Türkiye’de Filistin/İsrail Algısı -1: Milliyetçi Kesim
“Araplar Osmanlı’yı arkadan vurdu” diskuru, bazı doğruları barındırsa da, yanlış ve manipülatif yanlarıyla büyük oranda ezbere ve seçmece tarihsel gelişmelere dayanıyor ve o dönem Arapların tamamının tutumunu da bugünkü dengeleri de açıklamaktan uzak. Ancak çatışmacı sosyal medya ortamlarında konuşula konuşula hakikat olduğu zannedildi ve Gazze’de parçalanmış çocuk cesetleri karşısında bile Türkiye’deki belli kesimler “oh olsun, onlar da ihanet etmişti” ezberciliğine ve vicdansızlığına savrulabildi.
Bu hafta birkaç yazı sürecek yeni bir seriye başlıyorum Perspektif için. Yaklaşık bir asırlık Filistin meselesinin Türkiye’deki farklı ideolojik kesimlere/mahallelere/toplumsal gruplara yansıyan yönlerini incelemeye gayret edeceğim. Bunu yaparken, bilhassa son döneme odaklanmaya ve bu kesimlerin hâlihazırdaki tutumunu ortaya çıkaran -veya buna etki eden- iç siyasi ve toplumsal şartlarla, bölgesel ve uluslararası faktörlere ve tarihsel/ideolojik bagajlara değineceğim.
Bu serinin ilk bölümünde milliyetçi toplumsal gruplardaki Filistin algısını ele alacağım. İlerleyen haftalarda sol/sosyalist kesimlerle, gelinen aşamada parçalı bir yapı arz eden İslamcı/dindar/muhafazakâr toplum kesimlerini inceleyeceğim.
Türkiye’de Birleşik/Yekpare Bir Milliyetçi Kesim Var mı?
Türk siyasetindeki bütün ideolojik mahalleler gibi, milliyetçilik de yekpare değil. İrili ufaklı 10 kadar siyasi partinin temsil ettiği ve bu sayının sürekli arttığı milliyetçi yelpazede, dindar milliyetçilikten seküler versiyonuna, katı ırk temelli yaklaşımlardan daha farklı görüşlere kadar çok sayıda sosyolojik alt yapılanmanın olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla “milliyetçi kesimdeki Filistin algısı” denince, ezbere bir sosyolojiden ve bütünlüklü yekpare bir topluluktan bahsedemeyiz.
Ancak bu yazı özelinde, daha ziyade son yıllarda müstakil bir güç merkezi haline gelmeye başlayan seküler milliyetçi kesimdeki Filistin ve İsrail algısını inceleyeceğim. Milliyetçilerin dindar ve muhafazakâr varyantlarının konuya yaklaşımı, seküler kanattan bariz şekilde farklılaştığı için, o kesimlerin görüşlerini muhafazakâr/dindar kesimlerin konuya yaklaşımı bahsinde sonraki haftalarda ele almayı planlıyorum.
Milliyetçi Düşüncede Filistin-İsrail Algısına Etki Eden Faktörler
a) Tarihsel bagajlar
Bilhassa Osmanlı Devleti’nin dağılma döneminde ortaya çıkan Arap Milliyetçiliği ve I. Dünya Savaşı esnasında yaşanan, Şerif Hüseyin öncülüğünde İngilizlerle birlikte hareket eden isyanın bugünkü milliyetçi anlatıyı birinci derecede şekillendirdiği kuşkusuz. Zira sosyal medyada Trabzon’daki Katarlı Arap turistten Beyrut’taki bombalı saldırıya, Gazze’deki katliamdan Kayseri’de bıçaklanarak öldürülen Suriyeli Arap sığınmacıya kadar her ilgisiz vakada nükseden bir “Ama Araplar Osmanlı’yı arkadan vurdu” diskuru söz konusu. 1915 Arap İsyanı’nın dinamiklerine, Arap-Türk ilişkilerine, Arapların tamamının isyana destek verip vermediği vs. gibi hususlara Modern Ortadoğu Seminerleri ve farklı platformlarda yeterince değindiğim için burada ayrıntısına girmiyorum.
Ancak özetle şunu söyleyebilirim: Bu diskur, bazı doğruları barındırsa da, yanlış ve manipülatif yanlarıyla büyük oranda ezbere ve seçmece tarihsel gelişmelere dayanan, o dönem Arapların tamamının tutumunu da bugünkü dengeleri de açıklamaktan uzak bir anlatı. Ancak çatışmacı sosyal medya ortamlarında konuşula konuşula hakikat olduğu zannedildi ve Gazze’de parçalanmış çocuk cesetleri karşısında bile Türkiye’deki belli kesimler “oh olsun, onlar da ihanet etmişti” ezberciliğine ve vicdansızlığına savrulabildi.
Bu algıyı besleyen bir başka diskur da “Atatürk’ün Ortadoğu bataklığına sırtını dönüp Batı’yı kendine öncelikli hedef seçtiği” yönündeki algı. Algı diyorum, çünkü Atatürk döneminde Ortadoğu ülkeleri ve liderleriyle kurulan ilişkilerin boyutu ve kapsamı, bugün bile pek çok insanı hayrete düşürecek kadar derin ve uzun erimli. Atatürk’ün günümüzde kendisini savunanların çok önünde bir vizyona ve pratik/pragmatik iç ve dış siyaset anlayışına sahip olduğunu belirtip geçeyim.
b) İç siyasi tartışmalar ve iktidarın Ortadoğu politikalarına duyulan kızgınlık
Türkiye’deki seküler kesimlerin genelindeki Ortadoğu algılamasında hiç yabana atılmaması gereken bir dinamik, iktidarın “milli menfaat” tanımını yanlış yaptığına duyulan inanç ve bundan kaynaklanan bir öfkeyle, iktidarın her yaptığının kötü ve yanlış olduğuna dair varsayım. Dolayısıyla iktidarın Ortadoğu’da attığı adımların otomatikman yanlış ve Türkiye’nin milli menfaatleri açısından zararlı olduğuna dair bir varsayım söz konusu. Bu varsayım da iktidarın -lafzen de olsa- desteklediği her türlü yabancı dindar/İslamcı aktörün bir bütün halinde kötü/zararlı olarak kodlanmasına yol açıyor. Bu ezberin son kurbanı da Gazze’de öldürülen ve sırf Hamas’a yakın olduğu için umursamazca sırt çevrilen on binlerce kadın ve çocuk.
Şüphesiz iktidarın Ortadoğu’da ve dış politikada attığı adımların eleştirilecek çok yönü var ve orta/uzun vadede bölgede Türkiye aleyhine bir dengesizlik hali yaratıyor bu hatalar. Ancak bir savaş makinesi karşısında bağımsızlık savaşı veren bir halkın sırf bu nedenle gözden çıkarılmasının milliyetçilikle de insanlıkla da hiçbir alakası olamaz. Üstelik kendisi de bir başka “savaş makinesine” ve uzantılarına karşı bağımsızlık savaşı vermiş bir toplum için!
c) Suriye İç Savaşı’yla birlikte artan Arap düşmanlığının yansımaları
2011 yılında başlayan ve hızla iç savaşa evrilen Suriye’deki gelişmeler, Şam’ın bölgedeki komşuları arasında belki de en fazla Türkiye’yi sosyolojik ve ekonomik olarak yakından etkiledi. Kontrolsüz ve hesapsızca yapılan bir hamlenin milyonlarca sığınmacıyı büyükşehirlerin periferisine yığacağının öngörül(e)memiş olması başlı başına analiz edilmesi gereken bir vakıa. Ancak aradan geçen 12 yılda Türkiye, büyük ölçüde kendi gettolarında yaşayan ve entegre olmakta zorlanan milyonlarca “geçici koruma altındaki sığınmacı” ile -mülteci değil- karşı karşıya kaldı. Böylesi devasa bir göçün, ekonomisi zorlanmaya başlayan ve zaten sosyolojik kırılmaları olan, yarılmaya hazır Türkiye gibi bir toplumu olumlu etkilemeyeceği aşikârdı. Son birkaç yılda bu mesele daha da büyük bir sorun haline geldi ve bugün ülkenin önündeki en büyük sosyolojik ve büyükçe bir ekonomik problem olarak duruyor.
Türkiye’deki belli kesimlerin -söylemekte bir beis yok; bir kısmı ırkçılığa savrulan milliyetçi diskurun- boy hedefi haline gelen, ilkokullarda bile ayrımcılığa yol açan ve sağını solunu ayırt edemeyen çocukların bile “Suriler” diyerek pek mahirane ayırt edip dışladığı bu büyük kitlelerin kontrolsüzce göçünün tetiklediği, yeni dalga bir Arap düşmanlığıyla karşı karşıyayız. Bu bahsi ayrı bir yazıya havale ederek şu kadarını söyleyeyim: Bugün gelinen noktada Filistinlilerle ilgili meselede ve İsrail’in tüm bölgeyi tehdit eden saldırganlığı karşısında umursamaz ve “oh olsun”cu davranan kesimlerin sosyolojisi, bu yeni tür düşmanlığı yükselten çevrelerle aşağı yukarı örtüşüyor.
d) Bilinçaltındaki “güçlü devlet” olgusuna özlem
İsrail’in 1948’den beri acımasız ve cezalandırıcı şekilde hareket etmesi, sert askeri ve istihbari usulleri kullanmakta tereddüt etmemesi, bunu yaparken arkasında sonsuz bir Batı/ABD desteği bulması ve karşısındaki zayıf bir toplumu türlü usullerle sindirip göçe zorlaması vb. olguların bazı kesimlerde özenilen ve özlem duyulan bir hareket tarzı olduğunu gözlemliyorum. “Güçlü devlet” sahibi olmayı istemek kuşkusuz ayıplanacak bir davranış değil, ama güçlü olmaktan ziyade adil ve özgür bir devlet arayışının bu kesimlerde pek olmaması, yıllardır herhangi bir insan hakkı ihlali karşısında ortalıkta pek görünmemeleri, devlet-birey ilişkilerine dair çok şey söylüyor aslında. Dolayısıyla “Sosyal Darwinizm” olarak da bilinen “sadece güçlü olanlar ayakta kalır” anlayışı, milliyetçiliği de aşan bazı geniş kesimlerde güçlü olana özlem ve sempati şeklinde ortaya çıkıyor ve İsrail’in zayıf hasmı karşısındaki acımasızlığına yakınlık şeklinde kendini gösteriyor.
Bu noktada Türkiye’nin yerinin “Arapların yanı” ve “Arap sevicilik” -ne olduğu hakkında bir fikrim yok- olmadığını, bölgede İsrail ile birlikte hareket etmesi gerektiğini savunan kesimler de aşağı yukarı bu koordinatlara denk geliyor.
***
Bu noktada, Filistin ve İsrail bahsinin gündeme getirilmesine tepki sadedinde, söylem bazında dikkat çeken bir başka ad hominem suçlama da “Madem Müslümanları bu kadar düşünüyorsunuz, Uygurlar konusunda ne yapıyorsunuz?” veya “Azerbaycan-Ermenistan çatışmasında kimi desteklediniz?” türü suçlamalar. Bu tür şeyleri söyleyenlerin esasen Uygurlar, Azerbaycanlılar vs. gibi ciddi bir sorunu ve derdi olmadığından, ciddiye alınıp cevap vermeye değmeyeceği için sadece konuyla ilgisi bakımından bu diskura değinip geçiyorum.