CHP’de Sosyal Demokrat Kimlikle Merkez Kimliğin Eşgüdümü

Kemal Kılıçdaroğlu’yla birlikte CHP’de Halkçı Popülizm’den değişim adına önce aktivist sosyal demokrat kimlik inşasına, ardından ise uysal merkez parti kimliğine gel-gitler yaşanmıştır. Aktivist sosyal demokrat kimlik partinin hayali, uysal merkez kimliği ise Türkiye’de siyasetin gerçeğidir.

CHP’de Sosyal Demokrat Kimlikle Merkez Kimliğin Eşgüdümü

Uygarlığın bugünü ve geleceğinin bir virüsle tehdit altında olduğu bu konjonktürde, genelde siyaset, özelde Türkiye parti siyasetiyle ilgili bir konuda yazı yazmak zor. Üstelik, gerekli olup olmadığı da ayrı bir tartışma konusu. Buna rağmen, deneyimlediğimiz olguların çoğunun yolu bir şekilde siyasetten geçtiği için, bu çabalara da devam etmek gerekiyor.

 

Bu yazıda yaptıkları ve yap(a)madıklarıyla siyaset gündeminden hiç düşmeyen CHP’deki değişim sürecine dair bir değerlendirme yapmak istiyoruz. Özellikle son yerel seçimlerle başlayan süreçte çoğu büyük kentlerde ittifakların katkısıyla da göstermiş olduğu seçim başarısı, ardından Koronavirüsü salgınının yol açtığı tahribatı tüm boyutlarıyla hafifletmeye yönelik CHP’li belediyelerin proaktif politikaları, kamuoyunda, sloganın mucidi AK Parti olsa da, ironik biçimde “Yaparsa CHP’li Belediyeler Yapar” gibi partiye dair pozitif bir algının güçlenmesine zemin hazırlamıştır. Söz konusu algı değişikliği, CHP’de son yıllarda bir taktik ve stratejinin ötesinde bir zihniyet inşası olarak hayata geçirilmeye çalışılan kimlik değişimi çabalarının tezahürüdür.

 

CHP Tarihindeki Temel Kırılmalar

 

CHP tarihi, Türkiye parti siyasetinde sosyal demokrat ideolojideki araçsal/refleksif ve amaçsal kırılmaların tarihidir ve bu kırılmalar ulusal ve uluslararası gelişmelerden ve lider, aktör ve parti yönetici kadrolarının siyaseti okuma biçimlerinden bağımsız olarak düşünülemez. CHP tarihindeki ideolojik kırılmalar 1960, 1970 ve 1990’ların ikinci yarısı ile 2010 sonrası Kılıçdaroğlu dönemine denk düşmektedir. Partinin kuruluş yıllarındaki ideolojik pozisyonu bir devlet partisi olarak kimi uygulamaları ve yöntemi otoriter, misyonu ise nihai olarak demokratik bir hedefe yönelikti.

 

Parti, önce devleti ve toplumu kuşatıcı kimliğiyle sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış bir ulus yaratma hedefine yönelmiş, devleti yöneten siyasi aygıt olarak kuruluşundan ülkeyi çok partili, rekabetçi siyasete açtığı 1945’e kadar kimliğinde sola içkin tahayyül ve pratikler yer almamıştır. Burada bir parantez açarak, modernleşme ve ulusal kurtuluş hareketi sürecindeki öncü rolünü hariç tutmak gerekir.

 

CHP’deki kimlik kırılmaları, kuruluşundan bugüne, ana gövdeden topyekûn bir kopma şeklinde hiç yaşanmamakla birlikte, kırılmaların şiddeti her kırılma anlarında farklı şiddette ve gerekçelerle açığa çıkmış ve temellerinde belirli sosyo-ekonomik ve politik tetikleyicileri barındırmıştır.

 

Ecevit ve Ortanın Solu

 

1960’lardaki “Ortanın Solu” daha ziyade güçlenen Adalet Partisi öncülüğündeki sağa karşı pragmatik bir refleks iken, bu bile parti içinde bölünmeye yol açarak Kemalist refleks temelli Güven Partisi’ni doğurmuştur. Ecevit’in 1972’de Genel Başkan seçilmesinin ardından işleyen süreçte Ortanın Solu deyimi yerine Demokratik Sol’u partinin ideolojisi olarak dillendirmesi süratle yeni bir Kemalist refleksle partide bir başka bölünmeyle Cumhuriyetçi Parti oluşumuna yol açmıştır. Her iki parti, aslında CHP’nin sol siyaset tahayyülüne karşı ideolojik bir çıkışın ürünü olduğu kadar, iktisadi reflekslerin de ürünüydü.

 

Parti’nin önce 1974’teki XXII. Kurultay’ında tüzükte değişiklik yapılarak demokratik sol bir parti olduğunun açıklanması, ardından Kasım 1976’daki XXIII. Kurultay’ında demokrat sol parti olduğunun parti programıyla ilan edilmesi partinin kimliğindeki keskin ideolojik kırılmalardı. Bunlar; Türkiye’nin yaşadığı sosyo-ekonomik değişimi yeni bir okuma ve temsil gayreti, bu değişime yanıt veren politikalar üretme gerekliliğinin sonucuydu. Sanayileşme, köyden kente göç olgusu, emeğin kitle üretiminde yaygınlaşmasıyla köylü toplumdan yarı-kentli topluma doğru evrimleşmesine CHP’nin bulduğu çözüm bu anlamda ideolojik ve sınıfsal bir temsildi. Bu arayış partiyi 1970’lerin ikinci yarısında yüzde 40’ın üzerinde oy desteğine taşıdı.

 

12 Eylül darbesinin ardından Demokrat Sol geleneği canlandırma adına yaşanan partileşme hareketleri içinde temsil kabiliyeti en güçlü parti SHP olsa da, CHP’nin yeniden açılması ve ardından SHP-CHP birleşmesiyle bu cenahta CHP, Demokratik Sol Parti bir yana bırakıldığında tek başına kalmıştır. DSP lideri Ecevit’in partisini ısrarla sosyal demokrasiden ayrıştırma gerekçesi toplumun sosyolojik yapısı ve CHP’deki hizipçi yapıyla ilgili olsa da, DSP bu cenahta 1999 seçimlerinde Sartori’nin kavramsallaştırdığı “Flaş parti” olması dışında pek varlık gösteremedi.

 

Baykal ve Halkçı Popülizm

 

90’ların sonunda Türkiye parti siyasetinde kendisini sosyal demokrat parti olarak tanımlayıp, kitlesel desteği olan tek parti Baykal’ın CHP’si idi. CHP Baykal’ın liderliğinde, partinin terminolojisinde sosyal demokrasiyi barındıran, ilke ve politikalarının programatik temsilinde İngiliz İşçi Partisi’nden ödünç alınan “Yeni” ekiyle Halkçı Popülist Yeni Sol bir parti şeklinde var oldu. Bu kimlik değişimiyle tabandaki eski CHP nostaljisi Yeni Sol’la harmanlanıp, gelenekle geleceğe taşınmak istense de, bu arayış ne yeniye ne de yenilenmeye karşılık gelen salt pragmatik bir yönelimdi. Nitekim bu çerçevede partinin ideolojik kimliği Anadolu Solu ile İngilizlerin Yeni Solu arasında gidip gelen halkçı, popülist, Kemalist tabanı küstürmemeye özen gösteren bir sarkaç olarak tasvir edilebilir.

 

1990’ların ikinci yarısından itibaren güçlenen İslami eğilimlerin, etnik kimliklerin ve yoksulların, Refah Partisi başta olmak üzere farklı partilerde temsiline karşı Baykal’ın CHP’si kendi sosyolojik tabanını küstürmeme adına, partide bu kesimlerin bir kısmının dahi özgürlükler, çoğulculuk temelinde temsiline mesafeli yaklaşmış, temsiliyet ilişkisinin sosyo-ekonomik dinamiklerini okumaktan ve bu yükselişe özgürlükçü bir kimlikle temsil kanalı olmaktan ziyade, meseleye rejimin geleceği temelinde yaklaşmıştır. Hâl böyle olunca, bu kitle kendilerini uhrevi/ dünyevi, kimlikler temelinde en fazla temsil ettiklerine inandırılan hareketlerin partilerine yöneldi. Sözünü ettiğimiz bu temsiliyet açığı nedeniyle ideolojik kimliğini Halkçı Popülizm’le daraltan Baykal’ın CHP’si, girdiği her seçimde ancak 5 seçmenden birinin oyunu alabiliyordu.

 

Kılıçdaroğlu ve Sosyal Demokrasi

 

CHP’de Baykal’ın ardından genel başkanlığa seçilen Kemal Kılıçdaroğlu’yla birlikte CHP’de Halkçı Popülizm’den değişim adına bir aksiyon mühendisliği tekniğiyle önce aktivist sosyal demokrat kimlik inşasına, ardından ise uysal merkez parti kimliğine gel-gitler yaşanmıştır. Burada sözünü ettiğimiz aktivist sosyal demokrat kimlik partinin hayali, uysal merkez kimliği ise Türkiye’de siyasetin gerçeğidir. Kılıçdaroğlu bir lider olarak partinin örgüt yapısını tanıdıkça aktivist sosyal demokrat kimliğe, seçmen sosyolojisini tanıdıkça ise uysal merkeze yaklaşma gibi pragmatik bir gerçekle karşı karşıya kalmıştır.

 

Kılıçdaroğlu’nun 10 yıla varan liderliğinde parti üst yönetimi ve merkez teşkilatından yerel teşkilatlara, sosyal demokrat ağırlıklı profesyonel politikacılar ağır basarken, bu profesyoneller ideolojik olarak türdeş olmayıp, içlerinde sosyal demokrat, sol liberal ve Kemalist-Ulusalcı şeklinde çoğulculaşmış durumdadır. Bu ideolojik çoğulculuk Kılıçdaroğlu’nun adeta bir orkestra şefini andıran yönetimiyle bir arada var olabilmektedir. Bu birliktelikte Kılıçdaroğlu’nun parti içi dengeleri kurup, yönetebilmesi kadar, çoğulculuğun birleştirici gücü AK Parti karşıtlığı ve liderin delege üzerindeki hâkimiyetidir.

 

Batı örneklerinde sosyal demokrasi ve partilerinin bugün gelip yerleştikleri çizgi, piyasayı, kimlikleri dışlamadan, sınıf olgusunu yok saymadan, toplumsal değişimi birbirlerini çapraz kesen sosyal bölünmeleri veri alıp okumaları, dayanışmacı, özgürlükçü bir siyaset tahayyülünü rehber almalarıdır. Bu rehberlik zamanın ruhuna uygun olarak kendi içinde aktivist sosyal demokrat kimliği de, uysal merkeze içkin kültürel değerlere, kimliklere saygıyı, temsili de barındırmaktadır. Tabii ki sosyal demokrasinin evrensel ilkelerinin yol göstericiliğinde. Bu yaklaşım bir parti kimliğinde radikal bir dönüşüm yerine, ısrarcı bir değişime karşılık gelmektedir. Son yıllarda CHP’de bu değişime politika önermeleri ve özellikle yerel yönetimlerdeki uygulamalarıyla ziyadesiyle tanık olunuyor. 

 

Merkez Kimliğe Yöneliş

 

Kılıçdaroğlu ve ekibi dünya ile Türkiye’nin sosyo-ekonomik ve politik gidişatını veri alarak, başlangıçtaki aktivist sosyal demokrat kimlikle bir dönüşüm inşası yerine, uysal merkez kimlikten güç alarak, çoğu partinin yaptığı gibi herkesi kapmaya çalışan parti (catch-all party) kimliğini tercih etti. Yeri geldiğinde, Adalet Yürüyüşü, insan hakları, özgürlük taleplerinin yüksek sesle dillendirilmesi örneğinde görüldüğü gibi, aktivist kimliğine bürünürken, yeri geldiğinde, Cumhurbaşkanlığı ve yerel seçim süreçlerindeki tercihlerinde gözlendiği üzere, milliyetçi ya da muhafazakâr aktörlerin Cumhurbaşkanlığı ya da belediye başkanlığı adaylıklarına soğuk bakmamış, hatta kimileri aday yapılmıştır.

 

Son yerel seçimde CHP’nin başarısı sosyal demokrat özüne eklemlediği, hatta harmanladığı uysal merkez kimlikle yakından ilintilidir. Partinin tavanından tabanına kimi profesyonel CHP’li siyasetçilerden bu değişim stratejisine sert eleştiriler gelmesine, bu kesimler tarafından partide ideolojik dönüşüm talebi dillendirilmesine rağmen, Kılıçdaroğlu seçim kazanmak için dönüşüm yerine değişimi tercih etmekte ve göreceli olarak başarılı olmaktadır.

 

CHP son dönemdeki genel ve yerel seçimlere yönelik seçim beyannamelerinde toplum, ekonomi ve siyasete dair politika önermeleriyle Türkiye’nin temel sorunlarına yaklaşım ve geliştirdiği çözüm önerileriyle, özellikle sosyal devletin inşasına yönelik projeleriyle tipik bir sosyal demokrat partinin tahayyülleriyle de bire bir örtüşen adımlar atmaktadır.

 

Diğer yandan, aday belirleme yöntemlerinde geliştirmiş olduğu ön seçim uygulaması (üye yerine delegelerle yapılan önseçime yönelik eleştirilerimiz saklı kalmak koşuluyla), demokratik süreçlerin işletilmesi anlamında önemlidir. Burada parti içi süreçlerin işletilmesiyle ilgili getirilebilecek temel eleştiri; Genel Başkan ve parti üst yönetiminin seçiminde üye yerine delegelerin seçimini tercih eden sistemdir. Son tahlilde bu aktörlerin seçiminin tabandan seçilmiş delegelerle yapılmış olmasına rağmen, demokratik meşruiyet açısından Genel Başkan ve üst yönetim seçiminin ideal bir yöntemle yapılmadığı söylenebilir. Hâl böyle olunca, partinin yönetici elitlerinin belirlenme sürecindeki kapsayıcılık zayıf kalmakta, delegeyi kontrol eden adayların siyasi pozisyonlara seçilmeleri zahmetsiz olmaktadır. CHP’de bu süreçlerin yönetiminde de değişim bu anlamda gerekli ve önemlidir. Mart sonunda yapılması planlanan, fakat olağanüstü koşullar nedeniyle ertelenen CHP Kurultayı’na yönelik parti içi ve dışından gelen temel eleştirilerden biri, demokratik süreçlerin sosyal demokrat bir partiye içkin işletilmediği yönündedir. Eleştiri sahiplerinin bu görüşüne hak vermemek mümkün değil.

 

Değişim mi, Dönüşüm mü?

 

Bugün gelinen noktada, Kılıçdaroğlu liderliğindeki CHP tercihini dönüşüm yerine, değişim yönünde kullanmaktadır. Yegâne amacı seçim kazanmak olan bir partinin Türkiye’nin veri sosyolojik yapısı, kültürel haritası ve ekonomik koşullarında bu tercihi anlaşılabilir. Anlaşılamayan ise; mirasını üstlendiği CHP ile karşılaştırıldığında toplumun çok farklı kesimleriyle organik bir bağ kurmakta zorlanmasıdır. Bunda CHP’ye dair toplumdaki hâkim olumsuz algının payı yüksek olsa da, bu algıyı kırabilecek kadrolar da nitelik ve nicelik itibarıyla yetersizdir.

 

Kılıçdaroğlu’nun politik orkestra şefliğinde parti içindeki ideolojik çoğulculuğu harmonize ederek, seçim kazanma mesaisine odaklanan partinin önümüzdeki süreçte topluma dokunacak donanımlı aktörlerle mesaisine devam etmesi, sosyal demokrasinin temel evrensel değerleriyle, toplumun merkezcil değerlerini buluşturması, son yerel seçimlerde olduğu gibi, genel seçimde de yeni ittifaklar koşuluyla seçim kazanan partiye dönüşmesi olasıdır.

En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.