Esad’ın Ardından Suriye: Irak Tecrübesi Neden Önemli, Yol Gösterebilir mi?
Geldiğimiz noktada iç savaş, El Kaide, IŞİD, istikrarsızlık, yolsuzluk ve belirsizlikle andığımız, İran’ın nüfuz alanından çıkamayan bir milis devletine dönüşmüş Irak’ın hikâyesi, bölge aktörlerini halen teyakkuzda tutuyor. Suriye’nin Irak’a benzeyeceğini söylemek mevcut gidişat açısından acelecilik olsa da benzer hatalara düşmenin getireceği toplam farklı olmayabilir.
Suriye’de askerî darbeyle iktidara gelen ve 61 yıl hüküm süren Baas rejimi ve 24 yıllık Beşşar Esad yönetimi birkaç gün içinde mukavemet gösteremeden çöktü. Yerel, bölgesel ve küresel dinamikleri ümit ile telaş arasında bir dengeye zorlayan yeni tablo, 2011’den beri iç savaşın talan ettiği ülkeyi farklı bir evreye taşıdı. Rejimin devrilmesinin ardından El Kaide geçmişli Muhammed Colani olarak bilinen yönetimin lideri Ahmed Şara’nın şaşırtıcı derecede makul ve kapsayıcı yaklaşımları ve geçici hükümetin hızlıca kurulması heyecan yaratsa da her anlamıyla yıkımın devralındığı ülkede kötü günlerin bittiğini düşünmek kör iyimserlik.
Yeni yönetim, ülkenin fiziki çehresini yok eden ve ağır bir sosyolojik dram bırakan yıllara sâri savaşın yerine artık barış ve istikrarı sağlamak için pek çok zorluğa meydan okumak zorunda. Devlet yönetimini yeniden inşa etmek ve kurumları yapılandırmak için hayli zaman ve enerjiye ihtiyaç var. Ülkenin geleceğiyle ilgili Polyannacı veya kaotik projeksiyonlar havada uçuşurken, ihtiyatlı iyimserlik yeni yönetimin ve taraf aktörlerin mottosu olmalı. Zira komşusu Irak, 2003’teki ABD işgaliyle Baas rejiminin çökmesinin ardından dünyanın canlı yayınlarda izlediği kıyımların ve iç savaşın yaşandığı, İran’ın uydusu haline geldiği, vekil güçler ve terör örgütlerinin ülkede cirit attığı bir tecrübe yaşadı. Suriye’nin Irak’a benzeyeceğini söylemek mevcut gidişat açısından acelecilik olsa da benzer hatalara düşmenin getireceği toplam farklı olmayabilir.
ABD’nin Irak’taki İmkânsız Görevi
İşgal, Irak’ta siyasi, ekonomik, sosyal, askerî kriz ve dönüşümlere neden oldu. CIA ve ABD ordusunun vahim sonuçlar doğuracağı uyarısına rağmen George W. Bush’un geçiş döneminde Irak’ı yönetmek için görevlendirdiği Irak ‘genel valisi’ Paul Bremer, Mayıs 2003’te Baas’tan arındırma programı ilan etti. Aynı zamanda ülkede kurulan Geçici Koalisyon Yönetimi Başkanı Bremer’in imzasıyla yayınlanan karar doğrultusunda Saddam Hüseyin rejimine ait tüm askerî altyapı ile güvenlik ve istihbarat altyapısı “baskıcı gücü” temsil ettiği gerekçesiyle lağvedildi. Ancak ABD kısa süre sonra Irak’taki sivil ve askerî otoritesi aracılığıyla terörizm, kaos, yağma, hırsızlığın yayılması ve saldırıların artmasıyla, neredeyse 400 bin Iraklının işsiz kalmasına neden olan lağvedilen güvenlik kurumlarına acil alternatifler aradı. Güvenlik ve istikrarın yeniden tesisi amacıyla öncelikle polis teşkilatının yeniden kurulması konusunda atılan ilk adım, Baas rejiminde polis teşkilatından uzaklaştırılanların görevlerine yeniden başlaması oldu.
Yine yeni kurulan Irak Ulusal İstihbarat Servisi’nin başına Amerika’da yaşayan muhalif Muhammed Abdullah Muhammed Şahwani getirildi; tecrübelerinden faydalanmak üzere kapatılan istihbarat servislerinin çalışanları ile iletişime geçildi. Ancak yeni kurulan güvenlik kurumlarının ofislerinin “işgal güçleriyle işbirliği yapmakla” suçlanarak, ABD işgaline karşı çıkan silahlı grupların Ramadi, Kerkük, Kerbela, Babil, Bakuba, Musul ve Felluce’de gerçekleştirdiği şiddetli terör saldırılarına maruz kalmasının ardından önemli sayıda istifa yaşandı.
Öte yandan, bakanlıklar ve müesses nizamı temsil eden kurumların önemli bir kısmı da yeniden ihdas edileceği gerekçesiyle lağvedildi. Bu, fiilen tüm kamu hizmetlerinin tasfiye edilmesi anlamına geliyordu. Ancak bu konuda da beklenen verim elde edilemedi. Ülkede işgal sonrası 30 Ocak 2005’te yapılan ilk genel seçimlerde Şiiler ve Kürtler güç elde ederken, seçimleri boykot eden Sünniler önemli oranda siyasal alanın dışında kaldı. Saddam rejiminin rengi olan Sünni Arap bölgelerinde bazı Sünni Arap aşiret mensupları, Irak Ordusu’nun eski mensupları ve eski Baasçılar “ABD’ye karşı ulusal direniş” başlığı altında ABD varlığına karşı direniş gösterdi. Yine işgalin ardından Irak’a giden selefi-cihadi düşünceye mensup militanlar ve söz konusu düşünceye yakın Iraklılar, “Amerikan-Haçlı saldırısına karşı cihat” başlığı altında ABD güçlerine karşı savaştı. Öyle ki bu süreçte Irak’taki ABD kuvvetlerine yapılan saldırıların neredeyse üçte biri sadece Sünnilerin yoğun olarak yaşadığı vilayet Anbar’da düzenlendi. Hatta patlak veren iç savaşı durdurmak için dönemin ABD Büyükelçisi Zalmay Halilzad’ın aşiret liderleri ve eski Baasçılarla yoğun görüşmeler yapması gündemden düşmedi. Ancak Sünnilerin küskünlüğü sekiz yıl süren Batı karşıtı bir isyana yol açtığı gibi Irak ve Suriye’nin büyük bir bölümünü kontrol eden IŞİD’in temelleri böyle atıldı. Zaten işgal sonrası kurulan ordunun IŞİD’le mücadele edemediği, işgal sonrasındaki yönetimin kamu hizmetleri sunma ve orduyu güçlendirme konusundaki yetersizliği görülmüştü.
Başbakanlığın Şiilere, meclis başkanlığının Sünnilere ve cumhurbaşkanlığının Kürtlere verildiği paylaşım düzeni de ülkede siyasal yolsuzluğu söz konusu gruplar arasında oldukça yaydı ve sistemi çalışamaz hale getirdi. Geldiğimiz noktada iç savaş, El Kaide, IŞİD, istikrarsızlık, yolsuzluk ve belirsizlikle andığımız, İran’ın nüfuz alanından çıkamayan bir milis devletine dönüşmüş Irak’ın hikâyesi, bölge aktörlerini halen teyakkuzda tutuyor.
“Cadı Avı” versus “Ders Çıkarmak”
ABD’nin Irak’taki askerî varlığının hikâyesi, 2003 yılında ABD ve İngiltere öncülüğündeki Irak işgaliyle başlasa da 36 ülke ABD öncülüğündeki koalisyona katıldı. Suriye’de gelinen aşamada bir yabancı bir ülkenin işgali yok, Suriyelilerin ana aktör olduğu ancak dış aktörlerin müdahil olduğu bir resim mevcut. Saddam bütün yanlışlarına rağmen ülkesinden kaçmayarak direnişi örgütledi. Ancak iktidarının devamı için yüz binlerin ölümüne neden olan Esad ülkesini bırakıp kaçtı. Bu nedenle yeni durumda Irak’taki direnişe benzer bir kaosun çıkmasını beklemek naiflik. Ancak Suriye’de mesele yeni başlıyor, söylenecek sözlerden ziyade atılacak adımlar önemli. Şara’nın, Esad rejiminin iktidarını konsolide ettiği tüm kurumları yerle bir etmesi beklenebilirdi, ancak rasyonel ve pragmatik tutumla Suriye hükümetiyle işbirliği yapmayı önceledi ve ülkede işleyişin sürmesi için kamu çalışanlarının işlerinde kalmasını istedi. Böylece devlet sürekliliğini sağlamaya çalıştı. Bu açıdan devlet kurumlarını yok etmeye değil, reforme etmeye odaklanılmalı. Güvenlik kurumlarından kurtulmak istense de teknik devlet kurumları korunmalı ve düzenli bir eğitime tabi tutularak silahlı gruplar düzenli orduya dönüştürülmeli. Güçlü bir merkezi yapı için güçlü güvenlik kurumlarına ihtiyaç olduğu, Iraklıların işgal döneminde yaşadığı acı tecrübelerde görüldü.
Irak’ta Baas rejiminin temsilcilerinin önemli bir kısmı kaçtı veya gizlendi. Ancak ABD’nin ölçüsüz baskıları, adaletten yoksun yargılama biçimleri ülkede şiddet dalgasını hep canlı tuttu. Sonrasında da özellikle Nuri el-Maliki’nin ikinci başbakanlığı döneminde Sünnilerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerdeki uygulamaları da Sünnilerin öfkesini pekiştirdi. Bu nedenle Esad rejiminde görev yapmış devlet memurları veya askerlere karşı cadı avı tutum, benzeri sonuçlar doğurabilir. Nitekim Şara, savaş suçu işlemekle itham edilecek asker ve güvenlik görevlilerinin listesini yayınlayacağını açıkladı. Bu, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 18 Aralık 2015’te kabul ettiği ve Suriye’nin siyasi geçişi için yol haritası belirleyen 2254 sayılı kararı ile örtüşüyor.
Irak’ta devlet yıkıldı ancak Suriye’de devlet kurumlarının kalmasına özen gösterildi. Irak’ta devletin başına gelen tecrübesiz isimler inşa sürecine adapte olamadığı gibi, ülke yönetiminin başat aktörlerinin neredeyse tamamının dış bağlantılı figürler olması halk ile devlet yönetimini birbirinden uzaklaştırdı. El-Maliki gibi mezhepçi figürler, Sünni toplumunu şeytanlaştırmanın ve Kürtleri baskılamanın yanı sıra emekleme aşamasındaki kurumları da köhneleştirdi. Ancak Şara’nın İdlib’de idari ve yönetim kapasitesini geliştirdiğine yönelik inanç Suriye için şans olarak görülüyor. Türkiye’nin de bu konuda destek açıklaması yeni Şam yönetimi açısından kritik. Ancak Şara, El Kaide geçmişinden dolayı şüpheyle yaklaşılan bir aktör. Şu ana kadar Aleviler, gayrimüslimler ve Kürtler konusunda oldukça dikkatli bir dil benimsedi. Bunun uygulamada sağlıklı bir zemine oturtulmaması halinde “zor yoluyla” yıllardır süren savaşta sonuç alınmayacağı ortada. Özellikle bu dinamikte Baas rejiminin on yıllarca ezdiği Kürt toplumuyla ortaklaşma zemini bulunmalı. Eski rejimin tabanını oluşturan halk kitlesinin yanı sıra Türkmenler gibi diğer etnik grupların da sisteme adil şekilde dahil edilmesi önemli. Bunu yaparken mezhep ve etnisiteyi temel alan ayrımlardan kaçınılmaması ise Lübnan ve Irak’taki parçalı yapının sorunlarını Suriye’ye taşıyabilir. Lübnan’da yıllardır hükümet krizlerinden aşina olduğumuz, Irak’a da huzur getirmeyen etnik ve mezhep grupları arasındaki paylaşım düzeni de Suriye’ye barışı getirmeyebilir.
Suriye’nin yeni yönetimi, halkın taleplerine duyarlı olmalı ve siyasi birliği korumanın formülüne çalışmalı. Irak örneğinde bu da eksikti. Saddam sonrası siyasetin iki çatışmalı aktör, ABD ve İran arasında bölünmesi halen gerilimlerin ana unsurlarından. Suriye’de etkin olan yabancı güçlerle daha uzlaşılabilir bir tablo mevcut. Suriye iç savaşına dahil olan bölgesel ve küresel güçler hem artık savaşın maliyetlerini taşımak istemiyor hem de başka öncelikleri nedeniyle ülkedeki yeni süreci dinamitlemeye yanaşmayabilirler. Zaten yeni yönetimin dış politikasında İsrail ve Batı karşıtlığı olmayacağı ve İran’ın etkisinin silineceğine yönelik yaklaşımı, ülkenin kalkınmasına ve meşruluk arayışlarına odaklandığını gösteriyor. Endişe edilen ideolojinin dizginlenmesi ve Irak geçmişinden alınan dersler Suriye’ye yol gösterebilir. Şara liderliğindeki yeni yönetimin söylemindeki kapsayıcılığın uygulamaya dökülememesi ve bu grupların bağlarını kopardıklarını iddia ettikleri eski ideolojilerini uygulamaya çalışmasının, ülkeyi Irak tecrübesinin de ötesinde Afganistan’daki Taliban örneğinde olduğu gibi dışa kapalı, baskıcı ve özgürlükleri sınırlayıcı radikal bir sisteme de sürükleme ihtimali bulunuyor. En kötü senaryoyu akılda tutarak, eski rejimin ve İran’ın istikrarsızlaştırıcı faaliyetleri, yeni yönetimi bekleyen testler arasında. Ayrıca, IŞİD’in Suriye’de yeniden güçleneceğine yönelik uyarılar da dikkate alınmalı. Bunların yanı sıra anayasayı hazırlamak ve sağlıklı zeminde seçimlere gitmek için işlevsel ve inandırıcı bir takvim benimsenmeli. Aksi tabloda, iç savaşın öngörülemez bir zemine ve zamana yayılması kaçınılmaz.
MEHMET ALACA