Sanat Ne Değildir?

Bu dünyada birçok harika eser, sanatçısı enteresan biri olmadığı için düşük fiyatlara satılıp çeyiz sandıklarına kondu ve sırf sansasyon yaratabilen birinin elinden çıktığı için gülünç işler fahiş fiyatlara satılıp müzelerde sergilendi.

sanat ne değildir

Evinizde oturup dantelden bir perde örseniz, motiflerini boyasanız, ucuna püskül yapsanız ve tasarımı size ait olsa; benzersiz ve daha önce denenmemiş bir model ortaya çıkarsanız ve bu iş için aylarınızı da verseniz; üzgünüm bu bir sanat değil. Çünkü dantel bir sanat tekniği olarak kabul edilmez. 

 

İplik zaten sanat materyali değildir. Burada bazı ilginç istisnalar sıralayacağım. Mesela kilim- halı sanat eseri sınıfına giriyor, çünkü günümüze ulaşmış 10 küsür Selçuklu halısı var, bu sayede üslup açısından Selçuklunun halıdaki sanat zevkini tespit edebiliyoruz. Osmanlı ise diğer tüm sanatlarda olduğu gibi halıyı bambaşka bir yere koymuş. Öylesine özgün ve pahalı halılar üretmişler ki bir dönem yurt dışına ticareti yasaklanmış. Kaçak yollardan eline bir tane Osmanlı halısı geçen tüccar, bu halıyı müşterilerine bir teminat olarak gösteriyormuş. Yani elinde Osmanlı halısı bulundurmak, tüccarın prestijli ve zengin biri olduğunun göstergesi oluyormuş. 

 

Bazı Avrupa resimlerinde masaların üstüne serilmiş, özel günlerde balkonlardan sarkıtılmış Osmanlı halıları vardır. Bu da halının, bildiğimiz anlamda ayak altına serilen bir nesneden ziyade başköşede sergilenen bir antika muamelesi gördüğünü gösteriyor. Bir Meryem Ana panosunda bile kenardan sarkan zarif bir Osmanlı halısını, dekorasyonun bir parçası olarak görmek mümkün. M.Ö. 3’üncü yüzyıllara tarihlenen Pazırık halısının Asya’da bir kurganda buzlar içerisinde bulunması, sanat tarihi açısından önemli bir olay. Yani elimizde bu kadar önemli örnek olunca, halılar sanat tarihinin kapsama alanına girmiş. Tabii yine tamamı değil, sadece tarihi değeri olanlar.

 

İplikle yapılıp da sanat eseri olarak incelenen bir başka örnek de kumaşlar. Günümüze ulaşmış Bizans kumaş parçalarının olması çok heyecan verici. Osmanlı’dan da çok sayıda, özellikle saraylıların giydikleri kıyafetler ya da önemli diplomatik hediyeler için üretilen, altın-gümüş ipliklerle dokunan seraser kumaşlar başta olmak üzere farklı tarzlarda kumaşlar, giysiler günümüze gelmiş. Bu kumaşların en önemli yanı, üzerlerindeki desenler. Bizans’ın ve Osmanlı’nın özellikle kumaşlarının desenleri resim sanatına da yansıtılmış. Kadınların eteklerinde İncil sahneleri, omuzlarında taşlar, hayvan figürleri, hatayiler, pelenkler… Osmanlı padişahlarının bazıları küçük desenler sevmiş, bazıları çintemaniyi, iri yapraklı çiçekleri tercih etmiş. Yakalarındaki kürkler için ayrı vergi kanunları bile çıkarmışlar. Belgeler, resimler, kumaş parçaları. Bunca veri, kumaşın da sanat tarihine girmesine vesile olmuş. Günümüzde Olgunlaşma Enstitüleri hâlâ eski aletlerle geleneksel kumaş dokuma sanatını yaşatmaya devam ediyor. Ancak yine de güncel el dokuması kumaşların sanatsal değeri olduğunu söylemek zor. Sadece tarihi değeri olan belli başlı türler sanat alanında araştırılıp inceleniyor.

 

Keşke Theodora’nın ya da Hürrem Sultan’ın dantel örme hobisi olsaydı. O zaman literatürde dantel diye bir şey olurdu. Lakin yok ve dantel; el sanatı, alt sanat, yan sanat, zanaat sınıflarına kibarca havale edilmiş. 

 

Eril Malzeme-Dişil Malzeme

 

Feminist sanatçılar şunu sorgulamışlar bir dönem: Acaba ataerkil ve erkek egemen dünyanın ötekileştirici karakterinden, sanatta malzeme de mi nasiplenmişti? Yani eril malzeme, dişil malzeme diye bir ayrım mı var?

 

İlk olarak “Tarihte kadın sanatçılar var mıydı?” sorusuyla başlayan feminist sanatın enteresan sorgulamalarından biri de bu. Kadınların kullandıkları malzemeler, yani iplik, iğne, şiş, tığ, kasnak, etamin, kumaş; bunlarla yapılan bir sanat eseri gördünüz mü? Tam tersini düşünecek olursak; resim, heykel ve mimari adına yapılan herhangi bir eserin “Bu sanat eseri değildir” diye reddedildiğini gördünüz mü? Çerçevenin içine girebilen her eser bir şekilde sanat camiasının ilgisini çekiyor, absürt şeyler daha fazla, hatta boş bir çerçeve bile (Bedri Baykam’ın boş çerçevesi 100 bin dolar civarında alıcı bulmuştu). Tarih erkek sanatçılara böyle bir kıyak mı geçmiş acaba? Bunun sağlamasını yapmak isteyen Miriam Schapiro adlı bir feminist sanatçı, kadınlarla özdeşleşen malzeme ve tekniklerle yapılan, dantel-nakış gibi işlerden alınan küçük parçalarla bir kolaj yapıyor, çerçeveliyor, duvara asıyor ve şunu tartışıyor: Bu bir sanat eseri midir? Resim teknikleri, boyalar, fırçalar olmayan bir resim; yüksek sanat-düşük sanat diye bir şeyin varlığını fark etmemizi sağlıyor. Duvara bantlanmış muzu müzede sergileyen ve fahiş fiyatlara pazarlayan sanat endüstrisi, belli başlı ilkeleri olmayan estetik bir hiyerarşi oluşturmuş gibi görünüyor.

 

Taş, tuğla, ahşap ve bir döneme kadar tuvaldeki yapıtı, feminist sanatçılara göre “eril malzeme” ile yapılanları sanat tarihçiler, kadınların kullandıkları malzemelerle yapılanları halk bilimciler inceliyor desem çok da abartmış olmam herhalde. Bunun nedenini sanat tarihi öğrencilerine şöyle açıklarız; “Eğer bir teknik; kendi sınırlarını aşamıyorsa, yapılanlar birbirinin tekrarıysa, yaratıcılığa zemin oluşturmuyorsa ve baktığımız zaman üslupsal bir ayrım göremiyorsak bu zanaattır. Dantel, kanaviçe, ebru, ayakkabıcılık zanaattır”.

 

Peki ipe altı delik bir teneke boya asıp, tuvale gelişigüzel dökülen boyalarla yapılan tablolar, “Bunu anasınıfına giden çocuklar da yapar” denilen soyut resimler? Alımlayıcısıyla tamamlanan, yani aslında bir mesajı olmayan ama ona bakan insanın zihninde yarattığı düşünceyle tamamlanan tablolar? Gelişigüzel boyanmış kırmızılar, siyahlar, geometrik şekillerle dolu Malevich eserleri? Bunların dantelden ne kadar farkı var?

 

Sanat ve zanaatı; sanat camiası dediğimiz elitistlerin beğeni süzgecinden geçenler ve geçemeyenler şeklinde ayırt etsek daha dürüst olurduk. Bu dünyada birçok harika eser, sanatçısı enteresan biri olmadığı için düşük fiyatlara satılıp çeyiz sandıklarına kondu ve sırf sansasyon yaratabilen birinin elinden çıktığı için gülünç işler fahiş fiyatlara satılıp müzelerde sergilendi. Bu konuda tüm zamanların en çarpıcı protestosu duvara bantlanmış muz hadisesidir sanırım. 120 bin dolara satılan bu eserde ortada ne insan eli değmiş bir iş, ne emek, ne üslup, ne teknik vardı. Hatta ortada bir eser de yok, çünkü bant ve muz çürüdükçe yenileniyor. İlk konulan muzun yerinde yeller esiyor, hatta birini de acıkan bir öğrenci yemişti. Mideye inen zavallı muzun serüveni, sifonun çekilmesiyle son buldu. 

 

Sanat mı, İnsan Emeği mi?

 

Andy Warhol sanatın sonunun geldiğini söylemişti. Görüyorum ve artırıyorum; bence sanat diye bir şey hiç var olmadı. Tarih boyu sadece “insan emeği” diye bir şey vardı. Bunlar içerisinde de tıpkı sosyal medya çöplüğünde çürümeye terk edilen şiirlerle, defalarca okunan, dinlenen, ezberlenen Sezai Karakoç şiirlerinin arasındaki fark gibi bir ayrım vardı. Bazı yapıtlar diğerlerinden çok farklıydı ve biz onları diğerlerinden üst bir kategoriye yerleştirmek, üzerinde psikanalizden kimyevi testlere kadar uzanan araştırmalar yapmak istedik. Tüm bunlar sosyal bilimlerin diğer alanları gibi insanı anlamak içindi. Ancak bu arada sanat olarak değer görenler içine haksız yere girenler ve hakkı yenenler oldu.

 

Bizim şimdi sanat eseri olarak incelediklerimiz, yaşadıkları dönemde, dinin ve otoritenin (çoğunlukla ikisinin aynı anda) ücretini ödediği, sipariş ettiği, yüksek zevklerine hitap edecek şekilde propaganda amacıyla yaptırdığı şeylerdi. Ne kadar iyi bir eser ortaya konulursa, o kadar para ediyordu. Bu yüzden atölyeler ve ustalar hep kendilerini yenilediler, daha iyisini ürettiler. Bu sayede devletin, kilisenin, zengin bir ailenin himayesi altına girebildiler. Biz onlara sanatçı diyoruz, onlar kendilerine usta diyordu. Biz yaptıkları eserlere sanat diyoruz, onlar iş diyordu. Sanatı biz yarattık. İnsanın yarattığı her şey gibi kusurlu bir kavram o da. Nasıl tanımlarsanız tanımlayın, mutlaka o tanıma uymayan bir örnekle karşılaşırsınız. Tıpkı aşk gibi. Bir şeyin aşk olduğuna inandığımızda, bir başkası bunun bir hastalık olduğunu, toksik ilişki ya da ahlaksızlık olduğunu iddia edebilir. Sanat da aşk gibi varlığı ispat edilemeyen ama insanlık tarihinin en harika hazlarını bünyesinde yaşatan ve üzerinde milyarlarca insanın sonsuza kadar konuşabileceği bir şey. Aşk kadar idealize edilmiş, kullanışlı, hazcı ve bir o kadar da riyakâr.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.