Trump’ın Hristiyan ve Yahudi Siyonistlerle Müstehcen İlişkisi
Trump, bir yandan porno yıldızlarıyla, bir yandan dindar Siyonistlerle müstehcen ilişkisini sürdürerek kendine özgü çelişik, oportünist, skandalist tarzıyla dünyaya ve bilhassa Ortadoğu’ya yeni maceralar yaşatmak için anketlerdeki zaferini Kasım ayında taçlandırmak sevdasında. Seküler dünyanın böylesi dinsel bir kâbusa maruz kalması sahiden bir ahir zaman alameti olsa gerek.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında yeni bir dünya kurulurken metropollerde esen amansız seküler fırtınalara karşılık kentlerin beyaz varoşlarında bambaşka bir mayalanma yaşanıyordu. Dinî bir mayalanmaydı bu. Tarihte nadir görülecek derecede politik iddia ve talepleri olan bir asabiye ve atılımla Amerika’nın ruhunu kurtarmaya odaklanmışlardı. Zamanla dünyanın kurtarılmasına ve zaptına yöneleceklerdi.
1970’lerin ABD’sinde pornografiye, eşcinselliğe, kürtaja ve ateizme karşı aileyi ve geleneksel değerleri muhafaza adına Moral Majority (Ahlaki Çoğunluk) hareketinin öncülük ettiği akım, marjinal olmaya sadece kısa bir süre tahammül gösterecekti. Reagan, kürtaj meselesinde müttefik ararken bu ateşli ekipleri bulunca Beyaz Saray’dan gelen onayla birdenbire Cumhuriyetçilerin anaakımı hâline geldiler.
Bu dinamik cereyan, Donald Trump’ı iktidara taşıyan esas güç oldu. Trump seçim kampanyasında “Make America Great Again (Amerika’yı Yeniden Büyük Yap)” sloganıyla Reagan dönemine atıf yaparak aslında tam da bu harekete aidiyetine dair güçlü bir imada bulunuyordu.
Hristiyan Siyonistler
Demokratların tabanında dinle irtibat gitgide zayıflasa da Cumhuriyetçi taban daha beyaz ve hâlen daha dindar. Bu beyaz Hristiyanlar, kendilerini ekseriya Evanjelik olarak tanımlıyorlar velakin yer yer ikrar ettikleri üzere en münasip tanım ise Hristiyan Siyonistler veya Siyonist Hristiyanlar. Mesih’in yeryüzüne ikinci gelişi için İsrailoğulları’nın Kenan diyarında yeniden yurtlanışını ve mabedi yeniden inşasını geride bırakılması gereken aşamalar gördüklerinden Yahudilerden bile daha fanatik Siyonistler olabilmeleri, onları Hristiyan tarihi içinde de özgün ve aykırı bir yerde konumlandırıyor.
Teksas, Kuzey Carolina, Indiana gibi eyaletlerde bariz üstünlükleri, seçimdeki dengeler bakımından önem arz ediyor. Trump, seçmen nüfusunun yaklaşık çeyreğini teşkil eden Evanjeliklere yanaşarak, en başından itibaren onlarla kader birliği yaptı. Hareketin nüfuzlu simalarıyla Evangelical Advisory Board adlı danışma kurulunu oluşturarak ilişkisine organik bir yapı kazandırdı.
Her ne kadar hiç de dindar bir mazisi olmasa da, epeyce günahkâr ve skandalist tarzıyla muhafazakârlara hayli uzak görünse de 10 Evanjelik’ten sekizinin oyunu almayı becerdi. Burada Hillary Clinton karşısında ehven-i şer sayılmasının etkisi elbette ki belirgindi. Nitekim Evanjeliklerin en etkili vaizlerinden James Jeffress, Clinton ve takipçilerini tekfir ederek cehenneme gideceklerini savunmuştu. Evanjelikler çok geçmeden dostları Trump’ı Tanrı tarafından seçilmiş kurtarıcı makamına kadar yükselttiler.
En saygın figürlerden Billy Graham’ın oğlu Franklin Graham onun en başından sıkı destekçisi oldu. “Tanrısız, ateist tedrici ajandanın kontrolü üstlenmesini engellemek için Tanrı’nın elinin olaya müdahale ettiğini düşünüyorum” diyerek Trump’a kutsal bir misyon atfetti. Moral Majority kurucusu, Evanjeliklerin piri sayılan Jerry Falwell’in oğlu Jerry Falwell Junior da 2016 seçimleri öncesinde Trump’ın yanında durmuş, “ABD’yi yeniden o eski büyük ve ihtişamlı günlerine götüreceğine inandığını” duyurmuş, ortaya koyduğu icraatlar sonrasında ise kendisini “Evanjeliklerin rüya başkanı” şeklinde methetmişti.
Trump’ın bunca himmete mukabil yapıp yapacağı, Beyaz Saray’ın kapılarını onlara açık tutup özel erişimlerini sağlamak, şatafatlı akşam yemeği davetleri tertiplemek ve kendisine el koyarak bir haçlı kumandanı muamelesi yaptıkları dua ritüelleri gerçekleştirmekten ibaret kalmadı. Evanjelikler için iki önemli mesele vardı: Kiliseler seçim bağışlarıyla siyaseti doğrudan domine etme sevdasında idiler; Trump bunun önündeki engel olan Johnson-Amendment’i kaldıracağına söz vermeliydi. Bir diğeri de elbette ki İsrail hassasiyetiydi. Evanjelik kimliğin mütemmim cüzü olan Siyonistlik, Trump’ın vaat ve icraatlarının mihveri olmalıydı.
“Vadedilmiş Topraklar Yahudilere aittir ve Tanrı’nın Yahudilere verdiği vaatler geri alınamaz ve ebedidir. Hristiyanlar Yahudilerle Tanrı’nın istediği gibi ilgilenmelidir ve Yahudi vatanının yeniden kurulmasını desteklemelidirler. Yahudiler, kendi topraklarında ebedî bir amaca sahip biçimde Tanrı’nın seçilmiş halkı olarak kalmalıdırlar.” Trump, Evanjeliklerin bu aleni Siyonist akidesine ram ve tabi olduğunu ispat için her fırsatı değerlendirmeye azimliydi.
Yahudi Lobisi
Yahudi lobisinin koç başı olan AIPAC’ta 2016 seçimleri öncesinde yaptığı konuşmada Evanjeliklerin de en hassas olduğu hususta tarafını net ilan etmiş, İsrail’in dostu ve hamisi olduğunu, Ortadoğu’da tek ve güvenilir müttefik olarak İsrail’i gördüğünü açıklamıştı. Bu samimi beyanlar, Trump’ın seçim masraflarının yüzde 60’ını Yahudilerin karşılamasının sağlam dayanağı olmuştu şüphesiz.
Bu destek salt vaatlere binaen olamazdı, daha sağlam kazıklara bağlanmalıydı. Filhakika seçim kampanyasının başına Yahudi David Friedman getirilmişti. O Friedman ki seçim zaferi sonrasında ABD’nin İsrail büyükelçisi olarak atanacaktı. Netanyahu tayinden duyduğu sevinci “David, seni İsrail’de, özellikle de Kudüs’te karşılamak için sabırsızlanıyorum” diyerek aslında Kudüs’le ilgili gündemin çok önceden kaynatılmaya başladığının işaretini de vermişti.
Trump’ın uluslararası barış görüşmelerindeki özel temsilcisi de söylemeye hacet yok ki bir başka Yahudi’ydi. Jason Greenblatt Haredim, Trump’ın seneler evvelinden avukatıydı ve herhangi bir diplomatik formasyonu da becerisi de olmamasına rağmen bu makama layık görülmüştü. Belli ki İsrail’in beka ve güvenliği odaklı tercihler Trump’ın Evanjelik ve Yahudi lobisine naçizane şükrânesi oluyordu. Sponsorluğun devamı adına bu dengeler önemliydi nitekim.
Önceki ABD başkanları da bu lobilere göz kırpar, mürailik yapar, başkanlık koltuğuna oturduklarında ise daha oturaklı bir yol tutarlardı. Trump ise sadece bir yıl sonra, 2017’de Beyaz Saray’da “Kudüs’ü resmî olarak İsrail’in başkenti olarak tanımanın zamanının geldiğine karar verdim” diye bir konuşma yaparak İsrail’le ilgili Evanjelik ve Siyonist hülyanın tahakkuku için en ileri adımlardan birini pervasızca atıverdi.
Kalan zamanında stratejik dengeleri İsrail lehine değiştirecek hamlelerine devamdan geri durmaması, Evanjeliklerin dinî heyecanlarını ve desteklerini korumaları bakımından kıymetliydi. Onun mesela İran’a sureta düşmanlığı da İslam düşmanlığını bayraklaştırmış Hristiyan Siyonistler nezdinde kahramanca girişimlerdi. Bundandır ki Evanjelik liderlerden Michael Evans’ın kurduğu Friends of Zion (Siyon’un Dostları) müzesi tarafından “hiçbir başkanın İsrail’i ve Yahudi milletini küresel ölçekte bu denli savunmadığı” gerekçesiyle Friends of Zion ödülüne layık görülmesi gayet doğaldı.
Başta Mike Pence olmak üzere aslında bu ödülleri toplamaya aday bir ekip kuran Trump, ikinci kez hizmet için sahaya çıkmış durumda. Bir yandan porno yıldızlarıyla, bir yandan dindar Siyonistlerle müstehcen ilişkisini sürdürerek kendine özgü çelişik, oportünist, skandalist tarzıyla dünyaya ve bilhassa Ortadoğu’ya yeni maceralar yaşatmak için anketlerdeki zaferini Kasım ayında taçlandırmak sevdasında. Seküler dünyanın böylesi dinsel bir kâbusa maruz kalması sahiden bir ahir zaman alameti olsa gerek.