İslam’ın Siyasal Pusulası Hangi Yönü Gösterir?
İslam’ın topluma dair koyduğu ahlaki ölçüler, yönetim ahlakına dair kırmızı çizgileri ve ilkeleri var. Bu da İslam’a inanan insanların aynı zamanda siyasal ve toplumsal bir vizyona da sahip olduklarını gösteriyor.
“Siyasal İslam” tabiri Batılı akademisyenlerce üretilmiş ve aslında İslam’ın siyasette de etkin olduğunu, siyasal boyutu olduğunu savunan politik akımları ifade etmek için kullanılmıştı. İslamcılık ifadesi de benzer bir bağlamda kullanılıyor. Yani İslam’ın sosyal-siyasal boyutu olduğunu, toplumun yönetiminde İslami ilke ve kuralların uygulanması gerektiğini savunan siyasal söylem ve kimlik. Ancak gerek ülkemizde gerekse de dünyanın diğer bölgelerinde bazı Siyasal İslamcıların despotik uygulamaları, İslam ahlakına aykırı yolsuzluk gibi suçlara bulaşmaları “Siyasal İslam” tabirine de İslam’ı siyaseten araçsallaştırma/istismar etme gibi olumsuz bir anlam yüklenmesine yol açtı. Örneğin Türkiye’de kendisini İslamcı olarak tanımlamasa da, hatta İslamcılıktan istifa ettiğini gömlek değiştirme metaforu kullanarak topluma ilan etse de son 20 yıldır ülkeyi yöneten siyasal hareket dahi çatısı altında İslami kimlikten kimselerin bulunması, zaman zaman da ülkedeki demokratikleşme sonucu İslami kimliğe yönelik baskıların azaltılması sebebiyle “Siyasal İslamcı” olarak tanımlanabiliyor. Bunun da ötesine geçilerek iktidarın din istismarına dair eleştirilerin tümü, “Siyasal İslam bu işte” olarak ifade edilebiliyor.
Peki bu olumsuz örnekler, İslam’ın siyasal boyutu olmadığı anlamına mı geliyor?
İslam’ın topluma dair koyduğu ahlaki ölçüler, yönetim ahlakına dair kırmızı çizgileri ve ilkeleri var. Bu da İslam’a inanan insanların aynı zamanda siyasal ve toplumsal bir vizyona da sahip olduklarını gösteriyor.
Yakın tarih boyunca yapılan temel hata, İslam’ın tüm siyaset yapma biçimleri ile aynı kategoride bir siyasal doktrin olarak anlaşılmasında yatıyor. Bu da İslam’ın ahlaki bir değerler söylemi, inanana perspektif kazandıran üst bir kategoriden, yani bir siyaset felsefesinden, doğrudan başı sonu çerçevelenmiş tarihsel bir siyasal programa indirgenmesi anlamına geliyor. Böylece bu yanılgı İslam’ın Kapitalizm, Liberalizm, Anarşizm, Marksizm, Ulusalcılık gibi ideolojilere rakip ve alternatif olduğu zannına yol açtı. Ayrı kategorilerde iki olguyu kıyas etmek, yarıştırmak ve çatıştırmak baştan yanlıştı.
Buna karşılık aynı yanılgının yol açtığı diğer sonuçlardan biri de İslam ve ideolojileri sentezleme çabalarıydı. İslam Sosyalizmi, Liberal İslam, Türk-İslam sentezi, Arap-İslam sentezi gibi. İslam üst bir perspektif, beşerî olan tercihleri anlamlandırma gözlüğüdür. O sebeple kendisi bizzat beşerî siyasi modellere rakip, o seviyeye inen bir program değil ama o modellerden hangilerinin tercih edilebileceğini onaylayan üst bir bakıştır.
Bugün itibarıyla siyaset bilimde politik tutumları ve çizgileri tanımlamada siyaset, Fransız Devrimi (1789-1799) sonrasında Fransız parlamentosundaki oturma düzenlerine atıfta bulunarak, sosyal, siyasi ve ekonomik hiyerarşiyi ölçmek için sol-sağ bir sınıflandırma içeriyordu. Ancak süreç içerisinde sağ-sol tanımı yetersiz kaldı, çünkü karşımıza Faşizm ve Leninist-Marksist siyasal akımlar çıktı. Bu da kabaca aşırı sağ ve aşırı sol olarak tanımlansa da bir süre sonra bu tanım da yetersiz kaldı.
O zaman siyaset bilimi açısından siyasal pusulanın neresine düşüyor İslam’ın siyasete dair ilkeleri?
Bu soruya doğru cevap verebilmek için önce İslam’ın kesinlikle dışladığı, olumsuzladığı ve mücadele ettiği siyasal eğilimleri tespit etmemiz gerekir.
- İslam öncelikle insanların diğer insanlar üzerindeki tahakkümüne karşı çıkar.
İslam’ın temeli Tevhîd’dir. Yani kulların kullara kul olmasına karşı çıkmak (3/64). Dolayısıyla İslam doğası gereği tüm despotizm ve tahakküm türlerine karşıdır. Otoriter ve totaliter her türlü siyasetin karşısında durur. Hatta öyle ki ilke olarak herhangi bir despota bırakınız destek olmayı sempati duymayı dahi yasaklar. (11/113)
Bu ilkeler bağlamında Kur’an’ı hayata rehber edinen bir mümin, reel sosyalizmin örnekleri olan SSCB, Balkan, Arap ve Çin rejimleri ve dünyanın neresinde olursa olsun tüm despot rejimlerle mücadele eder/etmelidir. İslam’ı bu açıdan sol ve sağ totalitarizmin tüm çeşitlerinden uzakta görürüz. Nazizm’den tutun da her türlü milliyetçi despot ulusal projeye de karşı duruştur İslam.
- İslam insan hak ve özgürlükleri açısından bireyi önemser.
Onun kısmi mülkiyet haklarını tanır. Mülkiyete mutlak egemen olmasına ise karşı çıkar. Bu sebeple özel mülkiyeti mutlak değil görece-geçici olarak kabul ettiğinde Marksist ve Kapitalist mülkiyet anlayışından farklı bir yerde konumlanır. Mülkiyete bakış konusunda da Liberteryen Sol-Anarşist mülkiyet anlayışı ile örtüşür.
İslam’ı herhangi bir siyasal ideolojiye tümden karşıt ya da onlardan biriyle sentezlemek yerine tüm ideolojilerle örtüşen ve ayrışan yönleri olan bir ahlak felsefesi olarak kabul etmek en sağlıklı yoldur.
Bu açıdan baktığımızda İslam’ın siyasal pusulada en fazla örtüştüğü siyasal eğilim Sol Liberteryen çizgidir. Bir Müslüman asla ırkçı olamaz, faşist olamaz, asla sağcı ya da solcu bir despotu destekleyemez. Destekliyorsa da bu İslami olmadığı/bu desteğinin-görüşünün İslam’dan kaynaklanmadığı anlamına gelir.
- Sosyal adaleti hedefler.
İslam net biçimde emeği merkeze alır. Sınıfçılığa, sınıf uçurumlarına karşıdır. Sosyal adaleti hedefler. Devleti ya da devletsizliği değil, insanlar arasında ortalama bir adaletin tesisini merkeze alır. Bu adaletin tesisinin ise tarihsel olarak değişken olduğunu gösterir.
Bu üç temel ilkenin yanı sıra İslam hukukunda yer alan beş temel ilke de günümüzde nasıl bir siyaset felsefesi yapacağımıza ışık tutar. Bunlar sırasıyla can, din, akıl, mal ve neslin korunması olarak özetlenen beş ilkeye tekabül eder ki buna “Zarurat-ı Diniyye” ve “Zarurat-ı Hamse” adı verilir. İslam fıkhında da geçen bu kavramlar, korunması gereken beş temel haktır.
Nesil, can ve mal güvenliği, akıl ve inanç özgürlüklerinin güvence altına alınması. Bu hakları şöyle de ifade edebiliriz:
- İslam gerek insan gerekse de tüm canların, yani ekolojinin korunmasını hedefler. (Kur’an 5/32, 7/56, 17/31, 30/41)
- İslam, insan neslinin, insan onurunun, aileden başlayarak insanı yetiştiren tüm kültürel ağın da güvencesidir. (Kur’an 95/4, 17/70)
- Can ve nesil hakkının sonucu olarak doğal olarak İslam aklı, yani özgür düşünce imkânlarını korumaya alır. Düşünce özgürlüğünü hedefler. (Kur’an 6/104, 6/66, 10/108)
- Kamunun ve bireyin mülkiyetini sosyal adaleti sağlayarak güvence altına almayı hedefler. Malın korunması, herkesin ortalama yaşam seviyesinde insanca yaşamı amaçlar. (59/7, 53/39) Bu noktada mal güvenliği insanların emekleriyle elde ettiklerinin güvencesi demektir.
- İnanç özgürlüğünü, dinî yaşamı korumaya alır. (2/256, 88/21-22, 42/48)

Sağ-Otoriterlik (Muhafazakârlık)
Bu düzlemdeki bireyler, geleneksel sosyal ve ekonomik düzeni ve devletin egemenliğini korumak için çabalamaktadır. Kendilerini, atalarının muhtemel isteyebileceklerinin savunucuları gibi görürler ve sıkı göçmenlik yasalarını, geleneksel değerleri ve güçlü bir orduya sahip olma düşüncesini desteklerler. Ulusal güvenlik ve kültür konularında genellikle devlet için bir rol görseler de, ekonomide devlet katılımına karşı daha fazla şüpheyle yaklaşma eğilimindedirler. Bu grubun kodlarında tarihten gelen bir otoriterlik eğilimi vardır. Bir Müslüman’ın böyle bir eğilimi olabilir mi? Pratiğe baktığımızda birçok Müslüman’ın bu tarz bir sağ otoriter tercihte bulunduğunu gözlemliyoruz. Ancak bu zihniyetin İslam’ın ana kaynağı/teorisi olan Kur’an’dan referans almadığını da görüyoruz.
Sol-Otoriterlik
Bu düzlemdeki bireyler, hem sosyal hem de ekonomik sorunlara karşı toplumsal çözümleri teşvik etmeyi amaçlamaktadır. Kendilerini, kapitalizmin aşırılıklarını sınırlandıran karma bir ekonomi ve evrensel bir refah devleti sayesinde eşitsizliği azaltan bir yönetim biçimini destekleyici olarak görmeye eğilimlilerdir. Katılımcı demokrasi ve devlet aracılığıyla toplum genelinde kolektif çözümleri, ekonomik yeniden dağılımı ve paylaşılan değerleri teşvik etmeye çalışıyorlardır. Sol otoriterlik doğası gereği otoriter laikliği savunur. Devletin inançların özgürlüğünün teminatı olması değil tüm inançları bireysel alana sıkıştırması, hatta devletin inançsızlıktan yana taraf olarak dinî yaşama baskı yapması olarak bunu fiiliyata döker.
Sol-Otoriterlik ile İslam’ın barışması ilkesel olarak mümkün değildir. Çünkü Kur’an’ın kendisi otoriterliğin tüm çeşitlerini dışlar.
Sağ-Liberalizm
Bu düzlemdeki bireyler, her bakımdan birincil politik fayda olarak özgürlüğü korumayı amaçlamaktadır. Kendilerini hem kişisel hem de ekonomik özgürlüğün güçlü destekçileri olarak görmeye eğilimlidirler ve kolektif plan ve hedeflere derinden şüpheyle yaklaşırlar, bunun yerine gönüllü dernek ilkesini ve bireyin kendi kararlarını verme kapasitesini vurgulamaktadırlar. Diğer üç düzlemde yer alanlara göre genelde devlet için daha az rol görür, bunun yerine piyasanın kendiliğinden sosyal düzenine inanırlar. İslam’ın sosyal adaleti hedef olarak belirlediğini belirtmiştik. Sosyal adaleti hedeflemeyen, aksine bireyi adeta tanrılaştıran bireycilik görüşü ile de İslam çelişir.
Sol Liberteryen (Sosyal Özgürlükçülük)
Bu düzlemdeki bireyler, bireysel olarak özgürlüğü desteklerken, ihtiyaç sahiplerine sosyal fayda sağlamak için piyasayı vergilendirmeye çalışmaktadır.
Kendilerini bireysel özgürlük ve sosyal adalet arasında denge arayışı içinde görmeye eğilimlilerdir ve çokkültürlülük ve uluslararası halkların işbirliğini desteklerler. Sol Liberteryenler inanç özgürlüğünden yana olduklarından günümüzde “Özgürlükçü Laiklik” olarak tanımlanan devletin tüm inançların özgürlüklerini koruması ve hepsi karşısında tarafsız davranmasını savunurlar. Genelde sosyal ilişkilerde devlet müdahalesine şüpheyle yaklaşırken, yine de devletin ayrımcılıkla mücadelede ve eşit muamelenin sağlanmasında meşru bir rolü olduğunu düşünürler. Bir Müslüman açısından tüm bu tutumlar inançlarına aykırılık teşkil etmez.
Teori ve Yaklaşım
Yatay Eksen: Sol-Sağ
Sol-Sağ Eksen, pusulada kişilerin ekonomik görüşlerinin bir ölçüsü olarak kullanılır. Sol, devlet müdahalesi ve ekonomik düzenlemeyi uygun görürken Sağ, ekonomik özgürlüğü ve laissez faire’i (‘bırakınız yapsınlar’ı) destekler. Bu, Sol’un, serbest piyasanın haksız ya da ahlaki olmayan yönleri olarak gördüklerini kısıtlamak için devlet çabalarını destekleme eğiliminde olduğu anlamına gelirken; Sağ, özel şirketler arasındaki işlemlerin prensip olarak devlet müdahalesinden özgür olması gerektiğini düşünme eğilimindedir.
Ancak, katılımcıların ekonomik konulardaki tutumunu kapsayan bir ölçek, iki grupta görülen önemli farklılıkları açıklamak için yeterli değildir. Bu nedenle ikinci bir eksen bulunuyor.
Dikey Eksen: Otoriterlik-Özgürlük
Bütün özgürlükçüler/liberteryenler, bireysel özgürlükleri desteklemenin toplumun ihtiyaçlarına cevap vermekten daha önemli olduğu inancından yola çıkmaktadır. Sosyal Özgürlükçüler, bireyin eğitim ve maddi rahatlığı olmaksızın, resmî özgürlüklerinden yararlanamadıklarını iddia etme eğilimindedir. Onların görüşüne göre bu, zenginlerden fakirlere yeniden dağıtımı gerektirir. Tam tersine Sağ Liberaller, bir kimseyi, başkalarına sosyal yardım sağlamak için kendi iradesi karşısında vergilendirmenin bir zorlayıcı eylem olduğu ve dolayısıyla bireysel özgürlük ihlali oluşturduğunu iddia etme eğilimindedirler.
Bütün otoriterler, toplumun refahının belirli bireylerin kendine özgü arzularından önce gelmesi gerektiği inancından yola çıkarlar. Sağ muhafazakârlar (siyasetin ataerkil görüşü olarak adlandırılabilir) hiyerarşik bir toplumu desteklemek, suçluların hapishaneye ait olduğu ve yabancı güçlerin güçlü bir ordu tarafından engellendiği bir ortamda tehditlere karşı sert bir görünüm alma eğilimindelerdir. Onların bakış açısına bağlı olarak, Sol ideologlar özgürlükçü değerleri savunmaya eğilimliyken, bir araştırmaya göre, toplumun daha geleneksel değerlerine destek ve göçmenlere karşı kuşkulu bir bakış açısıyla ekonominin sol eğilimli görüşünü birleştiren büyük bir seçmen kesimine işaret etme eğilimindedir.
Diğer bir konu ise, her iki eksen de teoride eşit derecede önemli olmakla birlikte, parlamenter siyasetin gerçekleri, uygulamada ittifakların nadiren Sol-Sağ ayrımı boyunca oluştuğunu gösterir. Sağ-Liberaller ve Komüniterlerin prensipte meslektaşlarına karşı ittifaklar kurabilmelerine rağmen bu, siyasette neredeyse hiç gerçekleşmez. Bu yüzden, Sol-Sağ ekseninin çoğu zaman modası geçmiş olduğu söylenir, yine de Amerikan ve Avrupa siyasetinde en önemli tek ölçek olmaya devam etmektedir. Dünyanın son 250 yılda Batılılaştırılması siyaset kriterlerinin de bu doğrultuda şekillenmesine yol açıyor. Ancak ana hatlarıyla bu siyasal eğilimlerin sadece Batı’yı değil Asya ve Afrika siyasetini de kapsadığını görüyoruz. İslam bu bağlamda farklı kültürel ve siyasal bağlamlara tarihsel bir kimliği giydirmekten ziyade her bir bağlama tarih üstü erdem gözlükleriyle bakmamızı sağlar.