Filistin-İsrail Savaşı NATO Zirvesini Nasıl Şekillendirdi?
NATO zirvesinde alınan kararlar Filistin-İsrail çatışması ve Ortadoğu politikası ile yapıcı bir şekilde ilgilenmek için gösterilen önemli bir çabayı yansıtsa da ittifakın önünde önemli zorluklar var.
Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO), özellikle Avrupa ve Kuzey Amerika’nın jeopolitik dinamikleri ile ilgili olarak, uluslararası güvenlik ve askeri iş birliği söz konusu olduğunda uzun zamandır çok önemli bir aktör. Ancak Ortadoğu’daki son gelişmeler, özellikle de devam eden Filistin-İsrail çatışması nedeniyle ittifakın bölgedeki politikasını şekillendirme konusunda bir yol ayrımına geldiği anlaşılmaktadır. 2024 Temmuz ayında düzenlenen son NATO zirvesi, ittifak üyesi ülkelerin Ortadoğu’ya yönelik farklılaşan stratejik yaklaşımlarını ve bu konudaki ittifakın kendi politikasını yeniden değerlendirmeyi amaçlayan tartışmaları gündeme getirmiş ve devlet başkanları tarafından alınan kararların ve bunların devam eden çatışma ve bölgesel istikrar üzerindeki etkilerinin eleştirel bir analizine yol açmıştır.
Ortadoğu’da gerilimlerin arttığı bir ortamda gerçekleştirilen zirvede, İsrail ve Filistinli silahlı gruplar arasında yenilenen düşmanlıkların sonucunda meydana gelen askerî ve sivil kayıplar ile insani krizlerin sebep olduğu jeopolitik istikrara yönelik uluslararası tepkiler gündeme gelmiştir. NATO ve üye devletler bu gelişmelerle boğuşurken, ittifak ayrıca, askeri çıkarlar ile insani müdahale ve diplomatik angajman çağrıları arasında denge kuran bir duruş sergileme baskısıyla karşı karşıya kalmıştır.
NATO’nun tarihsel rolü özellikle Avrupa’da toplu savunma ve caydırıcılık üzerinde yoğunlaşmıştır. Bununla birlikte, değişen stratejik manzara, ittifakın küresel diyalog çerçevesini ve geleneksel sorumluluk alanının ötesindeki bölgelerde oluşturduğu ortaklık angajmanlarını yeniden değerlendirmeye sevk etmiştir. Bu bağlamda Filistin-İsrail çatışması NATO’nun Ortadoğu politikasının odak noktası haline gelmekte, ikili ve çoklu savunma anlaşmaları, insani öncelikler ve diplomatik müzakereler arasındaki karmaşık etkileşimi vurgulamaktadır.
Zirvede alınan kararların birkaç açıdan önemli yansımaları bulunmaktadır.
Gelişmiş Diplomatik Angajman
NATO zirvesinin en önemli sonuçlarından biri, ittifakın İsrail-Filistin çatışmasındaki gerilimi azaltmayı amaçlayan diplomatik çabaları artırma taahhüdü olmuştur. Devlet başkanları, bölgeyi uzun süredir rahatsız eden sorunları çözmek için askerî çözümlerin tek başına yeterli olmayacağını kabul etmiş, diyalog ve arabuluculuk konularının önemini yeniden vurgulamış, bu yöndeki girişimlere daha geniş kapsamda uluslararası toplum da dahil olmak üzere Arap devletleri ve diğer bölgesel paydaşların katılımının önemini savunmuşlardır. Bu diplomatik girişim, çatışmanın temel nedenlerini ele almayı ve sürdürülebilir bir ateşkes ve gelecekteki müzakerelerin önünü açmayı amaçladığı için hayati önem taşımaktadır. NATO, diplomaside pro-aktif bir tutum sergileyerek kendisini sadece askeri bir ittifak olarak değil aynı zamanda Ortadoğu’da barış ve istikrarın kolaylaştırıcısı olarak yeniden konumlandırmayı amaçlamaktadır. Bu karar, bölgesel çatışmaların genellikle askerî hazırlık ile diplomatik angajmanı iç içe geçiren çok yönlü çözümler gerektirdiğine dair daha geniş bir anlayışı yansıtmaktadır.
İnsani Yardıma Odaklanma
NATO’nun Ortadoğu’da devam eden çatışmadan kaynaklanan insani krizi kabul etmesi, zirvede alınan bir diğer önemli karardır. Devlet başkanları, şiddetten etkilenen sivil halkla dayanışma içinde olduklarını ifade ederek ihtiyacı olanlara insani yardım sağlamanın önemini vurgulamışlardır. Bu vurgu, NATO’nun yaklaşımında stratejik bir değişikliği temsil etmekte ve savaşın insani sonuçları ele alınmadan güvenliğin sağlanamayacağını kabul etmektedir. NATO, insani yardıma öncelik vererek, merhamet ve ahlaki sorumluluğu yansıtan faaliyetlerde bulunmak suretiyle bölgedeki meşruiyetini ve yumuşak gücünü güçlendirmeyi amaçlamaktadır. Ayrıca bu karar, acıları hafifletmek ve uzlaşma çabalarını desteklemek için Birleşmiş Milletler ve sivil toplum kuruluşlarının öncülük ettiği daha geniş uluslararası çabalarla da uyum içerisindedir. Bu girişimin başarısı, NATO’nun diğer uluslararası kuruluşlarla etkili bir koordinasyon kurabilmesine ve çatışma bölgelerine insani yardım ulaştırmanın karmaşıklığını çözebilmesine bağlı olacaktır.
Güvenlik İşbirliği ve Kapasite Geliştirme
Bölgedeki çalkantılı güvenlik ortamı ışığında, Ortadoğulu ortaklarla güvenlik işbirliğinin artırılmasının öneminin vurgulandığı ve acil önlem alınmasının gerekliliğinin kabul edildiği zirvede, NATO liderleri tarafından, İsrail-Filistin arasındaki süregelen anlaşmazlık ve çatışmaların bölgesel ve küresel istikrar ve güvenlik üzerinde geniş kapsamlı etkileri olduğunu kabul edilerek, ittifak ortağı bölgesel güvenlik güçlerinin eğitim ve kaynaklar yoluyla yeteneklerinin artırılması elzem görülmüştür. Bu karar, İsrail ve kilit önemdeki Arap devletleri de dahil olmak üzere NATO’nun bölgesel müttefiklerinin güvenliği sağlamada ve aşırılık yanlısı tehditlere karşı koymada kritik bir rol oynayacakları anlayışını yansıtmaktadır. NATO, kapasite geliştirmeye yatırım yaparak riskleri azaltabilecek ve istikrarı sağlayabilecek bir güvenlik ortamı oluşturmayı amaçlamakla birlikte, bu girişimin, çatışmada bir taraf lehine önyargı algılarını önlemek için dikkatli bir şekilde yönetilmediği takdirde, krizi hafifletmek yerine daha da derinleştireceği dikkate alınmalıdır.
Devlet Dışı Aktörlerin ve Aşırılıkçılığın Ele Alınması
Zirve sırasında bölgedeki devlet dışı aktörlerin ve aşırılık yanlısı örgütlerin çatışma ve anlaşmazlıklar üzerindeki artan etkisi dikkat çeken bir diğer husus olarak gündeme alınmıştır. Devlet ve hükûmet başkanları, aşırılık yanlısı ideolojilerin yayılmasının barış ve güvenlik için telafi edilemeyecek sonuçlar doğurabileceğini kabul ederek, aşırılık ve devlet dışı aktörlerin faaliyetlerini önlemek amacıyla önerilen mücadeleyi içeren çok yönlü strateji kapsamında istihbarat paylaşımı ve ortak operasyonların gerekliliğini vurgulamışlardır. NATO’nun aşırılıkçılığın köklerinin genellikle, İsrail-Filistin çatışmasından kaynaklananlar da dahil olmak üzere, sosyo-politik sorunlarla iç içe geçtiğini kabul eden tutumu çok önemlidir. Bu sorunların ittifak tarafından da kabul edildiği gibi diplomasi, ekonomik yatırım ve güvenlik önlemlerini içeren bütüncül bir yaklaşımla ele alınması, uzun vadeli ve kalıcı çözümler için hayati önem taşımaktadır.
İttifakın Önündeki Zorluklar
NATO zirvesinde alınan kararlar Filistin-İsrail çatışması ve Ortadoğu politikası ile yapıcı bir şekilde ilgilenmek için gösterilen önemli bir çabayı yansıtmakla birlikte, ittifakın önünde önemli zorluklar bulunduğu değerlendirilmektedir. Her şeyden evvel çatışan çıkarların dengelenmesi konusu başlıbaşına bir sorun alanıdır. Kabul edilebilir bir gerçek olarak NATO üyesi devletlerin her birisi İsrail-Filistin meselesinde tarihi bağlardan, jeopolitik çıkarlardan ve iç meselelerden etkilenen farklı bakış açılarına sahiptir. İttifak olarak alınacak bir karar üzerinde siyasi bir fikir birliğine varmak, özellikle üye devletlerin güvenlik taahhütleri ve insani sorumlulukları açısından farklı öncelikleri olduğu düşünüldüğünde zor olacaktır.
Ayrıca, bölgesel istikrar ve barışa etkili olan bölge ve ittifak dışı aktörlerin rolü diğer bir zorluk olarak belirmektedir. Rusya ve Çin gibi bölge dışı güçlerin sorun içerisinde yer alması ve çözüm ya da çözümsüzlüğe katılımı, Ortadoğu’daki dinamikleri daha da karmaşık hale getirmekte, bölgesel aktörler çatışmada farklı ve karşıt taraflarla aynı safta yer alırken, NATO’nun giderek karmaşıklaşan jeopolitik ortama yön vermesi gerekmektedir. NATO’nun stratejik hedeflerini geliştirirken bu güçlerin çıkarlarını ve etkilerini göz önünde bulunduran incelikli bir yaklaşımı dikkate almasının önemi bu noktada bir kez daha ortaya çıkmaktadır. NATO üyesi bazı ülkelerin bu ülkelerle ikili sorunlarını ittifakın genel politikası ile barış ve istikrara yönelik çabalarını boşa çıkaracak şekilde geliştirilmesi, sorunların artarak devamına ve bölgesel sorunun geniş kapsamlı çatışmalara dönüşme olasılığının güçlenmesine sebep olabilecektir. Sürdürülebilir çözümlere duyulan ihtiyaç, özellikle de NATO’nun diplomatik angajman ve insani destek konusundaki kararlılığının somut sonuçlara dönüşmesini sağlama konusu ortada bırakılamayacak kadar acil tedbir ve aksiyon gerektirmektedir. İsrail-Filistin çatışmasının tarihinin, başarısız müzakereler ve kaçırılan fırsatlarla dolu olduğu hatırlanarak, geçmişteki hataların tekrarlanmasını önlemek için NATO’nun sadece acil ihtiyaçları ele almakla kalmayıp aynı zamanda sürdürülebilir barışa elverişli bir iklimin geliştirilmesine yardımcı olacak kapsamlı bir strateji geliştirmesi gerekmektedir. Son zirvede böyle bir irade bildiriminin ilk işaretleri alınmıştır.
Sonuç ve Değerlendirme
Sonuç olarak 2024 NATO zirvesi, başta İsrail-Filistin çatışması olmak üzere, ittifakın Ortadoğu’ya yaklaşımında önemli bir değişikliğe sahne olmuştur. NATO, diplomatik angajman, insani yardım, güvenlik işbirliği ve aşırıcılığa karşı koyma çabalarını güçlendirmeye öncelik vererek, bölgesel dinamiklerin karmaşıklığını ele alma yolunda önemli siyasi adımlar atmıştır.
Bununla birlikte, ittifakın önünde zor ve dikkatli olmayı gerektiren bir yol bulunmaktadır. Üye devletlerin farklı çıkarlarını dengelemek, dış aktörlerin etkilerini ele almak ve sürdürülebilir çözümler üzerinde çalışmak NATO’nun bölgedeki etkinliğini şekillendirmede çok önemli olacaktır. Küresel ya da bölgesel çatışmaların karakteri, yöntemi ve aktörleri değişmeye, uluslararası güvenlik yaklaşımları evrim geçirmeye devam ettikçe, NATO’nun rolü de yeniden değerlendirilecek ve ittifakın değişen koşullara uyum sağlama ve mukabele etme yeteneği gerek Ortadoğu’da gerekse ittifakın etki ve ilgi alanlarında barış ve istikrarın sağlanmasındaki meşruiyetini ve etkisini belirleyecektir. Bu tür zorluklar karşısında, son NATO devlet ve hükümet başkanları zirvesinde alınan kararların, İsrail-Filistin çatışmasının karmaşık hatta çözümsüz görünen gerçekleriyle başa çıkmak amacıyla daha entegre bir yaklaşım için zemin hazırlayacağını değerlendirmek mümkündür. NATO’nun bölgedeki etkisinin gerçek ölçüsü nihayetinde üyelerini tutarlı bir strateji etrafında birleştirme yeteneğine bağlı olacaktır ve bu da en karmaşık jeopolitik çıkar çatışmalarında bile barış ve istikrar arayışının her şeyden önemli olduğunu göstermektedir.