Modi Kişi Kültü Bağlamında Hindistan’ın Demokrasi Paradoksu
Modi hükümeti 10 yıl boyunca sivil özgürlükleri ve azınlık haklarını aşındırdı, muhalefeti kısıtladı, demokratik kurumları baltaladı ve bir kişi kültü inşa etti. Batılı hükümetler Hindistan’ı dünyanın en büyük demokrasisiymiş gibi göstermeye devam ederken aslında ülke bir Orta Asya diktatörlüğüne benzemeye başlıyordu.
BJP ve Modi
Hindistan’da sosyal açıdan muhafazakâr ama ekonomik açıdan merkezci olan Bharatiya Janata Partisi (BJP), resmî olarak 1980’de kuruldu; ancak kökleri, 1950’lerde o dönemin hâkim sosyalist zihniyetine Hindu milliyetçi, laissez-faire bir alternatif sunmak için ortaya çıkan bir parti olan Bharatiya Jana Sangh’a dayanıyor. BJP, Hindistan’ın bağımsızlığından bu yana geçen 77 yılın yaklaşık 19’unda iktidarda kaldı: 1977’den bu yana üç yıl, 1996’da 13 gün, 1998’de bir yıl, 1999’dan bu yana beş yıl ve 2014’ten bu yana 10 yıl. Ve böylece DNA’sını korudu.
1960’ların sonlarında parlamentoda bir darbe aldıktan sonra BJP, Indira Gandhi’nin sivil özgürlükleri askıya almasının ardından 1970’lerin sonlarında ilk Kongre dışı hükümeti kurdu. 1980’lerin sonundaki geniş sosyolojik gelişmeler sayesinde bölgesel kast temelli partiler zemin kazanmaya başladı. Kongre’nin defalarca istikrarsız siyasi pozisyonlar benimseyerek duruşunu tehlikeye atması ile BJP’nin dinî mesajları, onun Hindu toplumunu birleştirmesine yardımcı oldu ve bu da tam bir dönem boyunca görev yapan ilk Kongre dışı hükümetin ortaya çıkmasına yol açtı.
Geçen 10 yılda da benzer bir model görüldü. 2014 yılında, Kongre içindeki kayıtsızlığın ve bölgesel partilerdeki verasetle ilgili zorlukların yarattığı boşluk, BJP’nin 1984’ten bu yana alt meclis Lok Sabha’da salt çoğunluğu kazanan ilk parti olmasını sağladı. Daha sonra yavaşça neredeyse hegemonik bir konum oluşturdu. Siyasi hanedanların egemen olduğu bir ülkede BJP, meritokrasiye olan bağlılığı ile öne çıkıyor. Bu yılki parlamento seçim döneminde, mevcut milletvekillerinin yaklaşık dörtte birini yeni adaylar ile değiştirerek hem seçim dinamikleri hakkında ayrıntılı bilgi sahibi olduğunu hem de zorlu karar alma kapasitesini ortaya koydu. Bu düzenli kayıp herkesi tetikte tutuyor ve partiyi dar grupların eline düşmekten koruyor. Ki 30 yıl önce öncelikle üst-orta sınıf, şehirli-ayrıcalıklı Hindular tarafından desteklenirken o zamandan beri daha geniş bir siyasi taban inşa etti. Geleneksel olarak merkez sol, ulusal veya bölgesel partileri tercih eden yoksul Hintler, partinin ve marjinal grupların tarihi liderlerini (ve hatta tanrılarını) geniş dinî milliyetçilik çadırı altına getirmeyi içeren Hindu konsolidasyon stratejisi nedeniyle BJP’ye çekildi. Çoğunlukla Modi’den gelen (özellikle onun fotoğrafını taşıyan) “hediyeler” olarak çerçevelenen sosyal yardım paketleri ve BJP’nin resmî ayrıcalık sözü ile alt kast liderlerini görevlendirmesi de buna yardımcı oldu.
Açıkça Hindu-milliyetçi gündemine ve Müslüman toplumu susturmasına karşın BJP, son seçimlerde puan kaybı yaşasa da genel süreçte dinî azınlıklar arasındaki oy payını da artırdı. Bu genişleme, partinin ideolojik ebeveyni, Hindistan’ın bir “Hindu ulusu” olarak vizyonunu tabandan gelen ekonomik rehabilitasyon ve sosyal hizmetle birleştiren, Rashtriya Swayamsevak Sangh (RSS) tarafından atılan temeli yansıtıyor. Ki Hindistan’ın doğrudan yardım programı, BJP’nin kitlesel çekiciliğinin açık ara en somut kaynağı. 2023 yılında hükümet, 315 hükümet programı ve 54 bakanlığı kapsayan 4,9 milyar işlem aracılığıyla 900 milyondan fazla yararlanıcıya 60 milyar dolar dağıttı. Bu, Başbakan Rajiv Gandhi’nin Hindistan hükümetinin refah programlarına yaptığı harcamaların yalnızca yüzde 15’inin hedeflenen yararlanıcılara ulaştığından şikâyet ettiği 40 yıl öncesine göre belirgin bir değişiklik.
İki önemli anlatı BJP’ye verilen desteği daha da güçlendiriyor. Birincisi, Modi hükümetinin yolsuzluğu tek başına alt edebileceği. Ancak yönetiminin bu cephede ilerleme kaydettiğine dair çok az kanıt var. Bu arada, Hint medyası üzerinde neredeyse tam kontrol sahibi olan BJP, siyaset ve iş dünyası arasındaki bağlantının şeffaf olmamasını sağladı. Bildiğimiz gibi mutlak güç mutlaka yozlaştırabilir. Ve seçmenlerde en çok yankı uyandıran ikinci BJP anlatısı “Make India Great Again”, yani “Hindistan’ı Yeniden Harika Yap” olarak özetlenebilir. Propaganda, BJP’nin görevde olması ile Hindistan’ın yakında küresel bir süper güç olacağını iddia ediyor. Alternatif bir pazar ve Çin’e karşı jeopolitik bir denge arayışında olan Batı’nın sıkça tekrarladığı ve güçlendirdiği bu anlatı, Hindistan’daki çok sayıda gencin, hatta işsiz ve eksik istihdam edilenlerin dahi hayal gücüne ulaşmayı başardı. Ancak bunun yakın zamanda gerçeğe dönüşmesi pek mümkün görünmüyor ki dijital ve diğer altyapılardaki bazı başarılara ve nüfusun en zengin yüzde 10’luk kesiminin zenginlik birikimine karşın Hindistan’ın ekonomik performansı son 10 yılda en iyi ihtimalle orta düzeyde seyrediyor.
“Kaleler İçeriden Çürür”
Burada BJP liderlerinin sahadaki gelişmelerden haberdar olmak için gösterdiği bilinçli çabayı da vurgulamak gerekiyor. Parti, 2014 yılında “Sahyog” politikasını oluşturdu. Bu politikaya göre görev yapan bakanlardan oluşan bir rotasyon, personelin onlarla doğrudan iletişim kurabilmesi için parti genel merkezinde kendilerini hazır bulunduruyor. Bu toplantılara her gün yaklaşık 200 kişi katılarak doğrudan geri bildirim sağlanıyor ve organizasyonel katmanlardan kaynaklanan çarpıklıklar ortadan kaldırılıyor. Daha da önemlisi Modi, BJP’nin güçlü yönlerini güçlendiriyor. Kendisi yakın geçmişteki en karizmatik başbakan ve meselelere sıkı hakimiyeti var. Morning Consult’a göre bu nitelikler onu yüzde 78’lik bir onay oranı ile dünyanın en popüler liderlerinden biri haline getirdi. Ancak BJP’nin güçlü yönlerinin çoğu aynı zamanda eleştiri kaynağı: Milliyetçi ideolojisi ona kör noktalar veriyor, meydan okuyan zihniyeti pürüzler doğuruyor, Modi’nin popülaritesi kibre yol açıyor ve kadroları örgütsel katılığın kaynağı haline gelebiliyor. Ki bu, son seçimlerde bırakın “ezici” çoğunluğu elde etmesini, BJP’nin ve Modi’nin puan kaybı ve “salt” çoğunluğu dahi elde edememesi ile açıkça desteklendi. BJP’nin, bir zamanlar geçerliliği pek çok kişi tarafından sorgulanan büyük bir siyasi parti olan Kongre’ye benzememesi için görevden kaynaklanan patolojilere karşı dikkatli olması gerekiyor. Ki burada eski bir Hint atasözünün içselleştirilmesi işe yarayabilir: “Kaleler içeriden çürür.”
Karizmatik, popülist ve kişi kültü inşa etmiş güçler öncelikle daha az eğitimli, kırsal ve yaşlı nüfus arasında destek bulma eğilimindedir. Ama Hindistan’da Modi, eğitimli, şehirli ve istekli gençliğin desteğine sahip ki benzer örnekleri büyük şehirleri seçimlere taşımakta zorlanırken Modi, Delhi, Mumbai ve Bangalore’da büyük zaferler elde etmişti. Aslında bunun temel nedeni, demokratik kurumlara olan inancın, hükümet gücü üzerindeki kontrol ve dengeyi ve ifade özgürlüğünü içeren siyasi liberalizmin, Batılılaşmış küçük bir seçkinler grubu dışında Hindistan’da hiçbir zaman gerçekten yerleşmemiş olmasıdır.
2023 Pew Araştırma Merkezi anketi, Hintlerin yüzde 67’sinin mahkemelerin veya parlamentoların müdahalesi olmadan kararlar alabilen “güçlü bir liderin” yönetimine olumlu baktığını gösterdi; bu, ankete katılan ülkeler arasında en yüksek oran. Popülist demagoglar her zaman demokrasinin katılımcı yönlerini vurguluyor ancak Hindistan’da usuli yönler özellikle zayıf. Bu durum, çoğunlukçuluğun şiddetli biçimlerine ve muhaliflere, özellikle de dinî azınlıklara karşı devlet destekli baskıya olanak tanıyor. Dahası, illiberalizm, liberal kurumların “burjuva demokrasisi koktuğunu” düşünen Hindistan’ın radikal solunda ve Gandhiciler de dahil olmak üzere gelenekçiler arasında da gelişiyor; tüm hoşgörü ve empatisine karşın geleneksel Hint toplumunun ataerkil ve hiyerarşik değerlerine bağlı olan Mahatma Gandhi örneğinde de görülebileceği gibi… Özellikle kuzey Hindistan’da üst kastlar ve sınıflar arasında etkili olan RSS’nin Hindu-üstünlükçü ideolojisi kesinlikle liberalizme uygun değil.
Dinî Gerekçelerle Kutuplaştırma
Modi, Müslümanları Hintler değil “ajanlar” ve “daha fazla çocuğu olanlar” olarak yaftalıyor, hatta küçümsüyor. Böylesine kışkırtıcı bir söylem son seçim sonuçlarında da görülebileceği üzere kendi makamına zarar veriyor ki bir başbakanın tüm vatandaşlara hizmet etmesi gerekirken Modi açıkça 200 milyon vatandaşı küçümsediğini ifade ediyor. Diğer BJP yetkililerinin de geri kalır yanı yok. Örneğin, İçişleri Bakanı Amit Shah son seçim kampanyasında BJP’nin yenilmesi durumunda şeriat hukukunun Hindistan’a geleceğini açıklamıştı. Bu tür bir retorik ne kadar aşırı olursa olsun, aslında şaşırtıcı değil. Seçmenleri dinî gerekçelerle kutuplaştırmaya çalışmak BJP’nin denenmiş ve test edilmiş bir taktiği. Mantık basit: Müslümanların ötekileştirilmesi, Hindistan’daki nüfusun yüzde 80’ini oluşturan Hinduların yarısının dahi diğer farklılıklarını unutup parti etrafında birleşmesini sağlayabilirse, bir başka seçim zaferi daha kapıda demektir. Ancak bu strateji kusursuz değil. Yani BJP başka taktikler de kullanıyor. Örneğin, yolsuzlukla suçlananları kovuşturmadan kaçınmak için taraf değiştirmeye zorlayarak çok sayıda muhalif siyasetçiyi kendi saflarına kattığı söyleniyor. BJP’nin ayrıca bu seçim sonuçlarının ardından üçüncü dönem yeni koalisyon ortağı, koalisyonda BJP’den sonra ikinci büyük parti olarak ortaya çıkan ve öncesinde de muhalefetteki bir parti olan Andhra Pradesh’teki Telugu Desam Partisi (TDP), yalnızca birkaç yıl önce alt meclis Lok Sabha’daki Modi hükümetine karşı gensoru önergesi sunmuş ve partinin lideri Modi’yi sert bir şekilde eleştirmişti. Ama şimdi birdenbire her şey affedilmiş gibi gözüküyor.
Kongre’ye gelince, kampanyanın başında banka hesapları donduruldu ve parti lideri Rahul Gandhi’nin helikopteri geçen ay yasa dışı ganimet arayışı nedeni ile basıldı. Bunlar, bol halk desteğine sahip kendine güvenen bir partinin değil, iktidarın elinden kayıp gittiğini hisseden bir partinin eylemleri. Ki 2019’da Pakistan merkezli JeM grubunun Keşmir’deki bir askeri konvoya düzenlediği terör saldırısından sonra büyük bir destek almıştı ama son seçimlerde Hint seçmenleri harekete geçiren böyle bir olay olmadığından BJP, geçen seçimdeki performansını tekrarlamayı ümit edemezdi. Ancak her şeye karşın bu seçim sonuçlarında, Hindistan’da kamuoyunun BJP’nin tutulmayan sözlerinden bıktığı ve muhalefetin yeni bir güvene kavuşmuş gibi olduğu görülüyor; henüz tam kavuştuğu söylenemese de…
Demokrasi Paradoksu
Modi hükümeti 10 yıl boyunca sivil özgürlükleri ve azınlık haklarını aşındırdı, muhalefeti kısıtladı, demokratik kurumları baltaladı ve bir kişi kültü inşa etti. Batılı hükümetler Hindistan’ı dünyanın en büyük demokrasisiymiş gibi göstermeye devam ederken aslında ülke bir Orta Asya diktatörlüğüne benzemeye başlıyordu. Demokrasinin meşrulaştırıcı gücünün bilincinde olarak çoğunlukla kutuplaştırıcı kimlik politikaları yoluyla iktidara yükselmek için demokrasinin süreçleri kullanılabiliyor. Ancak göreve geldikten sonra yargı ve bağımsız medya da dahil olmak üzere çoğunlukçuları kontrol altında tutabilecek demokratik kurumları ele geçirmek veya içini boşaltmak için de harekete geçilebiliyor. Modi’nin iktidardaki 10 yılı bu sürece doğru bir kayma eğilimi gösteriyordu.
Öte yandan, demokrasinin diğer yönetim biçimlerine göre en büyük avantajının kendi kendini düzeltme kapasitesi olduğu sıklıkla söylenir. Teorik olarak, düzenli bir biçimde planlanan seçimler yeteneksizliğin, yolsuzluğun ve kötü yönetimin hesap verebilirliğini sağlar; bu arada kamuoyunun gücü, gücün keyfi kullanımını kısıtlar. Ancak gerçek dünyada demokratik kurumların kırılganlığı, seçimlerin yalnızca görevdeki iktidarın gücünü yeniden teyit eden ritüellere indirgenebileceği anlamına geliyor. Örneğin oy verme tercihleri paranın gücü ile manipüle edilebilir. Veya muhalefet adayları, devlet organları (tıpkı vergi uygulama makamları gibi) aracılığı ile bastırılabilir. Ya da vatandaşlar kime oy vereceklerine karar verirken hükümeti değerlendirmek için ihtiyaç duydukları bağımsız, objektif bilgilerden mahrum kalabilirler. Bunlar gerçekleştiğinde, seçimler artık sinsi despotizmi kontrol etme işlevi görmez; aksine, bunu mümkün kılar.
Dahası, Pew’in geçen yıl 24 ülkeyi kapsayan araştırmasının ortaya çıkardığı üzere Hintlerin yalnızca yüzde 36’sı demokrasinin iyi bir fikir olduğunu düşünüyor; altı yıl önce bu oran yüzde 44’tü ve Hintlerin son derece şaşırtıcı bir şekilde yüzde 72’si, ankete katılan tüm ülkeler arasında en yüksek oranda askeri yönetimin iyi bir fikir olacağına inanıyor. İnsanlarla siyaset arasında bu tür bir kayıtsızlığa yol açan ciddi kopukluk, genişleyen bir demokrasi açığına işaret ediyor ve Hindistan’ın Modi yönetimindeki demokratik gerilemesinin bir ölçüsü olarak değerlendirilebilir. Küresel demokrasi takipçileri Hindistan’ı en hızlı gerileyen demokrasilerden biri olarak öne çıkarıyor.
Siyasi kutuplaşma, kimin siyasi topluluğa ait olduğu konusundaki çatışma, yüksek ekonomik eşitsizlik ve aşırı yürütme gücü… Mettler ve Lieberman, demokrasinin bu koşulların olmadığı zamanlarda gelişme eğiliminde olduğunu, bu koşulların mevcut olduğu zamanlarda ise zayıfladığını ileri sürüyor. Tarihte ilk kez, Amerika’nın Donald Trump’ın yükselişi ve yönetimi sırasında bu dört tehdidin tamamı ile aynı anda karşı karşıya kaldığını öne sürüyorlar. Bu tehditler Modi yönetimindeki Hindistan için de geçerli. Ülkedeki azınlıklar varoluşsal bir tehdit ile karşı karşıya; ötekileştiriliyor ve aşağılanıyor. Modi, son seçim kampanyasında Müslümanların açıkça siyasette istenmeyen oldukları fikrini anaakım haline getirdi. Sosyal medya, anaakım medya, müfredat, hükümetin söz ve eylemleri ve yasa dışı gruplar gibi hükümet dışı aktörler aracılığıyla devlet güdümlü kitlesel radikalleşme programı, toplumu kutuplaştırdı. Hindistan’ın demokratik kurumları sistematik olarak Hindu milliyetçi ideolojisi ve onun yandaşları ile harmanlanıyor. Ve yürütme gücünün bu aşırı yoğunlaşması, ekonomik gücün yoğunlaşması ile paralellik gösteriyor; Modi hükümeti büyük şirketlere vergi indirimleri ve politika ayrıcalıkları tanıyor; bu da onun gelişmekte olan otokrasisini büyük çeklerle finanse ettiği anlamına geliyor.
Hindistan’da nüfusun küçük bir kısmı bu gelişen kurumsal varlıklarla refaha kavuştu, ancak eşitsizlik de derinleşti. Buna karşı muhalefetteki Kongre, nüfus büyüklüğünü ve durumunu belirlemek için araştırmalar yapacağını ve refahı yeniden dağıtmak için refah ve pozitif ayrımcılık programlarını buna göre tasarlayacağını söylemiş, Modi ise Kongre’nin iktidara gelmesi halinde Hinduların zenginliklerine el koyup bunu Müslümanlar arasında dağıtacağını iddia etmişti. Dahası, yakın zamanda yapılan bir TV röportajında, Hindistan’da artan eşitsizlik sorulduğunda da yanıtı şuydu: “Herkes fakir mi olmalı?” Yani aslında Hindistan’da Modi iktidarı eşitsizliği ele almamakla kalmıyor, aynı işsizlik gibi bunu da bir sorun olarak görmüyor.
Hintler, artık tamamen kendi hayallerini demokratik bir toplum olarak tanımlayan ve diğer kurumsal gereklilikleri gizleyen seçimleri fetişleştirme eğilimindeler. Hindistan Seçim Komisyonu, Hindu oylarını harekete geçirmek için Müslümanlara karşı açıkça “ötekileştirici” kinayeler kullanan BJP’nin en bariz ihlallerine dahi göz yumdu. Seçim kampanya sürecinde tanıtım videolarından biri nefret söylemi ile o kadar doluydu ki Instagram onu kaldırdı. Ama medyanın Modi yanlısı eğiliminin bombardımanına maruz kalan ve azınlıklara karşı kamuoyunu kışkırtan Hindistan seçmenlerinin önemli bir kısmı Modi’yi ulusal bir kurtarıcı olarak görüyor. Modi’nin bu seçmen tabanı üzerindeki kontrolü, büyük şirketler ve demokratik kurumlar üzerindeki kontrolü kadar eksiksiz. Demokrasi ile ilişkilendirilen birçok kurumsal kontrol ve dengenin törpülenmesi ile Hindistan, Thomas Jefferson’ın “seçmeli despotizm” diye isimlendireceği duruma geliyordu. Yani teknik olarak güç, giderek seçilmiş siyasi yürütmenin elinde yoğunlaşıyordu. BJP altında siyasi gücün yoğunlaşması ekonomik gücün yoğunlaşmasıyla da örtüşüyor ve her biri diğerini besliyordu. Ülkede en büyük beş holdingin pazar payı 1990’lardan bu yana iki katına çıkarken sonraki beş büyük iş grubunun payının yarı yarıya azaldığı söylemleri burada dikkate alınabilir.
Yazının birinci bölümüne buradan ulaşılabilir.