentoda azınlık durumuna düşmesi durumunda parlamento ve cumhurbaşkanı arasında bir çatışma kaçınılmaz gözükmektedir. 2017 değişiklikleri her ne kadar çok güçlü bir Cumhurbaşkanlığı makamı yaratmış olsa da söz konusu gücün arkasında TBMM çoğunluğunun desteğine sahip olmak da bulunuyor. Anayasal düzeyde TBMM’nin hâlâ çok önemli yetkileri var ve cumhurbaşkanının parlamento çoğunluğunun desteğine sahip olmaması durumunda politikalarını istediği gibi uygulayamayacağı ve parlamento tarafından birçok konuda “bloke” edileceği söylenebilir. Bu çerçevede veto yetkisinin salt çoğunlukla aşılabiliyor olmasının ve TBMM’nin Cumhurbaşkanlığı kararnamelerini etkisiz kılabilmesine ilişkin Anayasamızda yer alan düzenlemelerin oldukça önem arz ettiğini belirtmek gerekiyor. Tüm bu sebeplerle cumhurbaşkanı seçim sistemi değiştirilerek seçilmek için yüzde 50+1’den daha düşük bir yeter sayı öngörülse dahi cumhurbaşkanının partisi tek başına parlamento çoğunluğuna ulaşamadığı sürece içinde yer aldığı ittifaka bağımlı olmaya devam edecektir denebilir.
Gayet tabii milletvekili seçimlerinde uygulanan yüzde 7 barajlı D’Hondt sistemi sayesinde bir parti geçerli oyların yarısından daha azını alsa dahi parlamentodaki koltukların yarısından fazlasını kazanabilir. Herhangi bir ittifak içinde yer almayan, yüksek oy almakla birlikte baraj altında kalan yüksek oy almış partilerin varlığı halinde bu durumun gerçekleşmesi özellikle mümkündür. Böyle bir durumda cumhurbaşkanı seçim sisteminin değiştirilmesi ve daha az bir oyla seçilebilme büyük partiler için işlevsel olabilir. Ancak son seçim sonuçlarına bakıldığında bu olasılığın gerçekleşmesi yakın zaman içinde pek mümkün gözükmemektedir. Partilerin kolaylıkla seçim ittifakı yapabilmesi, yüzde 7’lik seçim barajının herhangi bir ittifak içinde yer almayan partiler için de ittifaklar için de aynı ölçüde uygulanması bu sonuca ulaşmayı gerektirmektedir. Bu noktada parlamento seçimlerine bireysel olarak giren partilere de ittifaklara da aynı barajın uygulanmasının temsilde adalet ilkesiyle bağdaşmadığını da vurgulamak gerekiyor. Nitekim birçok ülkede seçim ittifakı yapılması halinde ittifaklar için daha yüksek, bireysel yarışan partiler içinse daha düşük barajlar uygulanmaktadır. Bizim milletvekili seçim sistemimizde ise böyle bir ayrım yapılmadan hem ittifaklar için hem de bireysel yarışan partiler için yüzde 7 baraj uygulanmaktadır. Tüm bu şartlar ışığında, kendi adayının cumhurbaşkanı seçilme olasılığı yüksek büyük partilerin parlamentonun desteğini alabilmek bakımından ittifak ortaklarına bağımlılığının büyük ölçüde devam edeceği söylenebilir.
Sonuç
Parlamento seçimlerine ilişkin sistem, seçim ittifakları ve benzer konularda herhangi bir değişiklik yapılmadan cumhurbaşkanı seçimi için yüzde 50+1’den vazgeçilmesi, ittifakta yer alan partilerden ziyade herhangi bir ittifak içinde yer almayan diğer partileri etkileme potansiyeline sahiptir. Üstelik cumhurbaşkanı seçimi için daha düşük bir oy oranıyla yetinilecek olması, yürütme organının meşruiyetine de zarar verecektir. Yalnızca başkanlık sistemlerinin uygulandığı devletlerde değil, devlet başkanının halk tarafından seçildiği devletlerin ezici çoğunluğunda yüzde 50+1 koşulunun aranması, söz konusu meşruiyetin sağlanmasına yöneliktir. Sonuç olarak, yalnızca cumhurbaşkanı seçim sisteminin değiştirilmesi, Anayasa’da yahut seçim kanunlarında başka değişiklikler yapılmaması durumunda cumhurbaşkanı seçilecek kişinin partisinin dahil olduğu ittifakta yer alan diğer partilere “bağımlılığı” büyük ölçüde devam edeceğinden cumhurbaşkanı seçilmeye ilişkin gereken oy sayısını düşürerek yürütme organının meşruiyetine zarar vermenin pek de bir anlamı kalmamaktadır.
Kaynakça
Abdurrahman Eren, Anayasa Hukuku Dersleri: Genel Esaslar-Türk Anayasa Hukuku, 5. Baskı, Ankara, Seçkin, 2023.
Taylan Barın, “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde Temsilde Adalet İlkesi ve ‘Seçim İttifakı’ Düzenlemesinin Değerlendirilmesi”, Yıldırım Beyazıt Hukuk Dergisi, 2019/1, s. 1–34.
Volkan Aslan, Karşılaştırmalı Anayasa Hukukunda ve Türkiye’de Devlet Başkanının Kararname Yetkisi, İstanbul, On İki Levha, 2020.