Gıda Bankacılığı: Yoksulluğa Çözüm mü, Geçici Merhem mi?

Herkesin üzerinde uzlaştığı bir nokta gıda bankacılığı sisteminin geniş kesimlere doğru bir şekilde anlatılması ve “yoksullara çöp mü veriyorsunuz?” veya “süresi geçmiş ürünler de bağışlanabilir mi?” şeklindeki soruların artık tamamen gündemden kalkması gerektiği…

Gıda Bankacılığı: Yoksulluğa Çözüm mü, Geçici Merhem mi?

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) yayımladığı Gıda Fiyat Endeksi’ne göre[1], küresel gıda fiyatları, ağırlıklı olarak kuraklık ve salgın sebebiyle son on yılın zirve noktasına ulaştı. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) Ekim ayı enflasyon rakamlarında gıda ürünlerinin fiyatları bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 27,41 oranında artarken, DİSK Araştırma Merkezi (DİSK-AR) verilerine göre[2] Ekim ayı gıda enflasyonu emeklilerde yüzde 34,9’a yükseldi. Artık dar gelirlinin mutfağındaki bu yangını söndürmenin vakti geldi de geçiyor bile.

 

Beslenme insanoğlu için temel bir hak olup; gıdaya erişim, gıda yoksulluğu ve gıda güvensizliği gibi meseleler sadece Türkiye’nin değil dünyanın neredeyse her ülkesinin gündeminde uzun zamandır yer alan bir konu başlığı. Gelişmiş ülkelerin bizden farklı olarak yaptığı şey ise, bu akut soruna dair yenilikçi, akılcı ve kolay uygulanabilir çözümler geliştirebilmeleri ve bu çözümleri de yediden yetmişe tüm topluma farkındalık yaratacak şekilde öğretmeleri… Bu çözümlerden biri de gıda bankacılığı. Aslında çok basit bir mantığa dayanıyor: Gıdanın sağlığa uygun şekilde bağışlanarak, kurumlar aracılığıyla veya doğrudan ihtiyaç sahiplerine dağıtıldığı, kar amacı gütmeyen vakıf ve derneklerden oluşan sürdürülebilir yerel ağlar geliştirilmesi…

 

İlk olarak 1960’ların sonunda ABD’nin Arizona eyaletinden John Van Hengel’in geliştirdiği söz konusu kavram; ya son kullanma tarihi yaklaşan, ya ihtiyaç fazlası üretilmiş, ya da paketleme hatası sonucunda raflarda yerini alamayan, ancak tüketime uygun, hijyenik gıdaları kapsıyor. Hengel aslında çok basit ve insancıl bir mantıkla hareket etmiş. Emekli olduğu, bir yandan da biten bir evliliğin ardından hayatını yeni baştan kurgularken bir “amaç” aradığı süreçte, on çocuklu ve eşi ölüm döşeğinde bir kadın çıkmış karşısına. Tam da düşük gelirlilere yemek dağıtan yerel bir mutfakta gönüllü olarak çalıştığı sırada… Kadın, yakınlardaki marketin önündeki çöp kutularında yenebilir durumda ve donmuş halde çok fazla yiyecek, havuç ve ekmek bulduğunu anlatmış. Hengel bunun üzerine market ve restoranlardan atılan tonlarca gıdanın nasıl değerlendirilebileceği üzerine kafa yormaya başlamış ve gerek marketler gerekse üreticilerle anlaşarak bir depo kiralayıp, St. Mary’s Food Bank[3] ismiyle dünyanın ilk gıda bankasının temellerini atmış. ABD’nin efsane başkanlarından John F. Kennedy’nin de dediği gibi, “Açlığa karşı savaş, insanoğlunun gerçek kurtuluşudur.”

 

2008 yılından beri Feeding America adlı organizasyon, ABD çapında 60 milyonun üzerinde insana market zincirleri, üreticiler, toptancılar, bağışçılar ve restoranlardan gelen gıdaları ulaştırırken, gıda israfının da önlenmesinde büyük katkı sunuyor. Örneğin Boston bölgesindeki gıda bankası Amazon ile bir anlaşmaya vararak, Boston çapında gıda bankasının 117.000 metrekarelik dağıtım deposundaki gıda maddelerini bölgedeki ihtiyaç sahiplerine dağıtacak bir lojistik hizmet alıyor. Global Food Banking Network[4] de dünya çapında onlarca ülkede gıda yardımları yapıyor. 1986 yılında kurulan Avrupa Gıda Bankaları Federasyonu FEBA[5] ise Belçika merkezli olarak 29 Avrupa ülkesinde 300’ün üzerinde gıda bankasından oluşan bir ağ olup, milyonlarca insana yardım ederek binlerce ton gıdanın yeniden dağıtılmasını sağlıyor; gıda güvensizliğini azaltıyor. Benzer şekilde Hindistan’dan Mısır’a, Birleşik Krallık’a dek çok fazla benzeri kuruluş, ihtiyaç sahiplerine en temel hakları olan gıdaya erişim imkanı veriyor; değerli bir toplumsal yardımlaşma örneği sunuyor.

 

Türkiye’deki Tablo

 

Türkiye’de ise 2004 yılında yasal temelleri atılmış olan[1] ve 5179 sayılı ilgili Kanun’da “Bağışlanan ve üretim fazlası, sağlığa uygun her türlü gıdayı tedarik eden, uygun şartlarda depolayan ve bu ürünleri doğrudan veya farklı yardım kuruluşları vasıtasıyla fakirlere ve doğal afetlerden etkilenenlere ulaştıran ve kâr amacı gütmeyen dernek ve vakıfların oluşturduğu organizasyonlar” olarak tanımlanan bu sistemin yeniden canlandırılması ve toplumsal bir farkındalık doğması şart. Birleşmiş Milletler Gıda İsrafı Raporu verilerine göre dünya genelinde en fazla gıda israfının olduğu ülkeler arasında yer alan Türkiye’de her yıl 7,7 milyon tondan fazla gıda israf ediliyor. Tüketici Hakları Derneği’ne göre ise, 16 milyon kişi açlık, 50 milyon kişi ise yoksulluk çekiyor Türkiye’de… [2]

 

2004 yılında Türkiye İsrafı Önleme Vakfı eliyle Diyarbakır’da başlatılan gıda bankacılığı sistemi, Temel İhtiyaç Derneği (TİDER), Boğaziçi Vakfı Gıda Bankası ve ilçe belediyeleri eliyle de yürütülmeye çalışılıyor. Pandemi döneminde geçtiğimiz sene ağustos ayında Kadıköy Belediyesi ile işbirliği halinde çalışan TİDER, “Otomatik Gıda Bankacılığı” konseptiyle özel tasarım bir otomat sistemi içinde belirlenmiş olan ihtiyaç sahiplerinin telefonlarına gelen kısa kod aracılığıyla yardım paketlerine erişimi sağladı. Öte yandan Manisa Büyükşehir Belediyesi de yaklaşık beş yıldır gıda bankaları kurarak binlerce aileye yardım ulaştırıyor. Bir sivil girişim şeklinde bu sene kurulan Bursa Gıda Bankası da bir süredir kentte gıdaya erişimde zorluk yaşayan vatandaşlara destek olmak için çalışmalar yürütüyor.

 

Ayrıca gıda bankacılığı yapan dernek ve vakıflara bağışların yüzde 100’ünü vergiden düşürme hakkı tanınıyor. Türkiye’de gıda bankacılığı kapsamında giysi, temizlik ve hijyen ürünleri de bir süredir bağış olarak toplanıyor, ayrıştırılıyor, depolanıyor ve ihtiyaç sahiplerine ulaştırılıyor. Bu da özellikle deprem, sel felaketi, pandemi gibi durumlarda hedef bölgelerde ihtiyaçların karşılanması konusunda sivil toplumun elini güçlendiriyor.

 

Parayı Vermeyen de Düdüğü Çalabilmeli

 

Şurası kesin ki gıda bankacılığının varlığı, parayı vermeyen çocuklar da düdüğü çalabilsin diye dar gelirli kesimler için bir umut; toplumsal dayanışma açısından da bir turnusol kağıdıdır. Ancak Türkiye’de henüz bu sistem dünyadaki örnekleriyle kıyaslandığında emekleme aşamasında.

 

Dünyadaki eğilim; ihtiyaç sahiplerinin ihtiyaçları bir yandan karşılanırken de onları sürekli destek almaya mecbur halde bırakmamak, istihdama dahil etmek, beceri ve yetkinliklerini artırmak yönünde… Bunun için de tüm paydaşların işbirliği yapması, kamu kurumları ile sivil toplumun faaliyet alanlarının birbirini engellemeyecek şekilde dizayn edilmesi ve sistemi kâr amacıyla kullanmaya çalışan suiistimallerin durdurulması şart.

 

Sürecin başka parametreleri de var. Örneğin ihtiyaç sahiplerine sunulan gıdalar, beslenme ihtiyacını karşılamaya yeterli mi? Şekerli yiyecek ağırlıklıysa diyabet, obezite gibi sorunları tetikleme potansiyeli var mı? Gıdaların kalitesi yüksek mi ve gıda güvenliği gözetiliyor mu? Sürdürülebilirlik nasıl sağlanıyor? Bağışların devamlılığı olmazsa yeterli bütçe nasıl tesis ediliyor? Yapılan gıda yardımlarında hayırseverlik vurgusu ön plana çıkıyor mu ve bu yardımların yapılma şekli bu sebepten dolayı hak temelinden uzaklaşıp insanları destek alırken rencide ediyor mu? Bu tür uygulamalar, sosyal politikaları “aynî yardım paketleri”ne indirgeme sonucu doğurur mu? Yardımı alanlar objektif kriterlere göre seçilebiliyor mu, yoksa yardımın oya dönüşeceği düşüncesiyle bir tür klientalizm (kayırmacılık) riski var mı?

 

TİDER Balık Tutmayı Öğretiyor

 

Türkiye’de Gıda Bankacılığı alanında öncü kuruluşlardan ve ağında 62 gıda bankasını bir araya getiren Temel İhtiyaç Derneği (TİDER) Genel Müdürü Nil Tibukoğlu, ağırlıklı olarak bu işi yürüten belediyelerin bile bu süreci tam olarak yönetemediğine, zaman zaman seçim kaygılarının gıdaya erişim hakkının ve gıda israfıyla mücadelenin önüne geçebildiğine, sisteme dahil olan bazı derneklerin ise gıda bankalarına bağış yapmasını istedikleri şirketlere bunu “atık yönetimi” başlığı altında sunup vergiden kurtulma ve gelir elde etme mantığıyla konuya yaklaştıklarına dikkat çekiyor. Gıda bankacılığındaki ince çizgi de tam olarak buradan geçiyor: yardımlar sadaka kültürü bağlamında mı veriliyor ve böylelikle seçmenle yetkili makamlar arasında bir politik bağımlılık mı doğuyor? Gıda bankacılığına yapılan bağışları vergiden düşen şirketler bunu sosyal amaçlı mı yapıyor, yoksa bir tür “zekat” olarak mı görüyor? Ve her şeyden önemlisi, aslında sosyal devlet zaten topladığı vergiler ile tüm vatandaşlarının gıdaya erişiminde insan onuruna yaraşır bir eşik değer belirleyemez mi?

 

TİDER, 2017 yılında dünyanın en büyük gıda bankacılığı ağı olan ve kendisinin de Türkiye’deki tek sertifikalı üyesi olduğu Global Food Banking Network’ün (GFN) ilk kez düzenlediği İnovasyon Ödülleri’nde, insan kaynakları projesi Destek İK ile birinci olmuştu. Bu projede, gıda bankalarından yararlanan ve yoksulluk sınırı altında yaşayan kişiler için İstanbul Maltepe’de 2015 yılında açtığı Destek Market ile binlerce aileye bir milyon TL’nin üzerinde temel ihtiyaç maddesi ulaştıran TİDER, aynı proje kapsamında 50’nin üzerinde kişiyi iş sahibi yapmıştı. Dolayısıyla klişe metaforla onlara balık tutmayı da öğretmişti.

 

TİDER, Mardinli sosyal girişimci Ebru Baybara Demir ile birlikte Türkiye çapında tarlalarda ve hallerde ziyan olacak ürünleri kooperatiflere ulaştırarak bunlardan yerel düzeyde kadınların turşu ve salça gibi ürünler yapmalarını sağlayacakları bir projeye start verme aşamasında. Dolayısıyla bir taşla hem kadın istihdamı, hem kooperatifçilik, hem gıda bankası kurulması gibi hedefler gerçekleşecek.

 

TİDER’in daha önceki projelerinde ise gıda bankaları çerçevesinde kurulan marketlerde ilk kez bir makyaj malzemesine dokunup onu alabildiğini gördüğünde yüz ifadeleri değişen kadınların yaşadığı mutluluktan, Maltepe’de oturup ilk kez bu proje çerçevesindeki sosyal faaliyetlerle Kadıköy sahilde zumba yaparken müzik kulağının çok güçlü olduğu fark edilen bir çocuğun koroya yazdırılmasına dek insanın içini ısıtan nice hikayeler var. Burada temel itici güç ise, yardımların kişiselleşmemesi ve hak temelli bir bakış açısından uzaklaşılmaması.

 

Zihniyet Değişimi Gereği 

 

Bu konuda önde gelen uzmanlardan biri olan Tibukoğlu, gıda bankacılığının ülkelerin coğrafi koşullarına, nüfusuna bağlı olarak kendine özgü koşullar üzerinden geliştiğini belirtiyor ve örneğin Türkiye ile kıyaslandığında coğrafi ve nüfus olarak küçük olan İsrail’de gıda fazlasının devlet eliyle tarlalardan kurtarılarak 3-5 depoya getirilmek zorunda olduğunu ve paketleme merkezlerinde ayrıştırıldığını; Kanada’da ise kutuplara yakın bölgelerde bile lojistik olarak sürecin bilinçli bir şekilde yönetilebildiğini kaydediyor.

 

Ancak herkesin üzerinde uzlaştığı bir nokta, Türkiye’de halen geri dönüşüme gönderilecek ürünlerin ayrıştırılması konusunda tam bir bilinç yerleşmemişken, gıda bankacılığı sisteminin geniş kesimlere doğru bir şekilde anlatılması ve “yoksullara çöp mü veriyorsunuz?” veya “süresi geçmiş ürünler de bağışlanabilir mi?” şeklindeki soruların artık tamamen gündemden kalkması gerektiği…

 

İklim değişikliği konusunda uzun yıllardır beklenen adımları atmaya yeni yeni karar veren Türkiye’de gıdanın korunması, geri dönüşüm, atık yönetimi gibi genel konu başlıklarının içinin doldurulması gerekiyor. Bu süreçte de gıdaya erişim konusundaki toplumsal uçurumları sosyal dayanışma ekseninde ele alarak gıda bankacılığını da geniş çaplı ve sürdürülebilir bir hale getirmenin zamanı çoktan geldi.

 

Öte yandan yoksullukla mücadelede başvurulan acil bir eylem yöntemi olarak gıda bankacılığının, yoksulluğun panzehri olduğunu, yoksulluğun nedenlerini ortadan kaldırdığını düşünmek de bir yanılsama olur. Yoksulluk sosyal devlet anlayışının zayıfladığı ve neo-liberal politikaların insanların temel ihtiyaçlarını karşılamada yetersiz kaldığı ortamlarda gelişir, derinleşir. Şu anda sivil toplumun, medyanın, yerel düzeyde yetkililerin yapması gereken artan gıda enflasyonu konusunda mikro düzeyde alınan acil önlemlerle vatandaşların gıdaya erişimini, bir çocuğun yatağa tok girmesini sağlamak; ancak bundan sonra da bu yoksulluğu besleyen temel dinamikleri tartışmaya açmaya yılmadan devam etmek. Ta ki sosyal devlet ruhu toplumun tüm katmanlarına haysiyetli yaşamın en azından asgari koşullarını sağlayana dek…

__

[1] FAO,”Gıda Fiyat Endeksi Eylül’de de yükseldi”, 7 Ekim 2021,  https://www.fao.org/newsroom/detail/fao-food-price-index-rises-further-07-10-2021/en

[2] DİSK-AR: “DAR GELİRLİNİN VE EMEKLİNİN GIDA ENFLASYONU ORTALAMANIN ÇOK ÜZERİNDE”, 4 Ekim 2021, https://ankahaber.net/haber/detay/diskar_dar_gelirlinin_ve_emeklinin_gida_enflasyonu_ortalamanin_cok_uzerinde_56425

[3] https://www.firstfoodbank.org

[4] https://www.foodbanking.org

[5] https://www.eurofoodbank.org/

[6] http://www.israf.org/sayfa/Mevzuat/282

[7] http://www.tuketicihaklari.org.tr/haberler/basinaciklamalari.2021.07.01.html

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.