Korona ve Sanat
Covid-19 sokağa çıktığımız andan itibaren -hatta evde bile- sağımızdaki ve solumuzdaki herkesi tehdit edici bir figüre dönüştürmesiyle, -ben-den gayrı kim varsa onu -öteki- yaptı. Virüs yerleştiği kişiyi ötekimiz kılarak, yeni bir durumla bizi yüz yüze bıraktı, ilginç bir yüzleşme sağladı. Yüzleşmenin sanat cephesinde ne yönde olacağı üzerine düşünecek olursak, sorulardan biri; bu -öteki- sanat heybesine girecek mi, girmeyecek mi?
- ZEYNEP GÖKGÖZ
- 10 Mayıs 2020

Covid-19’un etkileri her alana dalga dalga yayılırken sanat dünyasındaki etkilerini düşünmek fazla mı aşırı olur? Sanat merkezlerine gidememek, etkinlikleri takip edememek, sanatsız kalmak gibi derin(!) bir yaradan bahsetmiyorum. Bugünlerde sanat uzmanlarına söz verildiğinde etkinliklerin bundan sonra nasıl gerçekleşeceği, iptallerin ne kadar süreceğine dair öngörüde bulunma veya dijital ortamların belirleyiciliği gibi farklı şekillerde, sanat piyasasının -piyasa- koşullarından nasıl etkileneceği, yani piyasası mevzu edilmekte. Biz ise bu virüsün, sanat piyasalarına etkisinin değil sanatçıların kendi dünyalarında bir değişime yol açıp açmayacağına dair merakımızın peşinden gitme niyetindeyiz.
Günümüz Sanatçılarının Yüzleştikleri Handikap
Suzi Gablik, “Kaygı Nesneleri: Kültürel Muhalefet Tarzları” yazısında sanatçının dış dünya ile aktif bir ilişki kurması gerekliliğinden, sistemin dışında kalmak gibi bir seçeneğin artık söz konusu olamayacağından bahseder. Ona göre sanatçılar tarafından arzu edilen yalnızlık ancak yetileri felce uğratmaktadır. Bu anlamda “bozulmamışlık ile masumluk yalnızca bir engel hâline gelmektedir”, diyerek bir benzetme yapar; “bütün kültürümüz camdan içeri giremeyen sineği andırıyor” der. Sanatçıların masumiyet ve mensubiyet ikilemine dair yaptığı bu benzetme günümüz sanatçılarının yüzleştikleri sistem içi mi, sistem dışı kalmak mı handikabına işaret eder.
Belki bugün hiç olmadığı kadar sanatla iç içeyiz. O sinek camdan içeri girmiş gözüküyor. Sanatçılar bu kaygılarını ara yüzün imkânları ve ortak bir kaygının sarsılmışlığı ile rafa kaldırmış gözüküyor. İnanılmaz genişlikte bir yelpaze ile gidemediğimiz ne kadar konser salonu, müze, galeri var ise bir tık yakınımızda, kitaplar pdf olarak bedava önümüzde sıralanmış haldeler, tiyatro ve sinema da hakeza. -Eve kapanma eşittir sıkılma- denklemi üzerinde sağlanan mutabakat -biz de dışarıyı içeriye getiririz- şeklinde bir çözümle bertaraf edildi. “Nitelikli vakit geçirme” seansları organize edildi. İlginçtir, belki de ilk defa bu kadar uzun bir tecrit dönemi yaşıyoruz. Sanki peşinde koşturduğumuz, ah elimize bir geçse diye iç geçirdiğimiz zaman durdu ve bize dedi ki; “Al artık seninim”. Hazırlıksız yakalandık, mekânsal genişlemenin olmadığı durumda zamansal genişlemenin ne anlam ifade edeceğini bilemedik. Yine memnun olmadı beşer, dedi ki; “yerim dar”.
İnsan Psikolojisi ve Mekânı Genişletme Çabaları
İşte tüm bu etkinlikler sanal ortamların sayesinde mekânı genişletme çabaları. Oluyor mu, daha deneyimliyoruz. Fakat paylaşımların yoğunluğu hep “aman insanoğlunun psikolojisi bozulmasın” ekseninde. Demek ki yer darlığı basıyor, zaman genişliği tek başına yetmiyor. Evimiz ve ailemiz pek çoğumuz için sığındığımız yerler olmaktan çıkmış. Asıl hayatımızı dışarıda, toplumsal ilişkilerimiz içinde kurmuşuz. Etik kelimesinin kökeninde yer alan ethos sözcüğü ile çoğulu ethe’ nin kökeninde “gelenek, görenek” ve “belli bir grubun, bir topluluğun yaşama biçimi” anlamlarının yanında en eski anlamı olarak karşımıza çıkan “canlı bir varlığın mekânı, hep gittiği sığındığı yer” anlamı, sığındığımız yer deyince bu kelimeyi ve kökenlerini aklımıza düşürdü. Ve tâbî özgürlük meselesi de zaman ve mekân algımızla ilişkili. Sanat özgürleşmenin aracı ise değişen zaman-mekân-ben algısının özgürlükle bağının sanat çalışmalarına nasıl etki edeceği de merak edilesi.
Bir diğer etkinin ise sanatçıların elinden tutma refleksi üzerinden olacağı muhtemel. Sanatın ana meselesi uzun zamandır öteki meselesi ile uğraşmak olmuştur desek abartmış olmayız. Sanatçıların bir heybesi vardır, çoğu bu heybeyi ortaklaşa kullanır. Birçok “öteki”den biri seçilir, elinden tutulur ve gündeme o yerleşir. Ötekileri sahiplenme biçiminize göre ahlaki bir pozisyona da yerleşirsiniz. Bu zamanlarda ethos kelimesinin “belli bir grubun, bir topluluğun yaşama biçimi” anlamı baskındır.
Bugünün Yeni Ötekisi
Bugün yeni bir ötekimiz var ve bu öteki ötemizde değil olabildiğince berimizde. Virüs tehdit edici bir öteki olarak olabildiğince yakınımızda hatta içimizde. Richard Kearney, ötekiliği yorumladığı kitabı Yabancılar, Tanrılar ve Canavarlar’da başlığın işaret ettiği üzere üç ötekimizden bahseder, “Sağduyu sınırlarını zorlayan şeyleri nasıl anlarız?” sorusunun peşine düşer. Sınırdaki varlıklar oluşumuzu “insan varoluşunun aynı ile başkası, gerçek ile imgesel, bilinen ile bilinmeyen arasındaki geçişi gösteren sınırlarda dolaştığını kastediyorum. Sonluluk damgasını her daim taşıyan insan benliği, kendi sınırları üzerine düşünmekten veya sınırların ötesindekileri -yani kendi fantezilerini dolduran yabancılar, tanrılar ve canavarları- hayal etmekten hiç vazgeçmemiştir” şeklinde açıklar. Bahsi geçtiği şekliyle ötekilikler yorumu sınırların ötesinde olmak nişanesine sahiptir. Oysa ki, bir öteki olarak yorumlanmaya açık virüs pek de sınırların ötesinde sayılmaz. Sınır-aşırı özelliğe sahip bilumum virüsten biridir sadece. Ama hâlâ tanımlanamaması, bilinemezliği, hayatlarımıza hâkim oluşu, bizleri avucunun içine alışı, hayatımıza kastedişi, sonluluğumuzu hatırlatması ile hem yabancı, hem tanrı ve hem canavar öteki tasvirlerinin hepsini bünyesinde taşımış olmuyor mu? Daha da ilginci kimi tutarsa/yerleşirse/yapışırsa onu ötekimiz kılma gücüne sahip oluşuyla bahsi geçen sınıflandırmadan radikal bir şekilde de ayrılmıyor mu?
Covid-19 sokağa çıktığımız andan itibaren -hatta evde bile- sağımızdaki ve solumuzdaki herkesi tehdit edici bir figüre dönüştürmesiyle, -ben-den gayrı kim varsa onu -öteki- yaptı. Virüs yerleştiği kişiyi ötekimiz kılarak, yeni bir durumla bizi yüz yüze bıraktı. İlk defa başımıza gelmiyordu belki ama bütün dünyaya yayılması, lokal olmaması, sınıf tanımaması ve tüm dünyanın birbirinden senkronik bir şekilde haberdar olması, tüm insanlara aynı anda ölümü düşündürmesi gibi art arda sıraladıklarımızın hepsi bir araya geldiğinde ilginç bir yüzleşme sağladı. Yüzleşmenin sanat cephesinde ne yönde olacağı üzerine düşünecek olursak, sorulardan biri; bu -öteki- sanat heybesine girecek mi, girmeyecek mi? Çünkü Covid-19’un yerleştiği bireyler ya iyileşiyor ya ölüyor, elinden tutulması gerekenler listesi boş kaldığından ahlaki bir pozisyon da vaat etmiyor. Kapitalist sistemin bizi getirdiği son, herkesin eşit şartlara sahip olmayışı, halk sağlığı gibi sosyal sorunlara çekilebilir şekilde muhalifliğe imkân tanıyacak yanları var evet, ama hakların savunuculuğunu yapmak bir şey, sanatı sadece buna angaje etmeye çalışmak ise başka bir şeydir. Berimize gelen bu şekil bir kaygı unsuruyla yüzleşmenin farkı olmayacak mı ya da ne yönde olacak?
Kaygı, sınır durumların ihlalinde ortaya çıkar. Sanatçılar bu anlamda sınırın ötesine sürülmüşler/ötekiler meselesini kendine uzun zaman malzeme edindi. Sanatın sınır durumların mekânı addedilmesi ile konu fazzı birleşti. Bu yönde çok üretim verildi, günümüz sanatının çoğunluğu bir anlamda sosyal sorumluluk projeleri şeklini aldı. Sarsma gücü ile toplumsal bir değişim ve dönüşümü gaye edindi. Fakat bunun için kullandığı anlatım yolları gittikçe çetrefilleşti, ulaşmak istedikleri ile arasına mesafeler koydu. Amaçladığı şey ile amaçladığı kitlenin örtüşmesi gerçekleşmedi/gerçekleşemezdi. Şimdi ise sanatçının bir başkası üzerinden değil kendinden gayrı herkesi ötekisi gördüğü bir düzlemde projektörü kendi üzerine döndürmesi muhtemel. Mesafelerin ortadan kalkışı ile doğrudan iletişim kanalları da açık; ortak bir zemin de mevcut. Bu minvalde tüm dünyanın ortak bir ötekisi olarak virüsün anlam kazanması ile ortak akla güvenilen bir dünyanın geleceği üzerinden eşitlenen konumlar, ayrımsızlık, yersiz yurtsuzlukla birlikte kimliksizlik üzerinden tanımlanan ve zaten tanımlanmak isteyen bir sanatçı profili bize yeni ne vaad edecek? Sanatçı bunu demokratikleşmenin bir başka boyutu olarak mı okuyacak veya zaten gündemini oluşturan insan sonrası anlatılarının altını çizmek için vesile mi görecek? Ya da aynı sanatçı, virüsün başkalarını ötekimiz kılması boyutunu merkeze alsa, bu sefer de kendimizi merkeze yerleştirdiğimiz ben ve diğerleri ayrımının üstesinden nasıl gelecek?
Sığınaklarımıza çekildiğimiz bugünler aynı zamanda tüm dünyayla aynı kaygı nesnesine sahip olduğumuz müstesna da günlerden. Belki sanatçı ve güveni kırık sanatsever arasında en yakın ilişkilere de gebe. Sanatçı, ötekinin-berikinin üzerine, neyi ötekisi olarak konumlandıracağı üzerine, bunları aşan bir söyleme yerleşmek mümkün mü üzerine, özgürlüğün “neyden özgürlük” olduğu üzerine, sığındıklarımız üzerine, sınırlarımız üzerine ve tüm bunlarla ilişkisinde ‘ben’ ve ‘biz’ üzerine yeniden düşünmek durumunda. Hal Foster’ın bugünü kastetmese de içinden geçtiğimiz günlerle denk düşen kitap başlığına selam duralım; “Yeni Kötü Günler: Sanat, Eleştiri, Acil Durum” günlerinde bizi neler bekliyor bakalım.
_________
Hal Foster, Yeni Kötü Günler: Sanat, Eleştiri, Acil Durum, çev. Ferit Burak Aydar, Koç Üniversitesi Yayınları, 2017.
Richard Kearney, Yabancılar, Tanrılar ve Canavarlar-Ötekiliği Yorumlamak, çev. Barış Özkul, Metis Yayınları, 2012.
Sevgi İyi ve Harun Tepe, Etik, (Ed. İoanna Kuçuradi, Demet Taşdelen), Eskişehir, Anadolu Üniversitesi Yayınları, 2013.
Suzi Gablik, “Kaygı Nesneleri: Kültürel Muhalefet Tarzları”, çev. Kemal Atakay, Sanat Dünyamız, sayı: 75/Bahar 2000.
En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.

ZEYNEP GÖKGÖZ
