Kampüs Protestoları ve Amerikan Muktedir Elitinin Sosyolojisi
Bugünkü kampüs protestolarına verilen kurumsal tepki, ilerici görünümlü Amerikan siyasasının iç yüzünü göstermekle kalmıyor, aynı zamanda bu dürtüsel tepki ile hür düşüncenin yuvası olması gereken üniversitelerin esasen “muhafazakâr” kuruluşlar olduğunu ortaya koyuyor. Bu muhafazakârlık; liberal ve muhafazakâr demeden müesses nizamın bütün unsurlarının, müesses nizamın menfaatleri etrafında birleştikleri bir korumacılığı ifade ediyor.
Amerikan kampüsleri, ırkçı apartheid Güney Afrika rejimine karşı 1980’li yıllarda olduğu gibi, tarihî bir protesto ve sivil işgal silsilesi ile karşı karşıya. Pek çoğu muktedir elitlerin yetiştirildiği sahalar olan kampüsler, o zamanların görece daha az sayıdaki “gecekondu” (shantytown) yerleşimlerini hatırlatan kamplaşmalara (encampment) tanık oluyor. Apartheid rejiminin düşmesine doğrudan ve dolaylı katkıda bulunmuş o protestolar, 1960’lı yıllardaki sivil haklar hareketinin yurt içine bakan yüzünü yurt dışına çevirmeyi hedeflemişti. Bugünkü eylemler ise Nelson Mandela’nın vizyonunun lineer olmayan fakat tutarlı bir devamı niteliğinde.
1980’li yıllardaki o eylemcilerden biri olan Vincent Boudreau, Cornell Üniversitesi’nde lisansüstü eğitimine devam ederken üniversitenin yerleşim yerini boşaltma talimatına uymadığı için beş defa tutuklandı. Bugün Boudraeu, toplumsal hareketler uzmanı bir siyaset bilimci. Üst fotoğrafta 1985’te Cornell’de yer aldığı kamplaşma görünüyor; alt fotoğrafta ise çağırdığı polislerin bugün rektörü olduğu New York Şehir Koleji (City College of New York) öğrencilerini tutuklama görüntüleri. Bugünkü kampüs protestolarına verilen kurumsal tepki, ilerici görünümlü Amerikan siyasasının iç yüzünü göstermekle kalmıyor, aynı zamanda bu dürtüsel tepki ile hür düşüncenin yuvası olması gereken üniversitelerin esasen “muhafazakâr” kuruluşlar olduğunu ortaya koyuyor. Tırnak içinde verilmesi gereken (ve sosyolojik olarak daha anlamlı bulduğum) bu muhafazakârlık; liberal ve muhafazakâr demeden müesses nizamın (the establishment) bütün unsurlarının, müesses nizamın menfaatleri etrafında birleştikleri bir korumacılığı ifade ediyor.
Boudreau’nün bugün rektörü olduğu New York Şehir Koleji öğrencileri tutuklanırken.
Progresif Düşünceler
Modern Türkiye tarihi açısından çağrıştırdıkları itibarıyla bu “ilericilik”i, İngilizcedeki aslî şekli ile “progresiflik” olarak adlandırmak daha doğru olur. Son 20 yılda, federal hükümet de dahil olmak üzere, Amerikan kurumlarına nüfuz eden progresif düşünceler serisi, toplumsal adalet ve eşitlik (burada ‘eşitlik’ daha vurgulu okunmalıdır) kavramları etrafında aşağı yukarı tutarlı olarak algılanan bir dünya görüşü inşa etti (buradaki algı ile olgu arasındaki mesafe Amerikan diskurunda en çok tartışılmaktan kaçınılan meselelerden biri). Bunun nüvesini ifade eden prensipler, siyasal parti ve ideolojiye bakmaksızın ulusal bir konsensüs oluşturdu. Bunun ekonomik düzen, bireysel özgürlükler, kimlik meseleleri (başta ırk, cinsiyet ve sınıf olmak üzere) ve silahlanma hakkı gibi daha dar ama birbiriyle ilintili alanlara dair daha spesifik tutumları ise liberallerden sosyalistlere kadar geniş ve muğlak bir kitleyi içine alan “sol” kesim için (konsensüse yakın) bir ideoloji teşkil etti (yukarıda muhafazakârlık için yaptığım gibi, burada da “sol” tırnak içine alınmayı hak ediyor). Demokratların iktidar dönemlerinde federal hükümetin bu ulusal konsensüsten progresif ideolojiye biraz daha kaydığı görülürken; üniversite kampüsleri, uzunca bir süredir istikrarlı bir şekilde progresifliğin hâkim olduğu alanlardır. Muhafazakâr (daha doğru tabirle, Cumhuriyetçi) eyaletlerde yakın zamanda ortaya çıkan kısmi istisnaları saymazsak, bir süredir üniversite yönetimlerine de hâkim olduğu görülüyor. Fakat müesses nizamın pek çok parametresine ciddi eleştiriler getiren progresifliğin, bu düzen ile bağlarını gerçek manada koparmayan (ve de koparması mümkün olmayan) üniversitelere (ve diğer kurumlara) safiyetini koruyarak nüfuz etmesi mümkün değildi. Daha spesifik meselelere indikçe barındırdığı birtakım çelişkileri belirginleşen progresiflik (bunları çelişen düşünce okulları olarak okumak da mümkün), müesses nizamın kurumlarına nüfuz ettikçe hangi örgütsel birim tarafından benimsendiyse onun ihtiyaçlarına göre seçici şekilde kısmen alındı, kısmen alınmadı ve yer yer modifiye edildi. Kıta büyüklüğündeki bir ülke için takdire şayan derecede tutarlı olsa bile bu seçicilik, progresifliğin kendi içindeki çelişkilerini kurumsal politikalar ile cisimleştirmekle kalmadı, aynı zamanda farklı kurumsal mantıkların çelişkilerini de progresiflik üzerinden dışa vurdu. Eşitlikçilik ilkelerinin soykırımcı bir İsrail rejimi ile yan yana gelip kısmi rahatlıkla bir kıta sathına uzanabilmesinin hikâyesi; eşitlikçilerin müesses nizamın bir parçası olması, müesses nizamın da meşruiyetini artırması için birbiriyle çelişen kurumsal mantıkların evlenmesinin hikâyesidir aslında.
2016’da UC Berkeley’de bir öğrenci inisiyatifi ile açılan ve İsrail’i eleştirel bir tutum ile değerlendiren bir dersin üniversite-dışı baskı ile önce iptal edilip üniversite-içi baskı ile tekrar ihdas edilmesi, söz konusu bu çelişkili mantık evliliğin bir sonucudur. Özel ve kamusal pek çok üniversitenin Ukrayna-Rusya savaşı hakkında umumi açıklamalarla son derece net taraf alabilmesi, 7 Ekim saldırısında ölen İsrailliler için yayınladıkları taziyelerle yetinip her gün can kaybı tırmanan Filistinliler için uzunca bir süre hiçbir açıklama yapmamaları ve hatta kimi kurumların bunları yaparken de protestocuları antisemitizm ile yan yana getirmeleri bu çelişkili evliliğin birer sonucudur.
Protestoların Ana Talebi
Türkçede genel olarak İsrail’i boykot ile özdeşleştirdiğimiz ama ekonomik tecrit başta olmak üzere çok daha fazlasını ifade eden BDS (boycott, divestment and sanctions), protestoların ana talebini temsil ediyor. Görsel 1’de görüldüğü üzere, (ticari olsun veya olmasın) kuruluşların BDS girişimlerini yasayla engelleyen ve engellemeyen eyaletlerin ortalama Demokratik Parti oylarını karşılaştırdığımızda arada yüzde 5’ten daha az bir fark olduğu görülmekte.² Öte yandan, 2024 Mart sonu yapılan Gallup anketine göre Cumhuriyetçi seçmenin sadece yüzde 30’u İsrail’in Gazze’deki askeri eylemlerine karşı çıkarken bu oran Demokrat seçmen arasında yüzde 75’tir.³ Bu tutumu BDS yasaklarına karşı bir tutum ile birebir özdeşleştiremesek de bunun Demokrat seçmenlerin genel tutumu ile kurumsallaşmış Demokrat siyaset arasındaki uçurumu ima ettiğini söyleyebiliriz. Buna nesiller arası siyasal tutum farklılıklarını eklediğimizde bu toplumsal tepkinin kampüslerde cisimleşmesi şaşırtıcı değildir (1990’larda doğanlarda Cumhuriyetçilik yüzde 35’ken Demokratlık yüzde 62’dir). Amerikalı gençler arasında TikTok’un popülerliği bu bağlamda düşünüldüğünde (18-29 yaş arasında yüzde 62 oranında kullanılmakta),⁴ TikTok’un CEO’sunun Amerikan Kongresi’nde hesaba çekilmesi müesses nizamın menfaatleri açısından ayrıca anlamlıdır.
Sınıflarda entelektüel bir egzersiz olarak kaldığı sürece üniversitelerin kolaylıkla tahammül ettiği, hatta ara sıra da göz kırptıkları radikal düşünce, düşünceden eyleme geçtiğinde birtakım dokunulmazlara dokunmuş oldu. 10 üniversite kampüsünü barındıran Kaliforniya Üniversitesi sistemi, protesto taleplerinin 32 milyar dolarlık bir malvarlığını hedef aldığını açıkladı (sistemin toplam malvarlığı 175 milyar dolar). Bunun içinde ABD devlet tahvili yatırımları olduğu gibi silah imalatçıları ile ilişkili gruplar ve BlackRock gibi yatırım şirketlerine yapılan yatırımlar da var; bunu bir muktedir elit ağının varoluşuna kastetme girişimi olarak okumak mümkün. Fakat müesses nizamdaki yer yer panik, yer yer öfkenin sebebi BDS taleplerinin büyük ölçüde gerçekleştirilebileceğinden kaynaklanmıyor; bunlar zaten (en azından kısa vadede) hukuki kazanımlara dönüşemeyecek. Panik ve öfkenin kaynağı yaşanmakta olan meşruiyet kaymasıdır. Pek çok Demokrat siyasetçi, seçmeninden gördüğü baskı sebebiyle İsrail’in daha fazla silahlandırılması yasa tasarılarına karşı oy kullandı; bunlar lehine oy kullanan pek çok ikiyüzlü Demokrat da gözü dönmüş bir Netenyahu’yla bu ikiyüzlülüğün sürdürülemeyeceğini anladığı için pozisyonlarından taviz vermeye başladı.⁶ Muktedir elit (ve özellikle bu ağın AIPAC ile haşır neşir olan kısmı), analitik düzeyde bilmese de bu meşruiyet değişiminin bir sonun başlangıcı olabileceğinin hissediyor. Zira bugünkü düzen bir günde kurulmadı; yıkılması da bir günde değil, uzun zamana yayılan bir meşruiyet krizi ile ancak gerçekleşebilir.
Meşruiyet Değişimi
Kampüsler, Amerikan “merkez solu”nda yaşanan meşruiyet değişiminin en önemli iki alanından biri (diğeri Amerikan Kongresi). İroniktir ki değişimin motoru ise protestocuların aslında gerçekleşmesi çok zor olan para ilişkilerinin değişmesindeki ısrarı ve bu ısrara üniversite yöneticilerinin (son derece amatörce) gösterdiği tepki. Columbia Üniversitesi’ndeki rezaletten sonra domino taşları düşmeye başladı ve benim sayımıma göre, yaklaşık 260 civarında üniversite ya protestolara sahne oldu ya da bunların öğrencileri başka bir kampüste eylemlere katıldı.⁷ Columbia’daki eylemlere katıldıkları gerekçesiyle Barnard Koleji 53 öğrencisine uzaklaştırma cezası verdikten sonra, kolejin tarihinde ilk defa akademisyenler rektöre karşı bir güvensizlik oyu geçirdi. Barnard Koleji, elit bir kadın liberal arts koleji olması açısından önemli. Fakat daha önemli gelişmeler, Brown Üniversitesi, UC Riverside, Rutgers Üniversitesi ve Oberlin Koleji gibi üniversitelerin protestocularla yaptığı geçici veya kalıcı anlaşmalarda yer almakta; bunların bir kısmı sadece daha küçük talepleri yerine getiriyor, bazısı da (açıkça ifade edilmese de) boykot tedbirleri alınacağını ifade ediyor. Bazı vaatlerin üstü örtülü yapılmasını (yatırımların insan haklarına uygun şekilde yapılacağının söylenmesi gibi) fırsatçılık olarak okumak mümkünse de bunların kısmen kanuni gerekçeler ve yasal hiyerarşilerden kaynaklandığını söylemek de mümkün. Mesela Kaliforniya Üniversitesi, İsrail’in boykot edilmesine karşı olduğunu ilan ederken (10 Kaliforniya Üniversitesinden biri olan) UC Riverside’ın yatırımlarını silah imalatçısı ve tedarikçilerinden çekeceğini açıklamasını bu şekilde okumak mümkün.⁸
Kampüslerdeki güç dengelerini daha nesnel ve nicel bir şekilde okuyacak olursak birkaç tespit yapmak mümkün.⁹ Bu yazı için oluşturduğum mini bir veri seti ile üniversitelerin örgütsel özellikleri ile bazı sonuçlararasında ilişki kurmak mümkün.¹⁰ Öncelikle, rektörleri istifa eden (ettirilen) üniversiteler ile bunların malvarlığı arasında pozitif bir korelasyon var (N=82, p < 0,05). İstifalar ile milyarlarca dolar ölçeğindeki vakfiyelerin (endowment) arasındaki ilişki, muktedir elitin bu eylemlere elit üniversitelerde tahammül etmeyeceğine işaret ediyor, zira pek çok diğer üniversite kendi tepkisini elit üniversitelere bakarak formüle ediyor. Daha ilginç bir sonuç, rektörlerin cinsiyetini ilgilendiriyor. Diğer önemli bazı faktörler dikkate alındığında dahi rektörlerin kadın olması ile polislerin kampüse çağırılması (N=43) ve öğrencilerin tutuklanması (N=42) arasında pozitif bir korelasyon var (p < 0.05).¹¹ Bunun çelişkili kurumsal mantıkların birlikteliğinden kaynaklanıyor olması mümkün. Müesses nizamın tarihsel olarak bir üst-sınıf beyaz erkek teşebbüsü olması, buradaki konumu daha zayıf olan (ya da algılanan) aktörlerin kendilerini ispat etmek için üstlerinde daha fazla baskı hissetmelerine sebep olmuş olabilir. Bu kadın rektörler için söz konusu görünüyor. Diğer yandan, siyahi rektörler için durum tam tersi: Rektörün siyahi olması ile öğrencilerin tutuklanması arasında negatif bir korelasyon var (N=42, p < 0.05).¹² Bunu siyahilerin genelde kadınlar (ve özellikle beyaz kadınlar) kadar müesses nizama entegre olamayışına yormak mümkün. Bu bağlantılarla ilgili bir farkındalık Amerikan kamuoyunda henüz yok; akademik araştırmalar zamanla bunları daha net bir şekilde ortaya koyacaktır. Fakat öğrencilerinin üstüne polisleri saldığı için ulusal düzeydeki protestoların fitilini ateşleyen Columbia Üniversitesi Rektörü Minouche Shafik’in Mısır kökenli Arap bir aileden geliyor oluşu, bilinen ve çok seslendirilmese de ima ettiği çelişki sebebiyle konuşulan bir durum. Unutulmamalı ki, Barones Minouche Shafik aynı zamanda İngiltere’deki Lordlar Kamarası’nın bir üyesi. Önceden de İngiliz hükümetinde müsteşar düzeyinde görevde bulunmuş, İngiliz merkez bankasında başkan yardımcılığı yapmış ve prestijli Londra Ekonomi Okulu’nun (London School of Economics) rektörlüğünde bulunmuş bir isim. Bir çelişkiymiş gibi zuhur eden bu durumun aslında elit ağının bir realitesi olarak yorumlanması daha doğru olacaktır.
Bu meşruiyet kaymasının sınırları olduğu gibi eski meşruiyetin tahkim edildiği cepheler de var. Protestoların Demokrat ve Cumhuriyetçi eyaletlere göre dağılımı konusunda net bir sonuca varamasam da Cumhuriyetçilerin siyaseten giderek radikalleştiği üniversitelerle olan yüzleşmelerinde görülüyor. Harvard ve Pensilvanya üniversitelerinin rektörlerinin istifasına giden yol Cumhuriyetçi vekillerin döşediği taşlardan oluşuyor. Northwestern Üniversitesi’nin rektörü de protestocuların boykot dışındaki taleplerine olumlu yaklaştığında kendisini Temsilciler Meclisi’nde benzer bir sandalyede buldu. Burada vurgulanması gereken bir husus var: Cumhuriyetçi cephe sıradan bir şekilde müesses nizamın kodlarını tekrarlamıyor; Trump etrafında şekillenen yeni sağcılığın etkisiyle Cumhuriyetçiler arasında zıt yönde değişim yaşanmakta. Trump’ın müesses nizam ile olan ikircikli ilişkisi büyük ölçüde İsrail ile ilişkilerden bağımsız bir konuydu. Hatta (yeniden seçilmesi durumunda) İsrailci müesses nizamdan daha da İsrailci olması sebebiyle diğer elitler ile kendi arasındaki gerginliklerin artması dahi mümkün. İlk başkanlık dönemine kıyasla Trump’ın maiyetinin yükseköğretim politikası da dahil olmak üzere uygulamaları konusunda bu sefer çok daha hazırlıklı olduğu göz önünde bulundurulursa, siyasi cepheden kampüs hareketlerine karşı, karşı-bir-hamle söz konusu olabilir. Bunun neler getireceğini kestirmek kolay değil. Eğer parti sadakati etrafında siyasal kutuplaşmayı artırırsa Demokratların Trump dış politikası karşısında birleşmesine sebep olabilir. Fakat tersi de mümkün: Trump’ın seçimi kazanmasında sorumluluğun protesto oylarına yüklenmesi durumunda Demokratik Parti elitleri kampüs protestolarını suçlayıp hem onları hem kendilerini zayıflatmayı tercih edebilirler. Yakın zamanların ilginç bir gelişmesi de (kısıtlı da olsa) bazı sağcı düşünürler arasında Amerikan menfaatlerine aykırı bir düzeyde İsrail yanlılığının eleştiriliyor oluşu. Trump’ın kazanması durumunda siyasal kutuplaşmanın bir parçası olarak bu seslerin susturulması mümkün.
Esen değişim rüzgârının önündeki engeller önemli sosyal aktörler ile bunların çıkarlarından ibaret değil. ABD’nin (diğer bütün modern toplumlar gibi) ekstrem düzeydeki karmaşık ve bürokratikleşmiş kurumsal yapısı, güçlü ve bürokratik örgütler dışındaki aktörleri toplumsal değişim açısından aciz bırakıyor.¹³ Yetkilerin (aslında demokratik olarak) dağıtılmasıyla seyreltilen sorumluluklar, protesto yoluyla değişimin elde edilmesini otoriter rejimlerden farklı bir şekilde zorlaştırıyor. Burada üniversitelerin tüzel kişilikleri, mütevelli heyetleri ve kamu üniversitelerinde eyaletlerin rolü hakkında konuşmaktan kendimi alıkoyacağım.
Sonuç olarak parçalı bir örgütlenmeye sahip protesto hareketlerinin toplumsal baskı yöntemleri dışında opsiyonları fiilen oldukça sınırlı. Fakat mütevazı da olsa bunları aşan birtakım gelişmelere işaret etmek mümkün. Biden’ın Amerikalı Müslüman ve Arap seçmenlere omuz silkmesinden sonra Demokratik Parti’nin herhangi bir üyesi olarak söz hakkının olmadığını hisseden bazı vatandaşlar, seçmenleri mobilize ederek siyasilere baskı kurmaya başladı bile.¹⁴ Orta vadede bu örgütlenmelerin nispeten güçlenerek devam edeceğini ve pek çok yükseköğretim kuruluşunun daha kolaylarından başlayarak söz konusu yatırımlarını sessizce ve yavaşça azaltmaya başlayacağını düşünüyorum. Bu bağlamda, değişimden yana olanları belirsizlikler karşısında zor tercihler beklemekte.
__
¹Ortalama oy oranlarını Gallup’ın “2017 U.S. Party Affiliation by State” anketindeki rakamlarından faydalanarak hesapladım. Söz konusu kanunlar, 2016 yılından itibaren geçirilmeye başlandı. Eyaletleri Jewish Virtual Library’nin hazırladığı “State Anti-BDS Legislation” listesine göre sınıflandırdım.
²Bu yasakların önemli bir kısmı, kamu kuruluşlarının İsrail’i boykot etmesini yasaklamakta ve boykot eden özel kuruluşlar ile eyalet arasındaki ticari bağları kesmektedir.
³Jeffrey M. Jones, “Majority in U.S. Now Disapprove of Israeli Action in Gaza”, Gallup News (27 Mart 2024).
⁴Pew Research Center, “Social Media Fact Sheet”, 2023 verisi.
⁵Veri kaynağı: Gallup, “Party Identification Detailed Tables, 1994-2023”.
⁶Bu tavizlerin bir kısmı, soykırımın sorumluluğunu Netenyahu’ya yıkıp İsrail’i devlet politikası düzeyinde aklama çabalarının da bir parçası. Bu karanlık günler geride kaldığında, bu yaklaşımın daha fazla dillendirildiğine şahit olacağız.
⁷Amerikan üniversite sisteminin karmaşıklığından dolayı bunlar bazen iç içe geçebilmekte. Bunun birkaç sebebi var: Bazen birden fazla üniversite veya kolej ortak bir kampüs alanını kullanabiliyor; bazen bazı özerk kolejler kurumsal olarak bir üniversitenin altında yer alıyor; bazen de bazı kolej öğrencileri müstakil küçük bir protesto yapmak yerine coğrafi yakınlığı sebebiyle bölgenin en büyük üniversitesinde eyleme gidiyorlar.
⁸Birkaç gün önce çadırların bombalandığı Refah’ta 2003 yılında öldürülen Rachel Corrie’nin okulu Evergreen Eyalet Koleji’nin de protestolar sonrası benzer adımlar attığını paylaşma ihtiyacı hissediyorum.
⁹Örgütsel veri için kaynak: National Center for Education Statistics (NCES), Integrated Postsecondary Education Data System, Institutional Characteristics (HD2022). Tutukluluk sayılarının çoğu New York Times’dan (“Where Protesters on U.S. Campuses Have Been Arrested or Detained”) alınsa da burada eksik veya yanlış bildirilen birkaç tutuklama sayısını düzeltmek zorunda kaldım. Rektörler ve eylemlerle ilgili diğer veriler bana ait.
¹⁰Söz konusu nicel analizlerin hakem değerlendirmesine tabii olmaması, az da olsa bir kısmının iki değişkenli (bivariate) oluşu ve gündemin devam ediyor oluşu, bu veri setinden çıkan sonuçlara ihtiyatlı yaklaşılmasını gerektiriyor. Öte yandan, akademik eğitim-öğretim yılının tatile girmesi sebebiyle kamplaşmaların ciddi şekilde azalması, şu ana kadar gerçekleşen protestoların müstakil olarak değerlendirilmesi mümkün kılabilir. İlaveten, eylemleri elimdeki veri seti kadar detaylı ve sistematik şekilde ele alan başka bir veri seti bulunmadığı için bu sonuçlar konu hakkındaki mevcut en iyi toplu veriyi yansıtıyor.
¹¹Örneklem büyüklüğünün azalmasındaki sebep kontrol edilen değişkenlerle ilgili. Bunlar bu korelasyonun başka önemli faktörlerden kaynaklanmadığından emin olabilmemiz için elzem. Bunlar: (1) üniversitenin vakfiyesinin malvarlığı, (2) üniversitenin özel ya da kamusal oluşu, (3) üniversitenin öğrenci sayısına göre büyüklüğü ve (4) eyaletin Demokrat Parti oy oranıdır. Dolayısıyla, bu korelasyonun sebebini elit üniversitelere, öğrenci sayısının büyüklüğüne veya kadın rektörlerin Demokrat eyaletlerinde daha sık oluşuna atfetmek şimdilik mümkün görünmüyor.
¹²Burada da aynı kontrol değişkenlerini kullandım. ABD’de tarihî olarak siyahi kabul edilen üniversiteler (HBCU’lar) olduğu için bunu başka bir modelde kontrol değişkeni olarak kullandım: Bu durumda da ilişki hâlâ anlamlı ve aynı yönde. Veri setindeki HBCU okullarının sayısı çok az olduğu için bunu diğer kontrol değişkenleri ile beraber ilk modelde kullanamadım.
¹³Burada “bürokratik”, kamu örgütlerine has bir özellik olarak anlaşılmamalı.
¹⁴Bunların sadece Amerikalı Müslüman ve Araplarla sınırlı olduğunu düşünmek tabii ki bir hata olacaktır.