Colani’yle Ne Konuştum, Ne Oldu?
2016’ya kadar yüzünü görmediğimiz, el-Kaide’nin Suriye kolu olan Nusra Cephesi’nin lideriyken örgütten koptuğunu ilan eden Muhammed el-Colani ile 2021’in bir eylül günü İdlib’de görüştüm. “Suriye’yi yönetmeye hazırız, bu tecrübemiz var” diyordu. Yabancı savaşçıları kontrol edebilme kabiliyetine sahip olduğunu vurguluyor ve bu yolla da bir mesaj veriyordu…

Silahlı örgütlerin aktörleriyle ilgili kalem oynatmak, onlarla röportaj yapmak bir gazetecinin karşı karşıya kalabileceği en zor işlerden biri sanırım. Çünkü haber okumak yerine tavır görmek isteyen büyük bir kitleyle de mücadele etmeniz gerekiyor. Kalaşnikofların gölgesinde çalışırken bu derece zorlanmazsınız. Savaş uçaklarının gürültüsü, “İp getirin asalım” diye birbirine bağıran bu kitlenin tiz çığlıklarından daha fazla rahatsız etmez.
Şimdi bütün bölge Suriye’ye kulak kabarttı. Suriye silahlı muhalefetinin “alınmaz” denilen Halep’i alması, Suriye’nin toplumsal psikolojinde ve tarihsel belleğinde ciddi bir travma olan Hama’nın önlerine kadar gelmesi, spot ışıklarının yeniden buraya dönmesini sağladı. Türkiye’nin mülteci yükü nedeniyle sonuçlarına ağır bir faturayla katlandığı bu savaş, 2011’den bu yana çok aktör değişti. Suriyeliler, halkın önemli bir kısmının nesiller boyu “kahraman” olarak anacağı Abdulkadir Salih gibi isimleri de, tek motivasyonu mazot ya da insan kaçakçılığından kazanacağı dolarlar olan savaş ağalarını da tanıdı. Orta Asya steplerinden gelen Selefi Özbekler ile Pakistan dağlarından gelen Şiiler cephelerde birbirini kırdı. Tek bir ferdi kalmayan aileler, cezaevleri, işkenceler, toplu katliamlar, yıkılan şehirler, yıkılan şehirlerini terk etmek zorunda kalan yıkık kalabalıklar… Nihayetinde, hemen bugün “Dağılıyoruz, artık savaş bitti” denilse ve onlarca yıl tek bir kurşun atılmasa bile düzelmeyecek psikoloji ve zihnen çoktan paramparça olmuş bir ülkeyle karşı karşıyayız.
14 yıla yakın bir süre boyunca Suriye’yi izledim. Hepsi birbiriyle bağlantılı ama aynı zamanda birbirinden çok uzakta, karmaşık örgütsel, ideolojik, ekonomik, stratejik ilişki yumağını analiz etmeye, anlamaya ve nihayetinde Ortadoğu’nun bu artık kana doymuş toprağını anlatmaya çalıştım. Çokça hatıra biriktirdim. Kaynağının açıklanmasını istemediği için şimdiye kadar yazamadığım çokça bilgi yüklendi sırtıma. Gereksiz bilginin insana yük olduğunu sanırım Suriye’de öğrendim. “Ben neden buradayım” dedirten bir karanlıkta Rus jetlerinin bombardımandan kaçmaya çalışmak, son nefeslerini vermeye hazırlanan yaralıların gözleri, evlerini terk etmek zorunda kalan insanların bütün dünyaya küfredercesine bakan yüzleri kişisel hatıra defterime işlendi.
Takım Elbiseli Muhammed el-Colani
Tanıdığım çok sayıda Suriyeliden birinin adı, uluslararası haber ajanslarının, istihbarat servislerinin, düşünce kuruluşlarının raporlarında bugünlerde daha sık geçmeye başladı.
Muhammed el-Colani’den bahsediyorum.
2016’ya kadar yüzünü görmediğimiz, el-Kaide’nin Suriye kolu olan Nusra Cephesi’nin lideriyken el-Kaide’den koptuğunu (bunu da o dönem hayatta olan el-Kaide lideri Eymen el Zevahiri ile görüşerek yaptığını) ilan eden Colani, uzun bir süredir askeri kamuflajlarını dolabına kaldırmıştı. Artık siyaset sahnesindeydi. Takım elbise giyiyordu. İdlib merkezli bir hükümet kurmuştu. Nusra Cephesi, Suriye silahlı muhalefetinin en “kurumsal” yapısı olarak dikkat çekiyordu zaten ama bu kurumsallığı ilginç bir şekilde İdlib merkezli kurulan hükümete aktarmayı başarmıştı.
El-Kaide kökenleri nedeniyle birçok ülkede resmen terörist kabul edilen, ABD’nin başına 10 milyon dolar ödül koyduğu, nokta suikastlarda oldukça mahir Rus ve Suriye istihbaratının İdlib’de her köşede aradığı bu “savaş aktörü” ile röportaj yapmak, odağını bölgeye çeviren her gazetecinin gündeminde olmalıydı. Bağlantılarımla temas kurdum ve 2021’in bir eylül gününde İdlib’e gittim…
HTŞ’ye bağlı hükümetin medya bürosuna bağlı görevliler benim önce İdlib’i gezmemi istediler. İstediğim yerde fotoğraf çekebileceğimi, istediğim kişiye istediğim soruyu sorabileceğimi söylemeyi ihmal etmeyerek… “Yabancı” bir gazeteciye İdlib’de hayatın olağan bir şekilde aktığını, HTŞ’nin DAEŞ gibi sosyolojiye müdahale etmediğini “ispat etmeye” çalışıyorlardı. Üniversitelerden ve buralarda okuyan kız öğrencilerin sayısının erkek öğrencilerden daha fazla olduğundan bahsettiler. Taliban’ın Kabil’de yeniden kontrol sağladığı günlerdi ve uluslararası kamuoyu, Afganistan’da kadınların başına yine korkunç şeylerin geleceğinden bahsediyordu. HTŞ’li görevlilerin satır aralarında söylemeye çalıştığı da İdlib’de durumun böyle olmadığıydı. Dinleyenin de anlatanın da asıl amacı bildiği bu faslı bitirdikten sonra Colani’yle o gün görüşemeyeceğimiz söylendi. Röportaj bir gün sarkmıştı. Ortadoğu’da en çok plastik sandalyelere oturup beklemeyi öğreniyorsunuz. Musul’da da, Ramallah’ta da, Beyrut’ta da saatlerce hatta günlerce bir kişiyi ya da küçük bir haberi beklediğimiz olmuştu. Colani ile röportaj bir gün sarkacaksa sarksındı.
Geceyi İdlib’in dışında müstakil bir evde geçirdim. Daha önce yine Colani’yle röportaj yapmak için gelen ABD’li gazetecilerin de bu evde kaldığını ve buranın medya bürosuna ait olduğunu öğrendim. Havanın çok sıcak olduğunu hatırlıyorum. Sabah beni Colani’ye götürecek araç daha önce bildiğim sokaklarda birkaç kez tur atarken ben tabelaları okumaya ve aklımda tutmaya çalıştığımı fark ettim. Bu, 2013’te Halep kırsalında YPG tarafından kaçırıldığımızda aklıma gelen bir taktikti. Zorla bindirildiğim YPG aracında nereye götürüldüğümü bilmezken “Belki bir fırsatını bulurum da haber veririm” diyerek tabelaları aklımda tutmaya çalışıyordum.

HTŞ Lideri Muhammed el-Colani
Frambuazlı Treliçe
Yolculuk bitmişti ve üç katlı bir binanın giriş katındaydık. Başına milyon dolarlık ödüller konan, Beşşar Esad’ın baş düşmanı, Suriye’nin yakın döneminin bütün kritik kavşaklarındaki ismi, Irak’tan Suriye’ye kadar geniş bir hatta sözü geçen ve tek bir el hareketiyle on binlerce silahlı savaşçısını mobilize edebilen Colani’yle karşılıklı oturuyoruz. Tatlı yemeyi teklif ediyor. Frambuazlı treliçe geliyor masaya. Tarihin en pahalı frambuazlı treliçesi. Distopik bir romanın içindeymişiz gibi geliyor bir an.
Yaklaşık bir saat vaktimiz olduğunu söylüyorlar. Kaydı açıyorum…
Ne konuştuğumuzdan önce, Colani’nin ilginç bir figür olduğunu da söylemem gerekiyor. Bir dönem Suriye’nin en etkili örgütlerinden biri olan Nureddin Zengi Tugayları ile şiddetli bir savaşa giren Colani, dışarıda örgütlerin mensupları birbirini kırdığı sırada kızı bir kaza sonucu ölen Zengi Komutanı’nın evine, hem de motorla taziyeye gitmişti örneğin. Henüz Rusya Suriye savaşını hallaç pamuğu gibi atmadan önce kurulan Fetih Ordusu’nun bel kemiği de Colani’ydi ve ideolojik olarak birbirinden çok farklı dünyalara sahip örgütlerle yatay düzlemde ilişki kurabilmeyi başarmıştı. Bu da Colani’yi, o dönem ılımlı muhalifler nezdinde güvenilir bir müttefik yapmış ve bu ittifak Lazkiye önlerine kadar dayanmayı başarmıştı. Herkes, tıpkı bugünlerdeki gibi Esad’ın düşeceği günü beklerken Rus uçaklarının bombardımanı muhalifleri aylar içinde küçük bir alana hapsetmişti.
“Suriye’yi Yönetmeye Hazırız, Bu Tecrübemiz Var”
Röportaj yaptığımız süre boyunca IŞİD’in Batı’da İslamofobi’yi körüklediğini ve Müslümanlara kötü gözlerle bakılmasına sebep olduğunu, devrimci grupların ortak bir askeri yapı altında birleşeceğini ve durumlarının iyiye gideceğini, Suriye devriminin kaybedilmiş bir savaş olmadığını, kaybetmiş olsalardı şu anda burada karşılıklı oturamayacağımızı, kendi kendine yeten bir halkları ve bu halkın bir devleti yönetecek kapasitesi olduğunu, Suriye’nin bir bütün olarak kamasını istediğini, nasıl ki Afganistan’da Taliban tekrar yönetimi ele alınca ülkeden çıkan ABD’lilerin uçaklarına tutunup düşenler olduğu gibi savaşı kazandıklarında benzer sahnelerin burada da görülebileceğini ve mültecileri geri getirtmeye çalıştıklarını anlattı. En dikkatimi çeken açıklaması şuydu: Cenevre ya da Astana’da Suriye halkını temsil edenlerin gerçek iradeleri yok, onlar devrimcileri hedeflerinden saptırmaya çalışıyorlar. Biz Şam rejimine askerî bir dille yanıt vereceğiz!
Colani’nin açıklamalarındaki ana eksen, savaşçıların sivil yönetime müdahale etmediği üzerine şekillenmişti. “Suriye’yi yönetmeye hazırız, bu tecrübemiz var” diyordu. Elbette el-Kaide kökenleri “uluslararası bir bagaj”dı ve bu bagajı hafifletmeye çalışıyordu. Açıklamaların alt metninde yabancı savaşçıları kontrol edebilme kabiliyetine sahip olduğunu vurguluyor ve bu yolla da bir mesaj veriyordu. İlk kez bir Türk gazeteciye bunları söylemesi, Türkiye’ye de bir mesaj verme kaygısı içinde olduğunu gösteriyordu.
Bunları konuşmamızın üzerinden üç yıl geçti. Hemen herkesin muhalifler açısından kaybedilmiş bir savaş olarak gördüğü Suriye iç savaşında harita, savaşın ilk başladığı günlere dönmek üzere. İran, Halep’ten “süpürülüyor” ve havada denge sağlandığı için karada muhalifler ilerleyebiliyor. Elbette her şeyin pamuk ipliğine bağlı ve başkentlerde dönen pazarlıklara bağlı olduğu coğrafyada hiçbir şey bitmedi. Belki de film en baştan tekrar çekiliyor.

CİHAT ARPACIK
