Türkiye Yeniden Arabulucu Rolünde mi?

Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenskiy’nin geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklama, Türkiye’yi yeniden bölgesel diplomasinin merkezine taşıdı. Zelenskiy, Rusya ile olası barış görüşmelerine ev sahipliği yapabilecek ülkeler arasında özellikle Türkiye’nin adını andı; Körfez ülkeleri ve bazı Avrupa başkentleriyle birlikte Ankara’yı potansiyel adres olarak gösterdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan da Zelenskiy ile gerçekleştirdiği telefon görüşmesinde “Türkiye hazır” mesajını verdi.

türkiye arabulucu

Zelenskiy’nin Önerisi, Beyaz Saray’daki Masa ve Avrupa’nın Rusya Korkusunun Gölgesinde Türkiye’nin Konumu

 

Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenskiy’nin geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklama, Türkiye’yi yeniden bölgesel diplomasinin merkezine taşıdı. Zelenskiy, Rusya ile olası barış görüşmelerine ev sahipliği yapabilecek ülkeler arasında özellikle Türkiye’nin adını andı; Körfez ülkeleri ve bazı Avrupa başkentleriyle birlikte Ankara’yı potansiyel adres olarak gösterdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan da Zelenskiy ile gerçekleştirdiği telefon görüşmesinde “Türkiye hazır” mesajını verdi. Daha önce 2022’de İstanbul’da gerçekleşen barış görüşmelerini hatırlatan bu öneri, hafızalarda güçlü bir yankı uyandırdı, çünkü o dönem taraflar masaya oturmuş, güvenlik garantileri ve tarafsızlık üzerine müzakereler yapılmış, fakat sonuç alınamamıştı. Şimdi aynı ihtimal, çok daha yorgun, çok daha bölünmüş ve karmaşık bir uluslararası tabloda yeniden gündeme geliyor.

 

Türkiye için bu öneri, Erdoğan’ı bir kez daha “bölgesel arabulucu lider” konumuna çıkarabilecek bir fırsat olarak değerlendiriliyor. Karadeniz tahıl koridorundaki rolü, esir takası diplomasisi ve savaşın ilk günlerinde Montrö rejimini işleterek Boğazları savaş gemilerine kapatması, Ankara’nın kriz anlarında “çözüm üretici aktör” kimliğini pekiştirmişti. Zelenskiy’nin son çıkışı, Ankara’nın yeniden bu pozisyona çağrıldığının işareti.

 

Ancak bu gelişmenin hemen öncesinde, Washington’da kurulan kritik bir masada Türkiye’nin yer almaması dikkat çekmişti.

 

Beyaz Saray’daki Masa: Türkiye’nin Yokluğu

 

18 Ağustos’ta Beyaz Saray’da çekilen fotoğraf, Ankara’nın pozisyonunu yeniden tartışmaya açtı. Masada Trump, Zelenskiy, NATO Genel Sekreteri ve Avrupa’nın ağır topları vardı: İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya ve Finlandiya. Türkiye yoktu. Bu tablo, birçok yorumcu tarafından Ankara’nın dış politikada ağırlık kaybının işareti olarak değerlendirildi.

 

İlk bakışta bu yorum ikna edici görünebilir. Ancak masadaki ülkelerin ortak noktası, Rusya’yla doğrudan ve derin bir sıkıntı yaşıyor olmalarıydı. İngiltere, Ukrayna’ya askeri destek konusunda öncü rol üstleniyor. Almanya ve Fransa, yıllarca enerji bağımlılığı içinde oldukları Moskova’yı artık varoluşsal bir tehdit olarak görüyor. Finlandiya ise 1.340 kilometrelik sınırın öte tarafında, Rusya tehdidini günlük hayatın bir parçası gibi hissediyor.

 

Türkiye’nin konumu ise farklı. Ankara için Rusya, hem rakip, hem ortak hem de denge unsuru. Karadeniz’de kıyıdaşlık, enerji bağımlılığı ve Suriye’den Libya’ya uzanan rekabetin iç içe geçtiği bir ilişki söz konusu. Bu nedenle Almanya’nın ya da Finlandiya’nın Rusya algısı ile Türkiye’nin algısı aynı düzlemde değerlendirilemez.

 

Almanların Rusya Korkusu, Algı Farklılıkları

 

Kısa süre önce Ankara’da Almanların düzenlediği bir etkinlikte bu farklılık açık biçimde görüldü. Panelde Alman akademisyenler ve yetkililer üç saat boyunca “Rusya öcü” anlatısını işlediler. Tartışmalar aynı korku ve kaygı etrafında döndü. Oturum sonunda yöneltilen bir soru ise dikkat çekiciydi:

 

“Peki ya Trump ve Putin yakınlaşır, Türkiye’yi de yanına alıp Avrupa’ya karşı bir güç olursa ne olur? Size çok ütopik geliyor mu?”

 

Cevap, bir Türk panelistten “mümkün değil” şeklinde geldi, Alman akademisyen ise endişeli bakışlarla dinledi. Ancak kulislerde duayen isimlerden biriyle yapılan kısa bir sohbette farklı bir bakış ortaya çıktı: “Niye olmasın? Olmaz diye bir şey yok.” Bu ifade, dış politikada hiçbir senaryonun bütünüyle imkânsız olmadığını hatırlatıyor. Nitekim yakın tarihte, imkânsız gibi görünen gelişmelerin gerçekleştiği defalarca görmüş durumdayız.

 

Fotoğrafı Yanlış Okumak

 

Dolayısıyla Beyaz Saray’daki masayı yalnızca “Türkiye dışlandı, büyük kayıp” diye okumak eksik bir yaklaşım olur. Zira Zelenskiy’nin arabuluculuk kapılarını açması dengedeki rolümüzü yeniden masaya koydu. Zira mesele kimlerin davet edildiği değil, hangi korkuların ağırlık kazandığıdır. Avrupa için Rusya, doğrudan varoluşsal bir tehdit olarak algılanıyor. Putin’in tanklarının bir sabah Baltık sınırına ya da Finlandiya’ya yönelmesi, onlar açısından Avrupa düzeninin çökmesi anlamına gelir.

 

Türkiye’nin algısı ise bu denli keskin değil. Moskova, hem ekonomik partner hem güvenlik rakibi hem de Karadeniz’de denge unsuru olarak görülüyor. Bu çok katmanlı ilişki, Ankara’yı Avrupa’nın korku merkezinden farklı bir yerde konumlandırıyor. Bu nedenle yokluk, otomatik biçimde güç kaybı olarak değil, farklı bir algı ve strateji çerçevesinde değerlendirilmeli.

 

Türkiye’nin Stratejik Kartları

 

Türkiye sahada başka masalarda etkinliğini sürdürüyor. Ancak AB çekirdeğiyle uyumsuzluklar, özellikle yaptırımlar konusundaki farklılık, Avrupa’da Türkiye’ye dair bir güven açığı yaratıyor. Önceki paragrafta bahsettiğim panelde, Alman akademisyenler her ne kadar Türkiye’ye övgüler yağdırsa ve güvenlik mimarisinin inşasında vazgeçilmez bir unsur olarak bahsetseler de “Erdoğan” ve “AB Üyeliği” hakkındaki soruya “Erdoğan Erdoğan’dır, biz ise biziz” diyerek o keskin karşıtlığa hala sahip olduklarını göstermiş oldu. 

 

Yine de Türkiye, arabuluculuk ve lojistik alanlarında ciddi katkılar sunuyor. Bununla birlikte AB pazarına bağımlılık, finansal sistemdeki kırılganlıklar ve savunma sanayindeki sınırlılıklar, Moskova’ya aşırı yakınlaşmayı da sınırlandırıyor.

 

İki Senaryo: Trump–Putin–Türkiye Üçgeni mi, ABD–Avrupa Bloku mu?

 

İleriye dönük iki olasılık öne çıkıyor.

 

İlkinde, Trump yeniden seçilir, Putin’le yakınlaşır ve Türkiye de bu eksende Moskova’yla daha sıkı bağ kurar. Böyle bir tablo, kısa vadede enerji ve nükleer projelerde Türkiye’ye avantaj sağlayabilir. Ancak uzun vadede AB pazarından dışlanmak, finans sisteminde yaptırımlarla karşılaşmak ve NATO zincirlerinden kopmak gibi ağır maliyetler doğurur.

 

İkinci olasılıkta, ABD ile Avrupa ilişkilerini güçlendirir ve Türkiye bu çekirdeğin dışında kalır. Bu durumda Ankara, simgesel olarak bazı masalarda bulunmasa da işlevsel ortaklığını sürdürür. AB pazarına erişim devam eder, savunma sanayiinde nefes alma alanı oluşur, fakat politik sermaye törpülenir.

 

Avrupa’nın Sesleri ve Batı Dışı Yorumlar

 

Avrupa basını, Washington’daki masayı genellikle “birlik görüntüsü” üzerinden yorumladı. Guardian, toplantıyı “Avrupa cazibe saldırısı” olarak nitelendirdi ancak somut sonuçların kırılganlığını vurguladı. Financial Times’ta yer alan yazılar, Avrupa’nın ABD’siz caydırıcılığının eksik kalacağına dikkat çekti. Finlandiya basını ise Cumhurbaşkanı Stubb’un sözlerini öne çıkardı: “Somut güvence yok ama süreçte yer almak önemli.”

 

Batı dışındaki analizler daha temkinliydi. CFR, güvenlik garantilerinin muğlaklığını eleştirdi. Atlantic Council, Montrö rejiminin Rus donanmasını sınırladığını ancak kalıcı barış için Karadeniz güvenliğinde Türkiye’nin rolünün kritik olduğunu belirtti. ABD Hazine Bakanlığı sitesinde ise Bakan Yardımcısı Wallt Adeyemo ikincil yaptırımlarla Türkiye gibi ülkelerin finansal hareketlerini yakından izlediklerini hatırlattı.

 

Olasılık Hesabı ve Sonuç

 

Olasılık hesapları, Trump–Putin–Türkiye yakınlaşmasının en fazla yüzde otuz ihtimalle mümkün olduğunu gösteriyor. Çünkü ekonomik ve siyasi maliyetler çok ağır olur. ABD–Avrupa ekseninin güçlenmesi ve Türkiye’nin bazen masada, bazen dışında ama sahada işlevsel kalması ise yaklaşık yüzde elli beş ihtimalle daha güçlü görünüyor. Geriye yüzde on beşlik bir hibrit olasılık kalıyor: Türkiye’nin hem Moskova’yla işlevsel ilişkiyi sürdürmesi, hem de Avrupa ve ABD’yle belirli alanlarda ortaklık kurması.

 

Zelenskiy’nin Türkiye’yi barış görüşmelerine ev sahibi olarak önermesi bu çerçevede ayrı bir anlam taşıyor. Bir yandan Ankara’yı yeniden “çözüm üretici aktör” olarak öne çıkarıyor, diğer yandan Washington’daki masada bulunmayışıyla tezat oluşturuyor. 

 

Bu farklılık, kimi masalara davet edilmememize yol açabilir. Ancak esas mesele, hangi masada bulunduğumuz değil; hangi masaya ne koyduğumuzdur. Eğer Karadeniz güvenliği için somut bir yol haritası, Ukrayna’nın güvenlik mimarisi için öneriler ve AB ile ilişkileri güncelleyecek adımlar sunulabilirse, masa düzeni bir gün değişebilir. 

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.