İsrail’in Lübnan Saldırıları Bölgeyi Nasıl Etkiler?

İsrail orta ve uzun vadede saldırganlığının getirdiği bütün risklerle karşı karşıya kalacaktır. Ancak bu noktada ve daha kısa vadede cevap aranması gereken öncelikli soru, İran’ın İsrail’e karşı düzenlediği füze saldırıları da dikkate alınınca İsrail’in Nasrallah suikastının ve Lübnan’daki saldırganlığının bölgeyi nasıl etkileyeceğidir.

israil lübnan

7 Ekim’in üzerinden bir yıl geçmesine günler kala Netanyahu yönetimindeki İsrail’in savaş makinesi, Ortadoğu’daki katliam ve cinayetlerine devam ediyor. Gazze’de 40 binden fazla insanın öldürüldüğü soykırımla başlayan süreç, Hamas ve Hizbullah’ın üst düzey isimlerine düzenlenen suikastlarla devam etti ve 31 Temmuz’da Hamas Siyasi Büro Şefi İsmail Heniyye’nin ve ardından 27 Eylül’de Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’ın katledilmesine kadar vardı. Bunun yanı sıra İsrail havadan şiddetli şekilde vurduğu Lübnan’a karşı 1 Ekim’in erken saatlerinde karadan sınırlı bir işgal başlattı. Benzer mütecaviz tavrı 1982’de ve 2006’da da sergileyen İsrail’in bölgeyi ateşe atan saldırganlığı şimdiye dek durdurulamadı. 

 

Bunun iki temel nedeni var. Bunlardan ilki İsrail’in 1973 Ekim Savaşı’ndan bugüne kendisine denk bir güçle savaşmamış olması. Yani askeri ve istihbari eylemleri zaman zaman abartılı ifadelerle büyük bir başarı olarak lanse edilen İsrail, bu “başarılarını” askeri kapasite olarak kendinden çok daha zayıf devlet altı yapılara karşı ve her türlü etik ve insanı sınırı yok sayarak kazandı. İkinci neden ise çok daha sorunlu. İsrail, Gazze’de ve ötesinde terör estirmeye girişmeden önce saldırgan tavrının uluslararası toplumda, özellikle de Batı’da tolere edileceğini ve hatta destek bulacağını bildiği gibi süreçte her türlü savaş hukukunu ihlal ederek ilerlerken de kendisine sunulan bu “ayrıcalıktan” sonuna kadar yararlandı, yaralanmaya da devam ediyor. Bilhassa ABD’nin sağladığı sınırsız siyasi ve askeri destekle saldırılarına devam eden İsrail’in, nihai amacı olan güvenliğini bu yöntemle kalıcı şekilde sağlamasının imkânsız olduğu aşikâr. İsrail orta ve uzun vadede bu saldırganlığının getirdiği bütün risklerle karşı karşıya kalacaktır. Ancak bu noktada ve daha kısa vadede cevap aranması gereken öncelikli soru, İran’ın İsrail’e karşı düzenlediği füze saldırıları da dikkate alınınca İsrail’in Nasrallah suikastının ve Lübnan’daki saldırganlığının bölgeyi nasıl etkileyeceğidir. 

 

Çatışma Ne Kadar Yayılır? 

 

İsrail uzun süredir Gazze’deki saldırılarına devam ederken kuzeye, Lübnan sınırına yöneleceğinin sinyallerini veriyordu. Nitekim 7 Ekim’den itibaren Lübnan’ın güney bölgeleri başta gelmek üzere çeşitli noktalarına hava saldırıları düzenledi. Hizbullah’ın verdiği karşılıklarla tırmanan tansiyonun ardından İsrail, silahlı unsurlarını iki ülke arasında 2000 yılında BM tarafından İsrail’in Lübnan’da işgal altında tuttuğu topraklarından çekileceği sınırları tespit etmek üzere belirlenen Mavi Hat’a doğru yönlendirdi. Hem bu hattın İsrail ile komşuları arasındaki en ihtilaflı bölgelerden biri olması hem de İsrail’in “bütün düşmanlarını” ortadan kaldırma hedefi gütmesi nedeniyle, bölgedeki gerilim süratle tırmandı. 30 Temmuz’da Hizbullah’ın üst düzey komutanlarından Fuad Şükür’ü, 31 Temmuz’da da Heniyye’yi öldüren İsrail, caydırıcı bir tepkiyle karşılaşmayınca gözlerini stratejik nedenlerle ve su kaynaklarını ele geçirmek için Mavi Hat’tan başlayarak Litani Nehri’ne kadar uzanan bölgeye dikti. Litani Nehri, İsrail ile Hizbullah arasında 2006’da cereyan eden savaşın ardından BM Güvenlik Konseyi’nin 1701 sayılı kararıyla Lübnan ordusunun ve BM Lübnan Geçici Görev Gücü’nün (UNIFIL) kontrolüne bırakılmış ve Lübnan’ın buranın kuzeyine çekilmesi kararlaştırılmıştı. Ne var ki bölgede sükûnet hiçbir zaman sağlanamadı ve son dönemlerde tırmanan gerilimin ardından İsrail’in saldırıları doğrudan Lübnan’a yöneldi. Tam da İsrail işgalinin yalnızca Litani’ye kadar olan bölgeyi mi hedef alacağı yoksa kapsamının daha mı geniş olacağı tartışılırken en önemli son dakika haberi İran’dan geldi.

 

Uzun süredir İsrail’e karşı “stratejik” ve “ihtiyatlı” bir sabır politikası benimsediğini söyleyen İran, İsrail’e 1 Ekim akşamı başlayıp bu yazının yazıldığı saatlere kadar süren ve 13 Nisan’daki misillemeye atıfla Sadık Vaat 2 adını verdiği misilleme operasyonunda yüzlerce füze gönderince, bölgede gerilimin tırmanacağına yönelik endişe daha da arttı. Her ne kadar bu saldırının kesin sonuçları henüz bilinmiyorsa da İsrailli makamların yaptığı ilk açıklamalarda, Filistinli olduğu iddia edilen bir kişinin ölümü dışında can kaybının olmadığında ısrar edildiği görüldü. Görüntüler bunu pek doğrulamadığı gibi olayın üstünden biraz vakit geçince bu konu daha da netleşecektir. Operasyonu Heniyye, Nasrallah ve onunla beraber yaşamını yitiren İran Devrim Muhafızları Ordusu komutanlarından Abbas Nilfuruşan’ın intikamı olarak düzenlediğini belirten İran, İsrail’in mukabelede bulunması durumunda daha ileri adımlar atmaktan çekinmeyeceği mesajını verdi. Tel Aviv ve Washington’dan gelen mesajlarda ise İran’ın bu eyleminin “bedelini ödeyeceği” vurgusu yapıldı. ABD’den yapılan açıklamada, İran’ın bu füze saldırılarının 13 Nisan’dakinin iki katı olduğu belirtildi ve İsrail’in meşru müdafaa hakkını kullanmasına destek verileceği kaydedildi. Özetle ortada tam bir restleşme durumu var.

 

İsrail, ABD ile savaşmak anlamına geleceği için İran’ın kendisiyle bir savaşı göze alamayacağı ön kabulünden hareketle, son dönemlerde İran’a karşı kışkırtıcı tavrını el yükselterek sürdürmüştü. İran bir yandan İsrail saldırılarında bazı komutanlarını kaybederken diğer yandan da Hizbullah’ın tamamen zayıflamasını istemediği gibi Netanyahu’nun 30 Eylül’de konuyu İran dış politikasından İran siyasetine getirmesi ve İran’da rejimin “insanların düşündüğünden çok daha erken” değişeceğini söylemesi bir anlamda bardağı taşıran son damla oldu. Kuşkusuz İran’ın misillemesine bakılınca bunun uzunca bir süredir planlandığı ve vurulacak yerlerin seçildiği anlaşılıyor. Yani İran’ın reaksiyonunun son günlerde yaşananlara verilen bir tepkiden ibaret olmadığı ortada. Nitekim İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan da 30 Eylül’de yaptığı açıklamada, ABD ve Avrupalı liderlerin, İran’da Heniyye suikastına karşılık vermemesi karşılığında Gazze’de ateşkes ilan edeceklerine dair söz verdiğini ancak bunu yerine getirmediklerini söyledi. Pezeşkiyan, kandırıldıklarını söyleyerek tavır değişikliğine gideceklerinin sinyalini vermişti. Ancak üst düzey İranlı yetkililerden gelen açıklamalarda, meseleyi bu noktada kapatma ve İsrail’in daha ileri gitmemesi durumunda uzatmama eğiliminin baskın olduğu görülüyor. Peki mesele burada kapanır mı? 

  

Gerilim Tırmanacak mı?

 

Başta Türkiye olmak üzere bölgedeki gelişmeleri yakından takip edip gerilimi yatıştırma yönünde adımlar atan ülkeler için temel konu, İsrail’in sivil katliamlarının ve genel anlamda saldırganlığının durdurulmasıdır. Nitekim 1 Ekim Salı günü TBMM’de yeni yasama yılının açılış töreninde konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsrail terörünün Filistin’in ardından Lübnan’a uzandığına dikkat çekti ve “Ne yaparsa yapsın İsrail, er ya da geç durdurulacaktır” ifadelerini kullandı. Erdoğan’ın “Lübnan’dan sonra gözünü dikeceği yer açık söylüyorum bizim vatan topraklarımız olacaktır. Netanyahu hayallerine Anadolu’yu da katıyor” ifadeleri ise konuşmasının en dikkat çekici kesitlerinden biriydi. 

 

Mevcut koşullarda Netanyahu’nun nerede duracağı ve İsrail’in İran’ın misilleme operasyonu karşısında ne tepki vereceği bilinmiyor. Ancak İsrail’in kayıplarının resmî açıklamalara yansıyandan çok daha fazla olduğu hesaba katılırsa Netanyahu yönetimi İran’a mutlaka bir yanıt vermek isteyecektir ki zaten İsrail’den bu yönde açıklamalar geldi. Bu nedenle şimdiye dek olduğu gibi bu noktadan sonra da gerilimin nereye kadar tırmanacağını İsrail’in eylemleri belirleyecek. Artık İran ile İsrail’in birbirlerini doğrudan hedef aldığı yeni bir denklem oluştuğu için gerilimin bir savaşa evirilme riskini, her ne kadar uzak bir olasılık olsa da tümüyle göz ardı etmemek gerekir. Tam da bu nedenle İsrail’in vereceği tepkinin düzeyi önemli olacaktır. Netanyahu kabinesindeki aşırılık yanlısı bazı fundamentalistlerin şimdiden savaş çığırtkanlığı yaptığı görülüyor. Ancak bu tür bir savaş İsrail için de büyük riskler barındıracaktır. Gerilimin daha fazla tırmanmasını engellemek bölgenin selameti açsısından son derece önemli. Tüm bu nedenlerle Gazze’de aciliyetle ateşkes sağlanması ve İsrail’in saldırganlığının son bulması gerekiyor. Aksi halde gidişat, işlerin büsbütün kontrolden çıkabileceğini gösteriyor.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.