Sağlıkta Şiddetin Anatomisi
Bir zamanlar sağlık sistemlerinin öznesi konumunda olan hekimler bu sistem içerisinde giderek nesne konumuna düşürülmekte ve özne olmanın bedelini ise şiddet görme, tükenmişlik, ekonomik yetersizlik, mesleki tatminsizlik ve itibarsızlaştırılma ile büyük bir hayal kırıklığı olmak üzere en ağır şekilde ödemektedirler.
Bireyin zihinsel, ruhsal veya beden bütünselliğine yönelik bir eylem olan şiddet, antropolojik bir bakış açısıyla bakıldığında toplumun kültürel yapısı ile ilişkili bir kavram olup bireysel ya da toplumsal şiddet olarak ortaya çıkabilir. İnsanlık tarihi, aslında birey ve toplumların kendi aralarındaki şiddetin de tarihidir. Tarih boyunca dünya genelinde toplumlararası şiddetin sık yaşandığı bölgeler incelendiğinde olayın daha çok din, etnisite ve ekonomik paylaşım etrafında şekillendiğini görmek mümkündür.
İdeolojik ve kültürel bir eylem olan şiddet, bireysel seviyeye indiğinde toplumsal şiddetin bir yansıması ve kültürel bir özne olarak gözlenmektedir. Bazı gruplar gerek popülizm gerekse de yaygınlaşan kitle iletişim araçlarının kışkırtmasıyla hiç tanımadıkları başka gruplara karşı oldukça katı kanaatlere sahip olmakta ve bu grupların kimliklerine duydukları öfkeden dolayı şiddete eğilim seviyeleri oldukça yüksek seyretmektedir. Günümüzde toplumdan topluma şiddetin tanımı ve bakış açıları değişmekle beraber şiddet sadece bireye ait biyolojik bir olgu olmanın ötesinde aynı zamanda kültürel olarak kodlanmış politik bir tercihtir.
Sağlık ve sağlıkla ilgili kurumsal yapılar ve sistemin kendisi, kamu ve toplumun bir parçası olmakla beraber sağlıkta şiddet olgusunun kendine ait dinamikleri ve birçok nedeni vardır. Sağlıkta şiddet, gelişmiş ülkeler dahil olmak üzere tüm dünyada önemli ve giderek artan bir sorun olmaya devam etmektedir. Çatışma kültüründen beslenen, kadına, çocuğa, hayvana, doğaya yönelik şiddetin had safhaya ulaştığı, ölümün adeta kutsandığı ve şiddetperest olma yolunda hızla ilerleyen toplumlarda sağlık çalışanlarının da bu şiddet dalgasından payını almaması elbette düşünülemezdir.
Aile ortamı ve okullar dahil olmak üzere genel olarak kamusal alanda meşrulaşan şiddet olgusu ise sorunların hem toplumsal hem de bireysel bazda çözülmesi için bir araç haline dönüşmektedir. Yeri geldiğinde hekimin tuvalete veya yemeğe gidişi gibi fizyolojik bir ihtiyacı, yeri geldiğinde de başka bir hastaya bakarken diğer hastayı bekletmesi sağlıkta şiddetin nedeni olabilmektedir. Ülkemiz özelinde bu durum adeta kendi tercih ve istekleri ile şiddet uygulayan bir kitle yoluyla giderek toplumsal bir gerçeklik haline dönüşen ve en tehlikelisi de sıradanlaşan bir olgu olarak gündelik yaşamımızın bir parçası haline gelmiştir. Sağlıkta şiddetin dünya genelinde ve ülkemiz özelindeki nedenlerini aşağıda incelemeye çalışacağız.
Hekimliğin Sıradanlaştırılması
Tarih boyunca saygı duyulup statü sembolü olarak görülen hekimlik mesleğine aynı zamanda bir kutsiyet atfedilmiştir. 20’nci yüzyılın ikinci yarısından başlayarak günümüze kadar tıp giderek endüstrileşmiş, sağlık ise alınır satılır bir meta haline gelmiştir. Bu endüstrileşme, hekimlik mesleğini sosyal, psikolojik ve ekonomik olarak yeniden tanımlamıştır. Hekim-hasta arasındaki ilişkiyi kökünden değiştiren bu yeni durum, hekimin hem mesleği hem de hizmet verdiği kitle ile arasına mesafe girmesine ve aralarında ciddi iletişim kopuklukları oluşmasına yol açmıştır. Hasta ve hekim arasındaki doğal ve insani ilişki adeta karşılıklı olarak otomatikleşmiş bir sürece dönüşmüştür. Hekimlik mesleğinin kendine has bilgi, birikim, teorik ve pratik yükü hekimleri tüm toplumlarda otorite sahibi hale getirmiş ve karar mekanizmalarında önemli bir pozisyona sokmaya başlamıştır. Endüstri ve siyaset kurumu otorite paylaşımını doğaları gereği kabul etmeyecekleri ve mesleki özerkliğinin fazla olmasının sermaye tarafına getireceği ek mali yükü azaltmak için uzun yıllara sair politikalarla hekimlik mesleğini sıradanlaştırma yoluna gitmişlerdir.
Hekimliğin yoğun bir emek sonrası kazanılan tecrübe, mesleki eşsizlik ve otoritesine yönelik en büyük darbe bu politikalarla vurulmuş ve performansa dayalı ödeme dahil olmak üzere geliştirilen farklı ödeme sistemleri ile hekimlerin yaşanan ve yaşanacak süreçlere itiraz etmemeleri ile karar mekanizmalarına katılımlarının engellenmesi hedeflenmiştir. Hekimlere insanların ödediği vergiler yoluyla yüksek ödemeler yapıldığı algısı medya yoluyla topluma sürekli servis edilerek vatandaş adeta hekimlerin işvereni pozisyonuna bilinçli olarak getirilmiştir. İşin acı tarafı bu algının başka meslek gruplarına yönelik hiç gündeme getirilmemesi ve hekimlerin de vergi mükellefleri olduklarının unutulması olmuştur.
Toplumun önünde yaşanan bu gelişmeler, insanların gözünde hekimlik algısını yerle yeksan etmekle kalmamış sıradanlaşan hekimlik mesleğini hedef haline getirmiştir. Öyle ki 20-30 yıl kadar önce tıp fakültesi öğrencilerine toplum tarafından gösterilen saygı bugün o öğrencilerin hocalarına gösterilmemeye başlanmıştır. Ülkemizde özellikle son yıllarda hasta memnuniyeti ile hekimlik ve mesleğin saygınlığı, gelişmiş dünyanın aksine ters orantılı gitmeye başlamıştır. Sonuç olarak sistem, sağlığın alınıp satılabilen bir ürün haline gelmesine müsaade ederken sağlığa erişebilme ile iyi bir sağlık hizmeti alma hakkının aynı anlama gelmediği ve aslında bu kadar kolay bir şekildeki erişim ile sağlığın tüketilmesinin bir süre sonra paradoksal olarak sağlık hizmetlerinin niteliksizleşmesine, sosyoekonomik düzeyi yüksek olanların ise özel sektörden sağlık hizmeti satın almasına neden olmuştur.
Hekim-Hasta İlişkisinin Dönüşümü
Özellikle gelişmiş ülkelerde bilgiye ulaşma ve dijitalleşme ile sağlık okuryazarlığı açısından güçlü hasta döneminin başlaması hasta-hekim ilişkisinin yıllar içindeki değişimini tetikleyen önemli bir etmen olmuştur. Yüzyıllar boyunca hekim odaklı seyreden karşılıklı etkileşimde ‘bilgi sahibi olan otoritenin de sahibi olur’ ilkesi hekim-hasta ilişkisinin temel belirleyici faktörü olmakla beraber bilgi ve teknoloji çağını yaşayan modern dünyada bu ilişki aynı zamanda paternalist bir formdan partnerlik formuna geçiş göstermiştir. Hastanın rahatsızlığı ile ilgili olarak teorik açıdan bilgili olması, gelişmiş toplumlarda hasta ve hekim açısından avantaj sağlarken gelişmekte olan toplumlarda avantaj sağlayabilmenin yanında çatışmanın da kaynağı olabilmektedir.
Tıbbi bilgiye ulaşmanın kolaylaşması sonrasında hekime ait olan tıbbi bilgi tekeli kırılmaya ve hekim-hasta ilişkisi de değişim göstermeye başlamıştır. Hekimlerin bilgiye dayalı otoritesi sarsılıp bunun yanında ‘hasta yoktur hastalık vardır ilkesi’ de sistem tarafından dayatıldıkça hekimler algoritmaları yerine getiren uygulayıcılara dönmeye başlamışlardır. Temelinde hiyerarşi olan bir ilişkiden işbirliği içeren bir ilişkiye geçmek süreç, emek ve kültürel bakış açısının olmazsa olmaz olduğu bir olgudur. Popülist siyasetler sonucunda kendinde sağlık sistemini sınırsızca kullanım hakkı gören bazı kişiler, dijital ve sağlık okuryazarlık seviyeleri de yeterli olmayınca internetten veya çevrelerinden öğrendikleri yarım yamalak bilgiler ile hekimin karşısına çıkıp bir süre sonra tıbbi sürece müdahil olmaya ve süreci yönlendirmeye çalışmakta ve bu durum sıklıkla hekim ile aralarında çatışmaya evrilebilecek bir ilişki ortaya çıkarmaktadır.
Hastaların Sosyokültürel Seviyesi
Ülkemizde sağlıkta şiddete yol açan en önemli nedenlerden bir diğeri ise hastaların sosyokültürel seviyesidir. Bu durum şiddetin şeklini de etkilemektedir. Sosyokültürel seviyesi yüksek olanlar daha fazla sataşma ve sonrasında sözel şiddete başvururken problem gördükleri bir konuda daha çok şikâyet mekanizmalarını devreye sokmaktadır. Sosyokültürel seviyesi düşük olanlar ise doğaları gereği şikâyetlerini sözlü dile getirmek yerine fiziksel güç gösterisi yapmaktan kendilerini alamamaktadır.
Şiddet ile ilgili yapılan birçok çalışmada yoksulluk ve şiddet arasındaki bağlantı ise uzun yıllardan beri bilinmekle beraber şiddetin sadece yoksulların tekelinde olmadığını belirtmek gerekir. Bu bağlamda ülkemizin içinden geçtiği ekonomik durumun şiddet olgusunu artırabileceğini ve sağlıkta şiddeti daha fazla yaşama olasılığımız olduğunu da belirtmek gerekmektedir. Yine ülkemiz özelinde çok ciddi bir sorun olan toplumsal kutuplaşmanın ve genel olarak yaşanmakta olan gerginliğin azaltılması, şiddeti azaltacaktır. Bunların yanında toplumsal ve ahlaki değerlerde yaşanan erozyon, bireyler arası saygı yitimi, dayanışma kültürünün azalması, aşırı şehirleşmenin getirdiği benliğe yabancılaşma olguları gibi daha birçok neden bireyleri şiddet sarmalının içerisine itmektedir.
Yeri gelmişken özellikle mesleğinin başlarında olan hekimler üzerindeki bir diğer olumsuz durumu açıklamak gerekir. Taze doktorların atandıkları daha küçük yerleşim birimlerinde o yerin ileri gelenleri, siyasi parti teşkilatları, mülki amirler gibi birçok gruptaki insanın “Sen benim kim olduğumu biliyor musun” diye başlayan sağlıkla ilgili bitmez tükenmez taleplerinin oluşturduğu psikolojik şiddet artık sıradanlaşmıştır.
Popülist Söylemlerin Sağlıkta Şiddete Katkısı
Sağlıkta şiddet ile siyaset kurumunun uygulamaları arasında da yakın ilişki vardır. Popülist söylem ve uygulamalar sağlıkta şiddetin oluşmasına zemin hazırlayabilmektedir. Popülizm yapısı gereği elitizm karşıtı bir söylem üretmekte ve bu söylem zaten hekimleri geçmişten gelen şartlanmışlık ile elit bir kitle olarak gören halk nezdinde karşılık bulmaktadır. Mağdurun kimliği şiddete bakış açısını değiştirmektedir. Hekimlerin hasta ile ilişkilerindeki bilgi temelli asimetrik ilişki ve elitist olduklarına dair geçmişten günümüze gelen toplumsal bakış açısı, mağduriyetin önüne geçmekte ve hekimlerin uğradığı şiddetin toplumun büyük kesiminde dikkate alınmamasına neden olmaktadır. Bundan dolayı hekime yönelik şiddet olgusu kamu vicdanında çok fazla yer bulamamakta ve bu duruma tepki gösterenlerin birçoğu da yakını veya tanıdığı sağlıkçı olan insanlar olmaktadır.
Sağlıkta şiddet ülkemizde popülist söylemlerin katkısı ile hızla bir davranış kalıbı haline gelmektedir ve toplum başka kurumlardan beklemediği şişirilmiş beklenti ve talepleri sağlık sisteminden bekler hale gelmiştir. Hekimleri topluma şikâyet eden ve sözüm ona bu şikâyeti yaparken daha önceki yıllarda sağlık sistemi ve bazı hekimlerden dolayı yaşanan birtakım mağduriyetler üzerinden muhalif bir dil oluşturmak, bir süre sonra hitap edilen kitlenin bu söylemi satın almasına ve öfkesini hekimlere yöneltmesine neden olmaktadır.
Sınırsız Şikâyet Hakkı
Şiddetin bir başka önemli nedeni ise şikâyet etme kültürünü içselleştirememiş kitlelere ülkemiz özelinde kurulan SABİM adlı kuruluş ile sınırsız şikâyet etme hakkı tanınmasıdır. Bu durum hekimler üzerinde ciddi bir psikolojik baskı oluşturmakta ve aynı zamanda hekimin toplum gözünde olabildiğince dokunulabilir bir meslek grubunun mensubu olduğu izlenimini vermektedir. Bu cümleden hekimlerin şikâyet edilemez olduğu ve yaptığı işlemler nedeniyle sorumsuz olacakları anlamı çıkarılmamalıdır ancak SABİM şikâyetlerinin maksadını aştığı ve bu kurumun revize edilmesi zorunluluğunun ortaya çıktığı açıktır.
Sağlıkta tüketim kültürünün neredeyse sistem tarafından özendirilip artırılması -ülkemizde sevk zincirinin olmaması buna en güzel örnek olacaktır- sağlıkta şiddetin önemli nedenlerinden biri olmakla beraber oluşan bu kültür, sağlığın bir meta olarak algılandığı günümüzde hekimleri ve sağlık sistemini de aşırı derecede tüketmektedir. Sağlık sistemini, toplumun bu kadar özensiz kullandığı başka bir ülke daha olmaması bir yana sistemin yine bu kadar özensiz kullanılabileceğini gören birtakım insanlar hekimleri de aynı şekilde kullanabileceklerini düşünmektedirler.
Popülist söylemler sonrasında hasta gibi değil de memnuniyet bekleyen müşteri modunda, emre amade bir şekilde tüm sağlık sisteminin kendilerini beklediğini düşünen bir kitle söz konusudur. Hastanelerde sıra bekleyen onlarca insandan tutun fiziksel imkânlara kadar hayatın gerçekleri ile karşılaştıklarında dünyaları başlarına yıkılan bu kitle, öfke ile hareket etmeye başlayıp bu öfkelerini çalışanlara yöneltmektedir. Yapılan birçok çalışma şiddetin kamu sektöründe, özel kurumlardan daha fazla olduğunu göstermektedir. Bunun en büyük nedeni ise popülist söylemler sonrasında bu söylemlerden etkilenen insanların kendilerini sağlık kuruluşlarının ve dolayısıyla da hekimlerin sahibi gibi zannedip o şekilde davranmalarıdır. Bir süre sonra bu yaşananlar hekimlerin tükenme sendromuna daha kolay girmesine, hasta ile hekim arasındaki ilişkide erozyona yol açmakta ve akabinde şiddete zemin oluşturmaktadır.
Medyadaki Şiddet Dili
Sağlıkta şiddetin ülkemizdeki en önemli nedenlerinden bir diğeri ise medyada bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde hekim karşıtı yayınların sıklığının fazla olmasıdır. Genel olarak medyadaki şiddet dili ve görseller şiddeti normalleştirmekle kalmayıp toplumun geneline yayılmasına da yol açmaktadır. Televizyon dizilerindeki hastane ve hekim sahnelerinde ciddi tıbbi danışmanlıkların alınmaması ve bu sahnelerin birçoğunda dizi karakterlerinin doktorlara karşı buyurgan bir dil kullanmaları, dizileri içselleştiren birtakım insanlarda bu dili kendilerine de hak görmeleri sonucunu doğurmaktadır. Yine hekim karakterlerin ön planda olduğu dizi ve filmlerde topluma verilen mesajlarda hekimlerin standartların çok üzerinde bir yaşam sürdükleri, pahalı arabalara bindikleri ve lüks evlerde oturdukları gösterilmekte ve hekimler toplumun ötekisi, bir nevi ‘biz ve onlar’ olarak resmedilmektedir. Gerçekte ise ülkemizde hekimlerin çoğunun yaşam standartlarının toplum genelinden farklı olmadığı hatta yeni mezun pratisyen ve asistan hekimlerin neredeyse yoksulluk sınırında yaşadıkları göz ardı edilmektedir. Dizileri seyretmeyip adeta yaşayan bir kitleye hekimler hakkında yanlış mesajlar verilmesi ve bu mesajların olduğu gibi kabullenilmesi, hekimlere karşı ciddi bir önyargı oluşmasını tetiklemekte ve hasta ile yakınları bu önyargılarını karşılarında gördükleri hekimlere yansıtmaktadır.
Sağlıkta şiddete başvuran kişiler incelendiğinde hastalardan daha çok hasta yakınlarının şiddete başvurduğu görülmektedir. Bu durumun en önemli nedeni, hasta yakınlarının hastanın evinden doktora ulaşana kadar yaşanan tüm süreçlerde olayın merkezinde olmasıdır. Bu merkezde olma durumunda, sisteme ait tüm sorunları hasta yakınları, hastalarına yönelik bir risk ve engellenme durumu olarak algılamakta ve oluşan öfkelerini ise sisteme ait otorite olarak değerlendirdikleri hekimlere yöneltmektedirler. Bunun dışında yapılan birçok çalışmada ve gündelik yaşam pratiklerimizde şiddete başvuranların çoğunun erkek olduğu gözlenmektedir. Bu durumu, ulaşamayacağı bir gruba veya mevkiye sistem eliyle saldırıp hem kendi içsel dünyasında hem de çevresine verdiğini düşündüğü kendini yüceltme/prestij mesajı olan aciz bir erilin sisteme olan öfkesini hekimin üzerinde gösterme isteği olarak görmek mümkündür.
Cezasızlık ve Yasal Düzenleme İhtiyacı
Şiddetin en önemli nedenlerinden bir diğeri de şiddete başvuranların şiddet uygulamasının önüne geçebilecek caydırıcı nitelikte bir ceza almayacaklarını düşünmeleridir. Elbette hiçbir yerde şiddet olmasın ancak adliyedeki bir hâkim veya savcının kapısını kıran bir kişi 10 ay ceza alabilirken bir hekimin kafasını kıran kişinin elini kolunu sallayarak sokakta dolaşabiliyor olması, tüm hekimlerin kalbini kırmakta ve vicdanlarını yaralamaktadır. Bu konuda artık verilen sözler tutulmalı ve sağlıkta şiddete yönelik gerçek anlamda etkin yasalar hayata geçirilmelidir. Yasal mevzuatların değiştirilmesinin yanında sağlıkta şiddetin önlenmesine yönelik farkındalıkların oluşturulması aciliyet arz eden bir diğer önemli konudur.
Amaçları insanları sağlıklarına tekrar kavuşturmak ve yaşam kalitelerini artırmak olan hekimlerin bu denli şiddet ve şiddet tehdidi ile iç içe yaşamaları, içinde bulundukları topluma yabancılaşma, sorunlara kayıtsız kalma, hastalarına korku ve tepkisellikle yaklaşma ve mesleki tatminsizlik ile sonuçlanmaktadır. Sürekli şiddet riski altında olan hekimlerin duygu durumlarının bu denli değişken hale gelmesi ise sadece hekimlerin değil aslında en çok da hastaların sorunudur. Hekimin mesleğini icra etmesini şiddet yoluyla engelleme hem hekimlerin hem de hizmet almayı bekleyen diğer hastaların haklarını ihlal etmektedir. Şiddete uğrayan bir hekim sonraki meslek yaşamında daha güvensiz bir şekilde çalışmakta, karşısındaki hasta veya yakınına potansiyel şiddet uygulayacak bir birey gibi bakabilmekte ve hastası ile daha iyi bir iletişim kuramamaktadır.
Sağlıkta şiddet etkin, erişilebilir ve nitelikli sağlık hizmeti almanın önündeki en büyük engellerden bir tanesi olup aynı zamanda hekimin adanmışlık duygusunu öldürmekte ve nitelikli birçok sağlık çalışanının mesleği bırakmasına kadar giden en büyük etkenlerden biri olmaktadır. Şiddete uğrayan bir hekimin defansif tıp anlayışına daha yatkın hale geldiği ve çok fazla sorumluluk almak istemeyeceği açıktır. Güvenli hizmet alımı hastaların olduğu kadar, güvenli hizmet sunumu da sağlık çalışanlarının hakkıdır. Hekimler arasında içinde bulunduğu koşulları değiştiremeyenler, sonucu değiştiremeyeceğini düşünüp arka planda pasif agresif bir direnç göstererek verimini düşürecek, koşullarını değiştirebilme yönünde irade koyanlar ise çekip gidecektir. Bu yönüyle de sağlıkta şiddet ciddi bir halk sağlığı sorunu olacaktır.
Hekimlerin Artan İş Yükü
Ülkemizde sağlık kuruluşlarına başvuru sayıları son yıllarda ciddi şekilde artmıştır. Bu artışa paralel olarak yeni yapılan sağlık kuruluşlarının da sayısı artmakla beraber mevcut durum itibarıyla talebe yetiştirilebilmesi mümkün değildir. Aşırı talep, hekimlerin çalışma saatlerinde ve iş yükünde ciddi bir artışa yol açmış ve bu çalışma süreleri dünya standartlarının üzerinde seyretmeye başlamıştır. Sağlık kuruluşları ve hekimlerin bu artan talebe yetersiz kalma durumu sonucunda ortaya çıkan kısa muayene süreleri, süre kısıtlılığından dolayı bilgilendirmelerin uzun ve açıklayıcı olamaması, hastalar için uzun bekleme süreleri gibi nedenler hasta ile hekimi direkt olarak karşı karşıya getirmekte, hastalar ihmal edildiğini düşünmekte ve bu durum sağlıkta şiddete zemin hazırlamaktadır.
“Kutsal Bir Vazife” Olarak Görülen Hekimlik Mesleği
Hastaların hatta insanların gözünde hekimlerin yaptıkları iş dışında kendilerine ait bir yaşamlarının olmadığı ve bu mesleği profesyonel olarak değil de tamamen kutsal bir vazife edinmişçesine yapmaları gerektiği şeklinde bir bakış açısı mevcuttur. Bugün bile hekim camiası birçok kişiden “Bu işi para için mi yapıyorsunuz, işiniz kutsal bir iş” cümlelerini sıkça duymaktadır. Dolayısıyla işin günümüzde profesyonelce yapılmasını kabullenemeyen bir kitle ile de karşı karşıya kaldığımız açıktır. Hekimlik mesleğini profesyonellik bağlamında değerlendirmeyen ve hekimden tam bir adanmışlık bekleyen insanlar profesyonel bir yaklaşım karşısında öfkelenmekte ve bunu şiddete dönüştürmektedir. Artık ülkemizde de gelişmiş dünyada olduğu gibi hekimliğin tamamen profesyonelleşmesi ve insanların da bunu kabullenmesi gerekliliği açıkça ortaya çıkmıştır.
Çalışma Koşullarının İyileştirilmesi
Şiddet olayları en sık hasta sayılarının her yıl katlanarak arttığı ve neredeyse ülke nüfusunun iki katı sayıda başvurunun olduğu acil servislerde meydana gelmektedir. Bu başvuruların çoğunu acil bir durumu olmayan poliklinik hastaları oluşturmaktadır. Özellikle acil servislerde bakılan hasta sayılarının fazlalığı ile şiddet arasında doğrudan bir ilişki olduğu açıktır. Acil servislere gereksiz başvuruların azaltılması yönünde atılacak adımlar, şiddetin de azalmasına yol açacaktır.
Ülkemizde sağlıkta şiddetin bir diğer önemli nedeni olarak gözden kaçan bir konudan burada bahsetmek yerinde olacaktır. Tecrübe eksikliği, meslekte tecrübe kazanmış olan meslektaşlarına göre daha fazla olan tıp fakültelerinden yeni mezun hekimlerin birçoğunun ilk atandığı yerler acil servislerdir. Yeni mezun doktorların ilk çalışma yerlerinin acil servisler olmasının adeta yüzme bilmeyen bir insanın suya itilip yüzmeyi öğrenmesini beklemekten bir farkı olmadığı çok açık olup bu politikanın revize edilmesi veya değiştirilmesi sağlıkta şiddetin önlenmesi açısından atılacak önemli adımlardan bir tanesidir.
Yine ülkemizdeki hastanelerde yaşanan bir diğer önemli problem ise sağlık personelinin yerlerinin çok sık değiştirilmesidir. Örneğin yıllarca yoğun bakımlarda, acil servislerde veya cerrahi servislerde çalışmış deneyimli bir hemşire, çalıştığı birimlerden çok alakasız bir başka birime farklı nedenlerle geçebilmekte ve bu da yıllarca edinilmiş tecrübelerin boşa gitmesine neden olmaktadır. Bu durumun önüne geçmek için bu tarz kritik yerlerde çalışan tecrübeli sağlık personelinin çalışma koşullarını iyileştirmek önem arz etmektedir.
Sonuç olarak, bir zamanlar sağlık sistemlerinin öznesi konumunda olan hekimler bu sistem içerisinde giderek nesne konumuna düşürülmekte ve özne olmanın bedelini ise şiddet görme, tükenmişlik, ekonomik yetersizlik, mesleki tatminsizlik ve itibarsızlaştırılma ile büyük bir hayal kırıklığı olmak üzere en ağır şekilde ödemektedirler.