“Sağır Duymaz Uydurur”: Şeriat ve Siyasal İslam Tartışması
Gerek dünyada gerekse Türkiye’de İslam, İslamcılık ve Siyasal İslam kavramlarının ucu açık biçimde kullanımına devam edilmesi, sosyal kesimler arasında iletişimsizliği derinleştirmekten başka bir sonuç doğurmayacak.
Türkiye’de bazı kavramlara literatürdeki terimsel anlamları gözetilmeden anlamlar yükleniyor. Politik çatışmalar çoğu kez muğlak ya da her kesimin içini farklı doldurduğu kelime ve kavramlar üzerinden yapılıyor. Komünizm, Anarşizm, Şeriat, Laiklik, Siyasal İslam, Atatürkçülük, Türklük, Ehl-i Sünnet, Cihat ve Terör bu kavramların başında geliyor.
Oysa bu vb. kavramların gerek tarih gerek ilahiyat gerek siyaset bilimi disiplinlerinde özel anlam alanları bulunuyor. Ancak kelimeler sokağa indiğinde, insanların onlara hangi anlamları yükledikleri fiilen daha büyük önem taşıyor.
Sosyal bilimler açısından ideolojik kimlikler ve siyasal-sosyal düşünce hareketleri kendilerini muhatap kitlelerine anlatmak için bazı tanımlarla isimlendirilir. Ancak bu tanımlamalar karşıtları tarafından kötücülleştirilir ve anlam alanı deforme edilebilir. Ya da o kimlik sahipleri her ne kadar olumlu anlamlar yükleseler de fiiliyatta o derece kötü bir tecrübe yaşanmıştır ki artık o tecrübe o kavramın tanımına dönüşür.
İslamcılık ve Siyasal İslam
En güncel örneklerden birisi “İslamcılık” ve “Siyasal İslam” kavramları. İslamcılık, siyaset bilimi açısından İslam’ın sadece bireysel bir inanç olmadığını, İslam’ın sosyal ve siyasal hayatta İslami ilkeler ekseninde yaşanması, toplumsallaşması gerektiğini savunan söylemlere verilen bir ad.
İslamcılık İslam’ın sosyal adalete dair bir söylem içerdiği, toplumdaki sorunlara İslam’dan hareketle çözümler üretilebileceğini savunuyor. İslamcılık bu minvalde özellikle Sömürgecilik döneminde kurtuluş savaşlarına öncülük eden bir kimlik. Sömürgecilik sonrası Emperyalizm döneminde de Marksizm benzeri üçüncü dünyacı bir anti-Emperyalist söylem halini aldı. Siyasal İslam da bu minvalde üretilmiş akademik bir kavram. Yani İslami temelli siyaset yapan her türlü sivil toplum hareketi, siyasal parti ve silahlı örgüt Siyasal İslam kapsamında değerlendiriliyor.
İslamcılığın ve Siyasal İslam’ın temel hedeflerinden biri Leninizm’deki “Komünizm evresi öncesi kurulması gereken Sosyalist Devlet” benzeri bir “İslam Devleti” idi. Şii İslamcıların İran’da başarıya ulaştıktan sonra kurdukları “İslam Cumhuriyeti” rejimi ile Sünni İslamcıların Afganistan’da kurdukları “İslam Emirliği” buna örnek verilebilir. Arap ülkelerinde faaliyet gösteren İhvan-ı Muslimin’in de demokrasi ile İslami siyaseti sentezlediği söylem Siyasal İslam’ın farklı bir versiyonu.
Hamas da İhvan’ın Filistin şubesi. O da İsrail’e karşı verilen bağımsızlık mücadelesini İslamcılık çerçevesinde veriyor. Hamas’ın önceliği İslam Devleti değil Filistin’in kurtuluşu. Filistin bağımsız olduktan sonra halkın tercih etmesi durumunda İslam Devleti kurmayı planlıyor.
Dünya çapında faaliyet gösteren ve ana hedefi küresel bir İslam Hilafeti kurmak olan Hizb-ut Tahrir hareketi tabandan zirveye doğru yükselecek bir İslam Devleti öneriyor.
Tüm bu farklı İslamcı Devlet tasavvurlarının idealize ettiği modeller İslamcı siyasetin gelecekte kurmayı hedefledikleri rejimler olsa da seküler ulus-devletler içerisinde de STK’lar ve siyasi hareketler şeklinde örgütlenmeye, bugünkü yakıcı sorunlara İslam ekseninde çözüm önerileri üretmeye devam ediyorlar.
Türkiye’de İslamcı olduğunu doğrudan ifade eden ya da etmese de bu çerçevede siyaset yapan birçok STK var. Ancak birçok cemaat ve tarikat da İslamcılığı hem teorik hem pratik olarak eleştiriyor. Muhafazakârlığın, İslamcılığa karşı kimlik edinilmesinin böylesi bir arka planı var. Tabii bu noktada çoğu kez gözden kaçırılan başka bir ideolojik rekabete değinmek gerekiyor. O da Türkiye muhafazakârlığının İslamcılıkla olan savaşı. Zannedildiğinin aksine Türkiye muhafazakârlığı sadece anti-Komünist değildir. Aynı zamanda, hatta Komünizmden daha fazla İslamcılığa karşıdır. Çünkü muhafazakârlığa göre İslamcılık “kökü dışarıda”, “dışı yeşil içi kızıl” bir ideolojidir. İslamcılığın ümmetçiliği ve Sosyalizmin enternasyonalizmine karşı muhafazakârlık “yerli ve milli”dir. Pek çok tarikat yapısının dindarlığının İslamcı olmadığı, aksine muhafazakâr dindarlığı içerdiğini de unutmamak gerekiyor.
Seküler kesimde ise İslamcılık haddi zatında İslam’ın kötü niyetlerle istismarı demek. “Siyasal İslam” terkibi de “İslam’ın siyasete alet edilmesi”, “kötü niyetler ve çıkarlar için İslam’ın kullanılması” anlamında kullanılıyor. Öyle ki çoğu kez değil İslamcılıkla, muhafazakârlıkla dahi ilgisi olmayan birçok söz ya da uygulama sırf faili Müslüman diye Siyasal İslam olarak yaftalanabiliyor. Bu çarpıtmanın bir diğer aşaması ise İslam ve onu anımsatan her ne varsa kötücülleştirilmesi, dine, dindara dair kamusal hayattaki tüm görünürlüklerin Siyasal İslam şeklinde damgalanması. Örneğin kırsal kesimde geleneksel olarak başörtüsü takan bir kadının TikTok’taki absürt videosu da, Milli Takım’da oynayan bir futbolcunun dua etmesi de, başörtülü kızların şarkı söylemesi de Siyasal İslam olabiliyor. Ya da İslam’la veya İslamcılıkla hiçbir illiyet bağı olmasa da Erdoğan iktidarının herhangi bir icraatı “Siyasal İslam” ile gerekçelendirilebiliyor. Yani Siyasal İslam yaftasının olabildiğince genişletilmesi aslında İslamofobik bir işlev görüyor.
Şeriat ise terimsel olarak İslam hukukunun diğer adı. İslam hukukunda devleti de kapsayan hükümler olduğu için Şeriat aynı zamanda İslam Devleti olarak da algılanabiliyor. Ancak İslamcı olsun ya da olmasın dindarların çoğu Şeriatı İslam hukukunun tümü olarak algılıyor. Yani oruç, hac, abdest, namaz, içkinin, kumarın, zinanın haram olması gibi bireysel tüm ibadet ve muamelata Şeriat deniyor. Şeriat aynı zamanda dinî literatürde sadece İslam’la sınırlı da değil. Örneğin Yahudi haram-helal kuralları koşer de “Yahudi Şeriatı” olarak karşımıza çıkıyor.
Laik Seküler kesimler ise Şeriattan Sünni Taliban ve Şii İran versiyonları ile Din Devleti rejimlerini anlıyorlar. Bir de buna her ne kadar Müslümanların ezici çoğunluğu kabul etmese de Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütünün 2014-2019 yılları arasında kurduğu terör devletinden tüm dünyaya yansıya soykırım ve infaz görüntüleri eklenince İslamcılık korkusu, Şeriat korkusu ve düşmanlığını artırıyor. Tabii burada da bir skala söz konusu.
Bahsettiğimiz rejimlerdeki baskı ve zulümlerin kaynağının bizatihi İslam olduğunu savunan ve İslam’la mücadelenin insanlığın iyiliği için bir ülkü olduğunu savunan Yeni-Ateist ya da Deist söylemlerden tutun da İslam’ı sekülerizm içinde kontrol edilmesi gereken folklorik bir inanç olarak gören ancak İslamcılıkla mücadele edilmesini savunan söylemlere kadar farklı görüşler mevcut.
Hangi İslam’ın İslamcılığı?
Kemalizm’de içkin olan İslamcılık karşıtlığı Şeriat karşıtlığı söylemi üzerinden zaten çok eskilere dayanan bir dil. Bu dilin zaman zaman İslamofobi’ye kayan Şeriat karşıtı söylemi ise dindarlarda yukarıda belirttiğim anlam alanı (İslam’ın pratik tarafı) sebebiyle doğal olarak tümden dinsizlik ve din düşmanlığı olarak algılanıyor. Bu tarafta da çeşitli renkler, tonlardan oluşan bir skala var. İslamcılığı İslam ile eşitleyen, dolayısıyla İslamcı olmayanları, Müslüman olduklarını söyleseler de kâfir olarak gören azımsanmayacak bir kitle var. Burada ise başka bir sorun karşımıza çıkıyor: Hangi İslam’ın İslamcılığı?
Kendi İslam anlayışını “hak görüş” gördüğünden, kendi İslam’ının siyasallaşmasını savunan algıların devlet tasavvurları da çeşit çeşit. Örneğin İslam cumhuriyetle bağdaşır diyenlerle aksini düşünenler ayrışıyor. Bir diğer farklılık ise İslami hükümlerin tepeden inme biçimde halka dayatılıp dayatılmayacağı meselesi. Günümüzde çoğu İslamcının zihnini şekillendiren İslam Devleti kavramının Soğuk Savaş koşullarında yeşile boyanmış Sovyetik bir devlet olduğu söylenebilir. Ancak azınlık da olsa aksi düşünen İslamcılar da var. Tabandan gerçekleşecek bilinçlenme ile dindarlaşacak halkın sonuçta İslam Devletini kuracağını savunanlar yani. Üçüncü bir görüş ise İslam’ın demokratik sistemler içerisinde toplumsallaşabileceğini, ayrı bir devlet kurmaya gerek olmadığını savunuyor. Demokrasinin tümden şirk olduğunu savunan karşıtları ise bu görüşe tekfir, şiddet ve öfkeyle cevap veriyor.
Seküler kesimin İslamcılar arasında yaşanan bu teorik tartışmalara ilgisizliği bir yana, zaman zaman İslam’ın kendisine de yönelen suçlayıcı, ötekileştirici dili bu skalada İslamcı radikalizmin güçlenmesine yarıyor. Bir diğer husus da şu ki olur olmaz her olumsuzluğu dine, dindara, muhafazakârlığa, İslamcılığa ya da Siyasal İslam’a bağlamak da hem bir kolaycılık hem de haksızlık. Bu kötü alışkanlık, yaşanan gelişmeleri hakkıyla anlayamamayı, gerçek sebepleri araştırmamayı da beraberinde getiriyor. Aynı suçlar ya da hataları yeryüzünde başka dinlerden ya da ideolojilerden insanların da işlemesi, sebebin İslam’ın bizzat kendisinden kaynaklanmadığını gösteriyor. Ayrıca Müslüman olan herkes ya da Müslümanlıkla iç içe geçmiş her kültür İslam’dan kaynaklanmıyor. İslam ya da İslamcılığın kendi teorisinden kaynaklanmayan herhangi bir görüş ya da eylemin ona isnat edilmesi bu açıdan da yanıltıcı. Bunun yanında insan haklarına aykırı birçok görüş ve uygulamanın İslam’ın yanlış ya da eksik yorumlarından kaynaklandığı da başka bir gerçek. Müslümanların son 200 yıldır ciddi bir düşünce krizi içinde bulunduğu, bu krizlerin sonuçlarının ise travmatik, tepkisel ve hastalıklı olduğu da zaten bizzat İslam düşünürleri tarafından dillendiriliyor.
Sonuç olarak gerek dünyada gerekse Türkiye’de İslam, İslamcılık ve Siyasal İslam kavramlarının ucu açık biçimde kullanımına devam edilmesi, sosyal kesimler arasında iletişimsizliği derinleştirmekten başka bir sonuç doğurmayacak…