Türkiye’nin Sosyoekonomik Haritası Ne Söylüyor

TÜİK’e göre en üst ve üst seviye grubunda yer alan hanehalklarının yaklaşık üçte biri İstanbul’da bulunuyor. Anadolu’daki küçük ilçelerin yaşlanan yapısıyla İstanbul’un merkezileşmiş gücü sosyoekonomik dengesizliği büyütüyor. Türkiye’de bölgesel kalkınmadaki eşitsizlikler ise uzun süredir varlığını sürdüren yapısal bir sorun.

türkiye sosyoekonomisi

TÜİK geçtiğimiz hafta ilk kez Sosyoekonomik Seviye (SES) haritası yayımladı ve bu veriler, ülkenin farklı bölgelerindeki eşitsizliklere yeni bir bakış sundu. Sosyoekonomik seviyesi en yüksek il ve ilçeleri tahmin etmek zor değil. Büyükşehirlerin gelişmiş merkezleri listenin üst sıralarında yer alıyor. Asıl dikkat çekici olan nokta, en düşük skorların alışıldığı gibi Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da değil, Orta Anadolu ile Batı Karadeniz’in küçük ilçelerinde yoğunlaşmasıydı.

 

Bu tablo, metodolojik ayrımların ölçüm sonuçlarına nasıl yansıdığını, taşrada yaşlanma olgusunun sosyoekonomik kırılganlıkları nasıl artırdığını ve Türkiye’nin tarihsel göç hareketlerinin günümüzdeki bölgesel dengesizliklerle nasıl kesiştiğini anlamak açısından önemli ipuçları sunuyor.

 

SES ve SEGE: Metodolojik Ayrımın Önemi 

 

Bir yerin sosyoekonomik olarak gelişmiş olması, o bölgenin ekonomik refah, sosyal hizmetler, sosyal ve kültürel olanaklar, kentsel ve fiziksel altyapı, yaşam kalitesi ve toplumsal fırsatlar bakımından ortalamanın üzerinde bir düzeye ulaşmış olduğunu ifade eder. Sosyoekonomik gelişmişlik kavramı daha çok yerleşim birimlerini (ülke, bölge, il, ilçe vb.) tanımlamak için kullanılıyor.

 

Birey ya da hanehalkı düzeyinde ise genellikle sosyoekonomik seviye (SES) veya sosyoekonomik statü terimi tercih ediliyor. SES; bireyin gelir düzeyini, eğitim durumunu, meslek prestijini ve kimi zaman sosyal/kültürel sermayesini kapsar. Bu göstergeler, bireyin toplum içindeki konumunu veya fırsatlara erişim düzeyini belirler. 

 

Bu ayrım önemli çünkü hangi birimin (yerleşim mi, hanehalkı mı) esas alındığı ve hangi göstergelerin kullanıldığı, ortaya çıkan skorun niteliğini doğrudan belirliyor. Nitekim bu tüm endeks ve araştırmalar için geçerli. Bu bağlamda TÜİK’in geçtiğimiz hafta yayımladığı Sosyoekonomik Seviye (SES) ile Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın 2022 yılında yayımladığı Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik Sıralaması (SEGE) Araştırması metodoloji ve sonuç bakımından birbirinden ayrışıyor.

 

Tablo. SES ve SEGE Araştırmalarının Karşılaştırması

 

AraştırmaAraştırmacı Kurumİstatistik BirimiÖlçüm YıllarıKullanılan Göstergeler
Sosyoekonomik Seviye (SES) SkoruTÜİKHanehalkı2022–2024Eğitim Bileşeni
Gelir Bileşeni
Meslek Bileşeni
Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik Sıralaması (SEGE)T.C. Sanayi ve Teknoloji BakanlığıYerleşim Yeri (İlçe)2018–2021Demografi Değişkenleri
İstihdam Değişkenleri
Eğitim Değişkenleri
Sağlık Değişkenleri
Finans Değişkenleri
Rekabetçilik Değişkenleri
Yenilikçilik Değişkenleri
Yaşam Kalitesi Değişkenleri

 

SES, hane halkının sosyoekonomik statüsünü ölçerken; SEGE, yerleşim birimlerinin gelişmişlik/kalkınmışlık düzeyini ortaya koyuyor. Bu açıdan istatistik birimlerinin farklı olduğunu söyleyebiliriz. SEGE, bir yerleşim yerindeki net göç hızından hizmet sektörünün payına, kişi başına düşen hekim, sinema koltuğu, ATM sayısına kadar 56 farklı göstergeyi dikkate alarak sosyoekonomik gelişmişlik düzeyini ölçüyor.

 

 

Buna karşılık SES, hane halkını oluşturan fertlerin ortalama eğitim süresi (%50), gelir düzeyi (%30) ve meslek bilgileri (%20) üzerinden hesaplanmış. Bu nedenle TÜİK’in araştırması daha çok hanehalklarının sosyoekonomik konumunu kabaca yansıtan bir ölçüm.

 

 

Dolayısıyla bulguların yorumlanmasında bu ayrımın göz önünde bulundurulması önem taşıyor. SEGE’de Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi sosyoekonomik açıdan en düşük seviyede görünüyor. SES’te ise Orta Anadolu, Kuzeydoğu Anadolu ve Doğu Karadeniz’in kesişimindeki iller ile Batı Karadeniz’deki ilçeler en düşük skora sahip bölgeler olarak öne çıkıyor.

 

Yaşlanma Dinamikleri ve Sosyoekonomik Seviye

 

Peki, TÜİK’in son araştırmasında neden bu bölgeler en düşük skora sahip çıktı? Bu tür endekslerde genellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun daha düşük seviyelerde yer almasına alışığız, ancak burada sonuçların farklılaşması dikkat çekici. Bunun en temel nedeninin söz konusu bölgelerdeki yaşlı nüfusun yüksekliği olduğu kanaatindeyim. Çünkü sosyoekonomik seviye skorunun düşük çıktığı yerleşimlerde yaşlı nüfus oranı %40’lara kadar ulaşıyor.

 

 

Elbette bu durum tek başına belirleyici bir faktör değil. Ancak yaşlı nüfusun yoğun olduğu ilçelerde bu kesim genellikle düşük eğitim düzeyine, emeklilik statüsüne ve dolayısıyla düşük gelir düzeyine sahip. Bu durum, endeksin ölçtüğü üç temel unsur olan eğitim, gelir ve meslek göstergelerinde düşük skorlar olarak yansıyor.

 

Yaşlı nüfus oranı ile sosyoekonomik seviye skoru arasında doğrudan bir neden-sonuç ilişkisi bulunmamakla birlikte yaşlı nüfus oranı yükseldikçe SES skorunun genellikle düştüğü gözlemleniyor. Yüksek yaşlı nüfus oranına rağmen yüksek SES skoruna sahip olan büyükşehirlerin gelişmiş ilçeleri (örneğin Çankaya, Beşiktaş, Kadıköy) bu duruma istisna teşkil ediyor. Benzer şekilde, düşük yaşlı nüfus oranına rağmen düşük SES skoruna sahip olan Güneydoğu Anadolu ilçeleri –özellikle Şanlıurfa örneği– bu genel eğilimi bozan diğer grubu oluşturuyor.

 

 

Araştırmaya göre skoru en düşük on ilçe sırasıyla Çamoluk (Giresun), Derebucak (Konya), Doğanşar (Sivas), Felahiye (Kayseri), Dikmen (Sinop), Pınarbaşı (Kastamonu), Bayramören (Çankırı), Koyulhisar (Sivas), Saraydüzü (Sinop) ve Çayıralan (Yozgat) oldu.

 

SES skoru en düşük çıkan bu ilçeler bazı ortak özellikler taşıyor. Bu ilçelerde nüfusun yaklaşık üçte biri 65 yaş ve üzerinde ve yaşlı nüfus çoğunlukla “lise altı” eğitim kademesine sahip emekli ve düşük gelirli bireylerden oluşuyor. Nüfusu beş-on bin civarında seyreden büyük kentlere yoğun göç vermiş ve hızlı bir demografik yaşlanma sürecine girmiş bu yerleşimlerde ekonomik faaliyetler oldukça zayıf. Çalışma çağındaki nüfus kısıtlı, üretken nüfus az. Tarımsal üretim ve küçük esnaf dışında kayda değer bir ekonomik hareketlilik bulunmuyor. Ayrıca bu ilçeler, şehir merkezlerine uzak mesafede konumlanmaları nedeniyle temel kamusal hizmetlere erişim açısından da dezavantajlı bir durumda.

 

Çoğu “tek caddelik” diyebileceğimiz bu ilçelerde emekli maaşlarının çekildiği bir Ziraat Bankası şubesi, üç harfli market zincirleri ve gündelik ihtiyaçları karşılayan birkaç dükkân dışında ciddi bir ekonomik veya sosyal canlılık bulunmuyor. Bu tablo, ilçelerin düşük sosyoekonomik düzeyde konumlanmasına neden oluyor. Sonuçta bu yerleşimler genç nüfusun göç ettiği ve ağırlıklı olarak emeklilerin kaldığı mekânlara dönüşüyor.

 

Sadece bu bahsi geçen ilçeler değil Türkiye genelinde yaşlı nüfus oranı %30’un üzerinde 59 ilçe bulunuyor. Bu durum, taşrada yaşlanma olgusunun yapısal bir hale geldiğini de gösteriyor. Demografik yaşlanma, ekonomik üretkenliğin daralmasını ve kırsal alanların sosyoekonomik sürdürülebilirlik açısından kırılganlaşmasını da beraberinde getiriyor.

 

Geriye Göç, Kalkınma ve Bölgesel Eşitsizlikler

 

“Diğer bir dikkat çekici nokta, SES skoru en düşük bölgeler olan Kelkit Vadisi’ndeki iller (Sivas, Tokat, Giresun, Ordu) ile Batı Karadeniz’in İstanbul’a en fazla göç veren bölgeler arasında yer alması. Bu durum, söz konusu bölgelerin tarihsel olarak yoksulluk, sınırlı ekonomik faaliyet ve işsizlik nedeniyle sürekli göç üretmiş olmasını akla getiriyor. Bu tarihsel eğilim, günümüzde yeni bir boyut kazanmış durumda. Şimdilerde büyükşehirlerde, özellikle de İstanbul’da artan yaşam maliyetleri “geriye göç” tartışmalarını gündeme getiriyor. Nitekim son beş yılda İstanbul artık göç alan değil, göç veren bir şehir konumuna geldi.

 

 

Dolayısıyla geriye dönüş eğilimlerinin artması halinde, bunun en çok göç veren memleketlere yani bu bölgelere yönelmesi beklenebilir. Ancak bu ciddi bir çelişki barındırıyor. Geri dönülmesi muhtemel yerleşimler bugün yaşlı nüfusun yoğun olduğu, nüfusu giderek azalan, ekonomik faaliyetleri zayıflamış ve hizmet altyapısı sınırlı ilçelerden oluşuyor.  Bu nedenle zamanında göç veren bu bölgeler, geri dönüş için gerekli ekonomik ve sosyal imkânları sunmakta yetersiz kaldığını söyleyebiliriz.

 

Bu tablo, geriye göç ihtimalini tamamen ortadan kaldırmasa da kalıcı ve sürdürülebilir dönüşlerin gerçekleşebilmesi için Anadolu şehirlerinde kapsayıcı bir kalkınma hamlesine ihtiyaç olduğunu gösteriyor. Politikacılar açısından bu bölgelere (beş-on bin nüfuslu ilçelere) yapılan yatırımlar, kısa vadede İstanbul’un bir mahallesine yönlendirilecek yatırımlar kadar cazip görünmeyebilir. Ancak uzun vadede deprem, iklim değişikliği, bölgesel eşitsizlikler gibi risk faktörlerini ve ekonomik faaliyetlerin tek merkezde yoğunlaşmasının yarattığı kırılganlıkları azaltmak için bu tür yatırımların stratejik bir önem taşıdığını düşünüyorum. 

 

TÜİK’e göre en üst ve üst seviye grubunda yer alan hanehalklarının yaklaşık üçte biri İstanbul’da bulunuyor. Anadolu’daki küçük ilçelerin yaşlanan yapısıyla İstanbul’un merkezileşmiş gücü sosyoekonomik dengesizliği büyütüyor. Türkiye’de bölgesel kalkınmadaki eşitsizlikler ise uzun süredir varlığını sürdüren yapısal bir sorun. Demografik yaşlanmanın önümüzdeki yıllarda daha da artacağı dikkate alındığında, bu bölgelerin sosyoekonomik kırılganlıklarının derinleşeceği muhtemeldir.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.