Propaganda ve Amerikan Kamu Diplomasisinin Yakın Tarihi

ABD’nin yumuşak güç uygulamaları Soğuk Savaş döneminde başlamış, 1990 sonrası etkisini birçok kıtada hissettirmiş, 11 Eylül sonrası uygulanan sert güç ve ötekileştirme politikalarına cevap olarak ülkenin imajını düzeltmek için çırpınmış, Trump döneminde durma noktasına gelmiş, Biden döneminde ise yeniden tırmanışa geçmiştir.  

Propaganda ve Amerikan Kamu Diplomasisinin Yakın Tarihi

Siyasetten sosyolojiye, psikolojiden iletişime kadar birçok farklı disiplin altında irdelenen, “yayılma, karşı tarafı etkileme, ikna etme” gibi anlamlar taşıyan propaganda kavramı 20’nci yüzyıldan itibaren çok sık biçimde kullanılmaya başlanmıştır. Tarihsel süreçte daha da geriye gidersek, Antik Yunan döneminin önemli düşünürlerinden Aristotales’e göre etkili bir ikna için üç nokta önemlidir. Öncelikle konuşmacının mantığa uygun, sebep-sonuç ilişkisine dayalı bir iletişim dili kullanması gerekmektedir. Akabinde konuşmacı, hitap ettiği kitlenin karakterini ve özünü iyi anlayabilmeli, konuşmalarını karşısındaki kitlenin kişiliğine göre şekillendirmelidir. Son olarak ise hedef kitlenin duygularını ve bu duyguların oluşmasına zemin hazırlayan arka plandaki gerekçeleri anlayabilmek önemlidir.[1]

 

1980 sonrasında propaganda, daha modern ve ılımlı bir kavram olan “kamu diplomasisi” terimine doğru evrilmeye başlamıştır. Önceleri hükümetlerin kendi halkları üzerinde uyguladıkları ikna yöntemleri, artık hükümet dışı örgütlerin de bu sürece katılımları ile birlikte yabancı kamuoyları üzerinde uygulamaya konulmuştur. Daha çok Batı menşeli olan sivil toplum örgütleri, çok uluslu şirketler, basın-yayın organları gibi uluslararası aktörlerin de bu süreçte yer alması, hem yapılan propagandanın toplumlar nezdinde güvenilirliğini artırmış hem de daha çok merak uyandırmıştır. Propagandanın yeni boyutu ile kamu diplomasisi şeklinde uygulandığı bu süreçte, 21’inci yüzyıla  girerken bilhassa “sosyal medya”, devletler ve güvenilir kurumlar/şirketler tarafından yeni model kamu diplomasi aracı olarak kullanılmış, böylelikle uzak mesafedeki toplumlar üzerinde daha hızlı ve kolay bir etki ağı oluşturulmuştur.

 

Uluslararası ilişkiler disiplininde kamu diplomasisi bir yumuşak güç unsuru olarak kabul edilmektedir. İstenileni zor kullanmak veya para vermek yerine karşı tarafta hayranlık uyandırarak alma olarak tabir edebileceğimiz yumuşak güç kavramı[2], 20’nci yüzyıl  sonlarına doğru Joseph Nye ile gündeme gelmiştir. Nye, devletlerin “sert güç” (hard power) olarak kabul edilen ekonomik ve militarist güçlerin yanı sıra kültür, sinema, eğitim gibi yumuşak güç değerlerine de sahip olduklarının, tüm bu değerlerin ancak dış politika enstrümanı olarak kullanıldığı sürece faydalı olabileceğinin altını çizmiştir. Başta ABD olmak üzere birçok devlet, yürüttüğü kamu diplomasisi çalışmalarında yabancı kamuoyları nezdinde olumlu bir imaj yaratabilmek amacıyla bu değerlerini kullanmaya ağırlık vermiştir. Her zaman “sert gücü” ile tanıdığımız ve belleklerimizde “suçlu devlet” olarak yer edinen ABD’ye farklı bir açıdan bakarak, ülkenin yumuşak güç kullanımına dair attığı adımları yazı genelinde özetlemeye çalışacağım. Tabii ki algı değiştirmek gibi bir niyetim yok, sadece farklı bir perspektif sunmak istiyorum. 

 

Hollywood Filmlerinin Dünyayı Saran Etkisi

 

ABD’nin ve dünyanın en yüksek bütçeli film endüstrisi olan Hollywood, 1900’lü yılların ikinci yarısından itibaren artık uluslararası boyutta bir seyirci kitlesine hitap etmeye başlamış ve günümüze kadar etkinliğini devam ettirmiştir. Sinemayı kullanarak Amerika, kendi milli değerlerinin, kimliğinin ve ideolojisinin etkilerini dünyaya yaymayı amaçlamış, “kahraman, özgür ve vatansever Amerikalı” imajı vermeyi başarmıştır. Soğuk Savaş sürecinde Amerika’nın “haksızlık karşısında mücadele veren barış yanlısı bir ülke”, SSCB gibi Amerikan ideolojisine tezat oluşturan ülkelerin ise “savaş yanlısı tehlikeli ülkeler” olduğuna tüm dünya ikna edilmeye çalışılmıştır. Bu propaganda girişimine örnek olarak, Vietnam Savaşı’nın meşruluğuna Amerikan halkını inandırmak için çekilen bazı filmler gösterilebilir. ABD’nin bir özgürlük ve demokrasi savunucusu olarak betimlendiği ve Vietnam Savaşı’nda savaşan Amerikan askerlerinin haklı mücadelelerini, kahramanlıklarını anlatan “Good Morning Vietnam”, “The Battle of Khe Sanh”, “Rambo First Blood” gibi filmler bunlara örnektir. Bu filmlerin hemen hepsi, klasik propaganda tekniklerinde görülen abartma, aldatma ve saptırma yöntemlerine başvurmakta, Amerikan askeri operasyonlarının yalnızca olumlu sonuçlarını göstermeyi amaçlayarak bembeyaz bir tablo çizmektedirler.[3]

 

Küreselleşme ile birlikte gelişen Amerikan teknolojisini ön plana çıkarmak için 1999 yılında çekilen Matrix filmi de bilim kurgu bazında dünyada en çok izlenen Hollywood filmleri arasındaki yerini almıştır. Film, siber uzay çağındaki güç merkezleri tarafından gerçeğin oluşturulması ve algılanmasını amaç edinmiş, “bilgi savaşı” ve “bilgi hâkimiyeti” konularını işlemiştir. Yine popüler kültürün yaygınlaştığı Soğuk Savaş sonrasında Hollywood, Amerikan yaşam tarzını, gençler arasındaki ikili ilişkileri, aile kavramını ön plana çıkaran filmlere de yer vermiş, Amerikan kültürü ve geleneklerini tanıtma çabası içine girmiştir. 1990’lı yılların sonlarında gösterime giren Amerikan Pastası ve Amerikan Güzeli adlı filmler, yeme kültüründen modaya, ikili ilişkilerden müzik kültürüne kadar birçok unsuru içinde barındırarak insanların zihnindeki “Standart bir Amerikalının bir günü nasıl geçer?” sorusuna cevap vermiştir. Bu filmlerde rahat tavırlarıyla sunulan insanların kulüp, kumarhane gibi eğlence ortamlarında boy göstermesi ABD’nin özgürlüklere ne kadar önem verdiğinin, fast-food tüketip hip-hop dinleyen insanlar da Amerikan yeme-içme kültürünün ve Amerikan müziklerinin toplum arasında ne kadar yaygınlaştığının belirgin bir göstergesidir.

 

Eğitim Programlarının Yaygınlaşması

 

Eğitim, ABD’nin en çok önem verdiği alanların başında gelmektedir. Binlerce bilim insanı, akademisyen ve öğrenci eğitim görmek ve çalışmalarını daha iyi koşullarda yürütmek amacıyla ABD’nin seçkin üniversitelerini tercih etmektedir. II. Dünya Savaşı sonrası kamu diplomasisi çalışmalarını yürüten Birleşik Devletler Enformasyon Ajansı (USIA), 1997 yılında ABD Dışişleri Bakanlığı bünyesine katılmış, 1997 yılının sonunda ise USIA, 141 ülkede Birleşik Devletler Enformasyon Servisi (USIS) olarak bilinen 190 farklı birime ulaşmıştır. USIA tarafından yönetilen akademik değişim programlarından en çok bilineni 125 ülkeyi kapsayan Fulbright programıdır. ABD’nin en prestijli burs programlarından birisi olarak görülen Fulbright, dünyanın birçok ülkesinden öğrenci, akademisyen ve sanatçılara Amerika’da eğitim alma fırsatı sunmaktadır. Fulbright bursu mesleki gelişim, yabancı dil öğrenmek ve en iyi lisansüstü okulda öğrenim görme biletini kazanmak için önemli bir fırsattır.[4]

 

Quacquarelli Symonds (QS) tarafından 2022 yılında yapılan dünyanın en iyi üniversitelerinin belirlendiği sıralamada birinci sırada Massachusetts Institute of Technology (MIT), üçüncü sırada Stanford, beşinci sırada Harvard gibi Amerikan üniversiteleri yer almakta, listeyi daha birçok Amerikan üniversitesi doldurmaktadır. Akademisyen kalitesi, donanımsal ve teknolojik imkânlar, atıf ve yayın sayısı gibi açılardan sıralamanın en üstlerinde yer alan bu üniversitelerin varlığı, ABD’yi beyin göçü için hedef ülke konumuna getirmekle birlikte, bu üniversitelerde eğitim gören yabancı öğrencilerin pek çoğunun ABD’de vatandaşlık alarak kendilerine yeni bir yaşam kurdukları görülmüştür.

 

11 Eylül’den Günümüze Yumuşak Güç Uygulamaları

 

11 Eylül İkiz Kuleler saldırıları sonrasında ABD eski Başkanı George Bush’un “Haçlı Seferleri” tabirini kullanarak İslam dünyasına karşı savaş açması ve Müslümanları “terörist” sıfatıyla nitelendirmesi dünya kamuoyu nezdinde ABD’nin çekiciliğine ve imajına zarar vermiştir. Bu süreçte ABD’nin Afganistan ve Irak’a yönelik önleyici müdahaleye (pre-emptive strike) dayanan ve temel insan hakları ile paradoks oluşturan güvenlik stratejileri uluslararası aktörler tarafından eleştirilmiş, bu eleştirileri kırmak için ABD’nin yumuşak güce dayalı adımlar attığı görülmüştür.

 

ABD’nin 11 Eylül sonrası düşüşe geçen marka imajını düzeltebilmek için yapılan atılımlardan birisi uluslararası yayıncılıktır. Dışişleri Bakanlığı, Beyaz Saray ve Savunma Bakanlığı işbirliği ile özel bir medya birimi kuran ABD, yumuşak gücünü evrensel düzeyde faaliyete geçirmiştir. Bunun için hem Amerika’da hem de Ortadoğu’da yaşayan Araplara “dost ülke” imajı vererek Arap toplumunun kalplerini ve zihinlerini kazanmak için kurulan Radyo Sawa (2002) ve Radyo Alhurra (2004) istasyonları, Amerikan müziklerini, kültürünü ve yaşam tarzını masumane biçimde Ortadoğu’ya tanıtacak şekilde yayınlar yapmıştır. Amerikan kongresi tarafından finanse edilen bu radyolar, Irak da dahil olmak üzere Arapça konuşulan ülkelerde geniş bir dinleyici kitlesine ulaşmıştır.

 

11 Eylül’ün akabindeki süreçte Amerikan kamu diplomasisindeki bir diğer faaliyet, Amerika’da yaşayan Müslümanların hayatı hakkında olumlu bir imaj oluşturarak ABD’nin Müslümanlara ne kadar saygılı olduğunu anlatmaktır. Bu çerçevede Amerikan vatandaşlarını Müslümanların değerleri hakkında bilgilendirmek için “Council of American Muslims for Understanding” isimli bir vakıf kurulmuştur. Hükümet tarafından desteklenen bu vakıf, tüm dünyadaki Müslümanlar ve Amerikalılar arasındaki diyaloğu ve fikir alışverişini geliştirmek için web sayfaları hazırlamış, forumlar oluşturmuştur. Bunun yanı sıra ABD’ye İslam ülkelerinden Müslümanlar davet edilerek, burada Müslümanlara karşı ne kadar hoşgörülü bir yapının olduğu gösterilmek istenmiştir.

 

ABD eski Başkanı Barack Obama, başkanlığa geldiği ilk yıllarda oğul Bush’un aksine Müslüman dünyasına, “Amerikalılar sizin düşmanınız değil” mesajını vermeye, söylemleri ile Müslümanları ABD’ye çekmeye çalışmıştır. Göreve geldiği hafta ilk röportajını Suudi Al Arabiya televizyonuna veren Başkan Obama, “Benim ailemde Müslümanlar kişiler var. En büyük Müslüman nüfusa sahip ülkede yaşadım. Bu yüzden gezilerimde Müslüman dünyası ile iletişim kurmak, onların hislerini anlamak için uğraşacağım”[5] açıklaması ile İslam dünyasına sempati besleyen bir başkan imajı çizmiştir. Müslüman dünyasına yönelik yumuşak güç kullanımının sinyallerinin bir başka göstergesi de, Haziran 2009’da Obama’nın Kahire Üniversitesi’nde yaptığı konuşmadır. Kahire’ye gelir gelmez üniversitedeki öğrencileri ve akademisyenleri “assalaamu alaikum” diyerek selamlayan Obama, konuşmasında kendi başkanlığı döneminde ABD ile dünyadaki Müslümanlar arasında karşılıklı çıkar ve saygıya dayalı bir anlayışın temellerinin atılacağı, Hristiyanlık ve İslamiyet’in birbirleriyle tezat oluşturmadığı ve aralarında bir savaşa gerek olmadığı minvalinde konuşmuştur.

 

“Önce Amerika” mottosunu ilan eden eski başkan Donald Trump ise, uluslararası arenada baş gösteren olaylara müdahil olmayacaklarını ve tamamen kendi iç yapısındaki durumlara odaklanacağını vurgulayarak aslında ABD’nin yumuşak gücünü dünyaya ispatlamak zorunda olmadığını anlatmaya çalışmıştır. Trump’ın göçmenlere ve siyahilere karşı beslediği ayrımcı tutum; 2017’den bu yana barış adına uluslararası arenada imzalanan anlaşmalardan geri çekilmesi (Örn; Paris İklim Anlaşması, İran Nükleer Anlaşması, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi, Küresel Göç Sözleşmesi, Filistinli Mülteciler İçin Yardım Ajansı), Ortadoğu ülkeleri ile Obama dönemindeki yumuşak ilişkiler ağının kesilmesi, COVID-19 virüsünün Çin’den geldiğinin söylenmesi ve Çin’e karşı yapılan ticaret savaşları, AB ile Transatlantik ilişkilerin durdurulması gibi pek çok tutum ve eylem, Trump’ın pasif bir dış politika izlediğini ve ABD’nin yumuşak gücünü kullanmak istemediğini kanıtlar niteliktedir.

 

Son Başkan Joe Biden’ın başkan seçildiğinin netlik kazanmasından sonra “Dünyanın jandarması geri döndü” (America is back) minvalinde yaptığı açıklamalar, Trump’ın aksine ABD’nin uluslararası siyasette daha çok söz sahibi olacağının sinyallerini vermiştir. Bununla birlikte, Biden ısrarla “sert güç” unsurlarıyla dünya meselelerine müdahale edecek bir ABD yerine, son noktaya kadar “yumuşak güç” araçlarını kullanacak olan demokratik ve barış yanlısı bir ABD imajı çizmiştir. Bu amaçla Biden, yeni bir diplomasi hamlesiyle Avrupa ile ilişkilerin yeniden geliştirilmesi bağlamında Transatlantik ilişkilere format atarken AB üzerinden de Türkiye ile yeni bir sayfa açmaya çalışmıştır. Bu bağlamda Joe Biden’ın iktidara gelir gelmez Afganistan’dan çekilme ile taçlandırmak istediği yumuşak güç gösterisi de bazı çevreler tarafından alkışlanırken bazı çevreler tarafından sert bir şekilde eleştirilmiştir. Rusya-Ukrayna Savaşı’na direkt olarak ABD’nin müdahil olmaması, hatta Türkiye ve Fransa gibi NATO ülkelerinin arabuluculuk misyonlarının desteklenmesi de ABD’nin yumuşak güç adımlarından birisi olarak görülebilir.

 

Ez cümle, ABD’nin yumuşak güç uygulamaları Soğuk Savaş döneminde başlamış, 1990 sonrası etkisini birçok kıtada hissettirmiş, 11 Eylül sonrası uygulanan sert güç ve ötekileştirme politikalarına cevap olarak ülkenin imajını düzeltmek için çırpınmış, Trump döneminde durma noktasına gelmiş, Biden döneminde ise yeniden tırmanışa geçmiştir. Görüldüğü gibi yumuşak güç, ABD’nin istikrarsız alanlarından birisi olmuştur. Bundan sonraki süreçte yumuşak gücün nasıl bir şekil alacağı Biden ve ondan sonra gelecek başkanın tutumunun yanı sıra uluslararası politikadaki sistemsel yapıya da bağlı olacaktır.

 

__

[1] Aristotle, Rhetoric, çev. W.Rhys Roberts, A Penn State Electronic Classics Series Publication, The Pennsylvania State University, 2010, s.9.

[2] S. Joseph Nye, Soft Power: The Means to Success in World Politics, Public Affairs, New York, 2004, önsöz.

[3] Marilyn B.Young, The Vietnam Wars: 1945-1990, HarperCollins, New York, 1991, s. 301’den aktaran Arsev Bektaş, s.182.

[4] Nancy Snow, “Valuing Exchange of Persons in Public Diplomacy”, Handbook of Public Diplomacy, (Ed.Nancy Snow ve Philip M. Taylor), s.237

[5] Hisham Melham, “Obama Al Arabiya Interview”, Al Arabiya, 27.07.2009, http://www.huffingtonpost.com/2009/01/26/obama-Al Arabiya-intervie_n_161127.html, (13.06.2014)

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.