Nitelikli Eğitim Şart mı? Evet Şart!
Bilgi açlığını, beceri edinimini ve öğrenme merakını birlikte geliştiren nitelikli eğitim, kişileri özgürleştirir. Daha çok bilgi edinen, becerilerini daha çok geliştiren, kendisini çevreleyen dünyayı anlamlandırmak için her şeyi merak eden öğrenci, özgürleşir. Bir toplumun özgürleşmesi ve gelişmesi, işte bu üçlünün eğitim sisteminin sacayağı olmasıyla mümkündür.
Adana’da okuldan kaçıp sulama kanalında yüzen çocukların videosu düştü önüme. “Okuduk da ne oldu? Burası daha eğlenceli!” diyor içlerinden biri.
Eğitim, okumak değer görmüyor. Okumadan “köşeyi dönenler” üzerinden cehalet kutsanıyor adeta… “Okuyup da entel dantel mi olacaksın?” lafından bıkmıyorlar.
Bir yandan da herkes eğitimin gidişatını eleştiriyor.
Ülkedeki her kötü haber, “eğitim noksanlığı” üzerinden açıklanıyor.
“Eğitim şart” mottosu, yerini “özel okul şart” diyen velilerin çaresizliğine bırakıyor.
Millî Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) Yeni Türkiye Maarif Modeli kapsamındaki ders kitapları ise, medyaya da yansıdığı şekilde, bilim tarihi ile ilgili yanlış bilgilerle dolup taşıyor. Bilim ve bilgiye erişim adeta yok sayılıyor.
Bu tablonun kaçınılmaz sonucu olarak, Eğitim İzleme Raporu 2023’e göre, geçtiğimiz eğitim-öğretim yılında zorunlu eğitim çağındaki yaklaşık 442.643 çocuk eğitimin dışındaydı.
TÜSİAD ve Eğitim Reformu Girişimi (ERG), kısa süre önce “Geleceğin Dünyasına Hazırlanırken Eğitime Bakış: PISA 2022 Bulguları Işığında Türkiye’de Eğitimin Durumu” başlıklı bir araştırma raporu yayımladı.
Yazarları Özgenur Korlu, Kayıhan Kesbiç, Ekin Gamze Gencer ve Helin Kotan olan bu kapsamlı rapor; Türkiye’de eğitim sisteminin öne çıkan sorunlarını, dünyada ekonomik, sosyal ve ekolojik dönüşümün hız kazanması karşısında Türkiye’de eğitim sisteminin bu dönüşümün getirdiği 21’inci yüzyıl becerilerine ne ölçüde hazırlıklı olduğunu ve acil durum ve krizlere dirençli, çağdaş bir eğitim seferberliği için neler yapılması gerektiğini inceliyor.
Ne de olsa, “Gülünü bunca önemli kılan, uğrunda harcadığın zamandır” demişti Küçük Prens’teki tilki… Birçok paydaş, eğitim denen o nadide gülü yaşatmak için çırpınıyor.
OECD tarafından son 24 yıldır Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (PISA) yürütülüyor. Türkiye ise programa 2003 yılında dahil oldu.
Program kapsamında, 15 yaşındaki öğrencilerin matematik, okuma ve fen alanlarındaki becerileri değerlendirilip ülkeler arasında kıyaslama yapılıyor. Böylelikle hem politika yapıcılar bu alanlarda eğitim politikalarını uzun vadeli ve sürdürülebilir şekilde nasıl şekillendirebileceklerine dair “tüyolar” almış hem de kamuoyu kendi yankı odasından çıkarak ülkedeki eğitime dair genel bir durum analizini net bir şekilde görmüş oluyor.
PISA 2022 Verileri Bize Ne Söylüyor?
ERG raporu ise, 37’si OECD üyesi 81 ülkeyi kapsayan ve 29 milyon öğrenciyi temsil eden 690 bin öğrencinin katıldığı PISA 2022 verilerini temel almış ve farklı uzmanlık alanlarından kişilerin geri bildirimini almak üzere bu yıl boyunca düzenlediği çalıştaylar sayesinde verilere dair derinlikli bir bakış açısı yakalamış. Dolayısıyla PISA ölçümlerinin yanı sıra ülkedeki sosyoekonomik durumun ve toplumsal cinsiyetin eğitime ve becerilere etkileri, öğrenci ve öğretmenlerin iyi olma hali, geleceğin becerileri ve geleceğin eğitim sistemi de bu raporun odaklandığı başlıklar arasında…
Sizi hiç rakamlara ve istatistiklere boğmadan, tablo özetle şu şekilde:
Türkiye, matematik, okuma ve fen alanlarında OECD ortalamasının hayli altında.
OECD ülkelerine kıyasla, Türkiye’de öğrenciler akademik ve sosyoekonomik olarak ayrışmış durumda. Bir diğer ifadeyle, akademik kapsayıcılık endeksinde 37 OECD ülkesi arasında 35’inci, sosyal kapsayıcılık endeksinde ise 36 OECD ülkesi arasında 32’nci sırada yer alan Türkiye’de benzer akademik başarıya sahip çocuklar benzer okullara; benzer sosyoekonomik düzeye sahip olan öğrenciler benzer okullara gidiyorlar. Dezavantajlı okullarda ve devlet okullarında ise nitelikli personel eksikliği göze çarpıyor.
PISA’ya katılan çocuklar, çocuk yoksulluğundan etkilendiklerini belirtiyorlar. Zaten 2022 verilerine göre Türkiye’de çocukların (0-17 yaş) yüzde 43,6’sının yoksulluk veya sosyal dışlanma riski altında olması, bu durumu destekleyen bir veri. Değerlendirmeye katılan çocukların üçte biri okuldan önce kahvaltı yapmıyor, yüzde 10’u ise haftada bir gün akşam yemeğini atlıyor. Bir önceki ay, yiyecek alacak parası olmadığı için en az bir gün öğün atlayanlar ise beşte bir oranında.
Türkiye’de 15 yaşındaki öğrenciler, hayatlarından memnun değil. Hatta OECD ülkeleri arasında öğrencilerin yaşam memnuniyeti açısından en düşük puan Türkiye’de. Ülke genelindeki memnuniyet oranlarına bakıldığında pek de şaşırtıcı olmasa gerek.
Yeni Yüzyıl Becerilerine Hazırlık
Matematik, okuma ve fen alanları kadar 21’inci yüzyıl becerileri dahilinde öğrenme merakı, liderlik, yaratıcılık, azim, sosyal ve duygusal beceriler ile dijital araçları kullanmada yetkinlik de giderek eğitim ekosisteminin ayrılmaz parçaları haline geliyor. Zira bugün ilkokul çağındaki çocukların önemli bir kısmı, şu anda ismini dahi bilmediğimiz mesleklere sahip olacak. Ancak bu süreçte sadece eğitim çıktılarına odaklanmaksızın eğitim sisteminin teknolojik gelişmelere ve çevresel krizlere hazırlıklı ve dayanıklı hale getirilmesi, geleceğin becerilerini edinmek ve temel yeterlilikleri geliştirmek açısından şart.
Ancak Türkiye’de 15 yaşındaki öğrencilerin temel yeterlilikleri de 21’inci yüzyıl becerilerini kazanım düzeyleri de, diğer OECD ülkelerine göre daha zayıf düzeyde. Dahası, bu yeterliliklerin öğrenilmesinde eğitim sisteminde adaletsiz bir ortam söz konusu. Okullar arası başarı ve imkân farklılıkları arttıkça, öğrenciler arasında merak, beceri ve başarı uçurumları büyüyor. Araştırmada vurgulanan bir veri oldukça çarpıcı: PISA 2022’de öğrenme merakı endeksinde bir birim artış, matematik puanlarında 11,8 puanlık artışa yol açıyor.
Peki ne yapılmalı?
Raporda da belirtildiği gibi, eğitimin giderek sınıfsal hale gelmesini durdurmaya, sosyoekonomik durumun bir çocuğun eğitimine ve gelecek hayallerine olumsuz etkilerini azaltmaya yönelik sosyal müdahale politikalarına öncelik verilmeli. Bu da ancak dezavantajlı bölgelerdeki okullara yönelik daha fazla altyapı ve insan sermayesi yatırımıyla, bu bölgelerdeki öğretmenlerin sürekli meslek içi eğitimden geçmeleriyle, devlet okullarındaki öğrencilere yönelik ücretsiz akademik destek programlarını yürütmekle mümkün.
Ancak geçen gün yine OECD’nin yayımladığı “Bir Bakışta Eğitim 2024” raporuna göre, Türkiye, tüm eğitim kademelerinde öğrenci başına en düşük harcama yapan OECD ülkeleri arasında. Türkiye’de ilköğretimden yükseköğretime kadar öğrenci başına yıllık harcama ortalama 5.425 dolar iken OECD ortalamasını merak ediyor musunuz? 14.209 dolar.
Bu boyuta yeterince önem verilmedikçe, 2022’de olduğu gibi PISA’ya katılan çocukların yüzde 60’ı okul çevresinde uyuşturucu kullanımından, yüzde 25’i de okul içinde çeteler olduğundan yakınırken, 2023-2024 eğitim-öğretim döneminde Mesleki Eğitim Merkezlerinden (MESEM) 10 çocuk iş cinayetlerinde hayatını kaybederken, TÜİK verilerinde dahi 5-17 yaş arasında 720 bin çocuğun işçi olarak çalıştırıldığı yer alırken, Fransa veya Finlandiya’daki akranları çok farklı ve güvenli sularda eğitim sürecini tamamlamış oluyor.
Öğrencilerin yeterli, dengeli ve sürdürülebilir şekilde ücretsiz beslenme olanaklarına erişimi de, eğitimin sınıfsal yapısının önüne geçmek için kilit önemde. Bunun için bütçede yeterince kaynak yaratılabileceğini, meselenin kaynak değil öncelik sorunu olduğunu her zaman yineliyoruz. Raporda da belirtildiği gibi, “Sağlıklı ve yeterli gıdaya erişemeyen, okulda kendini güvende hissetmeyen, ailesinden yeterli desteği alamayan çocukların geleceğin becerilerini edinebilmeleri mümkün görünmüyor.”
Öğrencilere, eğitimin her aşamasında 21’inci yüzyıl becerileri kazandırmak da elzem. Örneğin geçtiğimiz günlerde İstanbul’da Büyükşehir Belediyesi öncülüğünde 1.100 çocuğa Boğaziçi Üniversitesi işbirliğiyle 8 ay süresince yapay zekâdan kodlamaya, tasarımdan modellemeye eğitimler verileceği çok kıymetli bir proje başlatıldı. Bunların hem ulusal hem yerel düzeyde güçlendirilip yaygınlaştırılması gerekiyor ki bu çocuklar örgün eğitimin ardından iş dünyasının talep ettiği becerileri kapsamlı bir şekilde vaktinde edinebilsin, bugünkü eğitim ile gelecekteki çalışan profili güçlü bir şekilde hazırlansın.
Bilgiyi Uygulayabiliyor muyuz?
Zira PISA çıktıları da net bir şekilde gösteriyor ki Türkiye’de çocuklar öğrendikleri bilgiyi uygulamaya dönüştüremiyor. Ve bunu sağlayacak olan şey ancak laik, bilimsel, kamusal ve nitelikli bir eğitimle mümkün.
Bir çocuk, onun çevrimiçi araştırma yapabilmesini, çevrimiçi elde ettiği bilgilerin doğruluğunu değerlendirebilmesini, Google üzerinden veri toplayıp kaydedebilmesini, web sayfası veya blog oluşturup yönetebilmesini, bilgisayar programı geliştirebilmesini, okulların internet ve elektrik altyapılarının geliştirilmesini dert eden bir eğitim sistemi sayesinde hem OECD ülkelerindeki hem kendi ülkesindeki yaşıtlarıyla rekabet edebilir hale gelir.
Çocukları geleceğe kazandırmak, MESEM’lerin ucuz emek sömürüsüne dayalı ve beraberinde iş cinayetlerini getiren zihniyetinin dışına ancak bu şekilde çıkabilir. Raporda da kaydedildiği gibi, istihdam piyasasının gereksinimleriyle eğitim süreçlerinin çıktıları arasındaki beceri uyumsuzlukları ancak bu şekilde aşılabilir.
Ancak bu şekilde bir öğrenci bilgisayarla çalışmayı öğrenmiş, kendi diline ve farklı dillere hâkim, sözlü ifade becerisine sahip, duygudaşlığı gelişmiş, strese karşı dirençli, atılgan, eleştirel düşünebilen, takım çalışmasına yatkın, öğrenme merakına sahip, yılmazlık, yaratıcılık ve liderlik becerileri gelişmiş şekilde liseden mezun olur.
Tüm bu verilerin yanı sıra halen eğitim dışındaki çocukları, mevsimlik tarım işçisi aileleriyle birlikte geçim derdinden dolayı devamsızlık yapan veya aile bütçesine katkı sağlamak için çocuk işçi olup okul terk eden çocukların PISA değerlendirmesine dahil olmadığını düşünüp, tablonun o yönünün olduğunu da unutmamak gerek.
Dolayısıyla eğitimde sınıflar arası farklılıkların eğitim çıktıları üzerine etkileri azaltılmadan, nitelikli kamusal eğitimin temel bir hak olduğu idrak edilmeden, dezavantajlı çocukların eğitim süreçleri desteklenmeden, Türkiye’nin OECD ortalamasına erişmesi zaten hayal.
TÜSİAD işbirliğiyle ERG’nin hazırladığı rapor, ortaya koyduğu tüm bu eğitim tablosu ve politika önerilerinin yanında bize net bir şekilde şunu gösteriyor: Eğitim sistemini bugünün ve geleceğin ihtiyaçlarına hazırlamak için bu konuda ortak akılla hareket etmek ve -sadece hükümete yakın şu veya bu kurumun değil- ilgili tüm paydaşların geniş bir mutabakatıyla eğitim sistemini reforma tabi tutmak şart.
Yoksa Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci yüzyılında çok büyük bir eğitim politikası değişikliği ortaya koymakla övünülen Maarif Modeli’ni birkaç kurumun bilgisine sunup sivil toplumun geri dönüşü için bir hafta mühlet vererek çağdaş reform yapılamayacağını, öğrencilerin pasif alıcılar haline getirileceği değerler eğitimini merkezine alarak, örneğin yeni teknolojilerin veya yapay zekânın bile tartışılamayacağını görüyoruz.
Bilgi açlığını, beceri edinimini ve öğrenme merakını birlikte geliştiren nitelikli eğitim, kişileri özgürleştirir. Daha çok bilgi edinen, becerilerini daha çok geliştiren, kendisini çevreleyen dünyayı anlamlandırmak için her şeyi merak eden öğrenci, özgürleşir. Bir toplumun özgürleşmesi ve gelişmesi, işte bu üçlünün eğitim sisteminin sacayağı olmasıyla mümkündür.
Özgürleşmek için eğitim şart… Çünkü bilgi ve merakın getirdiği özgürlüğü bir kez tattı mı insan, artık hiçbir şeye eskisi gibi bakamaz…