İsrail’in Terör El Kitabı Yine İşbaşında
Ekim ayında Gazze’de topyekûn soykırımın başlamasından bu yana, Temmuz ayında Beyrut’ta Hizbullah komutanı Fuad Şükür’e suikast düzenleyen İsrail’in yürüttüğü savaşta Lübnan’da yaklaşık 600 kişi öldürüldü. Ancak patlayan çağrı cihazlarının yol açtığı kitlesel katliam, provokasyonu yeni bir boyuta taşıdı.
Salı günü, Hizbullah üyelerinin kullandığı yüzlerce çağrı cihazı eşzamanlı olarak Lübnan’ın dört bir yanında patladı ve ikisi çocuk en az 12 kişi hayatını kaybetti. Birçoğu ağır olmak üzere yaklaşık 3.000 kişi de yaralandı.
Operasyonun sorumluluğunu kimse üstlenmediyse de saldırıların arkasında kimin olduğunu tahmin etmek zor değil: Terörle mücadele bahanesiyle seçilmiş Arap sivil nüfusu terörize etmekte uzmanlaşmış bir ülke olan İsrail. Aynı ülke geçen yılın Ekim’inden bu yana, resmî olarak 41.000’den fazla Filistinlinin öldürüldüğü ancak gerçek ölü sayısının muhtemelen çok daha fazla olduğu Gazze Şeridi’nde soykırım yapmakla meşgul.
Salı günkü saldırının görünürdeki hedefleri çağrı cihazı kullanan Hizbullah üyeleri olsa da, bu saldırı ayrım gözetilmeden ve büyük sivil kayıpların yaşanacağı bilinerek gerçekleştirildi. Zaten terörizmin tüm amacı da bu değil mi?
Şunu da vurgulamak gerekir ki Hizbullah tüm varlığını 1982’de İsrail’in on binlerce Lübnanlı ve Filistinliyi katlettiği Lübnan işgaline borçlu. İsrail’in Güney Lübnan’daki işkence ile dolu işgali, İsrail ordusunun Hizbullah liderliğindeki Lübnan direnişi tarafından utanç verici bir şekilde güçlerini geri çekmeye mecbur bırakıldığı Mayıs 2000’e kadar devam etti.
2006 yılında İsrail, Lübnan’ın altyapısını yerle bir eden ve çoğunluğu sivil olmak üzere tahminen 1.200 kişinin ölümüne neden olan 34 günlük bir saldırıyla Lübnan’a geri döndü. Sonuçta, süregelen savaşla büyüyen bir ulus, bir şeyleri havaya uçurma konusunda araya çok fazla zaman girmesine izin veremez.
Şüphesiz İsrail sürekli olarak kendini savunduğunu iddia ediyor ve Lübnan’ın dört bir yanında çağrı cihazlarını kasıtlı olarak patlatmak da artık “savunma” repertuarına eklenmiş görünüyor. Ancak geçmişe baktığımızda, İsrail’in Filistin’de olduğu gibi Lübnan’daki entrikalarının da geleneksel olarak belirgin bir şekilde yağmacı güdülerle hareket ettiğini görüyoruz.
İsrail’in ikinci başbakanı Moshe Sharett’in 1955’te günlüğüne yazdığı ve dönemin İsrail Genelkurmay Başkanı Moshe Dayan’ın İsrail davasına sempati duymasını sağlayabilecek “bir binbaşı bile olsa” Lübnanlı bir subay bulma hayalini özetleyen sözleri düşünün: “Kendisini (Lübnan’ın) Maruni nüfusunun kurtarıcısı ilan etmesini sağlamak için ya kalbini kazanmalı ya da parayla satın almalıyız.”
Bundan sonra taşlar hızla yerine oturacaktı: “Ardından İsrail ordusu Lübnan’a girecek, gerekli toprakları işgal edecek ve İsrail’le müttefik olacak bir Hıristiyan rejimi kuracaktır. Litani Nehri’nden güneye doğru olan bölge İsrail tarafından tamamen ilhak edilecek ve böylece her şey yoluna girecektir.”
Kabul etmek gerekir ki işler Dayan’ın planladığı gibi gitmedi. Ama, bir dakika, tabii ilhak zaman alabilir.
İngilizceye çevrilen bu günlük kayıtları, 1980 yılında yayımlanan İsrail’in Kutsal Terörizmi: Moshe Sharett’in Kişisel Günlüğü ve Diğer Belgelere Dayalı Bir Çalışma adlı kitapta yer alıyor. Kitabın yazarı, eski İsrail İçişleri Bakanı Israel Rokach’ın kızı Livia Rokach.
Kitabın 1985 tarihli bir incelemesinde, İsrail’in ilk başbakanı olan ve başbakanlığı Sharett’e devreden David Ben Gurion’un “kendisinin ‘misilleme’ olarak tanımladığı, ancak Sharett’in İsrail’in Gazze, Batı Şeria, Sina, Suriye ve Lübnan’daki Araplardan daha fazla toprak ele geçirebileceği yeni bir savaş çıkarmak için tasarlanmış mutat provokasyonlardan biri olarak gördüğü bir politika yürüttüğü” gözlemlenmişti.
Bu 1955 tarihli günlük yazısından yaklaşık 70 yıl sonrasına geldiğimizde, provokasyon, pardon, İsrail’in oynadığı oyunun adı hâlâ “misilleme.”
Ekim ayında Gazze’de topyekûn soykırımın başlamasından bu yana, Temmuz ayında Beyrut’ta Hizbullah komutanı Fuad Şükür’e suikast (ikisi çocuk üç sivilin öldüğü ve 74 kişinin yaralandığı bir saldırı) düzenleyen İsrail’in yürüttüğü bir tür tali savaşta Lübnan’da yaklaşık 600 kişi öldürüldü. Ancak patlayan çağrı cihazlarının yol açtığı kitlesel katliam, provokasyonu yeni bir boyuta taşıdı. Lübnan’daki hastaneler dolup taşarken, Lübnan Sağlık Bakanlığı yaralılar için kan bağışı toplama çabasında. Bu arada ABD de her zaman olduğu gibi durumun mümkün olduğunca alevlenmeden kalmasını sağlamaya çalışıyor.
Çağrı cihazı saldırısının ardından Salı günü basına konuşan ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller, bir gazetecinin “İsrail’in yakında (Lübnan ile) kuzey cephesinin bu savaşın ana cephesi olduğunu ilan edeceğine dair haberler” ve ABD’nin çatışmanın “bölgesel bir savaşa dönüşmesini” engelleme kapasitesine ilişkin sorusunu yanıtladı.
Miller’ın etkili ve tutarlı yanıtına göre ABD “diplomatik bir çözüm için bastırmaya devam edecek” ve “bölgedeki ortaklarıyla çatışmayı tırmandıracak her türlü adımdan kaçınılması gerektiği” konusunda konuşacaktı. Ancak son olarak, “bunun bölgedeki taraflar için bir soru olduğunu ve nasıl bir dünyada ve nasıl bir gelecekte yaşamak istediklerinin önem arz ettiğini” vurguladı.
Ne var ki, soykırım uygulayan bölgesel bir ortağa milyarlarca dolar ve her türden silahı verirken herhangi bir konuda diplomatik bir çözüm için bastırmak oldukça zordur.
Hizbullah İsrail’in son provokasyonuna nasıl karşılık verirse versin, İsrail ordusunun elinde bir başka kanlı “misilleme” olacağından emin olabilirsiniz. Açıkçası kimsenin yaşamak isteyeceği türden bir dünya değil bu.
Bu yazı Al Jazeera sitesinde yayınlanmış olup, Evrim Yaban Güçtürk tarafından Perspektif için çevrilmiştir. Yazının orijinal linki için burayı tıklayınız.