Cam Fanusta Büyüyen Gençlik: Türkiye’nin NEET Birinciliği Üzerine

Gençliğin yoksulluk ve çoklu yoksunluklarla boğuştuğu tedirginlik çağından geçen bir ülkede “gelecek planı” yapmak, “hayal kurmak” ne kadar mümkün? Oysa gençlik; üretme, keşfetme ve umut etme çağının ta kendisi. Ve bu çağı yoksullukla tüketmek, bireyin de toplumun da potansiyelini tüketiyor; bizi günbegün eksiltiyor. Nitekim Türkiye’de ne eğitimde ne istihdamda olan gençlerin oranı (NEET) OECD ülkeleri arasında birincilik seviyesine ulaşmış durumda.

“Bizim zamanımızda gençlik böyle değildi.” Bu cümleyi kim söylemedi veya kim işitmedi ki bugüne kadar? Sanki her kuşak, kendisinden sonra geleni beğenmemekle görevlendirilmiş gibi… 

 

Ama aslında bu yakınma, sadece bir nostalji değil; aynı zamanda bir bellek meselesi. Ve belki de daha çok, anlamlandıramama… Oysa gençliğin değişimi, sadece bir ruh hâli değil; toplumsal yapıdaki değişimin turnusol kâğıdı…

 

Bugün “Gençler ne istiyor?” sorusu sık sık gündeme geliyor. Ama bu soruya yüzeyden verilen her yanıt, meseleyi sığlaştırıyor. Çünkü gençlerin ne istediğini anlayabilmek için önce onların hangi yapısal dönüşümün içinde şekillendiğini görmek ve belki de soruları çeşitlendirmek gerekiyor. Örneğin, bir diğer ismiyle ev genci veya NEET de denen “Ne istihdamda ne eğitimde olan gençler ne istiyor?” 

 

Türkiye’de 2000’li yılların başından bu yana derin bir toplumsal dönüşüm yaşanıyor ve bu dönüşüm hâlen devam ediyor. Tarım toplumundan kopuş, dijitalleşmenin yükselişi, yükseköğretimin kitleselleşmesi ve kent yaşamının yaygınlaşması, gençlerin hem dünyayla hem de kendileriyle kurduğu ilişkiyi de, değer sistemlerini de, deneyimleri de temelden değiştirdi. 

 

Gençlik dediğimiz dönem, hem hayal kurmanın hem de hayata atılmanın eşiğidir. Ama Türkiye’de giderek daha fazla genç, bu eşiği geçemiyor. Ne eğitimde ne istihdamda olan gençlerin oranı (NEET) OECD ülkeleri arasında birincilik seviyesine ulaşmış durumda. TÜİK verilerine göre, Türkiye’de ne eğitimde ne istihdamda yer alan gençlerin oranı yüzde 23. 

 

İstanbul Ticaret Odası’nın (İTO) son raporu, bu tabloya sadece rakamlarla değil, gençlerin sesiyle de ayna tutuyor. Ve bu aynadan yansıyan manzara, hepimize ait.

 

İTO, NEET tanımına bir boyut daha eklemiş: “Ne eğitimde ne istihdamda ne de yetiştirmede” (NEİY) olan gençler… Yani sadece okulda ya da işte olmayan değil; aynı zamanda hayata dair bir hedefi, yönü, rehberliği bulunmayan bir kuşaktan söz ediyoruz. Kısacası, yolun dışına itilmiş, sistemin dışına düşmüş bir gençlikten…

 

Bu gençler ne hayal kurabiliyor ne de bir gelecek planı yapabiliyor. Anlam kaybı yaşıyorlar. Geleceğe dair bir hikâyeleri yok. Mevcut hikâyeler de sönümleniyor. Çünkü ne sistem onlara güven veriyor ne de aileler özgürlük. “Ailem benim en güçlü işsizlik sigortam” diyen bir genç, aslında binlercesinin ortak duygusunu özetliyor. Aile desteği değerli elbette ama bu destek, birey olmanın, karar alma becerilerinin ve sorumluluk üstlenmenin önüne geçtiğinde bir tür “görünmez pranga”ya dönüşüyor. Batı’da bu nesle, eğitim süreçlerini geçirdikten sonra aile yanına döndükleri için “bumerang nesil” denmesi, hatta Japonya’da “parazit bekârlar” gibi tartışmalı bir benzetmeye konu olmaları da biraz bu yüzden…

 

Bugün 25-29 yaş arasında olan gençlerin yaklaşık yarısı üniversite mezunu. Bundan 10 yıl önce bu oran dörtte bir bile değildi. Zaten başımızı nereye çevirsek yeni bir tabela üniversitesine çarptığımız düşünüldüğünde, bu sayılar şaşırtıcı da değil. 

 

Ama bu eğitime katılım artışı, istihdamla paralel gitmedi ve gitmiyor da. Üniversiteler çoğaldı, diplomalar dağıtıldı, kepler fırlatıldı; ama iş piyasası, gençleri karşılamaya hazır değildi. İşgücü piyasasının talep ettiği beceriler ile alınan eğitim arasındaki uçurum da arttı. Nitelikli bir eğitim alan gençler, düşük ücretli ve vasıfsız işlerde çalışmak zorunda kaldılar veya imkânları/cesaretleri olduğu sürece beyin (ve kalp) göçüne yöneldiler. Sunulan ücretler, yaşam giderlerini karşılayamaz hale geldi. 

 

Diplomalar, sınıf atlamanın değil; hayal kırıklığının belgesi hâline geldi. Bu da milyonlarca genci bir tür “direniş biçimi” olarak NEET kavramının “zorunlu konfor alanı”na itti. 

 

Cam Fanus: Kırılgan Bir Konfor Alanı

 

İstanbul Ticaret Odası’nın araştırmasında öne çıkan bulgular, bu kırılganlığın nerelerden beslendiğini açıkça ortaya koyuyor.

 

Eğitimde yönlendirme eksikliği var. Gençler, eğitim sisteminin yeterince destekleyici olmadığını düşünüyor. Mesleki yönlendirme eksikliği, yanlış ya da rastlantısal tercihlere yol açıyor. Mezun olduklarında karşılaştıkları deneyim boşluğu, düşük ücret ve güvencesiz iş koşulları ise onları “NEİY” kategorisine sürüklüyor. Meslek seçimi bir bilinmezlik; staj deneyimi yok, yol gösteren yok. Gençler kendini değerli hissetmiyor, çünkü sistem onları yatırım yapılacak birer potansiyel olarak değil, hemen verim alınacak birer kaynak gibi görüyor. Liyakate dayalı bir istihdama olan güvenin azalışı ve yaygınlaşan nepotizm de cabası… 

 

Örneğin gençler, yapay zekânın yaratacağı yaygın işsizlik dalgasına ne kadar hazırlıklı şekilde mezun oluyorlar? Beyaz yakalı işlerin önemli bir kısmının yakın vadede yerini yapay zekâya bırakacağının veya bu uyum sürecinin ne şekilde yönetileceğinin ne oranda farkındalar? Türkiye’de lise türleri arasında başarı oranı en yüksek olarak kabul edilen fen liselerinde bile yalnızca her iki öğrenciden biri, Yükseköğretim Kurumları Sınavı’nda dört yıllık bölüme girme hakkı kazanıyorsa, eğitimin her kademedeki kalitesini ciddi şekilde sorgulamamız gerek. Yani sorun tek boyutlu değil; dolayısıyla çözüm de çok katmanlı olmalı. 

 

Rapora göre, akademik başarı kaderi belirliyor. Zorunlu eğitim döneminde gösterilen performans, bireyin tüm geleceğini şekillendiren bir eşik haline geliyor. Oysa hayat bu kadar erken dönemde tek bir ölçütle sınırlandırılamayacak kadar çok boyutlu.

 

Barınma krizi, artan enflasyon, düşen alım gücü, demokratik hakları kullanırken yaşanan tedirginlik… Gençlerin hayatı, omuzlarında taşıdıkları belirsizlikle ağırlaşıyor. Bir zamanlar ailelerinin tek maaşla ev ve araba alabildiği, gelecek planı yapabildiği bir düzende, bugün gençler kira ödeyebilmek için birden fazla işte çalışmak zorunda kalıyor. 

 

Her Beş Gençten Biri Yoksulluk Riski Altında 

 

Avrupa İstatistik Ofisi’nin (Eurostat) Haziran sonunda açıkladığı yeni verileri de alarm zillerini çalıyor: Türkiye’de 15-24 yaş aralığında tam 2,8 milyon genç, yani Türkiye’de her beş gençten biri, yoksulluk riski altında yaşıyor. Dahası, “genç yoksullar”, tüm yoksul nüfusun yüzde 15,4’ünü oluşturuyor.

 

Bir başka ifadeyle Türkiye, Avrupa’nın genç yoksulluk liginde zirvede. Ama bu öyle bir yarış ki lider olmak övünülecek bir şey değil; aksine, yüzleşilmesi gereken yapısal sorunların habercisi.

 

Gençler, sadece ekonomik olarak değil, duygusal olarak da yıprandı. Bir işe sahip olmak artık sadece geçinmek için değil; bir kimlik, bir statü, bir umut meselesi. Ve bu umut, her geçen gün daha çok erozyona uğruyor. Geçmişte üniversite diplomasının iyi bir gelecek sağladığı, yukarı doğru toplumsal hareketliliği kolaylaştırdığı bir denklem ve “iyi bir eğitim alırsam iyi bir yaşam kurarım” inancı, artık yerini “Yıllarımı bu diplomaya verdim ama karşılığında aldığım bu mu?” sorusuna bıraktı. 

 

Habitat Derneği’nin 2023 yılında beşincisini gerçekleştirdiği “Türkiye’de Gençlerin İyi Olma Hali Araştırma Raporu”na göre, gençler arasında geleceğe dair en umutsuz grup, “iş arayan gençler” ve bu umutsuzluk oranı giderek artıyor.  

 

İstanbul Ticaret Odası’nın son raporundaki en çarpıcı kavramlardan biri “cam fanus” etkisi. Aşırı korumacı aile yapısı, gençleri dış dünyanın zorluklarına karşı hazırlıksız bırakıyor. Sosyal beceriler gelişmiyor, duygusal dayanıklılıkları zayıf kalıyor. Gençler ne düşebiliyor ne de düşüp kalkmayı öğrenebiliyor. Fanusun içi güvenli ama dışı korkutucu… Ve o dış dünyaya adım attıklarında ne eğitim var ne iş… Ne de umut…

 

Eğitimde Rehberlik, İşte Güvence Yok

 

Bu tablo içinde gençler, uzun vadeli mülkiyet hayallerinden uzaklaşıyor. Ev, araba, istikrarlı bir yaşam… Bunların yerini, “anlık hazlar” alıyor. Çünkü bugüne sıkışan bir gençlik, geleceği inşa edemiyor. Ekonomik kırılganlık sosyal yalnızlıkla ve demokratik haklara dair kısıtlamalarla birleşince, ortaya içine kapanan, hayata küsen, sistemin kıyısında yaşayan bir kuşak çıkıyor.

 

Oysa çağ gereği dijital dünyanın içine doğan ve orada büyüyen gençler, dünya ile eşzamanlı yaşıyor. Gördükleri, okudukları, takip ettikleri her şey, yaşam beklentilerini dönüştürüyor. Seyahat etmek, kültürel etkinliklere katılmak, yeni teknolojilere erişmek, açlıkla sınanmamak, barınma sorunu yaşamamak, niteliklerinin altında işlerde çalışmaya mecbur kalmamak… Bunlar artık lüks değil, sıradan bir hayatın parçaları olarak görülüyor. Ancak Türkiye’de süregiden ekonomik kriz ve alım gücündeki gerileme, bu beklentiler ile gerçekler arasındaki makası her geçen gün daha da açıyor. 

 

Bu durum, sadece gençlerin değil, ülkenin bugününü ve geleceğini de tehdit ediyor. Nitelikli bir eğitim ve ülkenin geleceğine dair güven duyulacak dinamikler güçlendirilmeden de bu cam fanus kırıl(a)maz. Gençlerin cam fanuslarda değil, kişisel ve toplumsal özgürlük alanlarında büyümeye ve potansiyellerini gerçekleştirmeye ihtiyaçları var. Çünkü ancak orada düşe kalka yürümeyi ve koşmayı öğrenebilirler. Ancak orada kendi hayatlarını kurabilirler.

 

Tüm bu tabloya rağmen hâlâ soruyoruz: “NEET gençler ne istiyor?”

 

Cevabı basit aslında. Barınma kaygısı taşımadan üniversite okuyabilmek, mezun olunca iş bulabilmek, emeğinin karşılığını alabilmek, aile kurmak için gelecek planı yapabilmek, öngörülebilir bir yaşam içinde kendini güvende hissedebilmek…

 

Bu istek, bir ayrıcalık değil. Temel bir hak. Ve bu hak, sadece gençlerin meselesi değil. NEET konusunda Batılı ülkelerde uzun zamandır uygulanan ve başarı elde edilmiş stratejiler var. Gençlerin yerinde istihdamını kolaylaştıran belediyelere merkezi yönetimden fon destekleri, gençlere lise ve üniversite aşamalarında ücretsiz profesyonel mentörlük ve tersine mentörlük programları gibi birçok uygulama aslında sorunu palyatif şekilde “mantolamaya” değil, kökünde müdahale etmeye yönelik olarak tasarlanıyor. 

 

Gençliğin yoksulluk ve çoklu yoksunluklarla boğuştuğu tedirginlik çağından geçen bir ülkede “gelecek planı” yapmak, “hayal kurmak” ne kadar mümkün? Oysa gençlik; üretme, keşfetme ve umut etme çağının ta kendisi. Ve bu çağı yoksullukla tüketmek, bireyin de toplumun da potansiyelini tüketiyor; bizi günbegün eksiltiyor. 

 

Gençlerin ihtiyaç duyduğu destek yalnızca sosyal yardım paketlerinde aranmamalı. Aksine nitelikli eğitimle, adil iş imkânlarıyla ve katılımcı politika süreçleriyle sağlanmalı. Çünkü bu ülkenin en büyük kaynağı, yeraltındaki madenler değil; bugününe ve geleceğine güvenen gençleri…

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.