Milliyetçiliğin Rönesansı: Radikal Sağın Ortak İletişim Stratejisi
Aşırı sağ metafor siyaseti, ilk olarak göçmenleri “istilacı” olarak kamuoyuna sunarak bu toplulukların parçası olan bireylere ilişkin algıları yeni baştan yapılandırıyor. Bu türden algılar ise göçmenlere ilişkin hezeyanları ve şiddet sarmallarını besleme potansiyeli olan bir politik dil inşa ediyor. Yani, istila ve etnik temizlik gibi metaforlar popülist bir ortak zemin yaratarak kitleleri duygusal olarak mobilize etme gücüne sahip.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan liberal konsensus gün geçtikçe sarsılıyor. Savaş sonrası dönemin baskın teması olan liberal siyasete dönük güvensizlik arttığı gibi, kitlelerin demokrasiyle olan bağları da her geçen gün aşınıyor. Dünya, faşizm ve Nazizm’in yenilgisinin ardından iyiden iyiye gözden düşen ve Batı anaakımından büyük oranda tasfiye edilen milliyetçiliğin ve yerelciliğin (nativism) yeniden anaakımlaştığı bir momentumu deneyimliyor. Komünizmin çöküşünün ve Berlin Duvarı’nın yıkılmasının öncesinde sağ popülizm büyük oranda merkez siyasetin dışında konumlanıyordu. Ancak gelinen noktada radikal sağ siyaset çeperlerden merkeze doğru geldiği gibi, milliyetçiliğin rönesansını da dünyaya ilan ediyor.
Kendisini sadece kurumsal siyasetin imkânlarıyla sınırlamayan radikal sağ popülizm, uluslar-ötesi ağları, sivil toplum kuruluşları, blogları ve düşünsel platformlarıyla da uluslararası bir network inşa ediyor. Örneğin, Fransız Yeni Sağı’nın kurucu babası olarak kabul gören neo-ırkçı Alain de Benoist, Avrasyacılığın düşünsel babası Alexander Dugin tarafından çokça ağırlanmış ve Rus tipi popülizmi liberal demokrasiye karşı güçlü bir müttefik olarak görmüştür. Benzer şekilde, Macaristan Başbakanı Victor Orban, 2016 yılında Donald Trump’ın seçim zaferini “illiberal anti-demokrasiden” hakiki bir demokrasiye geçiş olarak değerlendirmiştir.
Radikal sağ popülizmin kültürlerarası bu dokusu, aynı zamanda kendisini siyasal iletişim stratejileri noktasında da gösteriyor. Radikal sağ siyaset ve popülizm üzerine çalışmalar yapan Siyaset Bilimci Cas Mudde, popülist siyasi diskurun evrensel olarak sergilediği üç temel bileşen olduğunu vurguluyor:
– Toplumun bağrından gelen ve halka rağmen hareket etmeyen bir karizmatik lider.
– Yozlaşmış liberal siyasi elit ve halk arasındaki dikotomiyi merkezine alan müesses nizam karşıtlığı.
– Ötekinin kategorik olarak reddini salık veren ve homojen bir siyasi topluluk idealini merkezine alan yerlicilik (nativism).
Yukarıdaki bu üç ilke, popülist iletişim stratejisinde polarizasyon için kullanılmakla birlikte, kitlelerin siyasi kimliklerinin oluşumunda da önemli bir rol oynamaktadır. Öte yandan, Baider gibi uzmanların da vurguladığı üzere, radikal sağ figürlerin iletişim stratejileri her ne kadar tematik ortaklıklar barındırsa da, günün sonunda bu ülkelerin kendi sosyo-kültürel koşullarından bağımsız bir biçimde şekillenmiyor.
Örneğin, Büyük İkame Teorisi (Great Replacement Theory) olarak bilinen komplo teorisi, birçok radikal sağ siyasi lider tarafından göçmen ve yabancı karşıtı bir popülist ortak zemin (populist common ground) yaratmak için kullanılsa da, yok edilmesi gereken öteki, coğrafyadan coğrafyaya farklılık gösteriyor. Öte yandan, Büyük İkame Teorisi, yukarıda sıralanan evrensel üç popülist ilkeyi içerisinde barındırıyor.
Bütün bunlar ışığında, bir sonraki bölümde 2018-2019 yılları arasında İtalya’da İçişleri Bakanlığı yapmış Lego Nord lideri Salvini, Fransız RN lideri Le Pen ve Macaristan Başbakanı Orban’ın göç olgusu üzerine dile getirdiği söylemler Büyük İkame Teorisi bağlamında ele alınacaktır. Buna ek olarak, Salvini, Le Pen ve Orban’ın açıklamaları kültürlerarası popülist iletişim stratejisinin bir örneği olarak incelenecek ve bu üç liderin söylemlerinin Mudde’nin tasniflediği üç ilkeyi nasıl taşıdığı gözler önüne serilecektir.
Demografik Kıyamet Çığırtkanlığı: Salvini, Le Pen, Orban
Büyük İkame Teorisi, aşırı sağ çevreler açısından (1) kitle mobilizasyonu için araçsallaştırılan, (2) Avrupa toplumlarının yabancı istilası altında olduğunu ve bu durum tersine çevrilmezse (3) Avrupa’nın demografik bir kıyametle karşı karşıya kalacağını, (4) liberal elitin ve (5) AB gibi ulus-ötesi kurumların bu demografik felaketin müsebbibi olduğunu ve (6) çok-kültürcülüğün Avrupa’dan hızlı bir biçimde tasfiye edilmesi gerektiğini iddia eden bir komplo teorisidir. Bu açıdan teori, tipik bir komplo teorisi olması hasebiyle oldukça esnek olduğu gibi, aynı zamanda farklı coğrafyalardaki popülistlerin kendi sosyo-kültürel koşullarına uyarlayarak kullandıkları bir teoridir.
Örneğin, Lega Nord lideri İtalyan siyasetçi Matteo Salvini Büyük İkame Teorisi’ndeki temel çerçeveleri kullanarak birçok açıklama yapmıştır.
“Bugün geldiğimiz noktada göç bir istiladır, hatta bir etnik temizliktir. Hakları olan göçmenlerle bir sorunumuz yok ama diğerleri, siz dışarıda kalın!” (Salvini)
“Planlanmış bir istila tasarısı, ucuz iş gücü sağlanması amacıyla sürüyor.” (Salvini)
Popülist ortak zemini gözler önüne seren bu türden açıklamalar, Le Pen ve Orban tarafından da benzer metaforlar ve motivasyonlarla yapılmıştır.
“Farklı medeniyetlerden gelen insanların Avrupa’ya toplu yerleşimini esas alan bu kitlesel göçün; kültürümüz, yaşam tarzımız, geleneklerimiz ve göreneklerimiz için bir tehdit oluşturduğunu görmezden gelemeyiz. (Orban)
“İnsan kaçakçıları, insan hakları aktivistleri ve Brüksel bürokratlarından oluşan ucube bir koalisyon ile karşı karşıyayız. Bu koalisyon, kitlesel göçü sona erdirmek için çalışmak şöyle dursun, göçmenleri buraya güvenli, hızlı ve yasal bir şekilde taşıyıp yerleştirmek için çalışıyor. (Orban)
“Laiklik tavizsiz bir biçimde savunulmalıdır: Ben alışılageldik argümanlar sıralayan nahif seslerden biri değilim.” (Le Pen)
“Evvela belirtmek gerekir ki, Fransızlar arasında, eğer sınırların bu denli kevgire dönmesine izin vermemiş olsaydık yasa dışı ve hatta yasal göçün sebebiyet verdiği bu türden yıkımları deneyimlememiş olacağımıza ilişkin giderek artan bir farkındalık var.” (Le Pen)
Bu üç figürün yukarıdaki söylemlerinden yola çıkarak popülist kültürlerarasılık (populist interculturalism) ile ilgili şunlar söylenebilir:
– Göç olgusu, bilhassa Orban’ın söylemlerinde, Avrupa’nın kültürel dokusunun tasfiye edileceği yeni bir dünya düzeninin kurulacağı yönündeki histerinin üzerinde tepinerek yeniden yorumlanıyor ve etno-popülist bir bağlama oturtularak göçmen karşıtı duyguları (anti-immigrant sentiments) tetikleyecek bir ortak zemin (common ground) inşa ediyor.
– Üç siyasi lider farklı sosyo-politik ve kültürel arka planlardan geldikleri için söylemlerini kendi ülkelerine uygun olarak çerçevelendiriyorlar. Örneğin, Le Pen güçlü bir laiklik savunusu üzerinden göçmen karşıtı bir ortak zemin pompalarken, Orban ise Macaristan’ın Hristiyanlıkla bezeli olan gelenekleri, görenekleri ve yaşam tarzı üzerinden bu ortak zeminin parçası oluyor.
– Vurgulanması gereken bir diğer önemli husus, göçmenlerin istilacı statüsüne indirgendiği metaforik anlatıların bu üç liderin ortak söylemsel çerçevesinde bir yer kapladığıdır. Aşırı sağ metafor siyaseti, ilk olarak göçmenleri “istilacı” olarak kamuoyuna sunarak bu toplulukların parçası olan bireylere ilişkin algıları yeni baştan yapılandırıyor (reframe). Bu türden algılar ise günün sonunda göçmenlere ilişkin hezeyanları ve şiddet sarmallarını besleme potansiyeli olan bir politik dil inşa ediyor. Yani, istila ve etnik temizlik gibi metaforlar popülist bir ortak zemin yaratarak kitleleri duygusal olarak mobilize etme gücüne sahip.
– Salvini, Orban ve Le Pen’in yukarıda alıntıladığımız söylemleri Büyük İkame Teorisi’nin popülist ortak zemin bağlamında nasıl araçsallaştırdığını gözler önüne seriyor. Dahası, Büyük İkame temelli bu söylemler Mudde’nin popülizmin evrensel unsurları olarak sıraladığı üç ilkeye de bütünüyle uyuyor, zira söylemlerin (A) yerlici (nativist) yapısı kültürel farklılıktan duyulan hoşnutsuzluğu ve homojen bir topluluk idealine ilişkin çağrıyı yineliyor. İkinci olarak, bu yerliciliğin tetiklediği “istila” anlatısı kültürel farklılığa ilişkin hoşnutsuzlukları tetiklemekle kalmıyor, aynı zamanda “istilacılara Brüksel ve liberal elitler aracılığıyla peşkeş çekilen bir Avrupa” anlatısı üzerinden (B) müesses nizam karşıtlığıyla birleşiyor, buradan hareketle de Avrupa’yı bu badireden atlatacak (C) bir lider ihtiyacı çağrısını kamusallaştırıyor.
Toparlamak gerekirse, Büyük İkame Teorisi ve dışa vurduğu anlatı, popülizmin yerlici unsurunu çok daha komplocu bir zemine oturtarak öteki algısını oldukça kötü çağrışımları olan metaforlarla özdeşleştiriyor. Günün sonunda Salvini, Le Pen ve Orban’ın söylemlerinde görülen bu Büyük İkameci ortak zemin, bir tür anlam inşasına (meaning construction) kapı aralıyor. Aşırı sağ çevreler arasındaki bu uluslar-aşırı (transnational) iletişim dili, aynı zamanda bu çevreler arasındaki bağları da güçlendirerek koca bir uluslararasılaşmış alternatif sağ network’ü yaratıyor. Ve tabii milliyetçiliğin rönesansını da özgüvenli bir biçimde dünyaya ilan ediyor.