Türkiye’de Enerji Sorununun Neresindeyiz?

Türkiye’nin iklim değişikliği ve enerji konusundaki hedeflerine nasıl ulaşacağı konusunda somut bir yol haritası yok. Avrupa’da sıfır-karbon hedefi bağlamında hızla terkedilmesi gereken kömür enerjisinde termik santrallerin geliştirildiği tek ülke de Türkiye. Böyle olunca sıfır-karbon hedefine ulaşmak güçleşiyor.

türkiyede enerji sorunu

İklim değişikliğine yönelik yaklaşımını etkileyen önemli gelişmelerden biri olarak Avrupa Birliği’nin Aralık 2019’da açıkladığı AB Yeşil Mutabakatı çerçevesi doğrultusunda Yeşil Mutabakat Eylem Planı hazırlayan Türkiye, Ekim 2021’de Paris Anlaşması’nı TBMM’den geçirerek onayladı ve 2053 yılı için net-sıfır emisyona ulaşma hedefini ilan etti. 2022 yılında yayımlanan Ulusal Enerji Planı da bir diğer önemli gelişmeydi. Bu bağlamda 2023 yılında açıklanan 12. Kalkınma Planı’nı da enerji ile ilgili belli hedefleri içermesi açısından zikretmek gerekiyor.

 

Tüm bunlara rağmen 2053 net-sıfır emisyon hedefine nasıl ulaşılacağı bilinmiyor, zira bunun bir yol haritası, somut bir stratejisi hâlâ yok. Bu eksiklik, 2026’dan itibaren uygulanacak Sınırda Karbon Düzenlemesi Mekanizması (SKDM) konusunda Avrupa ülkeleri ile ticari ilişkilerde sorun oluşturabilir. Türkiye’nin SKDM kapsamında AB’ye vergi ödememesi için AB Emisyon Ticaret Sistemi’ne benzer bir karbon rejimine sahip olması elzem. Türkiye’deki üreticiler yalnızca yeni kurulacak emisyon ticaret sistemi kapsamında vergilerini etkin bir şekilde ödemeleri durumunda Sınırda Karbon Düzenlemesi Mekanizması’ndan muaf tutulabilecek.

 

2035 yılına kadarki dönem için geçerli olan Ulusal Enerji Planı, bir bakıma “başkaları gibi biz de yaptık” yollu bir “yasak savma” intibaı uyandırıyor. Üstelik bu plan, Türkiye’nin “fosil kaynaklardan vazgeçmeye pek de niyeti olmadığının” adeta bir belgesi niteliğinde. Kömür enerjisine yatırımların hızının kesilmesi ama yavaşlayarak da olsa devam etmesi, aslında ondan yine de vazgeçilmediğini gösteriyor. “2053 net sıfır emisyon hedefi çerçevesinde” yayımlanan Ulusal Enerji Planı’nda “mevcut kömür santrallerinin piyasadaki rekabet kurallarına göre teknik ve ekonomik ömrünü tamamlayana kadar üretimlerine devam etmesi” öngörülüyor.¹ Bu, fosil kaynaklara dayanan, gücünü büyük ve merkezi bir enerji yapılanmasından alan, 20’nci yüzyıla özgü antika bir enerji politiğin yansımasından başka bir şey değil. 

 

Sonuç olarak her iki planda da hedeflere ulaşma konusunda somut bir yol haritası yok ya da oldukça muğlak, fosil ve yenilenebilir enerjileri bir arada tutması açısından da çelişkili; belirlenen hedeflere nasıl ve ne şekilde ulaşılacağı tarif edilmiyor. Avrupa’da sıfır-karbon hedefi bağlamında hızla terkedilmesi gereken kömür enerjisinde termik santrallerin geliştirildiği tek ülke Türkiye. Böyle olunca sıfır-karbon hedefine ulaşmak güçleşiyor.

 

Fosil Yakıtlar

 

Ülkemizde, son 10 yılda 6,4 GW’ı ithal olmak üzere 8,6 GW’lık ilave kömür santrali kurularak kömürden yıllık elektrik üretimi 64 TWh’den 118 TWh’ye çıkarken, yeni kurulan ithal kömür santralleri ile ithal kömürden üretilen elektriğin toplam elektrik üretimindeki payı 2013 yılında yüzde 12’den 2023’te yüzde 22’ye yükseldi. Yerli kömürden elektrik üretimi ve elektrik talebi 2013-2023 döneminde aynı oranda artış gösteren (+ yüzde 35) ve ithal kömürden elektrik üretim artış hızı dört kattan fazla (+ yüzde143) olan Türkiye, Avrupa’da kömürden en fazla elektrik üreten ikinci ülke konumunda.² Peki neden böyle oluyor?

 

“Lisansı olan bir santrali kapatmak isterseniz, ilgili santrale tazminat ödemeniz gerekir. Kömürden çıkan ülkelerin büyük kısmında da bu şekilde gerçekleşti… Türkiye’de elektrik üretim lisansının süresi 2050 yılının sonrasına dek uzanan termik santraller var. Devlet bu santrallere kendi cebinden tazminat ödemek istemiyor. Tazminat ödenmesi durumunda bazı kömür santrallerinin kapanmasının değerlendirebileceğini tahmin ediyorum”³ diyor Ember Türkiye, Ukrayna ve Batı Balkanlar Bölge Lideri Ufuk Alparslan.

 

Buna bir de, Rusya-Ukrayna savaşı nedeniyle pahalılaşan doğalgaza göre ithal kömürün ucuz kalmasını, “Anadolu Kaplanları” simgesi ile olgunun sınıfsal boyutunu ve 50-60’lı yıllardan gelen antika enerji anlayışını da eklemek gerek. Buna göre kesintisiz enerji sağlama konusunda “güvenilir”, pratik baz kaynak atom, kömür ve gaz enerjisi. Oysa bu “teori”, giderek yaygınlaşan, teknik olarak iyileşen depolama sistemleri, “akıllı şebekeler”, ülkemizde önemli bir potansiyele sahip baz enerji kaynakları olarak hidrolik ve jeotermal kaynaklar gerçekleri temelinde giderek çürüyor.

 

90’lı yıllarla birlikte buna bir de giderek artan bir şekilde doğalgaz elektrik santralleri eklendi. Bu bağlamda son dönemde kendi (derin) sularımızda ve “mavi vatan”da, komşu ülkelerle çatışmaya açık alanlarda doğalgaz arama vizyonu söz konusu oldu. Bu noktada arama gemilerine yapılan yatırımlara, buradan çıkarılacak gazın iletimine, dağıtımına ve buradan üretilecek elektrik enerjisinin miktarına ve maliyetlerine bakıldığında, bunun, enerjide dışa bağımlılığımızı azaltmada uzun boylu bir rolü olmayacağı gibi “astarı da yüzünden pahalıya” gelecek bir yatırım olduğunu tespit etmek gerek. Net-sıfır karbon hedefi için tam çıkmaz yol.

 

Birbucukderece.com adlı internet sitesi, Türkiye’nin Paris Anlaşması’nı 6 Ekim 2021’de onaylamasının üzerinden geçen sürede, şu ana kadar (03.08.2024) kömür, gaz ve petrolden oluşan fosil yakıt ithalatı için ödenen paranın 221.261.935.676 dolar olduğunu tespit ederek bu miktar ile 8.106.752 çatı tipi güneş paneli (PV), 69.144 güneş enerji santrali (1MW), 11.524 rüzgâr türbini (4 MW), 7.375.412 ısı pompasına sahip olunabileceğini hesaplıyor.⁴ 

 

Ember’in 2022 yılında yayımladığı raporda, 2021 yılında elektriğinin neredeyse üçte birini doğalgazdan üreten Türkiye’nin rüzgâr ve güneş enerjisinden elektrik üretimiyle 12 ayda 7 milyar dolarlık fosil yakıt ithalatını önlediği tespit edilmiş. Yapılan çalışmada gaz fiyatlarının sabit kalması halinde aylık yaklaşık 700 milyon dolar tasarruf edilebileceği hesaplanıyor.⁵ Tüm bunlar bize, enerjide izlenecek yolun bir politik karar olduğunu açıkça gösteriyor. 

 

Yenilenebilir Kaynaklar

 

Öte yandan klasik-fosil enerji kaynakları yüksek karbon izi yanında, daha önce de belirttiğimiz gibi, enerji fiyatlarını yükselten, yani enflasyonu artırıcı bir etken. Sürdürülebilir Ekonomi ve Finans Araştırmaları Derneği (SEFİA), Aralık 2022’de yayımladığı bir çalışmasında⁶ güneş ve rüzgârdan daha fazla elektrik üretilmesi halinde tüketici enflasyonunun 7 puan düşebileceğini hesaplıyor. Buna göre;

 

  • 2023 Aralık ayı itibarıyla güneş ve rüzgâr enerjisinde kurulu gücümüz, şimdikinin yaklaşık iki katı olarak 45 GW gerçekleşseydi, serbest piyasadaki elektriğin fiyatı -artan YEKDEM (Yenilenebilir Enerji Kaynaklarını Destekleme Mekanizması) maliyetlerine rağmen- 2023 yılında 2022’ye göre yüzde 11,3 daha düşük olacaktı.
  • Bununla birlikte, yenilenebilir kaynaklardan daha fazla elektrik üretilmesi durumunda, enflasyon daha da düşecek, 2023 sonu itibarıyla TÜFE yüzde 64,8 yerine yüzde 51 olacaktı.
  • Bu durumda daha az enerji ithalatı yapılacağından, artan yenilenebilir enerji üretimi sayesinde, özellikle yüksek maliyetli doğalgaz ve ithal kömür ikame edilecek, 2023 yılı itibarıyla ithal enerji maliyeti 3,6 milyar dolar düşecekti. Bunun ülkemizin müzmin sorunu olan cari açık açısından önemi açık.
  • Ekolojik açıdan 2023 yılında toplam 28,9 milyon tona eşdeğer karbon tasarrufu sağlanacaktı.

 

Özetle;

 

“Yapılan çalışmanın sonuçları, yaygın kanının aksine YEKDEM uygulamasının ve artan yenilenebilir enerji üretiminin elektrik sektöründeki üretim maliyetlerini artırmadığını, aksine bu maliyetlerin sınırlandırılmasına ciddi bir katkı verdiğini bir kez daha göstermiştir. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de giderek derinleşen ve ne zaman sonlanacağı henüz belli olmayan enerji krizinin etkileri artan enerji maliyetleriyle kendini göstermektedir. Geçtiğimiz 10 yılda YEKDEM garantisi altında kurulmuş olan santraller ise bu krizin etkilerinin bir nebze daha hafif hissedilebilmesini sağlamışlardır. Yürütülmüş olan bu çalışma, küresel enerji krizi baş gösterdiği sıralarda eğer daha yüksek yenilenebilir enerji kurulu gücü yapılabilmiş olsaydı ülkedeki elektrik üretim maliyetlerinin daha düşük olacağını göstermiştir.”⁷

 

Bu açıdan, yenilenebilir enerjilerin önünü açan, yüzlerce ülke tarafından üstlenilen ve Almanya’daki EEG Destek Programı’nın bir benzeri olan YEKDEM sisteminin daha da geliştirilmesini, mesela enerji depolama ve ısı pompaları gibi oldukça maliyetli bir alana yaygınlaştırılmasını, diğerlerinde olduğu gibi bu sektörün de fosil kaynaklar karşısında rekabetçi konuma yükselmesi için aktüelleştirilmesini, totalde ise daha cömert ve daha uzun süreli sübvansiyonları, Enerji Dönüşümü’nde rejeneratif enerjilerin daha da yaygınlaştırılmasını ekoloji politik zeminlerde savunmak yerinde olacaktır. Ancak bunun yerine sırf “muhalefet etmek için muhalefet” mantığı ile “Yenilenebilir kaynakların desteklenmesi için doğrudan tarife desteği en büyük yanlıştır, santraller için ekipman üreten sanayi kuruluşlarına destek daha iyi bir yöntemdir. Amacı dışına çıkmış olan, özel şirketlere yüksek kazanç sağlama mekanizmasına dönüşen ve bedeli tüm tüketiciler tarafından ödenen YEKDEM uygulamasına son verilmelidir”⁸ demek, akıl tutulmasından başka bir şey değildir.

 

Enerji Dönüşümü

 

Toparlayacak olursak; orta vadede net-sıfır karbon hedefine ulaşmak için şart olan Enerji Dönüşümü’nün köşe taşları nasıl olmalı? 

 

SHURA, geçen yıllarda “Net Sıfır 2053: Elektrik Sektörü için Yol Haritası” başlıklı çalışmasını kamuoyuna tanıttı. Somut ve belki de Enerji Dönüşümü konusunda bir ilki ifade eden bu çalışma, ulaşılan sonuçlar açısından Enerjide Dönüşüm gerçekliği ve zorunluluğunun, bunun dayandığı maddi zeminlerin belirlenmesinin -farklı konumlardan hareket ediyor olsak bile- bir teyidi şeklinde… Şöyle ki:⁹

 

Ortaya konan Yol Haritası, 2053 yılında -2015 Paris Anlaşması uyarınca- karbon-nötr bir Türkiye yaratma hedefinde, ekonominin elektrifikasyon ve enerji verimliliği bazında yeniden düzenlenmesi fikrine, buna ulaşmak için adım adım alınması gereken tedbirlerin belirlenmesine dayanıyor. Buna göre sanayide elektrik kullanımının 2053’te yüzde 46’ya (2021: Yüzde 21) çıkacağı, 90 TWh’lık ısı ihtiyacının yarısından fazlasının elektrikle karşılanacağı tahmin ediliyor. Sanayinin elektrifikasyonuna paralel, ilave olarak çimento sektöründe enerji olarak biyokütle, demir-çelik sektöründe yeşil hidrojenin kullanılması, diğer sektörlerde ise doğalgazın temiz sentetik yakıtlar tarafından ikame edilmesi öneriliyor. Raporda ayrıca şunlar belirtiliyor:

 

  • Elektrifikasyon sürecini yavaşlatan en önemli etkenin konutlara yönelik sübvansiyonlu doğalgaz ve ilgili tarifelerin olduğu gerçeğinden hareketle, en azından elektrik ve doğalgaz sübvansiyonları eşitlenmeli; vergi politikaları, rekabetçi enerji fiyatlarını sağlayacak, yenilenebilir enerji teknolojilerini destekleyecek şekilde düzenlenmelidir. Yani yenilenebilir kaynaklara pozitif pozitif ayrımcılık yapılmalıdır.
  • Konutlarda ve sanayide ısı pompaları ve diğer elektrikli teknolojilerin yaygın kullanımının -özellikle görece pahalı olan ısı pompalarının- ancak bunların rekabetçi olması ile mümkün olabileceği gerçeğinden hareketle yatırım, kurulum destekleri ve vergisel avantajları sağlanmalıdır. 
  • Tüm bunlar fosil enerji kaynaklarının giderek kısıtlanması, alternatif enerjilerin geliştirilmesi, enerji depolama olanaklarının yaratılması ile mümkündür.

 

SHURA’nın tahminlerine göre 2053’te konutlarda ısınma konusunda ısı pompalarının temel kaynak olarak yüzde 67’lik bir kullanım oranına ulaşması bekleniyor. 2021 yılında konutlarda elektrik tüketimi, toplam enerji talebinin yüzde 20’sini oluştururken 2053 yılında bu oranın ısı pompası kullanımının da etkisiyle yüzde 63’e çıkacağı öngörülüyor. Net-sıfır emisyon seviyesine ulaşmak için geçiş döneminde (2020-2055) elektrik sisteminde üretim santralleri ve şebekede öngörülen kapasite genişlemelerinin yanı sıra yeni depolama sistemlerinin kurulmasını içeren toplam ortalama yatırım hacminin 526 milyar dolar civarında olacağı tahmin ediliyor.

 

Sürecin Aktörleri

 

Verili koşullarda toplumda dekarbonizasyon süreci için Enerjide Dönüşüm başka nasıl, hangi yollardan başarılabilir? Daha doğrusu firmaların dışında sürecin aktörleri, taşıyıcıları kimler olabilir?

 

Bu konuda akla ilk gelen, Almanya-Danimarka örneğindeki Enerji Kooperatifleri ya da inisiyatifleri. Tabii ülkeler arasındaki farkları da gözeterek buralardan bir şeyler öğrenilebilir. Söz konusu ülkelerde, enerji sektöründe 100 yılı aşan bir kooperatif geleneği var ki bunların hepsi tabandan gelen, çözüm odaklı gelişen sivil inisiyatifler. Ülkemizde böyle bir gelenek olmadığı gibi bu konudaki ilk cılız denemelerin en fazla 10 yıllık bir geçmişi var. Şöyle ki:¹⁰ 

 

Almanya-Danimarka örneklerinden esinlenilerek ilk adım, 2016 yılında Lisansız Enerji Yönetmeliği’ne Enerji Kooperatifleri deyiminin girmesiyle atılıyor. Bunun kooperatifleşme sürecinin önünü açmasıyla bugüne kadar 50’ye yakın enerji kooperatifi kuruluyor. Buradaki yapılanma, enerji kooperatiflerinin farklı konut veya iş yeri sahiplerinin bir araya gelerek başlattığı girişimler olması itibarıyla artan elektrik ihtiyacını karşılayabilmek için tek bir bölgede üretim yaparken tüketimi bunlar arasında paylaştırma şeklinde oluşuyor. Ama 2019 yılında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile bu ortadan kaldırılıyor. Üretilen elektriğin yasal olarak şebekeye verilmesi zorunluluğu olunca kooperatifler için iki defa dağıtım bedeli verme gibi absürt bir durum ortaya çıkıyor ki bu da enerji üretimini sürdürülebilir kılmıyor. Böylelikle işlevsiz hale gelen kooperatifler durağan bir döneme giriyor.

 

Atılan bu adım, sektörde “büyükler” ve klasik enerji kaynakları lehine, otonom gelişmelerin, alternatifi enerji kanallarının boğulması anlamına geliyor. Net-sıfır karbon hedefinde tutarlı olmak istiyorsak, bu yolda alınması gereken inisiyatif, böylesi tabandan gelişmelerin önünün sonuna kadar açılması, herkesin her şekilde serbestçe kendi enerjisini üretip tüketmesinin, fazlasını kime olursa olsun satmasının, enerji paylaşımı yapılanmalarının önünün açılması şeklinde olmalıdır. 

 

Gelişmenin önündeki önemli engellerden biri de elektrik enerjisi dağıtımının bölgeler itibarıyla belli firmaların tekeline verilmiş olmasıdır. TEDAŞ’ın organizasyonunda 2013 yılından itibaren elektrik dağıtımı “özelleştirilerek” (aslında “tekelleştirilerek” demek daha doğru olur) 21 bölgede 21 dağıtım şirketinin tekelinde yürütülmekte, kimisi birden fazla bölgede aktif olan ve inşaat sektöründen de tanınan bu şirketler aynı zamanda kendi bölgelerinde tedarik şirketlerinin mülkiyetini de farklı tüzel kişilik adı altında elinde bulundurmaktadır.¹¹ Bu da elektrik piyasasında “Türk” usulü -rekabetsiz- liberalleşme olsa gerek! Oysa pratikten biliyoruz ki tekelin olduğu yerde serbest rekabet olmadığı için bir noktadan sonra gelişme olmaz; fiyat konusunda herkesin istediği gibi “at koşturabildiği”, dışarıya, yani rekabete açık olmayan, kapalı devre bir sistem… 

 

Garip bir ülkeyiz! Bir piyasanın “kitabına uygun” olarak serbestleşmesini bile kotaramıyoruz. Ama bu yapamamaktan değil, tarihsel kökenleri itibarıyla antika yapımızdan ileri geliyor. Türkiye’de bir noktada her şeyin altında bir devlet, dolayısıyla bir merkeziyetçilik olgusu yatıyor.

 

Almanya örneğinde enerji, elektrifikasyon olgusu, Sanayi Devrimi ile birlikte boyutlanan endüstrileşme ve kentleşme süreci ile birlikte, önce şehirlerde, sonra da kırsal alanlarda ortaya çıkan enerji sorununun çözülmesi temelinde oluşmuştu. Örneğin bu gerçek, Almanya’da şehirlerde, enerji üretip dağıtan Stadtwerke adlı yöresel-kamusal kuruluşları, benzeri adem-i merkeziyetçi kurumları ortaya çıkardı. Sonradan bunların bir kısmı özelleştirildi, bir kısmı da kamusal mülkiyette kalarak şirketleştiler. Bizdeki elektrifikasyon sürecinin tarihsel olarak çıkışı temelinde ise herhangi bir endüstrileşme süreci ve bunun getirdiği yoğun şehirleşme sürecinin ortaya çıkardığı enerji ve aydınlanma ihtiyacından ziyade önceleri “Biz de aydınlanalım” gibi bir lükse sahip olma saiki var. 

 

Sanayileşme ile birlikte enerji-elektrifikasyon gereksinimi, Türkiye’de 1930’lu yıllardan itibaren ortaya çıkmaya başlıyor. “Ülkemizde elektrik üretimi başladığından beri elektrik sektörü çeşitli yapılanmalar altında karşımıza çıkmıştır. İlk başta, bir dizi belediye, imtiyazlı yerel şirket ve diğer iktisadi devlet teşekkülleri herhangi bir merkezi yönetim veya sektörel düzenlemeye tabi olmaksızın Türkiye genelinde elektrik tedarik etmekteydi.”¹² Ancak bu tür görece adem-i merkeziyetçi yapılanmalar bile her zaman devlet vesayetinde oluyordu:

 

“1930’lu yıllarda başlayan ve 1945 yılına kadar devam eden yasal düzenlemeler belediye görevlerinde bir genişleme meydana getirmiş, ancak bu düzenlemeler özünde yine de merkeziyetçi eğilimi taşımıştır. Bu dönemde belediyelerle ilgili gözlemlenen diğer bir durum, şehirde imtiyaz yöntemiyle yürütülen ulaşım, su, elektrik, telefon gibi yerel hizmetlerin belediyelerin kontrolüne geçmesiydi. Yerel hizmetlerin belediyeleştirilmesi devlet yönetiminde geçerli olan devletçilik ilkesiyle paralellik içindeydi. İmtiyazlı şirketlerin belediyelerin eline geçmesi iki aşamada gerçekleşiyordu.”¹³ Mesela İstanbul’da 1955’te yapılan yerel seçimlerden sonra oluşan İl Genel Meclisi ve Belediye Meclisi’nin çalışmalarına başlamasıyla 1930 yılında birleştirilen bu iki meclis 1955’te fiili olarak ayrılmış oldu. Nispeten gücün “demokratik” dağılımını ifade eden bu adım, İstanbul Belediye Meclisi’nin ilk toplantısında Belediye Kanunu uyarınca belediye başkanı olarak zamanın valisi Fahrettin Kerim Gökay’ı belediye başkan vekili olarak seçmesiyle geri alınmış oldu. Belediye Meclisi’ne elindeki yetki kullandırılmayarak 1930’da başlayan vali-belediye başkanı uygulaması sürdürüldü.¹⁴ İşte kayyum atanan belediyelere valileri göreve getirmenin dayandığı tarihsel zemin budur.

 

Elektrik enerjisi sektöründe “dağınıklık” olarak telakki edilen bu durum, oluşan görece “demokratik” yapıyı regüle ederek bir statüye kavuşturma yerine, 1970 yılında 1312 sayılı Türkiye Elektrik İdaresi Kanunu ile ortadan kaldırılarak TEK’in (Türkiye Elektrik Kurumu) kurulması ile sona erdirilmiş, bazı yerel belediye kurumları dışında elektrik üretim, iletim, dağıtım ve tedarik faaliyetleri bu “kamu” kuruluşunun, daha doğrusu devletin tekeline alınmıştı. 1982 yılında kanunda yapılan değişiklikle dağıtım şebekelerinin tamamen TEK’in (daha sonra TEDAŞ) tekeline verilmesiyle devlet piyasanın tek gücü haline gelmiş oldu.

 

Belediyelerin Rolü

 

Oysa ülkemizde enerji sektöründe belediyeler, enerji konusunda önemli aktörlerden biri olabilir; yenilenebilir enerjilerin gelişmesine, yaygınlaşmasına ve piyasanın çeşitlenmesine önemli katkılar sunabilir. Yerel yönetimler sadece enerji üretiminde değil, dağıtımında da rol üstlenebilir, Enerjide Dönüşüm sürecinin önemli aktörlerinden biri haline gelebilir. Avrupa’da olduğu gibi olmasa da böylesi bir gelişmenin dayanacağı tarihsel zemin de yok değil. Son tahlilde sorun dönüp dolaşıp politik karara dayanıyor. Ama sadece yukardan politik karar değil, aşağıdan inisiyatiflerin de olması, bir yerden başlanması önemli. Zira “yukarıyı” bazen “aşağısı” da etkiliyor, belirleyebiliyor. Mesela: 

 

Ekosfer, Fosil Yakıtların Ötesi, İklim İçin 350 Derneği, Kentsel Stratejiler ve Yerel Uygulamalar Derneği, Mekanda Adalet Derneği, WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) ve YUVA Derneği tarafından hazırlanan “Enerji Dönüşümünde Belediyelerin Rolü: 6 Fayda, 6 Adım” başlıklı çalışmada, son yıllarda yaşanan küresel enerji krizi ve artan enerji maliyetlerinin yoksulluğu daha da artırdığına dikkat çekiliyor.¹⁵ Enerji verimliliğinin yükseltilmesi, güneş ve rüzgâr kaynaklı yenilenebilir enerjilere geçişin bu sorunlarla mücadelede önemli bir yer tuttuğu belirtilerek enerji dönüşümünün altı faydası şöyle sıralanıyor:

 

  • Sağlanan tasarruf, kamu hizmetlerinde ve sosyal politikaların geliştirilmesinde kullanılacak,
  • Fosil yakıtlara bağımlılığı azaltacak,
  • Yerel istihdamı artıracak,
  • Hem çevreyi hem de iklimi koruyacak,
  • Afet dönemlerinde enerji güvenliği sağlayacak,
  • Toplumun enerji dönüşümüne katılımını sağlayacak.

 

Bu altı faydanın sağlanması için belediyelerin Enerji Dönüşümü yolunda atabileceği altı hızlı adım ise eylem planlarında enerji dönüşümünün önceliklendirilmesi, belediyelerin “Enerji Çözüm Noktaları” olması, kamu binalarında yenilenebilir enerji kullanımının artırılması, bürokrasinin azaltılması ve kapasitenin geliştirilmesi, tüm yapılarda güneş enerjisinin teşvik edilmesi ve mesleki eğitim ve istihdam artırılması şeklinde formüle ediliyor. Toparlayacak olursak;

 

 “Önümüzdeki çağda yüz milyonlarca insan kendi yeşil enerjilerini evlerinde, iş yerlerinde ve fabrikalarda üretecek ve bu enerjiyi aynen şimdi bilgiyi çevrimiçi üretip paylaşmamıza benzer bir şekilde ‘enerji interneti’ üzerinden birbirleriyle paylaşacak. Enerjinin demokratikleşmesi, insan ilişkilerinin radikal bir şekilde yeniden düzenlenmesini beraberinde getirecek; işleri idare etme, toplumu yönetme, çocuklarımızı eğitme ve sivil hayata katılma yöntemlerimizi etkileyecek.”¹⁶

 

Enerjinin Demokratikleşmesi… Bunun üzerine düşünelim derim…

__

¹https://enerji.gov.tr/Media/Dizin/EIGM/tr/Raporlar/TUEP/Türkiye_Ulusal_Enerji_Planı.pdf

²EMBER, Türkiye Elektrik Görünümü: https://ember-climate.org/tr/analizler/araştırma/turkiye-elektrik-gorunumu-2024/

³https://www.bbc.com/turkce/articles/c8783k2k5r1o

⁴https://www.birbucukderece.com/sayac

⁵https://ember-climate.org/tr/analizler/araştırma/ruzgar-ve-gunes-turkiyeye-12-ayda-7-milyar-dolar-tasarruf-sagladi/

Elektrik Fiyat Hareketleri ve Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Piyasaya Etkisi-II: https://sefia.org/wp-content/uploads/2024/07/elektrik-fiyat-hareketleri-ve-yenilenebilir-enerji-kaynaklarinin-piyasaya-etkisi-2.pdf, S. 22-23

a. g. y.

https://enerji.mmo.org.tr/wp-content/uploads/2023/05/Türkiye-Enerji-Görünümü-2023_Sunum_Mayıs-2023.pdf,  S. 74

SHURA Enerji Dönüşümü Merkezi, 2053 Net Sıfır: Türkiye Elektrik Sektörü İçin Yol Haritası : https://shura.org.tr/wp-content/uploads/2023/05/SHURA-2023-02-Rapor-Net-Sifir-2053_04052023.pdf 

¹⁰https://www.ekoiq.com/temiz-enerjiye-dayali-yurttas-katilimi-ve-inisiyatifi-ile-elektrik-uretebiliriz/

¹¹Mert Karamustafaoğlu, Elektrik Dağıtım Sektör Raporu : https://www.erdem-erdem.av.tr/bilgi-bankasi/elektrik-dagitim-sektor-raporu

¹²a. g. y.

¹³Tarkan Oktay, Tanzimat’tan XXI. Yüzyıla İstanbul’un Yönetimi: https://istanbultarihi.ist/81-tanzimattan-xxi-yuzyila-istanbulun-yonetimi#sdfootnote55anc

¹⁴a. g. y.

¹⁵https://temizenerji.org/2024/03/12/belediyelerin-enerji-donusumunu-saglamak-icin-atabilecegi-6-hizli-adim/

¹⁶Jeremy Rifkin, Üçüncü Sanayi Devrimi, yanal güç, enerjiyi, ekonomiyi ve dünyayı nasıl dönüştürüyor?S. 12

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.