Bir Ülkenin Korona Virüsüne Direncini Belirleyen Şey
Yürütmeye yetki devrederken de toplumun kaderini belirleyecek en önemli yegâne araç güvendir. Bir demokraside en az bir diktatörlükte olduğu kadar vatandaşlar yürütmenin ne yaptıklarını bildiğine inanmak zorunda. Maalesef güven bugün Amerika’da tam da eksik olan şey.
Bugün dünyayı kasıp kavuran korona virüsü pandemisi Ocak ayında Çin’i kapsadığında, birçok kişi Çin’in otoriter sisteminin durumun ciddiyetiyle ilgili bilgi akışını engellediğini savunuyordu. Durumu erkenden duyurduğu için cezalandırıldıktan sonra hastalıktan ölen hekim Li Wenliang örneği, otoriter işlevsizliğin bir sembolü olarak görüldü.
Demokratik hükümetlerin durumu da güllük gülistanlık değil artık. Avrupa Çin’e kıyasla daha büyük bir hastalık yüküyle karşı karşıya; sadece İtalya’da açıklanan resmî ölü sayısı Çin’i geçti ki, İtalya nüfusu Çin’in yirmide biri. Birçok demokratik liderin de ister ekonominin yara almasını önlemek isterse kişisel çıkarları için olsun, salgının tehlikelerini hafif göstermeye yönelik benzer baskılar hissettiği ortaya çıktı. Bu sadece Brezilya’da Jair Bolsonaro veya Meksika’da Lopez Obrador için değil, aynı zamanda Mart’ın ortalarına kadar ABD’nin hastalığı kontrol altına aldığı ve salgının kısa sürede bitirileceğini söyleyen Başkan Donald Trump için de geçerli. Bu da, ABD’nin salgına hazırlanmada neden iki ay kaybedip test kiti ve tıbbi malzeme yetersizlikleri yaşadığını açıklıyor. Bu sırada Çin ise yeni vakaların bitmeye yakın olduğunu bildiriyor. Haberlere bakılırsa Britanya’daki Çinli öğrenciler Boris Johnson hükümetinin benimsediği gevşek yaklaşım karşısında hayrete düşmüş.
Krizler, Yetkinlik ve Muhakeme
Pandemi durulduğunda basit ikilikleri bir kenara atmak zorunda kalacağımızı düşünüyorum. Krize etkili müdahalede temel ayrım otokrasiler ile demokrasiler arasında olmayacak. Bunun yerine bazı otokrasiler yüksek performans gösterirken, bazıları felâket sonuçlar yaşayacak. Demokrasiler arasında da benzer ama muhtemelen daha küçük farklılıklar görülecek. Performansı belirleyen hayati etmen rejim tipi değil, devlet kapasitesi ve her şeyden önce hükümete duyulan güven olacak.
Tüm politik sistemler, özellikle kriz zamanlarında yürütme organlarına takdir yetkisi vermek zorunda. Önceden konan hiçbir kanun veya kural dizisi ülkelerin karşılaşacağı tüm yeni ve hızla değişen durumları öngöremez. Baştaki insanların yetkinlik ve muhakemesi sonuçların iyi veya kötü olacağını belirler.
Yürütmeye yetki devrederken de toplumun kaderini belirleyecek en önemli yegâne araç güvendir. Bir demokraside en az bir diktatörlükte olduğu kadar vatandaşlar yürütmenin ne yaptıklarını bildiğine inanmak zorunda. Maalesef güven bugün Amerika’da tam da eksik olan şey.
Liberal demokrasilerin halkın tercihlerine ve hukuki prosedürlere saygı göstermek zorunda oldukları için doğaları gereği zayıf hükümetlere sahip olduğu yaygın bir yanlış kanı. Tüm modern devletler güçlü yürütme erkleri geliştirdi, çünkü hiçbir toplum başka türlü ayakta kalamaz.. Gerektiğinde toplumu koruyup kamu düzenini sağlayarak temel kamu hizmetlerini sunmak için gücü toplayıp sevk edebilen güçlü, etkili modern devletlere ihtiyaç duyarlar.
Liberal bir demokrasiyi otoriter bir rejimden ayıran; devlet gücünü sınırlayıcı kurumlarla (hukukun üstünlüğü ve demokratik şeffaflık) arasında denge kurmasıdır. Birincil iktidar kurumu olan yürütme ile temel sınırlayıcı kurumlar olan mahkemeler ve yasama arasındaki tam denge noktası demokrasiden demokrasiye ve zamana göre değişiklik gösterir.
ABD ve Yürütmedeki Enerji
Bu durum devlet gücünün merkezileşmesine karşı yoğun güvensizlik ve kutsallaştırılmış hukuk ve demokrasi doğuran siyasi kültürüne rağmen ABD’de de en az diğer demokrasilerde olduğu kadar geçerli. ABD Anayasası Kondeferasyon Maddelerinin zayıflığı bağlamında yazıldı. ‘Federalist No. 70’teki ifadesiyle “yürütmedeki enerjinin” yılmaz savunucusu Alexander Hamilton yürütme erki üzerinde güçlü hukuki ve demokratik kısıtlamalar olması gerektiğini tam olarak anlamıştı. Ama Hamilton, [Anayasa] Mahkemesi veya Kongre’nin ulusal tehlike zamanlarında kararlı hareket edemeyeceğini de savunuyordu. Bu tehlikeler savaş veya iç isyan yahut şimdi karşı karşıya olduğumuz küresel pandemi gibi yeni sebeplerden doğacaktı. Yürütmeye verilecek yetkinin türü şartlara bağlı olacaktı; barış zamanı uygun olan, savaş veya kriz zamanında geçerli olmak zorunda değildi.
Ve böylece Anayasa II. Madde’de Kuruluş’tan bu yana yüzyıllar içerisinde güç ve yetkileri genişleyen bir yürütme erki kurdu. Bu büyüme güçlü yürütme tedbirleri gerektiren İç Savaş, iki Dünya Savaşı, 1908, 1929 ve 2008 mali krizleri gibi acil durumlardan kaynaklandı. İç Savaş sırasında Abraham Lincoln, o dönemde Birlik’te 20 milyondan az insan olmasına rağmen bir milyon kişilik bir ordu topladı. Avrupa’daki savaşa sevkiyat yapması gereken Amerikalı demiryolu şirketleri umutsuzca homurdandığında, Woodrow Wilson bunları kamulaştırarak devlet teşebbüslerine dönüştürdü. Franklin D. Roosevelt, İkinci Dünya Savaşı sırasında daha da büyük bir savaş çabasına girişti ve Kiralama anlaşmalarını müzakere ederken Kongre’yi devre dışı bıraktı. 2008 finans krizi sırasında Merkez Bankası’na çok düşük düzeyde Kongre denetimiyle benzeri görülmemiş yetkiler verilerek sistemsel öneme sahip finans kurumlarını (birkaç yabancı kurum dahil) kurtarmak için yüz milyarlarca dolar tahsis etti.
Dolayısıyla, ABD gerektiğinde büyük ölçeklerde devlet gücü üretebildi. Latin Amerika’da parlamentolar çoğu zaman başkanlara olağanüstü yetkiler devrettiğinde bunlar da yetkilerini bırakmayıp diktatör oldu. Bugün Macaristan ve Filipinler’de de benzer iktidar gasplarını görüyoruz. Aksine ABD olağanüstü şartlar geçtiğinde, gücü topluma geri verme eğiliminde olmuştur. 1865, 1918 ve 1945’te ordular hızla terhis edilirken Wilson birkaç yıl sonra demiryolu firmalarını tekrar özelleştirdi. 11 Eylül’den sonra yürütme organına verilen yetkiler kademeli olarak geri alındı.
Dolayısıyla Amerika başlangıçta yavaş hareket edebilir ama hızını aldığında Çin dahil çoğu otoriter hükümetin kapasitesiyle yarışabilir. Gerçekten de ABD’de iktidar demokratik meşruiyete sahip olduğu için, uzun vadede bir diktatörlüğün otoritesinden daha kalıcı olduğu savunulabilir. Bunların yanında hükümet vatandaşlardan ve sivil toplumdan fikir ve bilgi alabilir ama Çin alamaz. Ve ABD federalizmi otoriteyi bölüştürdüğü için 50 eyalet yeni fikirler için birer laboratuvar görevi görür. New York ve California valileri pandemide takılıp kalan federal hükümetten daha hızlı ve kararlı hareket etme iradesi gösterdi.
ABD’de Büyüyen Güvensizlik Sorunu
Demokrasi hızlı hareket eden tehditlerle başa çıkması için yürütmeye olağanüstü yetkiler verir. Ancak yetkiyi devretme isteği ve yetkinin etkili kullanımı her şeyden önce yürütmenin bu yetkileri makul ve etkili bir şekilde kullanacağına duyulan güvene bağlıdır. Şu an bu konuda ABD’nin büyük bir sorunu var.
Güven iki temel üzerine kurulur. Birincisi vatandaşlar hükümetlerinin en iyi kararları alacak uzmanlık, teknik bilgi, kapasite ve tarafsızlığa sahip olduğuna inanmalı. Kapasite basitçe yerel itfaiyeci, polis ve sağlık personelinden karantina ve firma kurtarma gibi konularda üst düzey kararlar alan hükümet yöneticilerine kadar hükümetin verilen görevleri yapmak için gerekli doğru eğitim ve becerilere sahip yeterli insan sayısına sahip olmasıyla ilgili. ABD Merkez Bankası’na (Fed) 2008’de fazlasıyla güveniliyordu. Başkanı Ben Bernanke, Büyük Buhran’ı derinlemesine çalışmış eski bir akademisyendi; Fed dost ve yandaşlara iyilik olsun diye siyaseten atanmışlardan ziyade, profesyonel iktisatçılardan oluşuyordu.
İkinci temel ise hiyerarşinin en tepesine, ABD sisteminde başkana duyulan güvendir. Lincoln, Wilson ve Roosevelt ilgili krizler sırasında yüksek güven oranlarına sahipti. Savaş dönemi başkanları olarak bu üçlü ulusal mücadeleyi kendi şahıslarında sembolleştirmeyi başardı. Gerorge W. Bush da 11 Eylül sonrasında ilk başta böyle bir başarıya sahipti ama Irak işgali kötüye gidince vatandaşlar Vatanseverlik Yasası gibi kanunlarla ona devredilen yetkileri sorgulamaya başladı.
Amerika bugün bir siyasi güven kriziyle karşı karşıya. Trump’ın tabanı, ne olursa olsun onu destekleyecek olan nüfusun yüzde 35-40’ına son dört yılda “derin devlet” ile ilgili komplo teorileriyle sunuldu ve başkanı aktif olarak desteklemeyen uzmanlığa güvenmemeleri gerektiği öğretildi.
Başkan Trump düşman gördüğü kuruluşların itibarını zedelemeye devam ediyor. Bunlar arasında istihbarat birimleri, Adalet Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Ulusal Güvenlik Konseyi, hatta Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresi bulunuyor. Yüksek sorumluluk makamlarının ya vekillere ve büro başkanlarına ya da Milli İstihbarat Müdür Vekili Richard Grenell gibi başkanın siyasi dostlarına bırakılmasıyla birlikte birçok idari kurum son yıllarda giderek artan bir oranda kariyer memuru kaybetti. 29 yaşındaki bir yandaşın federal kurumlarda temizlik yapmasıyla, yönetim liyakatin önüne kişisel sadakati koymuş oldu. Trump kendisine halkın önünde karşı çıkan, oldukça güvenilen Ulusal Alerji ve Bulaşıcı Hastalıklar Kurumu Müdürü Anthony Fauci’yi kenara çekecek gibi görünüyor.
Tüm bunlar ikinci temeldeki, başkan ve yakın çevresine duyulan güvendeki zorluğun derecesini vurguluyor. Donald Trump üç buçuk yıllık başkanlık döneminde hiçbir zaman halkın kendisine oy vermemiş yarısından fazlasına el uzatmadı. Güven inşa etmenin basit adımlarını bile atmadı. Yakın zamanda bir gazeteci kendisine başka herhangi bir liderin gole çevirebileceği pas mahiyetindeki bir soru olan “korkan Amerikalılara ne söyleyeceği” sorusunu sorduğunda, soruya ve gazeteciye karşı nutuk attı.
Trump’ın COVID-19 pandemisini ciddiye almadaki tereddüdü yüzünden birçok muhafazakâr, bir krizde olduğumuzu bile inkâr ederek, virüs etrafında oluşturulan panik havasının Demokratların Trump’ın başkanlığını elinden alma planının bir sonucu olduğunda ısrar ettiler. Trump da kısa bir süreliğine kendisini “savaş zamanı” başkanı olarak öne sürdükten sonra ülkeyi Paskalya bayramına kadar yeniden açmak istediğini duyurdu. Bu tarihin epidemiyolojik bir gerekçeyle değil, kiliselerin dolması için “güzel” bir tarih olacağı için seçildiğini kabul etti. Belki de yeniden başlayacak mitingleri etrafında oluşturacağı ulusal şükran günü merasimi ve bunun yeniden seçilme şansını nasıl etkileyeceğini düşünüyor.
Trump ve yönetiminin neden olduğu derin güvensizlik ile destekçileri arasında yarattıkları devlete güvenmeme duygusu politika için feci sonuçlar doğuracak. Demokratlar, Cuma günü geçen 2 trilyon dolarlık rahatlatma paketindeki firma kurtarmada kullanılacak fon için şeffaflık gereklilikleri konusunda ısrarcı oldu. Bunu imzalayan Trump yönetimi bu hükme bağlı kalmayacağını belirtti. Tıpkı azil duruşmalarına Kongre denetimini reddettikleri gibi. Bu da dardaki işletmelere veya kötü etkilenen bölgelere yardım etmek için gelecekte kullanılacak olağanüstü yetkilerin şüpheli olacağını ve şimdiye kadar yandaşlarını ödüllendirmekten hayli memnun olan bir yönetimin kayırmacılıkla suçlanacağını kesin hâle getiriyor.
Günün sonunda diktatörlüklerin mi, yoksa demokrasilerin mi bir pandemiden daha iyi kurtulacağı konusunda geniş sonuçlar çıkarabileceğimize inanmıyorum. ABD o kadar iyi hareket edemese bile Güney Kore ve Almanya gibi demokrasiler şimdiye kadar krizle mücadelede görece başarılı oldu. Nihayetinde önemli olan rejim tipi değil, vatandaşların liderlerine güvenip güvenmediği ve bu liderlerin yetkin ve etkili bir devlet idare edip etmediğidir. Bu bağlamda da Amerika’nın derinleşen kutuplaşması iyimserliğe pek neden bırakmıyor.
Bu yazı 30 Mart 2020 tarihinde The Atlantic sitesinde yayımlanmış olup, Mustafa Kaymaz tarafından Perspektif için çevrilmiştir. Yazının orijinal linki için burayı tıklayınız.
En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.