İYİ Parti İçin Tek Seçenek Milliyetçilik mi?
İktidar blokunun hudutsuzca kullandığı milliyetçi dil, sağ havuzda rekabet eden İYİ Parti üzerinde bir baskı oluşturuyor ve milliyetçiliğini sık sık ispat etmek durumunda bırakıyor. Milliyetçilik tarafından belirlenen sınırlar içerisinde siyaset yapmak zorunda kaldıkları için, bir süre sonra partiler birbirlerine benzemeye başlıyor ve farklılık arayanlar, bilhassa da genç seçmenler açısından cazibelerini kaybediyorlar.
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun gerçekleştireceği Diyarbakır ziyareti öncesinde (bu ziyaret daha sonra yoğun kar yağışı nedeniyle ertelendi) “Şuna kesinlikle inanıyorum; bu ülkeye demokrasi gelecekse, demokrasi olacaksa, herkes kimliğinden, inancından ötürü ötekileştirilmeyecekse bunun yolu Diyarbakır’dan geçer” şeklinde bir değerlendirmede bulundu.
Kürt sorununun çözümünü demokraside gören ve Kürtlerin problemlerini çözmeden Türkiye’de tam demokrasi kurulamayacağı tezine yaslanan bu ifadelere ilk itiraz Millet İttifakı’ndaki ortağı İYİ Parti’den yükseldi. İYİ Parti İstanbul Milletvekili ve Genel Başkan Yardımcısı Yavuz Ağıralioğlu sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada Kılıçdaroğlu’nu şu sözlerle eleştirdi: “Diyarbakır dâhil memleketimizin 81 iline, 84 milyonun tamamına ve bütün ülkeye ne fayda ve hayır gelecekse yolu TBMM’den geçer. TBMM’den geçmeyen ve her ferdini ayırmadan kucaklayamayan vizyonsuzluğun, memleketi 20 senede nereye getirdiği aşikârken Sayın Erdoğan gibi Diyarbakır vurgusu ile siyasi alan açmaya kalkmak, hatada ve aynı macerada ısrar etmektir. Demokrasi ve hukukun yegâne adresi Ankara’dır!”
Kürt sorununa geleneksel bürokratik yaklaşımla bakıldığının göstergesi olan bu tarz açıklamalar İYİ Parti açısından bir ilk değildi. Aslında, İYİ Parti’nin Kürt siyasi hareketine yaklaşımı genellikle olumsuz oldu. Meral Akşener’in farklı zamanlarda iki kere tekrar ettiği “HDP’yi PKK’nın yanında konumlandırıyoruz” sözleri, bu “şahin” tutumu gözler önüne seriyordu. Ama tablo bu kadar net ve yalın değil. Çok yakından takip etmesek bile birçoğumuz HDP ve Kürt siyaseti konusunda İYİ Parti ile AK Parti ve MHP’nin tutumları arasında ciddi farklar olduğunu da en azından hissediyoruz.
Bunun en başta gelen nedeni İYİ Parti’nin zaman zaman HDP konusunda oldukça “liberal” veya ılımlı yaklaşımlarda bulunmasıdır. Örneğin Kemal Kılıçdaroğlu’nun “HDP meşru muhataptır” sözüne İYİ Parti Grup Başkan Vekili ve milliyetçi gelenekten gelen Müsavat Dervişoğlu’nun ağzından net bir destek verilmişti.
Bir diğer örnek, Kobani Davası nedeniyle haklarında fezleke hazırlanan HDP milletvekilleri tartışmasında yaşanmıştı. İktidar kanadının önemli bir propaganda alanı olarak gördüğü ve büyük bir kamuoyu baskısı oluşturduğu bu olayda, İYİ Parti peşinen dokunulmazlıkların kaldırılması yönünde oy kullanacağını açıklamayıp “her bir dosyayı tek tek inceleriz ve delillere göre karar veririz” şeklinde cesur ve sağduyulu bir yaklaşım sergilemişti. Meral Akşener partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada hukuka ve seçmen iradesine saygıya güçlü bir vurgu yapmıştı: “İYİ Parti milletin derdi konuşulmasın diye önüne getirilen fezlekelere gözü kapalı el kaldırmaz. İYİ Parti, o fezlekelerin önünü arkasını iyice okur. Çünkü İYİ Parti, o fezlekelerin önünde biri varsa, ardında da sizin (iktidarı kastediyor) olduğunuzu çok iyi bilir… Merak ediyorlarmış İYİ Parti fezlekeler geldiğinde ne yapacakmış. Elbette vatandaşı iki yumruk arasına sıkıştıran bu utanmazlığa geçit vermeyeceğiz. Elbette milletimizin hür iradesine saygı duyacağız.”
Örnekleri daha da çoğaltabiliriz. Dolayasıyla biraz yakından bakıldığında İYİ Parti’nin Kürt meselesinde ikircikli bir tutumunun olduğunu ve sadece “milliyetçi reflekslerle” hareket etmediğini açıkça görebiliyoruz.
Parlamenter sisteme geçildikten sonraki ilk genel seçimde Başbakan olma hedefi ve iddiasını taşıyan bir lider, ülkenin sadece batısından oy alarak bunu başaramayacağını elbette ki biliyor olmalı. Öyleyse, İYİ Parti’nin Kürtlerle ilgili konularda zaman zaman birbiriyle çelişen tutumlar takınmasının sebebi ne olabilir?
Acaba bu durumun nedeni Meral Akşener ve önemli bazı parti yöneticilerinin milliyetçi gelenekten geliyor olmaları mıdır? Yoksa, katıldığı ilk genel seçimden bu yana iktidar tarafından HDP ve PKK ile iş birliği yapmakla suçlanan İYİ Parti’nin taşıdığı bazı siyasi kaygılar HDP ve Kürt meselesi konusunda “şahin” bir retorik kullanmasına mı neden olmaktadır? Bu yöntemle kendini iktidarın ithamlarının zararlı sonuçlarından korumaya mı çalışmaktadır?
Siyaset Üzerinde Milliyetçi Vesayet
Bundan yaklaşık iki yıl kadar önce Gazete Pencere’de siyasetin üzerinde milliyetçiliğin vesayet kurduğunu anlatan bir yazı kaleme almıştım. Bu yazıda özetle, aslında siyasetteki temel süreçlerin milliyetçilik tarafından belirlendiğini öne sürmüştüm.
Öncelikle siyasetin dili çok net bir biçimde milliyetçilik tarafından belirleniyor. Bu nedenle herhangi bir konu konuşulurken sık sık ihanet, hain, işbirlikçi, terörist vs. gibi kavramları duyabiliyoruz. Son dönemlerde bu iş o kadar ileri gitti ki, iktidarın ekonomi politikalarını tartışması muhtemel ekonomistler önden “mandacı” olarak damgalanabildi.
Milliyetçi vesayetin belirleyici olduğu ikinci alan siyasi kimliklerle ilgili gerçekliğin algılanma biçimidir. Yapılan araştırmalarda kendini Türk milliyetçisi ve Ülkücü olarak kimliklendiren seçmenlerin toplam oranı yüzde 25 civarındadır. Ancak, adeta HDP dışındaki tüm seçmenlerin belli ölçüde de olsa milliyetçi eğilimleri olduğuna dair yaygın bir kanaat bulunmaktadır. Büyük ölçüde “resmî ideoloji” kaynaklı bu yanılgı muhtemelen siyasetin “doğru bilinen yanlışlar” listesinin başında gelmektedir.
Meral Akşener’in HDP ile ilgili soruları geçiştirmek yerine, bu konuda ne kadar “şahin” olduğunu göstermek zorunda hissetmesi büyük ölçüde bu yanlış algıdan kaynaklanıyor. İktidar blokunun hudutsuzca kullandığı milliyetçi dil, sağ havuzda rekabet eden İYİ Parti üzerinde bir baskı oluşturuyor ve milliyetçiliğini sık sık ispat etmek durumunda bırakıyor.
Milliyetçi vesayetin baskın olduğu üçüncü alan ise ittifak kompozisyonları ve dolayısıyla iktidar mücadelesidir. Bugün gerek iktidar gerekse de muhalefet blokunda Türk/Kürt milliyetçisi partilerin desteği ve onayı olmaksızın iktidar için rekabet edebilecek bir siyasi alternatif oluşturulamıyor.
Siyasetin üzerinde kurulan bu vesayet, siyasetçilerin bağımsız düşünebilme ve davranabilme yeteneklerini kısıtlıyor. Milliyetçilik tarafından belirlenen sınırlar içerisinde siyaset yapmak zorunda kaldıkları için, bir süre sonra partiler birbirlerine benzemeye başlıyor ve farklılık arayanlar, bilhassa da genç seçmenler açısından cazibelerini kaybediyorlar.
İYİ Parti’nin “Gerçek” Sorunları
İYİ Parti, kuruluş aşamasını çok başarılı biçimde gerçekleştirdi ve hızlıca yüzde 10 seviyesine ulaştı. 2021 yılı içerisinde ise oylarını yüzde 50 civarında artırarak yüzde 15 bandına yerleşti. Ancak iktidardaki üç milliyetçi partinin bunca başarısızlığa rağmen yeterince hızlı oy kaybetmemeleri nedeniyle diğer muhalefet partileri ile birlikte İYİ Parti de eleştiriliyor.
İYİ Parti’nin arzu ettiği büyüme ivmesini yakalayamamasına mal olan bazı önemli ve gerçek sorunları var:
- Başta Meral Akşener olmak üzere MHP’den ayrılan ve siyasal kimlikleri oldukça belirgin çok sayıda ismi bünyesinde barındıran İYİ Parti, bir de milliyetçiliğini sık sık ispat etmek durumunda kalınca, belirli bir alana sıkıştı ve geniş kesimlerle yeterli seviyede etkileşime geçemedi. İYİ Parti seçmenlerinin yüzde 41’i kendini milliyetçi/ülkücü, yüzde 32’si ise Atatürkçü olarak tanımlıyor. Muhafazakâr, İslamcı, liberal, demokrat, sosyal demokrat vs. gibi diğer kimliklerin tamamı ise seçmenin yaklaşık dörtte birini oluşturuyor. Bu kompozisyon İYİ Parti’nin hem merkez parti olma imkanını hem de büyüme kapasitesini sınırlıyor.
- Bir ideoloji partisi gibi algılanması nedeniyle İYİ Parti kadın seçmenlere ulaşmakta zorlanıyor. Araştırmalara göre seçmenlerinin yaklaşık yüzde 60’ı erkeklerden oluşuyor. AK Parti ve CHP’de kadın seçmen oranı daha yüksekken genel başkanı kadın olan bir parti için bu durum ciddi bir handikap anlamına geliyor. Çünkü kadın seçmene ulaşamayan bir partinin iktidar yürüyüşünü gerçekleştirmesi bugüne kadarki deneyimler ışığında pek mümkün görünmüyor.
- İYİ Parti genç seçmenlere ulaşmakta zorlanıyor ve 35 yaş altı seçmenlerden kendi ortalaması kadar oy alamıyor. İYİ Parti’nin ortalama oy oranı yüzde 15 civarındayken 18-24 yaş grubundaki oyu yüzde 9’da kalıyor. 25-34 yaş grubunda ise yüzde 11 civarında bir oy oranına sahip. Önümüzdeki seçimlerde Z Kuşağının etkisi uzun zamandır tartışılıyor. Belki sadece Z Kuşağı seçim sonuçları üzerinde dramatik bir etki yaratamayacak ama toplam seçmenin yüzde 40’ından fazlasını teşkil eden 35 yaş altı gençler kesinlikle siyasal dengeleri etkileme gücüne sahip olacaklar. Dolayısıyla bu grubun desteğini yeterince alamayan bir partinin büyük siyasi iddialar taşıması pek mümkün görünmüyor.
Netice itibarıyla İYİ Parti’nin milliyetçilik konusunda büyük bir hassasiyet göstermesi, yapısal problemlerinin çözümüne pek katkı sağlamıyor. Genellikle yaşlı erkeklerin rağbet ettiği maskülen parti algısı, İYİ Parti’nin mutlaka çözmesi gereken yapısal bir sorun olarak önünde duruyor.
Meral Akşener’in söylemini halkın gerçek sorunlarına odaklamaya yönelik çabaları hem iktidarın İYİ Parti’yi inatla “siyasal kimlik” minderine çekme stratejisi hem de partililerin kimlikle ilgili konulara gösterdiği duyarlılık nedeniyle arzu ettiği sonuçları almasını engelliyor.
Kimlik odaklı siyasetten uzaklaşmayı ne ölçüde başaracağı, İYİ Parti’nin geleceğini şekillendirecek önemli faktörlerden biri olacak.