Bergen’in ve Eligie’nin Yüzü
Clotilde, Eligia, Belgin, Bergen… Sonunun elbet geleceği erkek şiddetine karşı simge isimler olarak varlıklarını sürdürmeye devam edecekler. Hem ‘yüz yalnızca sevgi uğruna gösterir kendisini’.
“Yüz kutsaldır”, Çöl ve Tohumu isimli romanda böyle geçiyor. Romanda yüzüne asit atılmış Eligia’nın hikâyesine oğlu Mario’nun dilinden ve bakış açısıyla şahitlik ediyoruz. Yüzün önemine ilişkin şu cümle, neden başka bir uzva değil de özellikle erkeğin kadına zarar vermek istediğinde yüzüne saldırdığını da açıklıyor: “Yüz, ötekini kabul etmek içindir, kabul ettiğimiz her şey yüzdedir: Göz, kulak, ağız, hatta darbe yiyen yanak.” Yüze yapılan yıkıcı saldırı, öldürmenin bir adım öncesindeki bir reddiyedir o halde, ‘senin varlığını reddediyorum’un ifadesi.
Arjantinli yazar Jorge Barón Biza’nın Çöl ve Tohumu isimli romanını ses sanatçısı Bergen’in trajik hayatını anlatan Bergen filmi vizyona girmeden önce almıştım. Filmi izledikten sonra kitabın arka kapak yazısı hatırıma geldi. Romanda da tıpkı Bergen gibi yüzüne asit atılan bir kadının hikâyesi anlatılıyordu. Bambaşka iki ülkede farklı tarihlerde geçen bu iki hikâyenin benzerlikleri, ayrışan yönleri nelerdi? Şiddetin, erkek şiddetinin doğası, böyle bir erkekle yolu kesişmiş kadınların tepkileri, onların doğası da benzer miydi? Kadınların karakterleri, donanımları, sosyal statüleri neydi? Dönemin toplumsal koşulları nasıldı?
Çöl ve Tohumu Arjantin’deki siyasi hareketlerinin içinde, olayların yansımalarıyla ilerliyor. Yazarın otobiyografik hikâyesine dayanan anlatıda baba Aron, bir yandan devrimlere karşı mücadele ediyor, diğer yandan roman yazıyor. Aron’un içinde kadınlara, solculara, faşistlere, devrimcilere kısacası herkese karşı duyduğu büyük bir öfke ve nefret var. Romanda bu nefretin kökenlerini çok anlayamıyoruz, sanki kendinde mündemiç bir öfke. Aron, önceki karısının ölümünden sonra yüksek bir bürokratın kızı olan Eligia’yla evleniyor. Yaklaşık 28 yıl süren evlilik sürekli ayrılma-barışma zikzaklarında geçiyor, dahası ilk boşanma davasını Eligia onlar henüz 7 aylık evliyken açıyor.
Bergen’in hayat hikâyesine dayalı filimde ise 80 darbesi sonrasının karmaşasının tüm yaşananlara sirayet ettiğini görebiliyoruz. Filmin hikâyesinin merkezinde yatan tohum fikir, ‘Erkeğe hayır diyebilme cesaretini gösteren kadını bekleyen hayat nasıldır’ sorusudur. Filmde ilk ‘hayır’ı, küçük Belgin’in babasını terk eden annesinin ağzından duyarız. Şiddet mağduru Bergen’in hikâyesi, annesinin de hikâyesidir aynı zamanda. Aldatılmayı kabul etmeyen kadın küçük kızını da yanına alarak başka bir şehre, Ankara’ya gider. Erkeğin ulaşamayacağı bir mekâna kaçış ve tüm zorlukları göze alma teması film boyunca sürecektir. Annenin kaderi kızına yazılacaktır. Annenin tüm çabası, kızına müzik eğitimi aldırarak konservatuarı birincilikle kazanmasını sağlayacak olsa da geçmiş, yoksulluk ve babanın yerine bir baba bulma güdüsü Belgin’i kaderine çekecektir.
Okulunu bırakan, sahnenin getirdiği kazancın yüzünü güldürdüğü Bergen, Adana’da babasına benzer bir adamın kurgusuna düşer ve tüm hayatı çıkışsız bir yola girer. Bergen şiddet görür, “kocasına” hayır diyebilmiştir, çekip gidebilmiştir fakat adam onu peşini bırakmaz. Sanırım filmin aslında biraz kapalı bıraktığı alan burada düğümleniyor. Bir erkeğin “sevdiği” için kadına şiddet uygulaması meselesinin hiçbir zemine oturmadığını gösteriyor film fakat ‘o halde neden’, sorusunun cevabını kurcalamıyor. Bu tavrın kasıtlı olduğunu, çünkü erkek şiddetinin nedenini anlamaya çalışmanın bile ona bir makuliyet belki de mağduriyet getirmesi istenmemiş. Erkeklere yıllardır açılan gereksiz alanın kapatılması amaçlanmış.
Güçlü Kadına Tahammülsüzlük
Benzer durumun, Aron içinde geçerli olduğunu, onun şiddetinin nedenin de anlaşılmadığını söylemiştim. Belki de mesele şiddete yönelimli erkeklerin güçlü kadına tahammülsüzlüğüdür. Eligia kariyerinde çok başarılı bir kadındır, romanda onun kariyeri şöyle anlatılır: “Çağdaş bir kadın, bir siyasetçi, yetkin ve çağdaş bir eğitim uzmanı izlenimini vermeye gayret eder… Bu onun geçmişiyle uyum sağlar. Fakültede birincilik, tarih hocalığı, İsviçre’de iki yıllık uzmanlık eğitimi, yirmi yıllık tecrübe… Üstüne binlerce masum yeni yetme öğretmeni keyfi atamaların istikrarsızlıklarından, Don Juan karakterli vekillerin tehlikeli pençelerinden çekip kurtaran Öğretmenlik Kanunu’nun yetkilendirdiği en üst mevkide memurluk.”
Eligia sadece başarılı bir kadın değil, kadınların mesleklerini hakkıyla yapabilmeleri için kanun yapımında çalışan bir memur. “Don Juan karakterli vekillerin tehlikeli pençeleri” ifadesinde durmak gerekiyor. Farklı kılıklara girerek, farklı yüzler takınarak kadınları baştan çıkaran efsanevi Don Juan karakterinin hayattaki karşılığına… Böylesi karakterlere karşı kadınların uyanık olması ve kendilerini koruyabilmeleri için de mesleklerinde güvenli bir şekilde ilerleyebilmeleri gerekiyor.
Fakat her ne kadar Eligia böylesi bir ideal için çabalasa da bu döngünün hayatta garip bir karşılığı var. Aron’un bir Don Juan olup olmadığını bilmiyoruz ama Bergen’in karşısına çıkan adamın böylesi bir karakteri var. Filmde Bergen’in hayatına giren ve onun hayatını mahveden bu adama isim verilmiyor. Bu tavır bir yandan onu anonimleştiriyor, böylelikle onun nezdinde binlercesinin varlığına dikkat çekiliyor aynı zamanda onu isimsizleştirerek değersizleştiriyor. Bu isimsiz erkek, tıpkı romanda ifade edildiği gibi evli olduğu halde genç Bergen’i kendine ram edebiliyor.
Bergen de işinde başarılı bir kadın, şarkılarını söylerken baştan aşağı seslendirdiği o şarkı olan bir sanatçı, zaten karşısındaki erkeği çileden çıkaran da onun başarısı ve görünür olması. Bu başarı devam ettiği müddetçe erkek kendisinin silindiğini hissediyor. Bu silinmeye dayanamadığı için kadının yüzünü silmeyi deniyor. Bergen’in yüzünün asitle yakılması, onu Eligia’yla mecralar arasında buluşturan elim olay. Filmde bu felaketin ardından Bergen bir ameliyat geçiyor ve iyileşmesi yaklaşık iki yıl alıyor. Bize bu süreçle ilgili çok fazla detay aktarılmıyor. Biz onun artık tek gözüyle gördüğünü, hasar gören diğer gözünün zarif bir şekilde kapatıldığını izliyoruz. Eligia’nın yüzünün iyileşmesi ise romanın tüm anlatısının oturduğu ana zemini teşkil ediyor. Bu iyileşme süreci, doktorların müdahaleleri, ameliyatlarla ilgili ayrıntılar kişinin kendini tanıması, kendini kazması ve sonrasında yeniden inşa etmesi gerektiğine dair bir metafora dönüşüyor.
Eligia’nın Milano’da geçirdiği ameliyatları yapan profesörün ağzından bu metafor şöyle ifade ediliyor:
Deri bizde neyi gizler? Bunun altında temel bir mesele olmalı, böylesine arzulanan böylesine sevilen yüzeylerin azıcık ateş ya da asitle hayretlere dönüşen bir manzaraya dönüşmelerine neden olacak bir mantık.
…
Yüzeyde yani deride yalnızca yüzeysel çözümler bulunur, bunlar acil cerrahinin kapsamındaki şeylerdir. Ama bizler, biz rekonstrüktifçiler derinde olan şey üzerine çalışan insanlarız. Örtmek yerine içine gireceğiz, asidin ulaşmadığı yere kadar derine ineceğiz. Şimdilik bu labirent derinizin yarısından fazlasını kaplıyor, buradan çıkış yok. O halde kazalım gitsin. Bunu çözmenin yegâne cesur yöntemi budur.
Eligia, kendisini yaralamış o “nefret”ten sonra kendine dair hakikati bulacak ve bu hakikat üzerine kendini yeniden inşa edecektir. Trajedi; yeni bir yüz, kişilik oluşması, eski kalıntıları kazımak için bir imkâna dönüşecektir.
Eligia kendini yenilemek için yaklaşık yirmi ameliyat geçirir ve uzun yıllar yüzündeki yama izlerini kapatacak kremlerle, kapatıcılarla yaşar. Yüzünde hemen hiç kas kalmamış, saplı dokulardan yüzüne nakledilmiş, göz kapakları dahi kendi bedeninden alınan deriyle yeniden yapılmıştır. Mario’nun onun yüzüne ilişkin gözlemleri uzun uzun anlatılır romanda. Biz hem Mario’nun annesine sadık, özverili bakımını hem de onun da kendini kazma, tanıma yolculuğunu okuruz. Mario acı bir yüzleşmeyle kendisinde babasından gelen “şiddet dölleri”ni de görür. Ayrıca annesini de sorgular, yıllarca babasının yanında olması nedeniyle ona da bu şiddetin bulaşmış olabileceğini düşünür. Şu sorgulama ürkütücüdür: “Kötülükle yaşamaya bir kez karar verildiğinde, geriye saflık kalır mı?… İnsan hak etmeyen birini sınırsızca severse, er ya da geç o sevginin yüceliği, diğerini o sevgiye layık birine çevirir”.
Eligia her ne kadar ayrılma ve boşanma mücadelesiyle Aron’la uzun yıllar geçirse de genç Bergen’in ona şiddet uygulayan kocasından ayrılmakta daha kararlı olduğunu görürüz. Bergen, boşanır ve korkusuzca kendisi olmaya, şarkısını söylemeye devam eder. Sahnede bıçaklandığında bile şarkısını söyleme devam etmesi bunun en bariz kanıtıdır. Yüzüne kezzap atıldıktan sonra da tek gözüyle kendisine yeniden oluşturduğu imajıyla sahnede, dillerde ve gönüllerdedir. Onun için üzülen hayranlarına dönerek söyler: “Benim için Üzülme”yi. Seni Kalbimden Kovdum, Sen Affetsen Ben Affetmem şarkılarını, peşini bırakmayan o zavallı için söylediğini düşünürüz.
Güneş Gözlüklerinin Ardına Gizlenen Kötülük
Çöl ve Tohumu’nda “Faşistlerin yüzlerini, aslında içlerindeki o kötülüğü; koruyucu gözlüklerin, berelerin, güneş gözlüklerinin ardına saklayamayacağını biliriz” deniliyordu. Bergen’i sözde sevgisiyle kandıran erkek başlarda hep gözlüklüdür. Güneşten, ışıktan bağımsız güneş gözlüğüyle görürüz onu, içindeki kötülüğü genç Bergen’den saklama ihtiyacı sanki. İçindeki kötülük aşikâr oldukça gözlüğü de takmaz olur.
Eligia, gerçek hayatta Clotilde adında pedagoji alanında çalışan feminist, yetkin bir akademisyendir. 1958 yılında Arjantin Millî Eğitim Bakanı olur. Romanda, Eligia’nın anneler çalışabilsin diye ikili eğitim veren okulların, teknik uzmanlaşma enstitülerinin açılması, uzak yerlerde yüzlerce eğitim kurumunu hayata geçiren hudut okulları yasasının çıkması, hakiki demokratik içeriklerle beraber eğitimin modernizasyonu için çalıştığı bilgisi verilir. Eligia, “akılcı bir eğitim sayesinde ülkesindeki tüm kadınların, modern dünyadaki bütün cesur atılımlara yetecek seviyede olduklarını gösterme hayaline kapılmıştı(r).”
Clotilde, Eligia, Belgin, Bergen… Sonunun elbet geleceği erkek şiddetine karşı simge isimler olarak varlıklarını sürdürmeye devam edecekler. Hem “yüz yalnızca sevgi uğruna gösterir kendisini”.