Muhammed Bin Selman’ı Anlamak-IV
Dış politikanın çeşitlendirilmesi ve ABD’ye ek olarak müttefikler edinilmesi ile yumuşak güç ve küresel imaj stratejileri, yeni yeni oluşan milliyetçi söylemle paralel adımlar. ‘Önce Suudi Arabistan’ temalı bu girişimler ülke genelinde hem Muhammed bin Selman liderliğinin hem de devlete duyulan bağlılığın popülist politikalar etrafında güçlenmesini sağlıyor.
Muhammed Bin Selman’ı (MbS) anlamak yazı dizisinin bir önceki kısmında önümüzdeki yıllarda veliaht prens önderliğinde şekillenecek bir Suud devletinin, siyasi istikrarı sağlayabilmesi için önündeki üç temel meseleyi ele almıştık. MbS’nin liderliğini kurumsallaştırma ve kendisini hanedanlık içi çekişmeleri ve ülkenin elitlerini kontrol eden bir noktaya taşıma stratejileri de bu üç unsurun içindeki adımlardı. MbS’yi konuşurken ele alınması gereken bir diğer mesele, Kral Selman’ın da desteğiyle oluşturulan ve tarihi mitlerle desteklenen Suud milliyetçiliği söylemi.
Suud Milliyetçiliği
Bu noktada ilk adım milli gün kutlamalarında yapılan değişiklikler olabilir. Dini bayramlar dışında herhangi bir günü kutlamak Suudi Arabistan uleması tarafından helal kabul edilmediği halde, önce Kral Faysal döneminde sonrasında resmî olarak Kral Abdullah tarafından ilk milli bayram, Vatan Günü adıyla 2005’te ilan edildi. Seküler ilk tatilin de başlangıcı olan bu adımla, miladi takvime göre 23 Eylül, Suudi Arabistan’ın birleşmesini simgeleyen resmî gün olarak kutlanmaya başlandı. Son yıllarda bu kutlamalar daha görkemli ve daha çok katılımla yapılıyor.
Vahhabilik Öncesi Tarihi Miras
Ama asıl önemli değişiklik, resmî tarihteki Vahhabi etkisini azaltma ve Suud milliyetçiliğini ön plana çıkarma hamlesi olarak iki yeni milli bayram yaratılması oldu. Birinci olarak, 2022’den itibaren, Muhammed bin Suud’un tarihi kent Diriya’da birinci Suud devletinin temellerini attığı 1727 yılının 22 Şubat günü, ‘başladığımız yer’ sloganıyla Kuruluş Günü olarak kutlanıyor.
Diriya şehri, Suudi Arabistan 2023 vizyonu kapsamında da restore edildi ve Vahhabizm öncesi Suudi tarihinin bir simgesi olarak yerel turizme açıldı. Vahhabiliğin kurucusu ve Suudların müttefiki Şeyh Muhammed bin Abdülvahhab’ın Muhammed bin Suud’la anlaştığı 1744 yılı değil, Muhammed bin Suud’un Diriya Emirliği’nin başına geçtiği ve Vahhabilerle henüz anlaşmadığı 1727 yılının 1. Devletin kuruluşu ve Suud hanedanlığının başlangıcı kabul edilmesi, tarihin daha seküler ve milliyetçi bir okuması idi. Diğer bir deyişle, Kuruluş Günü, Suud ailesinin Vahhabi otoriteden bağımsız ve onun üstünde olarak inşa ettiği kurucu imajını vurgulayan bir resmî tarih simgesi oldu. İkinci olarak, Krallığın bayrağının belirlenmesi, 11 Mart Suudi Arabistan Bayrak Günü olarak kutlanmaya başlandı.
Diriya şehrinin 2030 vizyonunda ön plana çıkarılması ve bir turizm noktası haline gelmesine benzer şekilde Al-Ula şehri de hem vizyonda yer alıyor hem de turizm yatırımlarının merkezlerinden biri oldu. Al-Ula, Arap Yarımadası’nda İslamiyet’ten önce yer edinmiş Nebatiler gibi kadim Arap topluluklarının tarihi izlerini taşıdığı iddiasıyla bir miras alanı ilan edildi. Her iki şehir de UNESCO’nun Dünya Mirası Listesi’ne girdiler. Özellikle Al-Ula’nın Vahhabi devlet söylemi ve ulemasının katiyetle medeniyet yahut miras kabul etmediği, İslam öncesi dönemi de simgeleyen bir şehir olarak ön plana çıkarılması, resmî tarih ve mirasın daha Arap Yarımadası’na has ve milli unsurlarla inşa edilmeye çalışıldığının bir göstergesi.
Yeni Bir Yumuşak Güç Politikası
Dr. Hazal Muslu ElBerni, Suudi Arabistan üzerine yaptığı çalışmasında, devlet retoriğinde yaşanan bu değişikliği milliyetçi bir unsur olarak okumakla beraber, bu politikaların seküler bir yumuşak güç inşasıyla da ilişkili olduğunu söylüyor. Muslu ElBerni, Kral Selman’ın tahta geldiği 2015 yılından günümüze Suudi Arabistan’ın dini gücünden bağımsız bir olumlu imaj çizme çabasında olduğunu iddia ediyor. Muslu ElBerni, seküler, milli ve herhangi bir baskıya dayalı olmayan bu yumuşak güç inşasının kültürel, sosyal, siyasi ve ekonomik ayakları olduğunu ve Suudi Arabistan’ın geçirdiği sosyo-ekonomik jenerasyon değişikliğiyle de uyumlu olduğunu vurguluyor. Muslu ElBerni, kadınların belli haklar edinmesi, ekonomik olarak halkın girişime ve yerel üretime katkıda bulunmaya teşvik edilmesi ve eğlence kültüründe sinema gibi önceden haram kabul edilen unsurların serbest bırakılması gibi reform hamlelerinin, dinamik ve tarihi mitlerle desteklenen bir Suud milliyetçiliği doğurma çabası olduğunu söylüyor. Ülkenin sürdürülebilir ve petrolden bağımsız bir ekonomik sistem ihtiyacı, neslin çok genç olması ve liderlik düzeyinde yaşanan değişiklikler, daha milliyetçi ve dini unsurlara ek olarak kültürel mirasla desteklenen bir yumuşak güç stratejisi oluşturdu. Bu durum, MbS’nin kendi liderliğini ve 2030 vizyonu etrafında yapmaya çalıştığı değişiklikleri destekleyen bir küresel imajla güçlenebilir mi?
İmaj İnşası
Muslu ElBerni, Suud hanedanlığının iç çatışmaları üzerine uzmanlaşmış bir Körfez çalışmaları araştırmacısı olarak, MbS’nin yumuşak güç unsurlarıyla desteklediği bu milliyetçi ve reformist söylemin iç politikayla yakından ilgili olsa da küresel çapta olumlu bir Suudi Arabistan imajı oluşturmanın da kritik bir motivasyon olduğunu söylüyor. Muslu ElBerni’yle yaptığımız görüşmede, MbS liderliğinin özellikle Yemen savaşında koltuğu kardeşine devretmesi ve İran-Husiler gibi savaşa dahil unsurlarla müzakere süreçlerine girmesinin, bu küresel imajla ilgili olduğunu vurguluyor. Muslu ElBerni’ye göre, MbS’nin şahsi imajının -tabiri caizse- temize çıkarılması ve reform, ilerleme gibi başlıklarla eşanlamlı hale gelmesi temel bir stratejik çaba:
Askeri ve sert güç unsurlarından oluşan bir stratejinin tek başına yeterli olmadığı ve yumuşak güçle bir toplumsal dönüşüm dalgası içinde, İran ve Türkiye gibi bölgesel devletlerle uzlaşma çabasında girerek, resmî dilin de-militarize edilmesinin, Yemen’deki dramın, Kaşıkçı cinayetinin ve Katar ambargosunun yarattığı olumsuz resmi de yok edeceğini söyleyebiliriz.
Muslu ElBerni’ye, Türkiye ile ilişkilerin normalleşmesinin yumuşak güç ve küresel imaj stratejileri bağlamında nasıl okunabileceğini sorduğumda, Ankara’nın seçim sonrası dış politika girişimlerinin tetikleyici olmasının yanı sıra Krallığın da müttefiklerini çeşitlendirme çabası içinde olduğunu söyledi:
Suudi Arabistan, dönemin başkanı Barak Obama’dan bu yana, temel güvenlik ihtiyaçları noktasında ABD’ye tam bağımlı olmamak için bir çeşitlendirme stratejisini hedefliyor, fakat MbS’nin bu noktada daha hızlı girişimlerde bulunduğunu söylemek mümkün. Ukrayna savaşı ve OPEC kararları bakımından doğrudan Batı endeksli tercihlerde bulunmaması bir örnek olarak gösterilebilir. Bu nedenle, özellikle Kaşıkçı davasının Suud mahkemelerine devredilmesinin ardından, Türkiye gibi bir müttefik çoklu dış politika ve çeşitlendirilmiş ortaklıklar hedefine uygun.
Dış politikanın çeşitlendirilmesi ve ABD’ye ek olarak müttefikler edinilmesi ile bahsi geçen yumuşak güç ve küresel imaj stratejilerinin, yeni yeni oluşan bu milliyetçi söylemle paralel adımlar olduğunu söylemek gerekiyor. ‘Önce Suudi Arabistan’ temalı bu girişimler ülke genelinde hem MbS liderliğinin hem de devlete duyulan bağlılığın popülist politikalar etrafında güçlenmesini sağlıyor.
MbS’nin Suud toplumu, tarihi ve dış politikasıyla paralel ilerleyen liderlik inşasını anlamak için bir sonraki odak noktamız ‘mega projeler’.