“Mücadeleden Kaçacaksan, Bu Dünyaya Nasıl Bir İz Bırakacaksın?”


- MENEKŞE TOKYAY
- 1 Temmuz 2023
Muazzez İlmiye Çığ, yaşam felsefesi ve enerjisiyle, hepimizin zaman zaman yaşamın anlamını yitirdiğimiz, görmezden geldiğimiz ve kendimizi sorguladığımız bir çağda, bu kişisel mücadelemizde adeta bir buzkıran gemi rolü üstleniyor.
“Boş vakit geçirdin, neye yaradı?”
Bir Sümer atasözü
20 Haziran 1914’te Bursa’da doğdu. “Hayata gözlerimi açtığımda Birinci Dünya Savaşı başlamış” diye anlatıyor.
Babası, sanki onun gelecekteki mesleğini önceden sezinlemiş ki göbek ismini “İlmiye” koymuş. “Kızım sana İlmiye adını verdim ki ilim sahibi olasın” diyor yıllar sonra kızını yanına çağırarak.
Cumhuriyet’in ufukta doğuşuna, kuruluşuna, Köy Enstitüleri’nin açılışına, kapanışına, “Anadolu Rönesans’ı” olarak tanımladığı Cumhuriyet devrimlerine, ardından yaşanan yozlaşmaya ve gerilemeye tanıklık etmiş, tüm yüzyılı yaşamış bir bilim kadını, Sümerolog, tarihçi…
Savaş yıllarında Bursa’dan kalkıp, önce Eskişehir’e, ardından Ankara’ya göç etmiş. Göç yolunda “Pis muhacirler!” şeklinde hakaretlerle karşılaşmış.
Henüz “loji” ekinin “bilim” olduğunu bile bilmezken tesadüfen kaydolduğu Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin Hititoloji Bölümü’nde çok değerli profesörlerden ders almış ve Atatürk’ün Türk dili ve tarihinin kökenlerini araştıracak uzmanlar yetiştirmekle görevlendirdiği bu fakültenin ilk mezunlarından olmuş.
Okuduğu bölümü ve mesleğini aşkla, tutkuyla sevmiş.
Ardından İstanbul Arkeoloji Müzesi bünyesinde Eski Şark Eserleri Müzesi’nde 31 sene boyunca görev almış; Sümer, Akad ve Hitit dillerinde on binlerce tableti sınıflandırmış, çivi yazılı belgeleri arşivlemiş, binlerce tabletin kopyasını katalog yapıp yayımlamış.
Sümerleri Geniş Kesimlere Öğretti
Avrupa’nın dört bir yanından gelen uzmanlarla Sümeroloji yayınları yapmış; bu alanda Avrupa’daki birçok kongreye katılmış; Hitit eserlerini Roma ve Londra’da sergilemiş.
Fildişi kulesinde oturmak yerine Sümerleri hem yetişkinlere hem de çocuklara tanıtan eserler yazmış; tarihi ve bilimi halka indirmiş; Sümer ve Hitit kültürünün geniş çevrelere öğretilmesinde bir elçi olmuş.
“Fahri doktor” unvanına, onlarca kitabına ek olarak “Özgür İnsan” ödülü almış. İnsanın çalışarak, üreterek, yaşamının anlamını sorgulayarak özgürleşmesini hedeflemiş.
Bu dolu dolu kariyer içinde de iki pırıl pırıl çocuk yetiştirmiş. Ve gurur duyacağı bir hayat yaşamış. O yüzden de içi hep rahat. Kaç yaşına gelirse gelsin, arkasında bir insanlık külliyatı bırakmış.
Geçtiğimiz günlerde 109 yaşına girdi. Kendisinin ifadesiyle, “Dünyanın en uzun süre yaşayan insanlarından biri”. Bizim ifademizle, hayat mesaisi hiç bitmeyen, asırlık bir bilge… “Benim vaktim vardı, ama boş vaktim yoktu” diyecek kadar da yorulmak bilmeyen biri… Çünkü insan kendini gerçekleştirdiği, ardında yarım kalan hikâye bırakmadığı ve böylesi bir eksiklik duygusu yaşamadığı ölçüde var olabiliyor, varlığı anlam kazanıyor.
Bir süredir elimden düşürmeden okuduğum bir nehir söyleşi kitabı var: Muazzez İlmiye Çığ’ın yaşam hikâyesi ve felsefesini gazeteci Büşra Sanay’a anlattığı Yaşadım Demek İçin Ne Yapmalı? / 100+ Yılın İzinde Hayatı Güzelleştirme Yolları (Tuhaf Yayınları).
Kitap, aslında Sanay’ın da tespitinde olduğu gibi, Muazzez Hanım’ın hayatını dinlemek için değil, kendisinden hayatı dinlemek için hazırlanmış. “Hayata katılıp yaşamın içinde gelişmeyi seçtim” diyor Muazzez Hanım. İçinde durmak bilmeyen o merak ve heves sayesinde sürekli kabuğunu kırıp yeni kabuklarla hayata karışmış.
Yaşamınızın Anlamı Nedir?
Binlerce yıldır filozoflardan bilim insanlarına, sanatçılardan sokaktaki vatandaşa dek herkesin yanıt aradığı ama üzerinde bir türlü uzlaşamadığı konulardan biri de “yaşamın anlamı”.
Hepimiz hayatımızın bir döneminde mutlaka sorgulamışızdır: Yaşamımın anlamı ne? Bu hayatta ardımda ne bırakacağım? Hayatı benim için anlamlı kılanlar ne?
Muazzez İlmiye Çığ’a da sormuşlar. Ona göre, yaşamın anlamı, “Dünyadaki yerimizin izini sürmek ve yaşama sebebimizi bulmak”tan geçiyor. Bunun için de zihnini hep yeni şeyler öğrenmeye açık tutmaya çalışmış.
Kendisi, üretmek ve sevmek yoluyla hayatın anlamını yakalamış. Mutluluğu çalışmakta bulmuş. Çalışma hayatı bittiğinde fark etmiş 100 yaşına vardığını… Yakın zamana dek yaşını soranlara “20” diye yanıt verecek kadar hayata sağlam köklerle bağlı bir çınar olmuş.
İnsanın yaşamında, çalışmak, eğlenmek ve mutluluk arasında bir “denge manzumesi” olması gerektiğini düşünenlerden…
Ama bir yandan da aklımızı kullanma biçimimizin bizim elimizde olduğunu anımsatıyor ve kişinin kendi potansiyelinin en iyisine ulaşmak için gayret sarf etmesi gerektiğini söylüyor.
“Elimizi taşın altına koyacak, sorumluluk alırken tereddütsüz olacağız” diyor ve Avrupa’nın Rönesans’ta 400 yılda kaydettiği ilerlemenin Türkiye’de 80 yılda gerçekleşmesini örnek gösteriyor.
Vatandaşlık Tepkileri
Muazzez Hanım, dalgalarda kalmasına rağmen hiç boğulmayanlardan, hep su yüzünde kalmak için çalışanlardan… “İnsanın kendini bu dünyanın sahibi sanması kadar acizce bir şey olamaz” diyor.
Onun için de daha sonradan kitaplaştırdığı Vatandaşlık Tepkileri’ni birer mektup olarak dönemin siyasetçilerine, sanatçılarına iletmiş. Bülent Ecevit’ten Barış Manço’ya, Mesut Yılmaz’a, Süleyman Demirel’e, Turgut Özal’a dek, vatandaşlık tepkilerini hep yazarak iletmiş; yanıt alamasa da hep aktif yurttaş olmuş. Bir aydın olarak siyasete düşüncesini, duygusunu, izlenimlerini katmak istemiş. Adeta “Dünyaya bakmaya gelmedim” diyerek, “Mücadeleden kaçacaksan, bu dünyaya nasıl bir iz bırakacaksın?” diye sormuş.
Umudu hep canlı tutup pişmanlıklardan arınmış, stresin değil sükûnetin tarafında durmuş bir hayat geçirmeyi hedef bellemiş kendisine… Bacakları kendisini eskisi kadar çevik taşımasa da beyni ve aklı halen taptaze ve berrak. Zira ruh yaşlanmıyor.
“Biliyorsun, neden öğretmiyorsun”, en sevdiği Sümer atasözlerinden. Çok çalışmış, çok üretmiş, bildiklerini cömertçe öğretmiş ve kin tutmaksızın insanları sevmiş. Her şeyden önce de Topkapı Sarayı Müzesi’nin de müdürlüğünü yapmış olan edebiyat öğretmeni eşi Kemal Çığ’ı çok sevmiş.
Son yıllarda yurt dışına giden binlerce bilim insanı, aydın, sanatçıya dair düşüncelerini de ifade eden Muazzez İlmiye Çığ, Türkiye’de adalet duygusu yeniden tesis edilmedikçe ve gelir adaletsizliğine dair şartlar düzelmedikçe, beyin göçünün tersine çevrilmesini mümkün görmüyor.
Muazzez Hanım, 1930’lu yıllarda Hitler Almanya’sından kaçan bilim insanlarından ders almış, en başarılı öğrencilerin Avrupa’ya eğitime -Atatürk’ün deyimiyle- “kıvılcım” olarak gönderilip, “alev” olarak geri dönen bir neslin çocuğu…
“Son Dakika” Haberleri
Muazzez Hanım’ın yaşamını okurken bir yandan da gözümün önünde onlarca son dakika haberi bir “hayat şeridi” gibi akıp geçiyor.
Antakya’da 135 gün sonra enkazdan çıkarılan bir kadının cansız bedeni… O kadın için yaşamın anlamı neydi? O anlamı hangi açgözlü, kural tanımaz, eğitimsiz ve kötücül mühendis ve mimar yok etti?
Bir yandan da, deprem bölgesinde uzuvlarını yitirmiş çocuklara ve gençlere ücretsiz protez sağlamak için canla başla çalışan Yeniden Antakya Platformu Derneği ve Çocuk İyilik Merkezi Projesi ekibinin yorulmak bilmeyen enerjisiyle umutlanıyorum ve “Ne mutlu ki iyi insanlar var bu evrende” diyorum.
Bu, bir anlamda da insanın yaşamının değerinin, ona yüklediği anlamla eş orantılı olmasıyla alakalı… Birçok açıdan da, “Yaşamak için bir nedeni olan her türlü nasıl’a katlanabilir” diyen Nietzsche’nin öğretisiyle örtüşüyor.
Peki, vicdanını yitirmiş bir dünyada yaşamın anlamına sıkı sıkıya sarılmak, bu cehennemde kendi cennetini yaratmak ne kadar mümkün?
Dünya Mülteciler Günü’ne birkaç gün kala, pervasız bir geri itme politikası sonucu bir göçmen gemisinde yaşamını yitiren yüzlerce göçmen haberi düşüyor karşıma. O göçmenlerin bazılarının yaşantılarına, onlara yaşamı anlamlı kılan “can simitlerine” dair izler arıyorum. İçlerinden birisi, lösemi teşhisi konan oğlunun tedavi masraflarını karşılamak için para kazanmak zorunda; o yüzden çalışmaya Avrupa’ya gitmek istiyormuş. Yaşamının anlamını, bir ölüm yolculuğunda tüm riskleri alarak oğlunu yaşatmakta bulmuş.
Yaşamının anlamını bir canı yaşatmakta bulanların, bekanın anlamını hiçbir kalıcı çözüm üretmeyen ve göçmenleri araçsallaştıran güvenlikçi politikalarda bulanların savaştığı bir arena bu…
Bir yandan bu trajik katliamın ekranlarda tuttuğu yer ile Titanik batığını görmek için turistik dalış yaparken kaybolan ve yaşamını yitiren milyarderleri dakika dakika tüm dünyaya izletmek için verilen haber sürelerini kıyaslıyorum. Vicdanım ağrıyor.
Bir yandan da yaşamının anlamı insan yaşatmak olan doktorların yüzlercesinin yurt dışında çalışmak üzere iyi hal belgesi talep etmesi veya yaşamın anlamını henüz idrak edemeden bir tarikat yurdunda ve zorla gönderildiği güya “eğitim” amaçlı bir medresede canından olan, ancak babalarının “yapılacak bir şey yok” diyerek onların hakkını aramadığı çocuklar ve gençlerin çaresiz ve hüzünlü gözleri kaplıyor zihnimi…
Açlık sınırı 12 bin, yoksulluk sınırı 40 bin olmuşken kronik açlık çeken çocuklar, gençliklerini yaşayamayan gençler, emekli maaşıyla kuru ekmeğe talim olan yaşlılar, bilimden nasibini almamış aşı karşıtlığı furyasına kapılan ebeveynlerinin irrasyonel tercihleri sonucu kızamıktan ölen çocuklar, her dönemde farklı şekillere bürünen “cadılar”a yönelik avlar ve bu cadı avının ateşini harlayanlar, doğruya doğru yanlışa yanlış demekten çekinmeyen ve vicdanlı duruşunu koruyan sanatçılara kapanan sahneler karşısında rüzgârın estiği yöne doğru koşup yelkenleri pragmatik nefesleriyle şişiren “sanatçılar” ile doluyor son dakika haberleri…
Yaşamdaşlık
Yaşamın anlamını belirleyenin hedefler, ilkeler ve vicdan olduğunu her son dakika haberi farklı açılardan kanıtlıyor.
Muazzez Hanım, Cumhurbaşkanlığı seçimleri ikinci turunda pembe şık şapkası, nazar boncuklu gözlük ipi, gümüş rengi hoş takımıyla oy kullanmaya sandık başına gitmişti. Yaşı kaç olursa olsun aktif yurttaşlıktan vazgeçmeyen bir bilge insan olduğunu göstermişti. Prof. Türker Kılıç’ın dilimize kazandırdığı “yaşamdaşlık” kavramının, bu yeni yaşama üslubunun canlı bir örneği adeta…
Muazzez İlmiye Çığ, yaşam felsefesi ve enerjisiyle, hepimizin zaman zaman yaşamın anlamını yitirdiğimiz, görmezden geldiğimiz ve kendimizi sorguladığımız bir çağda, bu kişisel mücadelemizde adeta bir buzkıran gemi rolü üstleniyor.
Yaşamda yolunuzu kaybettiğinizde, “anlam tutulması” yaşadığınızda, Muazzez Hanım’a kulak verin ve onun bilge öğütlerinin oluşturduğu asırlık çınarın gölgesinde, yaşamın anlamını düşünmek için biraz soluklanın.
“Son dakika” haberlere düşen birçok gelişme, birçok trajedi ve birçok anlamsızlık, belki bu şekilde yeni bir anlama bürünecek.
Yaşamdaşlık bunu gerektiriyor ne de olsa…
Mutlu ve “anlamlı” bayramlar dilerim…
En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.

MENEKŞE TOKYAY
