“İsrail Kendini Yok Etme Senaryosuyla Karşı Karşıya”
İsrail’in kendini yok etme senaryosuyla karşı karşıya olduğunu düşünüyorum. İç istikrarı o kadar sarsıldı ki bölgedeki stratejik varlığı ciddi bir tehdit altında. Bölgede istikrarlı bir İsrail’in stratejik varlığına önem verenler şimdi çok endişeli. Bu yüzden değişimin yakında geleceği konusunda iyimserim.
Mülakat: Dora Mengüç
Dalal S. Iriqat, Filistin’deki Arap Amerikan Üniversitesi’nde uluslararası ilişkiler alanında çalışıyor. Filistin’de doğup büyüdü. Londra Üniversitesi’nin SOAS fakültesinden uluslararası ilişkiler alanında doktora derecesi aldı, ayrıca Birzeit Üniversitesi’nde de eğitim gördü. Uzmanlık alanları diplomasi, uluslararası ilişkiler, çatışma çözümü, stratejik planlama ve Filistin politikaları. Filistin meselesi üzerine birçok yayını var. Bunun dışında Filistin’de kamu politikaları üzerine çeşitli danışmanlık görevleri de üstlendi.
Iriqat’ın 7 Ekim 2023’te Hamas’ın İsrail’e yönelik El Aksa Operasyonu sonrası attığı tweet büyük tartışmalara yol açmıştı. Yaşananları “Özgürlük için mücadele” olarak nitelendirdi, Hamas’ın eylemlerini normalleştirdiği gerekçesiyle yoğun eleştirilere maruz kaldı. Çeşitli akademik ve politik çevrelerde geniş çapta kınamalara ve tartışmalara neden oldu. Filistin meselesi üzerine Harvard Üniversitesi’nde konuşmaya davet edildiğinde de tepkiler dinmedi. O ise “Gördüğümüz tek şey, kuşatmayı, ölümcül ablukayı kurmak için sınıra kaçan Filistinli genç, yaşlı ve çocukların görüntüleri ve 17 yıldır çektikleri acıydı” diyerek açıklamasının arkasında durdu. Hamas’ın uluslararası insancıl hukuk tarafından yasaklanan rehin alma eylemini kabul edip, bunu bir yönüyle “zorlayıcı diplomasi” olarak nitelendirdi.
Tam da İran Cumhurbaşkanı Reisi’nin ölüm haberinin ardından konuştuğumuz Filistinli akademisyen, Perspektif okurları için hem son gelişmeleri hem İsrail’in Filistin işgali ile ilgili soruları yanıtladı.
REİSİ’NİN ÖLÜMÜ BÖLGEYİ DAHA DA İSTİKRARSIZLAŞTIRACAK
Öncelikle sıcak gündem maddesi hakkında görüşlerinizi duymak istiyorum, ardından İsrail-Filistin meselesine daha derinlemesine değineceğiz. Sizce İran lideri Reisi’nin ölümü bölgeyi ve İsrail-Filistin meselesini nasıl etkileyecek?
Devlete ve ailelere başsağlığı diliyoruz. Umarız soruşturmalardan sonra adalet yerini bulur ve ölüm nedenlerinin doğal olduğu ortaya çıkar. Reisi’nin ölümünün Filistin ve bölge üzerindeki etkisi, dikkatleri Gazze’den dağıtması olacaktır. Çünkü her saniye daha fazla baskın, daha fazla roket atılıyor ve Gazze’de daha fazla insan hedef alınıyor. Her gün 60 ila 80 kişi hayatını kaybediyor. Bu, medyanın ve uluslararası toplumun dikkatlerinin İsrail’in Gazze’de her gün işlediği suçlardan uzaklaşmasına neden olacak. Bununla birlikte Reisi’nin ölümü bölgeyi daha da istikrarsızlaştırabilir. Bölge zaten istikrarsız, ancak bu durum daha fazla istikrarsızlığa yol açabilir. Şu an için sonuçlara varamayız ve farklı aktörlerin nasıl tepki vereceğini görmek için biraz beklememiz gerektiğini düşünüyorum.
İSRAİL KENDİNİ YOK ETME SENARYOSUYLA KARŞI KARŞIYA
İsrail ordusu, Gazze Şeridi’ne yönelik saldırılarına devam ediyor. Gazze’nin çeşitli bölgelerine yapılan saldırılar, ardında onlarca ölü ve yaralı bıraktı. İsrail’in koalisyon hükümeti içinde ise Gazze’nin yönetimi konusunda anlaşmazlıklar arttı. Bölünme derinleşiyor. İsrail İletişim Bakanı Shlomo Karhi, İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant’ı hedef alıyor. İsrail Ordu Radyosu’na verdiği bir röportajda Karhi, Gallant’ı Savaş Kabinesi üyesi Benny Gantz’ın çıkarlarını temsil etmekle suçladı. Başbakan Netanyahu ise sosyal medya üzerinden Gallant’ın açıklamalarına yanıt verip saldırıların ardından Gazze’nin yönetiminin Filistin Yönetimi’ne devredilmeyeceğini belirtti. Son durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Profesör John Mearsheimer’in “İsrail büyük kaybeden. İsrail’in başı bugün ciddi anlamda dertte” açıklamasını doğruluyor mu sizce son yaşananlar?
Evet, İsrail’in kendini yok etme senaryosuyla karşı karşıya olduğunu düşünüyorum. İsrail’in iç istikrarı o kadar sarsıldı ki bölgedeki stratejik varlığı ciddi bir tehdit altında. Bu durum, İsrail’in dünya çapındaki müttefiklerini ve örneğin ABD’deki Yahudi lobilerini çok endişelendiriyor. Bölgede istikrarlı bir İsrail’in stratejik varlığına önem verenler şimdi çok endişeli. Bu yüzden değişimin yakında geleceği konusunda iyimserim. Sadece sekiz aydır her ekranda belgelenen suçlar ve İsrail’in şu anda Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde (UCM) yargılanması nedeniyle değil, ama esas olarak İsrail’in devamlılığı ve sürdürülebilirliği konusunda endişeli olanların daha çok alarma geçmeleri nedeniyle.
İSRAİL’E SORUŞTURMA AÇMANIN HAMAS’I DA İŞARET EDECEĞİNİ BAŞTAN BİLİYORDUK
UCM Savcısı, İsrail Başbakanı Netanyahu ve Savunma Bakanı Galant için tutuklama talep etti. Aynı savcı önde gelen üç Hamas yöneticisi için de tutuklama talep etti. Hamas, UCM’nin kararını kurbanı cellatla eşitlemek olarak yorumluyor; işgali, soykırım savaşını sürdürmesini teşvik ettiğini söylüyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
İnanıyorum ki adalet bir gün mutlaka yerini bulacak. UCM bu konuda yetki sahibi olan yasal kurumdur. İsrailli suçluların ve İsrail askeri komutanlarının Filistin halkına karşı işlediği tüm suçlar karşısında UCM’nin soruşturma açması için çabalıyorduk. Filistinliler olarak UCM’ye başvurduğumuzda sürecin nasıl işlediğini biliyorduk. Bu dünyada İsrail’e karşı bir soruşturma açmanın Hamas’ı da işaret edeceğini en başından beri biliyorduk. Roma Statüsü’ne (Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Kuruluş Statüsü) ve UCM’ye katıldığımız ilk andan itibaren bunu biliyorduk. İki farklı tarafı içeren yasal dosyaların yönlendirilmesi, iki tarafı da soruşturma merceği altına alır. Ancak soruşturma devam eder ve dava sürerse adaletin yerini bulacağına ve İsrail’in organize terör devletinin suçlularının yargılanacağına ve suçlu bulunacağına eminim.
DİPLOMATİK YOLLAR SABIR GEREKTİRİR
7 Ekim’den sonra Birleşmiş Milletler (BM) gibi kurumların çöktüğüne inanıyor musunuz?
Son sekiz ayda Filistinliler olarak diplomasinin bizi yarı yolda bıraktığına ve çok taraflılığın bize hizmet etmediğine inanmakta çok haklıyız. BM ve barışçıl uluslararası yasal ve diplomatik araçlar 2024 yılında insanlığa hizmet edemedi. Çocukların, kadınların, hastanelerin, kiliselerin, camilerin, kliniklerin ve insani olan her şeyin hedef alındığını gördük; bunlar, organize terörist ordu tarafından hedef alındı. Ancak bir diplomasi ve çatışma çözümü profesörü olarak eklemek isterim ki diplomatik ve yasal yollar sabır gerektirir. Strateji, planlama ve çok çalışmanın yanı sıra kapsamlı, birleşik, kapsayıcı bir süreç gerektirir. Adaletin yerini bulacağına eminim. Yasal ve diplomatik araçların Filistin davasına hizmet edeceğine inanıyorum. Ancak Filistinlilerin barışçıl, diplomatik ve yasal araçlara başvurduğunu söylediğimizde, aynı zamanda Filistinlilerin direnme hakkına, kendi kaderini tayin hakkına sahip olduğunu; BM Genel Kurulu’nun 3314 ve 37/43 sayılı kararlarına göre sömürgeciliğe ve işgale karşı direnme hakkına sahip olduğunu söylemiş oluyoruz. Filistinlilere ve işgal altındaki her ulusa, özgürleşene kadar, onurlarını geri kazanana kadar ve askeri işgalden kurtulana kadar her türlü aracı, silahlı direniş de dahil olmak üzere, kullanma hakkı tanımıştır.
Aksa Tufanı Operasyonu’nu takip eden gün attığınız tweet büyük tartışmalara yol açtı. Bu tweet ile ne demek istediğinizi sormayacağım, cevabı zaten biliyorum ve Harvard Üniversitesi’ndeki olaylı toplantıdan haberdarım. Ama bir diplomasi ve çatışma çözümü uzmanı olarak “zorlayıcı diplomasi” ile ne demek istediniz? Zorlayıcı diplomasi nedir? Bunu biraz açabilir misiniz?
Zorlayıcı diplomasi havuç ve sopa terimini kullandığımızda, yani kuvvet kullanmadan bir tarafı daha fazla baskı altına alarak çıkar elde etmek anlamına gelir. Baskı uyguladığınız, onları zorladığınız anlamına gelir. Yaptırımlar kullanabilirsiniz. Bu ekonomik yaptırım da olabilir. Diplomatik ilişkilerin dondurulması gibi herhangi bir baskı türü olabilir, ekonomik baskı, diplomatik baskı gibi… Bu, belirli taleplere ve isteklere kuvvet kullanmadan uymaya zorlayabilir. Başka bir ülkenin belirli taleplerine ve isteklerine uymaya zorlamak için kullanılan zorlayıcı diplomasidir. Örneğin Filistinliler müzakere sürecinde İsrailliler ve Amerikalılar tarafından uzun süre zorlandı. Bu zorlayıcı diplomasidir, zira bu şekilde Filistinlileri daha fazla taviz vermeye zorlamak için çok fazla baskı uyguluyorlar.
HAMAS REHİNELERİ MÜZAKERELERDE ZORLAYICI DİPLOMASİ ARACI OLARAK KULLANIYOR
Peki size göre Hamas 7 Ekim’i zorlayıcı diplomasi aracını kullanmak için mi yaptı?
Evet. Rehin alma, sadece Hamas-İsrail ya da Filistin-İsrail vakasında değil, tarihsel olarak dünya çapında pek çok vakada da normaldir. Teorik olarak konuşursak, vaka çalışmaları ve bilimlere göre konuşursak, farklı rehine değişim müzakerelerinde, bu zorlayıcı diplomasinin uygulandığını ve rehinelerin, maalesef, bu müzakerelerde zorlayıcı diplomasi aracı olarak kullanıldığını görüyoruz. Akademik ve teorik bir perspektiften, evet, Hamas rehineleri müzakerelerinde bir taktik ve zorlayıcı diplomasi aracı olarak kullanmıştır.
MESELENİN KÖKÜNE İNİLDİĞİNDE TARAFLAR EŞİT BİR ŞEKİLDE SUÇLANAMAZ
ABD’de Hamas’ın Gazze’deki acılardan sorumlu olduğu yönünde bir bakış açısı söz konusu. Siz ise açıkça bunun tam tersini düşünüyorsunuz. Sizce bu durumdan tek taraf mı sorumlu? Her şey siyah ya da beyaz mı? Ya da Fransız filozof André Gide’nin yüzyıllar önce dediği gibi, gerçeğin rengi gri mi?
Çatışma çözümü açısından teorik ve bilimsel şekilde konuşacak olursak; herhangi bir çatışmanın barışçıl bir çözüme ulaşması için belirli bir anlaşmazlık veya çatışmanın içinde yer alan her bir taraf ve her devlet, çözüme ulaşma konusundaki taahhütlerinde belirli bir sorumluluğu üstlenmelidir. Ancak bunun söylenmesi, her bir tarafın o çatışmanın veya anlaşmazlığın kök nedenlerinden eşit şekilde suçlanması anlamına gelmez. Filistin-İsrail meselesinde, kök nedenler açıktır. Çok net ve çok keskindir. Filistin halkı, 76 yıldır İsrail askeri işgali altında, her gün topraklarına yapılan el koymalar, topraklarında daha fazla yerleşim biriminin inşa edilmesi ve haklarının ihlali nedeniyle acı çekiyor. Baskınlarımız, istilalarımız, tutuklamalarımız, iade-i itibar cinayetlerimiz var. Bu, 70 yılı aşkın süredir devam eden sistematik bir yerleşimci kolonyal proje. Uluslararası hukukta, BM sözleşmelerinde ve çok taraflı diplomasi alanında açıkça belirtilmiştir ki bu çatışmanın kök nedeni sona ermesi gereken askeri işgaldir. Bugün Uluslararası Adalet Divanı’nda da bu uzun süreli askeri işgalin yasallığını inceleyen bir dava var. Ve her taraf, Ortadoğu barış sürecine başvurduğunda, Filistinliler ve İsrailliler için herhangi bir barışçıl çözümün olası hale gelmesi için bu işgalin sona ermesi gerektiğini ilan etti. Dediğim gibi bu çatışmada yer alan her devlet ve her taraf, çözüme ulaşma yolunda çalışmalarında ve bağlılıklarında belirli bir sorumluluğu üstlenmelidir. Barışçıl çözüm! Ancak bu, tarafların tümünün böylesi çatışma veya anlaşmazlıklara neden olduğu gerekçesiyle eşit şekilde suçlanması anlamına gelmez. İsrail askeri işgali, Ortadoğu’da tanık olduğumuz tüm korkunçluklar ve istikrarsızlık için suç olarak görülmelidir.
BUGÜN FİLİSTİNLİLER İÇİN ÇÖZÜMÜN ŞEKLİ GERÇEKTEN ÖNEMLİ DEĞİL
İki devletli çözüme inanıyor musunuz? Eğer inanıyorsanız, bu nasıl başarılabilir, mümkün mü?
Eğer teori hakkında konuşmak istiyorsak evet, mümkündür. Eğer haritalar üzerinden jeopolitik bir bakış açısıyla bakmak istiyorsak evet, gerçekleştirilebilir. İki devletli çözüme, çatışmaya barışçıl bir çözüm bulma konusunda inanıyorsak, uluslararası hukuka, meşruiyete bağlı kalırsak bu aslında barış sürecinin temelidir. Barışçıl bir çözüme dayanan meşruiyetin ilham verdiği bir çözümü uygulamak ve zorlamak aslında karmaşık olmamalı. 67 sınır çizgisinden bahsediyorsak, iki devletli çözümü savunan ülkeler gerçekten söylemlerine ciddiyetle yaklaşıyorsa, AB Dışişleri ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Josep Borrell’in de dediği gibi, bu barışçıl çözümü uygulamak ve zorlamak kolay olmalıdır. Ancak reel politik hakkında konuşmak istiyorsak; burada yaşayan bir Filistinli olarak size söyleyeyim, Kuzey’den Güney’e Filistin’de bir gezintiye çıkarsanız, her kavşağında, şehirde, kampta dikilen yerleşim birimlerinin ve karakolların yoğunluğu ve sayısının artışı karşısında şaşırırsınız. Her yerde sayı sadece katlanmadı; geçen on yıllarda üç katından fazla arttı. Batı Şeria’da yerleşimcilerin sayısı 750 binden fazla. Bu nedenle İsrailli hükümetlerin, coğrafi olarak gelecekteki herhangi bir Filistin devleti için herhangi bir alan bırakmayı amaçladığını düşünmüyorum. Bugün yaşananları bana akademik bir bakış açısından sorarsanız, bugün Filistinliler için çözümün şekli gerçekten önemli değil. Önemli olan hakların korunması. Haklardan bahsederken, siyasi haklardan, sosyal haklardan, ekonomik haklardan, elbette ki kendi kaderini tayin hakkından, açıkça yasa dışı ilan edilmiş olan bir askeri işgalden kurtulma hakkından bahsediyoruz.
HAMAS, FKÖ’NÜN YENİ SAHİBİ OLAMAZ; FİLİSTİN HALKININ HAMAS’A DESTEĞİ, İDEOLOJİSİNİ BENİMSEDİĞİ ANLAMINA GELMEZ
Eğer Hamas bu çatışmadan “Biz kazandık” diyebilecek bir şekilde çıkarsa, Filistin siyasi sistemi tamamen yeniden şekillenmiş sayılabilir mi? Ya da silahlar sustuğunda Hamas, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) bile yeni sahibi olabilir mi?
Bence Hamas, FKÖ’nün yeni sahibi olamaz. Filistin davası ve Filistin haklarına riayet edilmesi için Filistinlilerin fark etmesi gereken kapsayıcılığın önemli olduğu, Hamas’ın tüm farklı siyasi fraksiyonları bir araya getiren şemsiyenin içine katılması gerektiği ve belki de önceliğin bu bölünmeyi sona erdirmek ve uzlaşma yönünde çalışmak olması gerektiğidir. Kurtuluş, onur, kendi kaderini tayin hakkını elde etme yönünde çalışan tüm farklı siyasi partileri bir araya getirmek; belli başlı parti çıkarlarının peşinden koşmak veya daha çok bir güç mücadelesi, yarış yapmak yerine Filistin davasının, Gazze veya Batı Şeria’daki her Filistinlinin çıkarlarının ön planda olmasıdır. Mesele sadece Gazze veya Batı Şeria değil, sadece Fetih ya da Hamas da değil. Mesele kimin kazandığı veya Hamas’ın kazanıp kazanmadığıyla da ilgili değil. Biz Filistin halkının haklarından bahsediyoruz. Ve bu herhangi bir taraf veya devletin Filistin halkına vermesi beklenen bir iyilik değildir. Bunlar yerleşik haklardır. Örneğin Kuzey İrlanda’daki durumu örnek alırsak çok akıllıca olur. Orada gerçekleşen barış sürecini, ayrıca Amerika’nın arabuluculuğunda yapılan anlaşmayı karşılaştırırsak, IRA’nın, Sinn Féin’in askeri kanadının müzakere masasına oturmasına kadar Hayırlı Cuma Anlaşması’na ulaşmak mümkün olmadı. Ve bu şu anda bölgede ve Ortadoğu’da barışçıl bir çözüm konusunda hevesli olan uluslararası oyuncular için motive edici ve ilham verici bir örnek olmalıdır.
7 Ekim Hamas’ı lider yapmadı veya dediğiniz gibi, FKÖ’nün sahibi olma gücünü veya meşruiyetini vermedi. Hamas 7 Ekim’den sonra Filistin sokaklarında popülerlik kazanmış olabilir. Ancak bu özellikle Hamas’ın ideolojisini destekleyen Filistin halkının çoğunlukta olduğu anlamına gelmez. Bu çok açık olmalı. Filistin halkının büyük bölümü bugün Hamas’ı destekliyor olsa bile, bu onların Hamas’ın ideolojisini desteklediği anlamına gelmez. Belki sadece Hamas’ın Filistin davasını ve Filistinlilerin işgal karşıtı direniş hakkını, kurtuluş, onur ve özgürlükle tekrar yüzeye çıkardığından dolayıdır. Ancak bu Filistin halkının Hamas ideolojisinin yanında olduğu anlamına gelmez. Mevcut gerçekliği sadece seçimler ve oylar gösterebilir. Halkın görüşü ve kendi liderliğini seçme hakkı olmalı. Ve bu üzerinde çok çok önemle durmamız gereken bir şeydir, sadece analiz etmek veya yargılamak ya da kazanan veya kaybedenimiz olmadığına dikkat çekmek değil. 7 Ekim Hamas’a liderlik etme meşruiyetini vermez. Eğer demokrasiye saygı duyarsak, Filistin halkının haklarına saygı duyarsak, o zaman seçimlere ve oylara ve Filistin halkı adına politik liderlerin ve karar vericilerin demokratik süreçte belirlenmesi gerektiğine odaklanmalıyız.
REFAH’IN İŞGALİ DEMEK İÇİN BİR MEGA PATLAMA MI OLMALI?
BM, son iki haftada 800 binden fazla Filistinlinin Refah’ı terk etmeye zorlandığını bildirdi. Biliyorsunuz geçtiğimiz haftalarda ABD Başkanı Biden, “Eğer İsrail Refah’a girerse sevkiyatlar durur” demişti. Sonrasında ABD Dışişleri Bakanı Blinken da İsrail Savunma Bakanı’na benzer bir mesaj iletti. Öte yanda İsrail Başbakanı Netanyahu’nun “Gerektiğinde yola yalnız devam ederiz” açıklaması var. Sizce İsrail ABD’ye karşı hareket edebilir mi, yoksa hâlihazırda bunu yapıyor mu?
Bence zaten İsrail tüm yasaların üstünde hareket ediyor. Uluslararası meşruiyetten, uluslararası sistemden, BM kararlarından, çocuk hakları sözleşmelerinden, kadın hakları sözleşmelerinden, İnsan Hakları Beyannamesi’nden bahsediyorsak, İsrail düşünebileceğimiz her bir sözleşmeyi ya da anlaşmayı, insani hukuku veya uluslararası hukuku ihlal ediyor. Soykırım Sözleşmesi’ni ihlal ettiler, gerçekten her sınırı aştılar. Yasalardan veya uluslararası sistemden bahsettiğimizde, burada üzerinde durmak istediğim, Amerikalıların bazen çok güzel şeyler söyledikleridir, bazen kullandıkları retorik medenidir. Bu yüzden bazen söyledikleri şeyler ciddi olmayabilir. Söylediklerini çok fazla yerine getirmiyorlar. Ancak sahada bunu nasıl adlandıracaklar? Refah’ta insanların her gün hedef alındığı ve öldürüldüğü bir işgal… Filistin’de herhangi bir güvenli yer yok. Ve İsraillilerin işgalleri, baskınları, roketleri ve bombardımanları sürekli devam ediyor. Bu yüzden anlamıyorum. Temel tanım nedir? Refah’ın işgali diyorsak, bunu adlandırmak için bir mega patlama mı olmalı? İsrailliler Refah’ı işgal ediyor. İsrail, Gazze’de ve Batı Şeria’da değil sadece her yerde işgal ediyor. Her gün yaklaşık 60 ila 80 kişinin öldüğünü duyuyoruz. Yine de İsrail, tüm normlara, yasalara veya insani düzenlemelere karşı hareket ediyor gibi geliyor. Ve İsrail’in suçlarına, ihlallerine, soykırımına ve her Filistinliyi hedef almaya devam etmesini sağlayan tek şey, dokunulmazlığıdır. Çünkü ABD, Amerikan yönetimi ve diğer birçok süper güç İsrail’i BM’de kalkan altına alıyor. İsrail’e BM’de askeri yardım, istihbarat yardımı, mali yardımın yanı sıra Gazze veya Batı Şeria’daki Filistinli sivillere karşı kullandığı askeri teçhizatı sağlıyor. İsrail ordusu tarafından hedef alınan ve öldürülen sivillerin sayısı Gazze’de yaklaşık 336 bin Filistinli, Batı Şeria’da da yaklaşık 498 Filistinli sivil. Uluslararası platformlarda onu koruyan ve kalkan altına alan bu uluslararası üye devletlerin varlığı karşısında İsrail’i ne durdurabilir? Mümkün olduğunca her dokunulmazlıktan yararlandığı sürece…
DALAL S. IRIQAT