Dijital Platformlar Haberciliği Nasıl Dönüştürüyor?
Perspektif, YouTube’un kuruluş yıldönümünde medyanın değişen yüzünü, dijitalin gazetecilere ve haber tüketicilerine neler vadettiğini, Prof. Dr. Hediyetullah Aydeniz, gazeteci Kaya Heyse ve dijital yayıncı İsmail Halis’le konuştu.

Video paylaşım sitesi YouTube bundan tam 20 yıl önce PayPal çalışanı üç girişimci tarafından kuruldu. Şimdilerde dünyada hemen herkesin bildiği, milyonlarca kişinin içerik ürettiği, çok daha fazlasının günlük olarak ziyaret ettiği bir eğlence imparatorluğu. Haberciler ve haber tüketicileri de bu mecrayı kullanıyor. YouTube, “eğlence”nin yanında yeni medyanın ve yeni tarz haberciliğin de taşıyıcı kolonlarından biri.
Perspektif, YouTube’un kuruluş yıldönümünde medyanın değişen yüzünü, dijitalin gazetecilere ve haber tüketicilerine neler vadettiğini Prof. Dr. Hediyetullah Aydeniz, gazeteci Kaya Heyse ve dijital yayıncı İsmail Halis’le konuştu.

Prof. Dr. Hediyetullah Aydeniz – Akademisyen
Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hediyetullah Aydeniz, dijitalleşme etrafındaki tartışmaların ve buna ilişkin kavramsallaştırmaların netleştirilmesinin önemli bir ihtiyaç olduğunu vurguluyor. “Yeni medya” kavramının yaygın kullanımı 1990’lı yıllara denk gelse de isimlendirme olarak medya ve iletişim teknolojilerinin habercilik ve diğer yayıncılık pratiklerine yansımalarına paralel olarak 1960’lara uzanan bir geçmişi olduğuna dikkat çekiyor. Aydeniz, YouTube özelindeki tartışmaların odağındaki ana zemin olan görsellik ve görüntülü yayıncılık ile ilgili tartışmaların da benzer şekilde yarım yüzyılı aşan bir geçmişe sahip olduğunu belirtiyor ve “Bu konuda süreç analizi ile tarihsel perspektifin göz ardı edilmemesinde fayda var. Eğlence ve habercilik konusu da benzer şekilde sadece bugünün konusu değil. Her türlü içeriği bir gösteri malzemesine dönüştürdüğü, eğlencenin de bir üst ideoloji olarak tüm yayıncılık faaliyetlerini belirlediği konusunda televizyona getirilen çok sert eleştirilerin varlığı hatırlandığında, yeni dijital platformlar etrafındaki tartışmaların biricik olmadığı rahatlıkla söylenebilir” diyor.
“Yapısal Bir Dönüşümle Karşı Karşıyayız”
Aydeniz’e göre sadece habercilik sektörü ile sınırlı olmayan, dijitalleşme ile kurumsal habercilik sektörünün krize girdiği, alışılagelen iş pratikleri ile işlemez hale gelmeye başladığı, yerleşik mesleki normların, iş pratiklerinin ve kullanım alışkanlıklarının değiştiği yepyeni bir süreç karşısında yapısal bir dönüşümle karşı karşıyayız. Bunu sadece bir habercilik dönüşümü veya teknolojik gelişimin getirdiği imkânların yeni iletişim dili olarak görmemek gerektiğini, küresel ölçekte her türlü ham veriye erişimin olduğu bir ortamda kaliteli habercilik ve yorum ihtiyacının her zamankinden daha fazla kendini hissettirdiğini belirten Aydeniz, yereli ve mikro hayat alanlarını yok sayan değil tam tersine küresel olan akışta nitelikli yerel ve bölgesel habercilik arayışlarının ve pratiklerinin daha fazla değer kazanacağına ilişkin bir ümidi ve beklentisi olduğunu ifade ediyor.
“Tüketicinin Güvencesiz Hali”
Habercilik açısından dört ana temelde çözüm arayışlarının olduğunu vurgulayan Aydeniz, bunların iş modeli, içerik üretimi ve anlatım biçimleri tasarımı ve süreç yönetimi olduğunu belirtiyor. Bu arayışlar bağlamında en büyük sorun ve YouTube benzeri sosyal medya platformlarının vadetmediği şeyin ise bu şirketlerin hukuki ve mesleki konumları olduğunun altını çiziyor. Aydeniz, sosyal medya platformlarının da sahibi olan ama haber kuruluşu olmayan dev teknoloji şirketlerinin, “topluluk kuralları” gerekçesi ile haber alma hakkını, enformasyona erişim hakkını, ifade hürriyetini keyfi uygulamalarla engellemelerine yönelik bir güvencesizlik hali ile kullanıcılarını karşı karşıya bıraktıklarını belirtiyor.
Bir kamera, bir mikrofon bir de internet paketi edinebilen herkes gazetecilik yapabilir mi?
Aydeniz bu soruya şu yanıtı veriyor: “Gazetecinin sistem içindeki konumu, hakları ve sorumlulukları, gazeteciliğin bir meslek olarak kabul edilmesi ve tanımlanması ile ifade edilebilir. Alanı bir meslek olmaktan çıkaracak şekilde milyonlarca internet kullanıcısını benzeri bir hizmeti vermeye yönelten teknik bir imkân oluştu. Bir kamera, bir mikrofon ile bir internet paketi ile gazetecilik yapılabilir ancak mesleki konumlandırma; haklar ve sorumlulukları, mesleki sınırların belirsizliği ile yeniden yapılandırılıyor.”
“Küre Ölçeğinde Bir Sürece İhtiyaç Var”
Dijitalde yapılan habercilikte “gazeteciliğin evrensel kurallarının” silikleştiğine yönelik eleştirileri değerlendirmesini istediğimiz Aydeniz bu soruya detaylı bir yanıt veriyor:
“‘Haberciliğin evrensel kuralları’ çok genelleyici, perdeleyici ve mesleğin mistifakasyonunu da sağlayan bir söylem olarak kullanılmaya müsait. Habercilik mesleğinin evrensel kuralları yoktur, habercilik mesleğinin var olan siyasal-toplumsal sistemlerin de bir parçası olarak bir dünya görüşü etrafında şekillenen yaklaşımları ve bunlardan neşet eden mesleki kurallarından söz edilebilir. Hem olan hem de olması gereken boyutuyla medyanın siyasal-toplumsal düzen içindeki konumu ve işleyişini ortaya koyan yaklaşımlar, medya etiği ve medya-ahlak ilişkisini de tartışmamıza imkân vermektedir. Türkiye’nin de içinde bulunduğu ve kendini konumlandırdığı demokratik bir siyasal sistemin medya düzeninin esasını liberal anlayış oluşturur. Liberal anlayışın faşizmi de doğuran bir etken olduğu gerçeği ile yüzleşildikten sonra, 1945 BM düzeni sonrasında özgür olduğu kadar sorumluluğu öne çıkaran medya yaklaşımı hayata geçirilmeye çalışıldı. Bu aslında bir sistemik restorasyon idi. Kamu yararı, kamunun bilme hakkı, haber-yorum ayrımının netleştirilerek verilmesi, sadece gerçeğin haberleştirilmesi değil aynı zamanda gerçek hakkında da haberlerin verilmesi, bağlam ve gerçeğin tümünün haberleştirilmesi, basın özgürlüğünün ana dayanağının tüm ana kamusal tartışmaların ortak taşıyıcısı olması, kabul edilmiş değerlere saygı ve geleneksel değerleri gösterme sorumluluğu gibi prensiplerle son 70 yıldır bir medya düzeni oluşturulmaya çalışıldı. Burada ifade hürriyeti, enformasyon özgürlüğü, serbest haber akışı ve enformasyona erişim hakkı gibi detaylı hak ve özgürlük tanımları yapıldı. BM düzeni üzerinden de bu haklar ve sorumluluklar küresel düzeyde ‘adil ve etkili bir iletişim düzeni’ arayışı ve Batı-dışı dünyanın gayretleri ile 1980’lerde gündeme getirildi. Küresel enformasyon düzeninin sömürgecilik döneminden kalan tek yönlü, dengesiz, eşitsizlikçi yapısına karşın UNESCO üzerinden Batı-dışı dünyanın arayışı, Batı’nın kendi düzeni için geliştirdiği prensipleri küresel ölçekte de kabul etmesine yönelik bu çaba başta ABD olmak üzere küresel düzeydeki güçleri kızdırdı. UNESCO tarafından “Many Voices, One World” başlıklı rapor kabul edildiği için 1984 yılında ABD UNESCO’dan çekilmişti.
Tekrar bir faşizm belası ile karşılaşmamak için sistem-içi restorasyon olarak görülebilecek 1945 sonrası özgür ve sorumlu basın anlayışı, 1980’lerde katılımcı-demokratik medya anlayışı ile yeni ortaya çıkan sistemik sorunların giderilmesi yoluna gidildi. Ancak Batı’nın kendi içindeki arayışları bağlamında devam eden bu sistemik restorasyon arayışları küresel ölçekteki eşitlik ve adalet talebi ile buluşturulmadı. Dijitalleşmenin getirdiği meydan okumalarla başa çıkabilmek için durum tespiti olarak üretilen enformasyon düzensizliği, enformasyon krizi, infodemi gibi kavramlar etrafındaki tartışmalar yeni bir sistemik restorasyon arayışını gündeme getirmiş durumda. Bunlara bir de yapay zekâ ile yeni bir evreye geçiş olan “gazetecisiz gazetecilik” uygulamaları da eklenince hem ulusal hem bölgesel hem de küre ölçeğinde habercilik sektörünü de kapsayan yeni bir düzen arayışı devam ediyor. 7 Ekim’den bu yana Filistin’de derinleşen soykırım ve etnik temizlik karşısında norm oluşturucu aktörler olarak hak etmedikleri bir iktidar ve entelektüel sermaye sahipliği iddiasında bulunan Batılı haber kuruluşları, tüm mesleki normları ayaklar altına alan, BM sonrası uluslararası normlarda insanlığa karşı işlenen suçların ortağı haline gelen bir medya ve habercilik örneğini sergilediler. Küre ölçeğindeki tüm aktörlerin özgüvenle katılımcı bir şekilde bir düzen arayışına ve habercilik standartlarına katkıda bulunmasına ihtiyaç var.”
Kitle fonlaması, reklam, sponsorluk ve ücretli aboneliklerle oluşan yeni iş modelini bir imkân olarak gördüğünü, ancak burada da mesleki konumlandırma ve iş tanımının yapılmasına ilişkin bir beklentinin ve talebin de haklı ve yerinde olduğunu ifade eden Aydeniz, habercilik ile köşe yazarlığı veya haber ile yorum ayırımını dikkate alarak bir değerlendirme yapmanın daha doğru olacağını söylüyor. Medyanın bilgilendirici içeriğinin iki ana metin türünün haber ve yorum olduğundan hareketle mevcut çabaların, haberden çok yorum kategorisinde bir hizmet üretimi olarak değerlendirebileceğini ifade eden Aydeniz, bunları “habercilik” olarak değerlendirmenin eksik ve yetersiz olacağını vurguluyor.
“Dijital Kontrol Bir ‘Silah’, Bunu 7 Ekim’den Sonra Gördük”
Dijitalin görece bir bağımsızlık getirdiği değerlendirmesi yapılsa da bu bağımsızlığın teknoloji şirketlerinin kurallarına tabi olduğuna ve orada üretilen dijital varlığı koruyucu bir mekanizmanın henüz kurulamadığına işaret eden Aydeniz, dijitalleşmenin ana taşıyıcı aktörleri olan dev teknoloji şirketleri ve sosyal medya platformlarının geleneksel medyadan daha fazla kontrol gücünü elinde bulundurduklarını belirtiyor: “Bunu kitlesel bir silaha dönüştürme pratiğini de 7 Ekim sonrasında İsrail’in Filistin’de derinleştirdiği etnik temizlik ve soykırım özelinde daha net görmüş olduk. Medyada tekelleşmeden çok birden fazla büyük sermaye grubunun elinde biriken bir yoğunlaşmadan söz edilebilir.”
Aydeniz, sözlerine şöyle devam ediyor: “YouTube platformu üzerindeki tüm yayınlar sadece bir şirkete ait ve o şirketin topluluk kurallarına karşı içerik üreticilerini ve ürettikleri dijital varlıkları ve değerleri koruyucu etkin bir ulusal ve uluslararası hukuk mekanizmasından söz etmek güç. Markalaşan isimlerin çokluğuna rağmen dijital dünyanın habercilik aktörleri açısından hâlâ güçlü olanlar, kurumsallaşmış yerleşik medya yapılarıdır. Geleneksel medya şirketleri ile dijital alanın güçlü yeni aktörleri arasındaki rekabet ve mücadele, bir kartelleşmeye doğru evrilebilir. Burada rekabetin bireyi ve toplulukların haklarını koruyucu bir yöne doğru evrilmesi için güçlü ve örgütlü bir toplumsal arayışın gerekliği olduğunu düşünüyorum.”
Peki, dijital medya konvansiyonel medyayı öldürür mü?
Aydeniz bu soruya şu yanıtı veriyor: “Her bir yeni teknoloji ile yeniden yapılanan habercilik ve medya sektörü benzer tartışmalara konu oluyor. Konvansiyonelin ölümünden öte dönüşerek varlığını sürdürme imkânının daha fazla olduğunu düşünüyorum. Hâlâ küre ölçeğinde 3 milyara yakın insanın internete erişim imkânından yoksun olduğu dikkate alındığında, konvansiyonel haber ve medya kuruluşlarının varlığını tehdit edecek bir seçenek olmayacak. Konvansiyonel medyanın ve haber kuruluşlarının dönüşerek varlığını sürdüreceğine ilişkin bir başka husus ise krizi aşmada bir meslek olarak haberciliğe duyulan ihtiyaçtır.”

Kaya Heyse – Gazeteci
“Gazeteciler, Dijital Platformları Habere ‘Muhtaç’ Etmeli”
Kaya Heyse, 1996’dan bu yana gazetecilik yapıyor. Televizyon haberciliğinde uzmanlaştı, savaş bölgelerinde çalıştı. Şimdi, Medyascope’un haber koordinatörlüğünü yapıyor.
Ucundan-kıyısından haberciliğin de yapıldığı YouTube’un hâlâ eğlence merkezli bir platform olduğunu söyleyen Heyse, YouTube’un, kısa ve orta vadede haberciliğin merkezi haline geleceğini düşünmediğini aktarıyor.
YouTube’un 2024 Küresel Trendler raporunun da bunu net bir şekilde gösterdiğini belirterek ekliyor: “YouTube deyimiyle en önemli ‘creators’, yani yaratıcılar arasında, haberci, gazeteci ya da haber kanalı yok. Yıllık trendlere de baktığınızda da ABD seçimleri dışında öne çıkan haber konusu bulamazsınız. İşin kötüsü ve belki de meslek açısından tehlikeli tarafı da şu: Gazeteci olmayan, bilgilerini Wikipedia’dan toplayan YouTuber’lar haber veriyor, haber yorumluyor, analiz yapıyor, milyonlarca takipçi de bunları ciddiye alıyor. YouTube, raporunda bunu olumlu bir şey olarak pazarlıyor. Zaten iş öyle bir noktaya geldi ki Yahoo News, reklam geliri payı karşılığında trafik getirmeleri için TikTok ve YouTube’da çok izlenen 100 creator ile anlaşma imzaladı. Ben şu aşamada yeni medya denilen şeyin gazeteciler için, platformlar bazında herhangi yeni bir fırsat yaratmayacağını düşünenlerdenim. Haber ve bilgi hâlâ çok güçlü bir ‘içerik’; gazeteciler kendi mecralarını kurarak, kendi topluluklarını oluşturarak bu platformları habere ‘muhtaç’ etmeli.”
“Gazeteciliğin Kurallarını Değiştirirsen Ortada Gazetecilik Kalmaz”
Yaygın kanının aksine bir mikrofon, bir de internet sahibi olan herkesin gazetecilik yapmasının önünün açılmadığını; sadece bunlara sahip olan herkesin artık istediği platformda, istediği zaman, istediği şekilde düşüncelerini anlatıp kitlelere ulaşabildiğini, bunu yaparken de çok tıklanmayı, çok ve uzun süre izlenmeyi kolaylaştıracak şeyler yaptıklarını, yani platformların algoritmalarını kullandıklarını vurgulayan Heyse, dijital platformların onlara “Çok izlenmek istiyorsan bunu yap” dediğini hatırlatıyor. Haberciliğin evrensel kurallarının çok fazla değil ama uygulanması çok zor, bir o kadar da önemli kurallar olduğunu düşünüyor ve gazeteciyi ‘creator’dan ayıran en temel özelliğin de bu olduğunu vurguluyor: “Gazeteciliğin kurallarını değiştirirsen gazetecilik kalmaz ortada.”
Dijitalde artık kurumlar değil isimler marka. Gazeteciler ve yayıncılar işlerini kendi isimleriyle yapmaya başladı. Heyse, “İsmin markalaşmasıyla ilgili bir derdim yok. Eğer gerçekten gazeteciysen zaten marka olursun” dese de büyük bir “ama” ekliyor: “Burada gözden kaçmaması gereken bir nokta var. Bu tek tabanca isimler her gün farklı konular hakkında sadece yorum yaparak ne kadar etki yaratıyor? Kamu yararı ne oldu? Haberleri, dosyaları nerede? Deprem olunca oradalar mı? Savaş çıkınca oradalar mı? Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Türkiye’de gazetecilik artık dördüncü güç değil. Tek tabancalığın mesleğe bir katkısı yok. Gazetecilik mesleği kurum olmadan yapılamaz.”
Dijitalin Tekeli: Platformlar
Dijitalde tekelin platformlar olduğunu, kuralları onların koyduğunu, gelir modelini onların belirlediğini, algoritmalar sayesinde kimin izleneceğine onların karar verdiğini, zamanla içerikleri de onların yönlendirdiğini kaydeden Heyse, bu platformların gelir modelleriyle bir kurum oluşturulamayacağı görüşünde. 2024’ün Ağustos ayında Google’ın kök algoritmasında çok ciddi değişiklikler yaptığını ve herkesin “tepetaklak” olduğunu hatırlatan Heyse, YouTube’un da 2025 itibarıyla algoritmasında ciddi değişikliklere gittiğini söylüyor: “Böyle bir ortamda tüm enerjinizi bir var olma savaşına harcarsınız. Dijital, bağımsızlık vadetmiyor; bağımsızlığı kurumun ya da gazetecinin kendisi elde etmeli. Bu da ancak harika gazetecilik yaparak, sadık bir okuyucu/izleyici oluşturmakla mümkün. Ancak o zaman ‘tam bağımsız’ olabilirsiniz. Fasit daire de bu işte. Harika gazetecilik yapmak için haberin olduğu yerde olmanız lazım. Bu da para demek. Parayı nereden alacağız? Platformlar yetmiyor, o zaman sadık kitleden… Para veren sadık kitleyi nasıl bir araya getireceğiz? Harika gazetecilikle… Zor ama inanın bana, bu fasit daireyi kırmak mümkün.”
YouTube’da “denetim” olmadığına ilişkin düşüncenin doğru olmadığını da belirten Heyse şöyle devam ediyor: “YouTube’da inanılmaz bir denetim var. Adı da ‘Topluluk Kuralları’. Bu kuralların neye göre, kime göre konduğu belli değil. Bu kuralları koyarken hangi kriterler dikkate alınıyor, bilmiyoruz. Bu kuralları koyanlar kimler, bilmiyoruz. Dolayısıyla sizin içeriğinizi ilk etkileyen bu. İçeriğiniz eğer topluluk kurallarını ‘ihlal’ ediyorsa izlenmeniz ve geliriniz kısıtlanır ya da engellenir. Daha vahimi, YouTube bir anda kanalınızı bile kapatır. İtiraz mekanizması yok, yargı yolu yok. YouTube kaliteli ve faydalı içerik istiyor. Ama bunun ne olduğunu kimse bilmiyor. Son derece sübjektif bir tanımlama bu. Mesela Medyascope’ta yaptığımız Ahmed eş-Şara videoları engellendi. Nedeni şu: Topluluk kuralları ihlali. Bilgi bu kadar.”
“Dijital, Hikâyeyi Farklı Şekilde Anlatmanın İmkânını Veriyor”
Patreon gibi tüketicinin içerikleri desteklemesini sağlayan mecraların çok faydalı araçlar olduğunu belirten Heyse, şunları ekliyor: “Ancak tıpkı YouTube gibi, sizin kontrolünüzde değil. Bugün varlar, yarın olmayabilirler. Bugün yüzde 5 komisyon alıyordur, yarın yüzde 20’ye çıkarabilir. Bugün haber üreticisine algoritmasında yer veriyordur, yarın vermeyebilir. Dolayısıyla bunlar da hep ara çözüm. Bir gazetecilik kurumu gelir modelini doğrudan kitlesiyle oluşturmalı. Başka çaresi gerçekten yok bu işin.”
Kâğıt baskının can çekiştiğini ve belki de öleceğini kaydeden Heyse, televizyonun ise varlığını sürdürdüğünü hatırlatıyor. Dijital zamanın ruhunun gazetecilere “hikâyeyi farklı şekilde anlatmanın” imkânını verdiğini, buna adapte olanların da direnenlerin olduğunu söylüyor ve sözlerini şöyle tamamlıyor: “Ama özünde gazetecilik hep aynı kalacak. Yani sen bir skandalı ortaya çıkardığında bunun haberini yapacaksın. Ama eskisi gibi gazetede ya da televizyonda anlatmak yerine ‘dijital formatları’ kullanacaksın.”

İsmail Halis – Dijital Yayıncı
“YouTube Yayıncılığının Bir Nitelik ve Niceliğe Yaklaşmaya Niyeti Yok”
“Yeni Medya Küratörü” İsmail Halis, yeni medya ve yapay zekânın tüm evreleri ile birlikte aslında çok şey vadettiğini belirtiyor. Bunun sadece dolaşımdaki yapay zekâ reklamı niteliğindeki haber, gelişme ve uygulamalar açısından değil, son olarak Open AI yöneticisi Sam Altman’ın söz ettiği “birleşik zekâ” benzeri, “kartopu” gibi büyüyeceğini, imkânlarla birlikte yeni medya habitatının çok daha derinleşip zenginleşeceğini söylüyor ve bir “fakat” ekliyor: “Türkiye’deki YouTube yayıncılığının bu tür bir ‘nitelik’ ve niceliğe yaklaşmaya niyeti de gündemi de ufku da olduğunu maalesef düşünmüyor, gözlemleyemiyorum.”
Dijitalin herkesin gazeteci olmasının önünü açıp açmadığı sorusuna şu yanıtı veriyor Halis: “‘Gazetecilik’ kavramının biraz ‘sıradanlaştığını’, hatta çok özür dileyerek bayağılaştığını düşünüyorum. Bunu ‘taraf’ ayırt etmeksizin söylüyorum. Artık neredeyse ezici bir yaygınlıkla, bilgi, içerik, kalıcılık, özel dosya, artı değer gibi birincil gerekliliklerin yerine, sadece bir tarafta olmanın ve sürekli olarak neredeyse yıllar boyunca aynı ses yüksekliği ile ‘karşı tarafa’ günübirlik polemikler yetiştirmenin gazetecilik addedildiği bu ahval ve şeraitin hepimizi zehirlediği kanısındayım. Haberciliğin ‘evrensel’ olduğu kabul edilen kuralları vardı. Ama 7 Ekim’den sonra mesela NYT, WP, WSJ gibi, haberin, haberciliğin küresel öncüsü konumunda olan markalar habere, gerçeğe, insana, hukuka dair istisnasız tüm alfabeyi sıfırladı. Bu yeni normal dünyada, Türkiye’deki gazeteci ve tüketicilerin önemli bir kısmı da Gazze’nin toplam nüfusu olan 2 milyon 300 bin insanın yarısı kadar olan nüfusu katleden, yok eden, kimyasal gazla zehirleyen birini, sadece ve sadece başka nedenlerle, haber, yorum, analiz yaparken, yazarken, dinlerken, konuşurken, savunabildiler. Onun yanında bile yer alabildiler. Yayılan şey ‘gazetecilik’ değil yankı odalarının sarmal savaşıydı.”
“Markalaşmayı Sürdürebilme Enerjisi Olanlar Ayakta Kalacak”
Gazetecinin kendi ismini merkeze alarak dijital yayıncılık yapması ve haberciliğin butikleşmesini, “ince emek verildiğinde” kamu adına bir imkân olarak gördüğünü aktaran Halis, kişisel olanın hikâye üretebilmesi, anlatı kurabilmesi, markalaşabilmesinin daha kısa sürede, daha etkin bir kamusallık sağladığını, bu “markalaşmayı” kalıcı bilgi ve kalıcı gündemlerle sürdürebilme enerjisi bulanların çok daha uzun süre ayakta kalabileceğini düşündüğünü aktarıyor.
5-10 yıl öncesine göre bile dış habercilikte çok daha minimal imkânlar, düşük bütçelerle dosyalar üretebildiği kanaatinde olduğunu aktaran Halis, bunu sadece dijital altyapıya, platformlara, uygulamalara, kurgu programlarına ama en çok da zekâya, çalışmaya, çok yönlü fikir geliştirmeye “borçlu olduğumuzu” söylüyor: “Ekip bile olmadan, bireysel çok yönlü yeteneklerle çok şey yapmak mümkün. Büyük sermaye gruplarının tekelleşebilme ihtimalleri bence kalmadı. Çünkü öyle bir yere geldik ki sonsuzun bile sonsuz alternatifi var artık. Fakat asıl büyük ve aşılamaz gibi görünen küresel tekel, büyük sermaye gruplarının da varlığını tehdit eden Google, Amazon, Microsoft gibi ‘otomatikleştirilmiş faşizm’ markaları oldu, bu kapatılmaz açık daha da büyüyecek.”
“Konvansiyonel Medya ‘Fişi Çekse’ Dijitalin Işığı Söner”
Aslında pek farkında olmasak da dijitaldeki “bilgi” okyanusunun tamamına yakınının kaynağının yine konvansiyonel kurum ve markalar olduğunu, o konvansiyonel ajans, gazete, marka, şirket, kurum “fişi çekse”, dijitalin o sonsuz parıltılı gibi duran oda ışığının bir anda alacakaranlığa dönüşeceğini düşünüyor. Yani Halis’e göre “Konvansiyonel ‘ölürse’ dijital uzun yaşamaz.” Bu nedenle ikisine de “uzun ama sağlıklı bir ömür” diliyor.
Küresel şirketlerle ulusal otoritelerin bir denge kurabileceklerini düşünmeyen Halis, sözlerini şöyle tamamlıyor: “Çünkü bu artık bir bitmeyen yeni savaş dengesine dönüşmüş durumda. Daha doğrusu, varlıkları bu savaş üzerine kurularak konumlandı. Avustralya başta olmak üzere birçok ülkede farklı örnek, deneyim, hikâye ve tecrübe birikti ama her birinin kendine özgü şartlar ve öncelikleri var ve bunlar çeşitlenecek. Bu büyük hesapçı gemilerin yol aldığı okyanusta, kâğıttan gemilerle değil, verilerle, nitelikli, hakikate dair veri gemileri ile daha sakin, daha ufku açık, doğru yolu daha iyi görebilecek gözlere, radarlara sahip olacağımızı düşünüyorum.”
En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.

CİHAT ARPACIK
