Cumhuriyet 101
Cumhuriyeti geçmişe özlem biçimine sıkıştırarak yeni bir karanlığa doğru giden şiddet eksenli güç mücadelesini arka plan haline getirmeden, siyasal müdahale ve mücadele alanlarını birlikte örmenin yollarını geliştirmemiz gerekiyor. Yoksa feodal bölünmüşlük, kimin gücü kime yeterse düzensizliği, yeniden yeni düzen haline gelecek.
Türkiye Cumhuriyeti 101’inci yaşına girerken cumhuriyet kavramına dair bazı temel bilgileri hatırlamak gerekiyor. Anayasa başta olmak üzere ortak hayatı kuran pek çok yasayı yeniden ve sürekli tartıştığımız, kan dondurucu şiddet vakaları karşısında “Ne oldu bize” diye sorduğumuz, “Hep mi böyleydi yoksa yeni mi oldu” diye şaşırdığımız bir ortamda, bir adım geri çekilip duruma bakmak iyi olabilir. En nihayetinde sorun, birlikte yaşamanın temel prensipleri konusunda bir türlü uzlaşamamak; onu şekillendirecek öznelerin de işbirliği yapmakta bir türlü başarılı olamamaları ile ilgili.
Cumhuriyet en temel anlamda bir kişinin yönetmemesidir; birlikte yönetimdir. Diğer bir deyişle cumhuriyet, monarşik olmayan yöntemdir. Res publica, kamusal şey, ortak olanın birlikte kurulması ve yönetilmesi fikridir. Yasayla yönetim ve doğru bilgiye dayanan yasa, Antik dönemden bu yana iyi yönetimin temel ölçüttür. Platon’un Devlet diye çevirdiğimiz ve iyi yönetimi doğru bilgiye dayandırdığı, bilginin bilgisine ulaşarak toplumsal yaşama yeni bir çerçeve çizmeye çalıştığı kitabın asıl kastettiği şey, devlet değil cumhuriyettir. Yani birlikte yaşamın ve yönetimin doğru temellerini inceler o kitap. Keza Bodin’in Devlet’in Altı Kitabı’nın orijinal isminde de devlet değil, republic geçer; yani Cumhuriyetin Altı Kitabı. Cumhuriyet, bir kurumsal sistemden önce, bir arada yasa tarafında ortak gücü birlikte tesis ederek var olma anlayışına dayanan ahlaki bir aşamayı sembolize eder.
Roma’da halk adına konuştuğu varsayılan Senato’nun güçlü olduğu dönemleri ifade eden cumhuriyet tabiri, daha sonra işlerin kötüleşip yönetimin tek elde toplanmasıyla imparatorluğa geçişte her zaman iyi hatırlanan geçmişi oluşturur. Batı’nın siyasi tarihinde Roma’nın cumhuriyet dönemi ideal rejimi, geçmişe özlemi, bir tür altın çağı sembolize etmiştir. Her ne kadar Roma tarihi çeşitli çekişmelerin, çatışmaların, örneğin patrici-pleb mücadelesi gibi pek çok toplumsal krizin de tarihi olsa da, önemli olan yasanın hakimiyetinin, onun yarattığı hukuki düzenin ve somutlaştığı mekânla birlikte taşıdığı anlam gücüdür. Bu açıdan yasayı ortak akılla yapan, birlikte yaşamı sembolize eden Senato benzeri yapılar, meclisler, parlamentolar güçlendikçe iyi yaşama ve dolayısıyla cumhuriyete doğru geçiş fikri de güçlenir. Kalabalıkların gücünü gösteren bu yerler, birlikte yaşamı tesis eder.
Aydınlanma ve Rönesans
Tersine, bir kişinin, ailenin, kılıcın yönetimi domine etmesi ise tiranlığa doğru giden yolu döşer. Orta Çağ’ın karanlık olarak nitelendirilmesi biraz da bu tiranlık gölgesi ile olmuştur. Kontrolden çıkan gücü kim frenleyecek? Tanrı adına konuşan yöneticiye kim ve neden karşı çıkabilir? Halkın özne olmaktan çıkıp tebaa, takip eden haline geldiği bu dönem, gücün din üzerinden anlaşıldığı süreçtir ki cumhuriyet fikri de bu şekilde rafa kalkar. Halk ve onun birlikteliğini simgeleyen ortak mekânlar azaldıkça, yerel güçler, kısa süreli anlaşmalar, din üzerinden kurulan korkuya dayalı bir anlatı fikri hâkim olmuştur. Bu gölgeyi aralayan ışık, Aydınlanma’nın akla dayalı yönetim fikri, akıl aracılığıyla dünyayı açıklayabilme gücünün yeniden hatırlanmasıdır. İnsan, akıl aracılığıyla yeniden doğmuştur: Rönesans. Estetiğin, ahlakın, aklın ve yasanın kontrolünü yeniden ele alan insan yeryüzünde tanrılığını ilan ederken, siyaset seküler dertlere doğru dönmüş ve ortak olanı yeniden bu dünyada kurmanın yolu açılmıştır.
Ortak Yasayı Yapmak
Amerikan ve Fransız Devrimleri ertesinde yasanın hâkimiyeti fikri güçlenirken, temel bir metin etrafında uzlaşabilmek önem kazanır: Anayasa. Ortak olanı kuracak her şey, önce temel bir metinde uzlaşarak oluşturulabilir. Kurucu metin, diğer yasaların da meşruluğu olacaktır; “constitution”ın anayasa diye çevrilmesi o açıdan oldukça doğru bir anlam taşıyor. Bu kez, yasayı yapacak öznenin, “biz”in kim olduğu tartışması başlıyor ki modern hayatta pek de çözülemeyen, bazı indirgemeler ve sınırlamalarla çerçevesi çizilen, yine de hep sorunlu ve tartışmalı kalan bir konu bu. Erkeklerin karşısında kadınlar; burjuvanın karşısında emekçiler, işçiler; beyazın karşısında siyahlar; buralıların karşısında göçmenler; çoğunluğun karşısında azınlıklar vs. Bunlar arasındaki mücadele, çeşitli uzlaşmalarla aşılsa da dışarıda bırakılanlar her zaman içeriye müdahale için harekete geçmiştir. Toplumsal hareketlerin siyasal rolü burada devreye girer.
Anadolu gibi farklı kültürlerin ve medeniyetlerin kesiştiği coğrafyalarda ortak yasayı yapmak her zaman zor olmuştur. Ya şiddet yoluyla kurulan ya da yereli serbest bırakırken farklı hayatları birbiriyle kesiştiremeyen kopuk birliktelikler hüküm sürerken modern aklın devlet olarak şekillendirdiği ahlaki birlikteliğin yukarıdan aşağıya şekillendirdiği toplumun biz buradayız deme anları, çeşitli eylem ve protestolarda, önceki dönemlerden kalan tabirle isyanlarda kendini gösterdi. Yasa olmadığı sürece toplumun sesini duyurma biçimleri olarak her zaman şiddet ve çekişme devreye girdi. Bugün için temel sorunun yeniden, toplumsal birliktelikleri çerçeveleyecek yasal zemin olduğunu görüyoruz. Modernliğin ürettiği geniş başlıklar, farklılıkları bir arada tutmakta zorlanırken eski yollar yeniden hatırlanıyor: Savaş ve şiddet üzerinden zorla kabul ettirme. Ama bir yandan cumhuriyet de özlemle anılan ve kaybedilmekten korkulan bir noktaya geldi.
Cumhuriyet ve Demokrasi Birlikteliği
Cumhuriyetin demokrasiyle iyice yakınlaştığı İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde, haklar temelinde birlikte yaşam, temsilci seçme, iktidarların serbestçe el değiştirebilmesi döngüsüne büyük oranda piyasanın da serbest işlemesi fikri eşlik etti. Cumhuriyet ve demokrasi birlikteliği, vatandaşların aktif katılımını, birlikteliği kurmak için yer yer sorumluluk almasını, toplantılara katılmasını, partilere ya da sivil toplum kuruluşlarına üye olmasını, sesini yükseltmesini bekleyen yer yer zorlayıcı bir birlikteliğe dönüştü. Bunun karşısında liberal ekol, özgürlüğü toplumda değil bireysel alanda kodlayan temel unsurları yeniden öne çıkardı ki postmodernizmin bütün yerine parçayı gösteren eğilimi bununla örtüştü.
Yukarıda hızlıca anlattığım, kitleleri ilgilendiren genel başlıklar yerine, detayın, farklının, anormalin öne çıktığı bir süreç gelişti. Böyle olunca tek tek bireylerin özgürlüğü, toplumsal özgürlükten daha değerli oldu. Neoliberal dönemin, “Piyasada özgürlük olmadan siyasi özgürlük olmaz” mottosu da sosyalizm sonrasında genel kabul olunca, cumhuriyet ve demokrasi gibi kitlesel olgular bireysel özgürlüğün karşısında ya da en azından onu desteklediği ölçüde değer gördü. Özgürlüğün kaybedildiği anlarda yeniden hatırlanan bu eski kavramlar, kötü gün dostları gibi insanın elini uzattığı ve sorunu çözmesini beklediği kavramlar haline geldi. Oysaki sorunu onlar değil, onlara yeniden anlam yükleyecek bizler, siyasi özneler çözecek. Topu geçmişe ve başkalarına atmadan, bugünü burada çözebilmek için değiştirebileceğimiz kavramları yeniden düşünmek gerekiyor.
Bugün bu kavramları yeniden düşünmek için, eski dönemlerden farklı biçimde sosyoloji, psikoloji, iktisat bilimlerinin detaylandırdığı pek çok analiz mevcut. Yeni bir Aydınlanma için en baştan başlamaya gerek yok. Herkesin yaşamını daha iyi hale getirecek kuralları, ilahi güçlere değil kendi gücümüze bağlayacak bilimsel bir birikim mevcut. Cumhuriyetin demokrasi ile bir aradalığını kuracak örgütlenmelerin, tabandan ve katılımcı biçimde olması bu kavramların özüne uygun. Ama taban ve katılım kanallarının da farklılaştığı ve yenilendiği, yeni neslin buna yeni araçlar kazandırdığı bir gerçek. O zaman eski ile yeniyi buluşturacak alanları yaratabilmek için elimizde pek çok imkân var. Cumhuriyeti yeniden ilerletecek gücün, sadece bireysel alanları ya da herkesin kendi topluluğunu korumasıyla değil, farklılıkları bir arada tutacak toplumsal mutabakat alanlarını genişletmesiyle ilgili olduğu kesin. Cumhuriyeti geçmişe özlem biçimine sıkıştırarak yeni bir karanlığa doğru giden şiddet eksenli güç mücadelesini arka plan haline getirmeden, siyasal müdahale ve mücadele alanlarını birlikte örmenin yollarını geliştirmemiz gerekiyor. Yoksa feodal bölünmüşlük, kimin gücü kime yeterse düzensizliği, yeniden yeni düzen haline gelecek.