Katliamlara, Görmezden Gelmelere ve Norman Finkelstein’ın “Gazze”sine Dair

Norman Finkelstein, Gazze & Şehadete Tanıklık adlı kitabında, Batı’da ve uluslararası kamuoyunda tembel zihinlerin sorgulamadan ezbere kabullendiği argümanların peşine düşüyor; söylenmesi zor olanı, bazılarının görüp de dile getirmeye cesaret edemediğini inatla ve azimle haykırıyor yüzümüze: Filistin’de ve Gazze’de tarihin en büyük dramlarından biri yaşanıyor, bu açıkça bir işgal ve sorumsuzca bir soykırımdır!

Sosyal medyada milyonlarca sefer izlenen, birkaç yıl önce çekilmiş bir video kaydı düşüyor önüme: ABD’de bir profesör sahnede konuşuyor, soru-cevap faslına gelinmiş konferansın, anlamaya çalışan ama artık ikrah etmiş bakışlarla kalabalığa bakıyor. Bir kız öğrenci gözyaşları içinde profesöre; bazı Yahudileri Nazilere benzetmesinin hem Almanlar hem de Yahudiler için “incitici” olduğunu söyleyip, bunun için özür dilemeye davet ediyor ağlayarak. 

 

Gözlüklü profesör, kız öğrencinin bu ağlamaklı sözlerine sert bir yanıt veriyor: “Bu timsah gözyaşlarından hoşlanmıyorum, artık saygı da duymuyorum. Ölmüş babam Auschwitz’deydi, annem de Majdanek toplama kampında. İki taraftan da bütün ailem yok edildi, işte tam da bu yüzden anne babamın bize öğrettikleri nedeniyle İsrail’in Filistinlilere karşı işlediği suçlar karşısında sessiz kalmayacağım. [Holokost’ta] öldürülmüş olanların acılarını ve ölümlerini kullanarak İsrail’in Filistinlilere karşı işlediği işkence, vahşet ve evlerini yıkma suçlarını haklı göstermeye çalışmasından daha aşağılık bir şey düşünemiyorum… Eğer sende bir vicdan olsa şu an Filistinliler için ağlıyor olurdun!

 

Sahnedeki bu sert sözlerin sahibi, ABD’de uzun yıllardır İsrail lobisinin hedefindeki Yahudi siyaset bilimci Prof. Norman Finkelstein’dan başkası değil. Anne ve babasının Polonya’daki Yahudi soykırımından sağ kurtulabilmiş olması ve diğer tüm aile üyelerinin Holokost’ta hayatını kaybetmesi, Finkelstein’ın İsrail’in günümüzdeki eylemlerini eleştirirken sözlerini daha etkili kılıyor. Tam da bu nedenle hem İsrail’in hem de ABD’deki Yahudi lobisinin daha fazla radarına girmiş ve eleştirileri üzerine çekmiş durumda.

 

Finkelstein gibi şöhretli bir siyaset bilimi hocasının, diğer binlerce dindaşı ve meslektaşı gibi akademik konfor alanında kalıp, Filistin gibi yakıcı bir konuda hiç ağzını açmadan, açtığında da Tel-Aviv’in ezberlerini tekrarlayarak, içecek suyu bile olmayan milyonlarca insanın terörist olup yok edilmesi gerektiğini savunması, bu sayede el üstünde tutulması mümkündü. Bunun faturası akademik hayatta sıklıkla karşısına çıkarılsa da Finkelstein, hakikate ihanet etmeyen namuslu bir fikir adamı olarak doğru bildiğini savunmayı başarabilen, bunun için bedel ödemekten de çekinmeyen esaslı bir entelektüel olarak adını zihinlere kazımayı başardı. Tıpkı Avi Shlaim gibi, tıpkı Ilan Pappe ve diğer bir avuç gerçek entelektüel gibi.

 

Bu az sayıdaki Yahudi entelektüelin İsrail devleti ve onun yurt dışındaki kuvvetli lobisince sürekli hedef tahtasına konulması, 1973’te Golda Meir ile Henry Kissinger arasındaki meşhur atışmayı akla getirir. 1973 Yom Kippur Savaşı sırasında dönemin İsrail Başbakanı Golda Meir, kendisi gibi Yahudi olan ABD Dışişleri Bakanı Kissinger’ı İsrail’i yeterince desteklememekle suçlayınca Kissinger’ın cevabı şu olur: “Ben öncelikle bir dünya vatandaşıyım, sonra Amerikalı, sonra Cumhuriyetçi, ondan sonra ise Yahudi’yim.” İsrail’in kendi politik gündemine destek vermeyen diaspora Yahudilerine yönelttiği suçlamalar Finkelstein’a özgü değildir, ama en sert şekilde suçlananların başında kendisi gelir, zira zulüm ve katliamlar karşısında Kissinger ve onun gibi mütereddit tutum takınanlardan çok daha vicdanlı ve onurlu davranmayı bilmiştir.

 

***

 

 

norman finselstein gazze sehadete tanıklık

Norman Finkelstein, Gazze & Şehadete Tanıklık

 

İsrail’in Gazze saldırılarının sürdüğü bugünlerde, Finkelstein’ın Türkçeye geçtiğimiz haftalarda çevrilen, orijinaliyse 2018’de yayınlanan kayda değer bir kitabı var elimde: Gazze & Şehadete Tanıklık

 

Diğer kitaplarında yaptığını yapıyor bu kitapta da Finkelstein; Batı’da ve uluslararası kamuoyunda tembel zihinlerin sorgulamadan ezbere kabullendiği argümanların peşine düşüyor; söylenmesi zor olanı, bazılarının görüp de dile getirmeye cesaret edemediğini inatla ve azimle haykırıyor yüzümüze: Filistin’de ve Gazze’de tarihin en büyük dramlarından biri yaşanıyor, bu açıkça bir işgal ve sorumsuzca bir soykırımdır!

 

Kitabın en baştaki atıf sayfasına Hindistan’ın efsanevi lideri Gandhi’nin bir sözünü koymuş Finkelstein: “Masum insanların katledilmesi ciddi bir mesele. Öyle kolayca unutulacak bir şey değil. Onların anısını yaşatmak da bizim görevimiz.” Yazar bu abidevi kitabında tam da bunu yapıyor aslında, yitip giden masumların anısını yaşatmak ve gelecek kuşaklara “Gördük, lanetledik ve bu yapılandan razı değiliz” diyor adeta.

 

Kitap dört temel bölümde ilerliyor: a) Dökme Kurşun Operasyonu (2008-2009), b) Goldstone Raporu (2009), c) Mavi Marmara Saldırısı (2010), d) Koruyucu Hat Operasyonu (2014). Tüm bu süreçlerin ortak yanlarının ve genel bir değerlendirmenin sunulduğu Sonuç bölümüyle, Güney Afrika’nın Namibya işgaline dair hukuki sürecin Gazze açısından tahlilinin yapıldığı uzun bir Ek bölümü de kitabı tamamlıyor.

 

Gazze’deki büyük katliamın 7 Ekim’de başladığını, hâlbuki öncesinde Gazzelilerin refah ve huzur içinde yaşadıklarını sananlara, 2008’de Dökme Kurşun öncesindeki şu acı tabloyla yanıt veriyor Finkelstein: “Gazzeliler her gün 16 saat kadar elektrikten yoksun kalıyorsa, haftada sadece bir kez birkaç saatliğine su alabiliyor ve o suyun da yüzde 80’i insan tüketimi için uygun olmuyorsa, her iki Gazzeliden biri işsiz ve temel gıda maddelerine erişimden mahrumsa, Gazze’deki kanser, kalp hastalığı ve diğer ağır koşullardan mustarip hastaların yüzde 20’den fazlası yurtdışında tıbbi bakım için izin alamıyorsa, Gazzeliler hayata ancak pamuk ipliğiyle tutunabilmişse, bunun sebebi elbette ki İsrail kuşatmasıdır” (s.43).

 

Finkelstein, Gazze’deki insanlık dışı sahayı bu şekilde tasvir eder ve paragrafın sonunda şu can alıcı soruyu sorar: “Filistinlilerin silahlı meşru müdafaaya başvurmak için İsrail’den çok daha güçlü gerekçeleri yok muydu?”

 

Kitapta belki de en fazla dikkat çeken ve İsrail’i koşulsuz destekleyen uluslararası raporları yalanlayan bölümler ise, bazı raporlarda kısaca değinilip geçilen ancak son derece önemli itiraflar içeren, geçmişte Gazze’de “terör operasyonu” örtüsü altındaki katliamlara katılmış askerlerin tanıklıklarıdır. Örneğin bazı askerlerin laf arasında sıradan bir bilgisayar oyununu anlatır gibi kullandığı şu ifadeler kan dondurucudur ve sahadaki üniformalı/tam teçhizatlı askerlerin evlerinde korku içinde beklemekte olan çocuklara ve kadınlara yaşattığı cehennemi yeterince tasvir edicidir: “Oradaki herkes terörist sayılıyor”; “İstediğimiz her şeyi yapmamıza izin veriliyordu. Bize yapmamamızı kim söyleyebilir?”; “Oradaki davranışların hayvanca olduğunu anladım. ‘Gördüğünüzü vurun’ emri almıştık”; “İstediğimiz her şeyi yapmamıza izin veriliyor, hatta beyaz fosfora bile izin var çünkü çok eğlenceli. Çok havalı” (s. 133-134). 

 

***

 

Noam Chomsky “Kapsamlı yaklaşımı, derinlemesine incelemesi ve keskin eleştirel analiziyle eşsiz” olarak nitelemiş bu eseri. Prof. John Mearsheimer ise “Kimse, İsrail’in gösterdiği acımasız muameleye Finkelstein’dan daha iyi ışık tutmamıştır” diyerek anlatıyor bu sıra dışı entelektüeli. Finkelstein’ın kitabı gerçeklere yaslandığı için çok güçlü, hakikat arayışında olduğu için etkili, “bizden olan güçlünün” yanlışını görmezden gelmediği için değerli. Tam da bu sebeple örnek alınası ve saygı duyulası bir tanıklık bu titiz araştırma. 

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.