‘Venedik Taciri’nin Semitik Shylock’u ve İsrail’in Siyonist Netanyahu’su
Tarihin iki çok farklı dönemindeki iki figür, Venedik Taciri’ndeki Yahudi tefeci Shylock ve Netanyahu’nun aynı dine mensup olmak dışında gördüğüm ilk benzerliği, kişiliklerini ve dış dünyaya karşı tavırlarını kin ve nefretle biçimlendirmeleri; diğeriyse, kendilerine kayıtsız şartsız hak vermeleri.

İsrail’in Netanyahu liderliğinde Gazze’de yaptığı soykırım ve ardından İran’a ölümlere yol açan füze saldırısı sonrası, pek çok ülkede sıradan insanlar, sanatçılar, siyasetçiler İsrail’i kınadı. Katliam halâ devam ederken, dünya kamuoyunda İsrail karşıtlığı da büyüyor. Antisemitizmle hiç ilgisi olmayan bu haklı tepkileri medyada takip eder ve Avrupa ve Amerika’da Siyonizm’i onaylamadığını dile getiren endişeli, üzgün Yahudileri sosyal medyada izlerken, Netanyahu’nun Venedik Taciri’ndeki Yahudi tefeci Shylock karakterine çok benzediğini düşündüm. Tarihin iki çok farklı dönemindeki bu iki figürün, aynı dine mensup olmak dışında gördüğüm ilk benzerliği, kişiliklerini ve dış dünyaya karşı tavırlarını kin ve nefretle biçimlendirmeleriydi; bir diğeriyse, kendilerine kayıtsız şartsız hak vermeleriydi. Bu mutlak haklılık duygusunun insanı nasıl bağnaz ve acımasız hale getirebildiğine ve sonuçta, ironik biçimde, haklılık zeminini nasıl yok ettiğine dikkat çekmeyi anlamlı buldum. Bu nedenle Shakespeare’in kurgu dünyasındaki Shylock’u, Netanyahu’ya referans olarak almanın işlevsel olacağı kanısındayım.
Venedik Taciri bir 16’ncı yüzyıl oyunudur, yani Orta Çağ değerleri ve Hümanist eğitimin Batı kültürüne kattığı yeni değerlerin birlikte var olduğu Rönesans İngiltere’sinde yazılmış bir oyundur. Hatırlayacak olursak, bu yüzyıl felsefi anlamda mevcut Hristiyan dünya görüşünün sınırları dışına çıkıp antik Yunan ve Roma felsefelerinin de benimsendiği, toplumsal yaşamda bireyciliğin geliştiği, ekonomik düzende tüccar kapitalizminin feodal ekonominin yerini almaya başladığı ve insanların bu değişimler nedeniyle kendisini Orta Çağ’da olduğu gibi aidiyet duygusuyla güvende hissedemediği, bireyin yalnızlaştığı bir dönemdir. Bu çalkantılı dönemde Shakespeare Venedik Taciri’ni yazarken özellikle değişen ekonomik sistemin insan ilişkilerine ve değerlere etkisini incelemeyi hedefler. Oyunda Hristiyan ve Yahudi adalet anlayışları kıyaslanır ve aşk, evlilik, dostluk gibi konular ele alınır, ancak tüm romantik ve insani ilişkilerin merkezinde para vardır. Venedik finansın dünyasıdır ve tüccar kadar tefeci de bu dünyanın neredeyse efendisidir, çünkü riski göze alan tüccar da yeri gelir kapital sahibi sağlamcı tefeciye ihtiyaç duyar.
Paranın değerleri belirlemeye başladığı Venedik’te (aslında 16’ncı yüzyıl Londra’sıdır) iki karakter, bir Hristiyan tacirle (Antonio) bir Yahudi tefeci (Shylock), yeni ekonomik düzenin olmazsa olmazlarıdır ve değerler tartışmasının iki zıt ayağını oluştururlar. Shylock Yahudi olduğu için Hristiyanların dışladığı, aşağıladığı bir tefecidir. Bu yüzden de Hristiyanlardan nefret eder ve onlarla ahbap olmaktan kaçınır. Shylock’un nefretinin odağı, özellikle tacir Antonio’dur. Diğer tüccarların yanında kendisini Yahudiliği ve faizle para vermesi nedeniyle aşağıladığı için Antonio’ya kinlenir, ancak kendisinden duyduğumuz kadarıyla, Antonio’ya çok eskiden beri duyduğu kinin asıl nedeni, onun faizsiz para vererek Venedik’te faiz oranını düşürmesidir. Oyunun hemen başında, bir gün eline düşerse, ondan hıncını alacağını ve asla affetmeyeceğini söyler. Shylock için tefecilik çok eski geçmişi olan kazançlı bir meslektir ve Antonio’nun faize “faiz” demesinden rahatsız olur. Hristiyan tacir Antonio da Shylock’tan nefret eder, ancak nefretinin sebebi Yahudi olmasından çok faizle borç vermesidir. Antonio Hristiyan inancı doğrultusunda faize karşıdır ve bu nedenle, ticaret yapmasına rağmen yeni gelişen cash nexus’ın dışında kalır. Paradan, yani cansız metalden kâr üretmeyi ticaret olarak görmez, faizsiz borç para verir, dostluğu paradan üstün tutar ve birçok kişiyi, borçlarını ödeyerek, Shylock’un elinden kurtarır.
Birbirinden nefret eden, birbirinin antitezi bu iki adamı Shakespeare tuhaf bir iş ilişkisinde bir araya getirir. Antonio bütün gemileri farklı ülkelere ticaret yapmak üzere gittiği ve elinde nakit para olmadığı için, dostu Bassanio zengin ve güzel Portia’ya talip olabilsin diye Shylock’tan faizle 3.000 düka borç almak istediğinde, dostuna kefil olmayı kabul eder. Shylock, Antonio’nun kendisine muhtaç olmasından memnundur, fırsatı kaçırmaz ve şimdi faizle iş yaptığı için Antonio’ya kendisine yaptığı hakaretleri hatırlatarak açıkça kakıç kakar. Dahası, hemen oracıkta Antonio’ya, tuzak hissi veren bir teklifte bulunur. Faiz almak yerine notere gidip bir senet imzalayacaklardır ve borç gününde ödenmezse, borca karşılık Shylock, Antonio’nun vücudunun istediği yerinden yarım kilo et kesecektir. Shylock bunu keyifli bir şaka, dostane bir teklif gibi sunar. Senet yapılır, ancak bir süre sonra Antonio’nun gemilerinin battığı haberi gelir ve borç gününde ödenmez. Bu arada Shylock’un kızı evdeki mücevherleri de alıp bir Hristiyan kocaya kaçmıştır ve babasının sıkı sıkı koruduğu mücevherleri eğlenirken su gibi harcadığı haberi gelir. Kızına duyduğu öfke kinini katmerleyince, Shylock ölçüyü kaçırır, mahkemede borcun iki-üç katı para teklif edildiği halde reddeder ve bir kasap gibi bıçağını bileyerek Antonio’nun bedeninden yarım kilo et kesmek hakkında ısrar eder. Shylock’un, Antonio’nun canına kastettiği çok açıktır.
Kin, Nefret ve İntikam
İlk karşılaşmamızda, her ne kadar kindarlığını onaylamasak da, Shylock’un Hristiyanlara duyduğu nefreti Hristiyanların aşağılayan, dışlayan tutumları nedeniyle haklı bulabiliriz. Shylock, Venedik’te bir Yahudi’dir, yabancıdır ve yalnızdır. Birbirini dostluk ilişkileri içinde destekleyen Hristiyanlar gibi ticaretin riskini göze alamaması, güvence ihtiyacı nedeniyle sağlamcı olması ve tefeciliği seçmesi bu koşullarda doğal görünür. Tevrat da Yahudi olmayana faizle para vermeyi meşru görüp tavsiye ettiği için Shylock’un faiz konusunda herhangi bir çekincesinin olmaması da normaldir. Kabul görmemenin, aidiyet duygusundan yoksun olmanın acısını yaşayan Shylock’a sempati duyarız, ancak işi intikama döktüğünde Shylock haklılık zeminini kaybeder. O ünlü ve etkileyici konuşmasının intikamı haklı çıkarma mantığına dayandığını anladığımız anda irkilip geri çekiliriz: “Bizi zehirlerseniz, ölmez miyiz? Ve bize haksızlık ettiğinizde, intikam almayacak mıyız?” (Venedik Taciri, 3.1.51-2).
Mahkemede Shylock merhamet etmemekte, yasanın uygulanmasında ısrar eder, çünkü amacı intikamdır. Dük, Shylock’a “Hiç merhamet göstermezsen nasıl merhamet beklersin” (4.1.88) diye sorduğunda, kendinden emin, “Hangi hükümden korkacağım hiç haksızlık etmemişken” (4.1.89) diye cevap verir. Shylock’un durumunda en rahatsız edici olan, paraya saplantı düzeyindeki düşkünlüğüdür. Para onun için güç ve bir tür dokunulmazlık aracıdır; varlığını, kimliğini korumanın güvencesidir. Ancak böyle düşünmenin üzücü sonucu sevgisizlik ve benliğin şeyleşmesidir. Shylock insanların değerini maddi varlıklarıyla ve o varlığı elinde tutma becerisiyle ölçer. Kızı bir Hristiyan’la kaçtığında kızını kaybettiğine değil, mücevherlerini kaybettiğine üzülür; iflas ettiği ve artık parası olmadığı için değersiz bulduğu, “müflis” diye aşağıladığı Antonio’yu fırsat bulmuşken öldürmek istemesinin nedeni Tubal’a söylediği gibi, hiçbir engel olmaksızın Venedik’te istediği gibi iş yapmaktır, yani faiz oranını yükseltmek ve kârını artırmaktır.
Shylock’un ruhunu maddeye, kine ve nefrete teslim etmesi onu katı ve merhametsiz bir insan yapar, bunun bedelini de her şeyini kaybederek öder. Devlet bütün mallarına el koyar ve din değiştirip Hristiyan olmasına hükmeder (bize ters gelse de, oyunda dönemin Hristiyanları bu sayede ona kurtuluş yolunu açtıklarını düşünmüş olmalılar), tek sevgi nesnesi kızı da onu çoktan terk etmiştir. 16’ncı yüzyıldan günümüze gelindiğinde, Shylock zihniyetinin, yani kin, nefret, intikam politikasının ne yazık ki İsrail’de devam ettiğini ve Netanyahu’da vücut bulduğunu söyleyebiliriz. Netanyahu da, Shylock gibi, paradan güç alan biri ve amacına ulaşmanın yolunun maddi güçten geçtiğini düşünüyor. Bunu Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu’nun yeni yayımlanan “İşgal Ekonomisinden Soykırım Ekonomisine” başlıklı raporuna (Haziran-Temmuz 2025) dayanarak rahatlıkla söyleyebiliriz. Rapora göre Gazze soykırımı sayesinde Tel Aviv borsası ve küresel büyük şirketler, özellikle silah tüccarları ve büyük teknoloji şirketleri, çok yüksek oranda kâr etmiş. Rapor, Gazze’de soykırımın devam etme nedeninin de İsrail’e ve küresel şirketlere kazanç sağlaması olduğunu belirtiyor. Ancak maddi güç getiren bu savaşın önemli olumsuz getirileri de var İsrail için.
Netanyahu’nun masum insanların canı üzerinden para kazanması, yalnızca ülkesi işgal edilmiş Filistinliler için değil, Yahudiler için de ciddi bir sorun yaratmış durumda, çünkü Hitler’in uyguladığı soykırımı Filistin halkına yapmakla Yahudilerin Nazi Almanya’sında yaşadığı o korkunç Holokost’tan sonraki haklı pozisyonlarını ellerinden alabileceğinin farkında bile değil ya da bunu hiç umursamayacak kadar güçlü buluyor konumunu. Shylockvari, gözü dönmüş bir halde kasap gibi insanları öldürüyor. Kin ve nefretini masum insanlara yöneltmesi, bir ülkenin yerli halkını topyekûn yok etmek için uğraşması çok büyük bir ironiye de işaret ediyor aslında: Siyonist Netanyahu asıl düşmanına, yani Hitler’e dönüşmüş durumda ve dünya kamuoyu bu gerçeği görüyor. Savaşın, daha doğrusu işgalin gerekçesini ülkesine yapılan füze saldırıları ve güvenlik sorunu olarak gösterse ve bunu intikam sebebi kabul etse de, hepimiz Netanyahu’nun gerçek motivasyonunun yayılmacı vadedilmiş topraklar ve seçilmiş üstün ırk (Shylock’un deyimiyle “kutsal kavim”) ideolojisi olduğunu ve intikam objesini de epeyce geniş tuttuğunu biliyoruz. Netanyahu Tanrısının Yahudilere vadettiğine inandığı toprakları ele geçirmek isteğini, bu uğurda yaptığı vahşi soykırımı, Shylock’un kendi duruşunu haklı bulduğu gibi, çok haklı buluyor. Tanrısının “İntikam benimdir” (Tesniye 32:35) demesine de aldırmayan bu ırkçı, intikamcı adamın haksızlığını iç dünyasında ideolojisiyle rasyonalize etmesi, kendisi ve İsrail için nasıl sonuçlanacak henüz bilmiyoruz. Ancak tarihten ve insan deneyiminden bildiğimiz bir şey var: Başkalarının yaşam hakkını kabul etmek yerine intikam diye direten, inatla iyiliği seçmeyen er ya da geç haklılığını ve geleceğini kaybeder.
Kaynakça
Shakespeare, William. The Merchant of Venice. New Cambridge Shakespeare, (Ed.) M. M. Mahood, Cambridge, 1987.

HALİDE ARAL
