Avrupa’nın Pusulası ve Türkiye


- ÖZGÜR ÜNLÜHİSARCIKLI
- 25 Haziran 2022
Avrupa Birliği Konseyi, kısaca Avrupa Birliği Stratejik Pusulası olarak anılan belgeyi onayladı. Peki belge Türkiye ile ilgili ne söylüyor? Hiçbir şey! Belgede Türkiye kelimesi geçmiyor. NATO-AB stratejik iş birliğinin geliştirilmesinden bahsediliyor ancak bunun NATO üyesi ve AB adayı Türkiye’nin onayı ve katılımı olmadan nasıl gerçekleşeceği belli değil.
Rusya’nın bu yılın Şubat ayında Ukrayna topraklarında başlattığı kapsamlı işgal, Avrupa’yı rehavet uykusundan uyandırdı. Tam bir ay sonra Avrupa Birliği Konseyi, kısaca Avrupa Birliği Stratejik Pusulası olarak anılan belgeyi onayladı. Oldukça iddialı olan belge ortak bir stratejik değerlendirme yapmayı, Üye Devletlerin savunma politikaları arasındaki uyumu artırmayı, Üye Devletlerin ve dolayısıyla Birlik’in savunma alanındaki imkân ve kabiliyetlerini artırmayı amaçlıyor ve belirli somut hedefler ve bu hedeflere ulaşılması gereken tarihleri içeriyor.
Bu haliyle oldukça iddialı olan Stratejik Pusula’nın Rusya’nın son saldırganlığına yönelik bir cevap olmaktan ziyade Avrupa Birliği’nin (AB) sadece ekonomik değil aynı zamanda jeopolitik bir güç olma ve stratejik otonomi kazanma arayışına yönelik ilave bir adım olduğunu söyleyebiliriz. AB’nin bu hedeflere öngörülebilir bir zamanda ulaşıp ulaşamayacağı konusunda ise soru işaretleri var.
Birleşik Avrupa mı, Bölünmüş Avrupa mı?
Stratejik Pusula’nın ikinci paragrafı bir iddia ile başlıyor: “Avrupa Birliği her zamankinden daha fazla birleşmiş durumda.” Bu iddiayı destekleyen birçok gelişme var. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali karşısında AB ülkeleri çok güçlü bir duruş sergilediler ve her geçen gün kapsamı genişleyen yaptırım paketlerini devreye soktular. Almanya ve İsveç başta olmak üzere birçok Üye Devlet savunma bütçelerini artırma kararı aldı. Başta Almanya olmak üzere birçok Üye Devlet aksi yöndeki politikalarını bir yana bırakıp Ukrayna’ya potansiyel olarak oyun değiştirici olabilecek ağır silahlar sevk etti. Üye Devletlerden İsveç ve Finlandiya ise uzun bir geçmişe dayanan bağlantısızlık politikalarını terkedip NATO’ya üyelik başvurusu yaptılar. Bunlar kısa süre öncesine kadar ihtimal dahilinde görülmeyecek önemli gelişmeler.
Öte yandan Rusya’nın Ukrayna’ya karşı başlattığı savaşın üzerinden henüz dört ay, yaptırımların yürürlüğe girmesinin üzerinden ise daha da kısa bir süre geçti. Rusya’nın bu yaptırımlara dayanıp dayanamayacağı bir yana, Avrupa’nın yaptırımların özellikle yükselen enerji fiyatları bağlamındaki sonuçlarına dayanıp dayanamayacağı konusundaki soru işaretleri şimdiden ortaya çıkmaya başladı. Savaşın ve yaptırımların yükü, AB içinde zaten var olan bir fay hattını yeniden belirginleştirdi. Başta Fransa olmak üzere Batı Avrupa ülkeleri savaşın Putin’e kendisini küçük düşürmeyecek onurlu bir çıkış sunulmasıyla (mümkünse bir an önce) bitirilmesi tezini dillendirmeye başlarken, başta Polonya olmak üzere Doğu Avrupa ve Baltık ülkeleri tam tersine Ukrayna’nın kesin zaferinden daha azına razı olunmasının yakın gelecekte yeni Rus saldırıları için davetiye çıkarmak anlamına geleceğini savunuyorlar. Bunun yanı sıra AB’den kısa süre önce ayrılmış İngiltere’nin de Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı bağlamında Batı Avrupa ülkelerinden ayrıştığını ve Doğu Avrupa ülkeleri ile yakın durduğunu da saptamak lazım. Biraz daha ileri gidecek olursak NATO içinde bir tarafta ABD, Birleşik Krallık ve Doğu Avrupa ülkeleri, öbür tarafta Batı Avrupa ülkeleri olmak üzere iki grubun ortaya çıktığını söyleyebiliriz.
Bir diğer konu ise kapasite meselesi. Evet özellikle Almanya, İsveç, Polonya gibi Üye Devletler savunma bütçelerini artırıyorlar ve Stratejik Pusula, Üye Devletlerin imkân ve kabiliyetlerinin daha da artırılmasını öngörüyor. Ancak Avrupa’nın güvenliğinin ABD liderliği olmadan sağlanmasının öngörülebilir bir zamanda gerçekleşeceğine ilişkin hiçbir belirti bulunmuyor. Tam tersine, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı Avrupa mimarisinin ne kadar kırılgan olduğunu ve AB’ye üye devletlerin güvenlikleri için ABD’ye duydukları ihtiyacı ortaya koydu. Böyle bir ortamda AB’nin stratejik otonomisi şimdilik iddialı bir vizyon olmanın ötesine geçmiyor. Zaten böyle olduğu için Stratejik Pusula’da savunma alanında daha güçlü bir AB’nin NATO’nun tamamlayıcısı olacağı belirtiliyor.
Gelelim böyle bir vizyonu taşıyacak liderlik meselesine. 2005-2021 yılları arasında Almanya Başbakanı olarak görev yapmış olan ve kariyerinin sonlarında artık Avrupa’da hemen herkesin liderlik beklediği ve bazılarının “odadaki son yetişkin” olarak bahsettiği Angela Merkel’in bıraktığı boşluk dolmuş değil. Herkes Merkel’den liderlik beklerken liderlik iddiasında bulunan ve özellikle Avrupa’nın stratejik otonomisi fikrinin lokomotifliğini üstlenen Fransa Cumhurbaşkanı Emanuel Macron ise partisinin geçen hafta gerçekleşen seçimlerde Fransız Parlamentosu’ndaki çoğunluğunu kaybetmesi ile birlikte enerjisinin ve siyasi sermayesinin çoğunu iç politikada kullanmak durumuyla karşı karşıya. Doğa boşluk affetmez ve belki de Merkel ve Macron’un bıraktıkları boşluğu dolduracak liderler ortaya çıkar, ancak henüz böyle bir durum yok.
Türkiye’nin Adı Yok
Peki Avrupa Birliği Stratejik Pusulası Türkiye ile ilgili ne söylüyor? Hiçbir şey! Belgede Türkiye kelimesi geçmiyor. NATO-AB stratejik iş birliğinin geliştirilmesinden bahsediliyor ancak bunun NATO üyesi ve AB adayı Türkiye’nin onayı ve katılımı olmadan nasıl gerçekleşeceği belli değil. ABD, Norveç, Kanada ve Birleşik Krallık gibi NATO üyesi olup da AB üyesi olmayan ülkelerle ikili ilişkilerin geliştirilmesinden bahsediliyor ancak aynı durumdaki Türkiye dışarıda bırakılıyor. Hatta ne NATO ne AB üyesi olan Japonya ile ikili ilişkilerin geliştirilmesinden bile bahsediliyor ama Türkiye’nin adı yok.
Bu durumda iğneyi kendimize çuvaldızı AB’ye batırmak gerekiyor. AB’nin Türkiye’yi tamamen dışarıda bırakarak geliştirdiği bir jeopolitik vizyon gerçekçi olmaktan çok uzaktır. Türkiye demokratik olarak gerilemiş ve AB’ye üyelik kriterlerinin çok gerisine düşmüş olabilir. Yine Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs Cumhuriyeti başta olmak üzere bazı Üye Devletlerle ikili sorunlar yaşıyor da olabilir. Ancak bu durum Stratejik Pusula’da ortaya koyulan vizyona Türkiye’nin yapabileceği katkıyı tamamen göz ardı etmeyi izah etmiyor. AB Balkanlar’da, Kafkasya’da, Ortadoğu’da, Doğu Akdeniz’de ve Orta Asya’da Türkiye’yi dışlayarak mı daha etkili olur, dahil ederek mi? AB Türkiye’nin üyelik süreci kapsamında dış politikasını kendisi ile uyumlulaştırmasını bekliyor. Peki AB tarafından dışlanan bir Türkiye mi bunu daha kolay yapar, dahil edilen bir Türkiye mi? Bu soruların cevaplarını herkes biliyor ancak oybirliği ile kabul edilmesi gereken bu türden belgeler bazen gerçekle uyumlu olmayan durumların ortaya çıkmasına neden olabiliyor.
Öte yandan bizim de artık Türkiye’nin ne kadar yalnızlaştığını görmemiz gerekiyor. Hamasete başvurup, devletimizin ve milletimizin âli menfaatlerini korumamızı çekemedikleri için bizi zayıflatmaya çalışıyorlar söylemi ile kendimizi avutabilir ve günü kurtarabiliriz. Ancak Türkiye’nin çıkarlarını korurken bir yandan da diplomatik olarak güçlü konumda olmak mümkündür ve Türkiye Cumhuriyeti’nin 100 yıla yaklaşan tarihi bunun örnekleri ile doludur. Kaldı ki yalnızlaşan bir Türkiye’nin uzun vadede çıkarlarını koruması da kolay olmayacaktır. Gerek AB’nin gerekse Türkiye’nin daha gerçekçi bir yaklaşım sergilemelerinin zamanı geldi geçiyor.

ÖZGÜR ÜNLÜHİSARCIKLI
