Nasıl Bir Muhalefet?
“İki Türkiye” tablosu ortaya çıkmış durumda. Bir tarafta, toplumdan kopuk ve iktidar oyunları içinde gündemde ön almaya çalışan siyasilerin ve yönetim elitlerinin oluşturduğu bir Türkiye var. Diğer taraftaysa; geleceğe güvensiz ve mutsuz bakan, iş, aş, sağlık, geçim derdinde olan, güvenli ve haysiyetli bir yaşam isteyen endişeli vatandaşların oluşturduğu bir Türkiye. Bu iki Türkiye arasındaki kopukluk giderek artıyor.
Bugün Türkiye’nin sürdürülebilir, adil, demokratik ve iyi yönetimi için üç gereklilik artık genel bir kabul olarak ortaya çıkıyor:
Birincisi, yıkıcı kutuplaşmadan farklı olanı ötekileştirmeye, sağlıktan iklim değişikliğine, yoksulluk ve işsizlikten şiddete, sürdürülebilir kalkınmadan gerçekçi dış politikaya kadar uzanan geniş bir alanda yaşadığımız temel sorunlarımızın çözümü için “yeni siyaset anlayışı”na, “yeni yönetim tarzı”na ve “demokratik anayasa”ya gereksinimiz var. Çünkü bugünkü Türkiye’nin sorunu sadece “demokrasi eksikliği” ya da “demokrasinin geri gidişi” değil; aynı zamanda da, “adil ve etkili yönetim eksikliği”dir.
“Demokrasi ve Yönetim” sorunlarını birlikte ve eş zamanlı yaşayan bir Türkiye tablosuyla karşı karşıyayız.
İkincisi, son dönemde, özellikle 2018’den beri giderek netleşen bir şekilde, siyasi alanla toplumsal ve ekonomik alanlar arasında, “gündem – beklenti – algı” temelinde gelişen ve derinleşen bir kopukluk yaşıyoruz. Siyasi aktörlerin gündemiyle toplumun gündemi aynı değil. Siyasi aktörler, seçim kazanmak için gerekli gördükleri ittifaklar, erken seçim, kendileri dışındaki aktörleri kötüleme, günah keçisi konumuna sokma, siyasi nemalanma, v.b. iktidar oyunları içindeler. Toplumun gündemiyse, tüm araştırmaların gösterdiği gibi sağlık, iş, aş, hayat pahalılığı, hukuk ve haysiyet gibi temel ihtiyaçları içeriyor ve bu alanda yaşanan kaygıları, korkuları, kızgınlıkları ifade ediyor.
“İki Türkiye” tablosu ortaya çıkmış durumda. Bir tarafta, toplumdan kopuk ve iktidar oyunları içinde gündemde ön almaya çalışan siyasilerin ve yönetim elitlerinin oluşturduğu bir Türkiye var. Diğer taraftaysa, geleceğe güvensiz ve mutsuz bakan; iş, aş, sağlık, geçim derdinde olan; güvenli ve haysiyetli bir yaşam isteyen endişeli vatandaşların oluşturduğu bir Türkiye. Bu iki Türkiye arasındaki kopukluk giderek artıyor.
Tam da bu nedenle, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine destek giderek azalıyor; Cumhur İttifakı’nın oy oranlarında düşme artıyor; Türkiye, özellikle gençler arasında, “mutsuz bir toplum”a evriliyor; yurtdışına beyin göçü, korona pandemisi döneminde bile azalmıyor, aksine artıyor. İşsiz ve mutsuz gençler geleceklerini başka ülkelerde arıyorlar.
Siyasi alan-toplumsal alan kopukluğunun siyasete yansıması için şu saptamayı yapabiliriz: artık güçlü hükümet-zayıf muhalefet denklemi geçerli değil. Hükümetin artık eskisi gibi güçlü olmadığı, seçim kazanma olasılığının zayıfladığı, egemen parti olarak AK Parti döneminin bittiği ve ittifaklar içinde bile seçim kazanmanın garanti olmadığı bir sürece girdik. Bu süreç aynı zamanda, muhalefetin canlandığı, giderek dinamizm kazandığı, ama ne seçim kazanma ne de Türkiye’yi yönetme iddiasının toplumsal destek temelinde yeterince güçlenmediği bir nitelik de taşıyor.
Üçüncüsü, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Cumhur İttifakı’nın Türkiye’yi yönetim tarzına ve tercih ettiği Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne karşı yapıcı, yaratıcı, toplumu kucaklayıcı, ilkeli, ve güçlü muhalefet yapacak ama aynı zamanda seçim kazanma ve Türkiye’yi yönetme iddiasını da inandırıcı bir biçimde taşıyacak bir “muhalefet”e gereksinimimiz var.
2002-2015/16 döneminde “güçlü hükümet-zayıf muhalefet” denkleminde bir Türkiye yönetimi vardı. Dünyanın Türkiye algısı da bu yöndeydi. “Türkiye=AK Parti”, hatta “Türkiye=Erdoğan” olarak tanımlanmış bir açıdan Türkiye’ye yaklaşılıyordu. Gerek AB’de gerek Avruapa’nın Berlin, Londra, Paris, Madrid, v.b. önemli baş şehirlerinde yapılan toplantılarda ana muhalefet partisi CHP başta olmak üzere, muhalefet partilerine önem verilmiyordu. Bir tek Kürt sorununun bölgesel ve küresel önemi içinde HDP ilgi çekiyor ve dikkatle izleniyordu.
Son beş yıldır, bu denklem ve yaklaşımın giderek zayıfladığını, bugün artık geçerliliğini kaybettiğini söyleyebiliriz. Artık muhalefet partileri ve muhalefet aktörleri ilgiyle izleniyor, onların görüşlerine toplantılarda ve tartışmalarda yer veriliyor. Muhalefet alanı sadece Türkiye içinde canlanmıyor, bu alana ilgi yurt dışında giderek artıyor.
Bugün Türkiye’ye bakış, “zayıflayan iktidar-canlanan muhalefet” denklemi üzerinden şekilleniyor. Canlanan muhalefet; Türkiye’nin, karmaşık, çok boyutlu ve dinamik-dirençli yapısının ortaya çıkmasında önemli bir rol oynuyor.
Muhalefet canlanıyor ama daha önce vurguladığım gibi yeterince güçlü, etkili ve dinamik değil.
Bununla birlikte de ne iki Türkiye tablosunu ne Türkiye’nin sorunlarını çözmek ne de Türkiye’nin bölgesel ve küresel algısını ve etkisini güçlendirmek muhalefet olmadan mümkün değil.
Muhalefet alanının ve muhalefet aktörlerinin canlanması ve Türkiye’yi yönetmek iddiasında inandırıcı olmaları, Türkiye’nin geleceğinin olumlu şekillenmesinin ön koşulu niteliğinde.
Muhalefetin Önemi
Peki, muhalefet niye önemli?
Modern toplumlarda muhalefet üzerine yapılan çalışmalara baktığımız zaman, muhalefetin “iyi, adil ve demokratik toplum yönetimi” için beş önemli katkısı olduğunu görüyoruz.
Birincisi, en genelde, muhalefetin varlığı ve etkinliği tek parti yönetimlerine karşı çoğulcu demokrasinin güçlenmesini sağlıyor. Son Amerikan seçimleri ve sonrası yaşanan olaylarda da gördüğümüz gibi, demokrasinin sağlıklı, aynı zamanda otoriter ve popülist eğilimlere karşı dirençli olabilmesi için, muhalefetin canlı ve etkin olması çok kritik bir rol oynuyor. Parlamenter ya da Başkanlık sistemlerinde muhalefetin zayıflığı tek parti ya da lider iktidarına yol açarken, muhalefetin güçlülüğü toplumsal yaşamda çoğulculuğa, siyasal ve hukuksal alanlarda denge ve denetleme sisteminin işlerlik içinde olmasına katkı veriyor. Siyasal iktidarın güç yoğunlaşması mı yoksa güç paylaşımı mı temelinde hareket edeceğini belirleyen ana unsurlardan birinin de etkin ve güçlü muhalefet olduğunu söyleyebiliriz.
İkincisi, etkin muhalefet; demokrasilerde hükümetlerin, kuvvetler ayrılığı, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı, yerel yönetimlerin güçlenmesi ve eşit vatandaşlık temelinde tanımlanan “denge ve denetleme sistemine” uygun hareket etmelerinin güvencesidir. Güçlü ve etkin muhalefetin varlığı denge ve denetleme sisteminin etkin işlemesine katkı vermektedir.
Türkiye’de, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, denge ve denetlemeyi sevmeyen bir yapıda işlemektedir. Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum, 2018 yılında verdiği bir mülakatta, bu sistemi, “tek kişilik hükümet sistemi” olarak tanımlamıştı. Bu tanım, net olarak, demokrasinin ve iyi-adil yönetimin ön koşulu olan denge ve denetlemeyi Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin kabul etmediğini gösteriyor. Bu bağlamda da, muhalefetin canlanması denge ve denetleme sistemi talebinin canlanmasına da katkı verecektir.
Üçüncüsü, etkin muhalefet özellikle tek parti iktidarının olduğu dönemlerde, hükümetin, gücü ve iktidarı kendi çıkarları için değil, istikrarlı ve iyi toplum yönetimi için kullanmasında önemli rol oynuyor. Tek parti iktidarı ya da güçlü hükümet, siyasal istikrar ve iyi yönetim için önemli olabilir; fakat aynı zamanda, ciddi bir ikilemi de ortaya çıkarma riskini de taşıdığını söylemeliyiz. Bu da, iktidar partisinin elindeki siyasal gücü ne şekilde kullanacağıyla ilgili bir ikilem; muhalefetin zayıf olduğu ortamlarda iktidar partisi elindeki siyasal gücü iyi toplum yönetimi ve toplumsal yarar için değil, kendi çıkarları ve kendi ideolojisini/davasını güçlendirmek için kullanabilir. Bu nedenle etkin muhalefet, iktidar partisinin siyasal gücünü iyi toplum yönetimi için kullanmaya yönlendirmede kilit bir aktör konumunda.
Bültenimize Üye Olabilirsiniz
Dördüncü olarak, sadece güçlü iktidar değil, aynı zamanda etkin muhalefet de bir toplumda siyasal ve kültürel istikrarın sağlanmasının ön koşuludur. Etkin muhalefet, farklı toplumsal katmanlardan ve aktörlerden gelen (katılım, örgütlenme, tanınma, kültürel kimlik hakları, v.b.) siyasal ve kültürel taleplerin, hem demokratik bir platformda tartışılmasında hem de siyasal alana taşınmasında önemli bir rol oynuyor. Böylece de, farklı ideolojilere ve vizyonlara sahip aktörler arası ilişkilerde çatışma olasılığının azalmasına katkı verirken, toplumsal birlikte yaşama ve sosyal uyum kültürünün güçlenmesine katkı veriyor.
Beşincisi, muhalefetin etkin olması demokrasilerde ekonomik istikrarın ve sürdürülebilir insani kalkınmanın başarılı bir şekilde uygulanmasını sağlıyor. Etkin muhalefet partileri ve aktörleri; bulundukları ülkelerin bölgesel ve küresel ekonomik çalkantılara ve krizlere dayanıklı olmasına, hükümetlerin sadece ekonomik büyümeye değil, sürdürülebilir insani kalkınma amaçlarına uyum sağlanmaya öncelik vermelerine ve gıda, su, iklim gibi toplumun temel ihtiyaçlarının karşılanması için çalışmalarına katkı veriyorlar.
Bu anlamda, muhalefet olgusunu tartışırken, bu olgunun demokratik ve iyi toplum yönetimi içinde üstlendiği yukarıda sıraladığım farklı işlevlerini hesaba katmamız, dolayısıyla da muhalefetin çok-işlevli ve karmaşık yapısını tanımamız gerektiğini düşünüyorum.
Muhalefetin Çok Aktörlü Yapısı
Etkin ve yapıcı muhalefetin bu beş katkısının demokrasilerde sadece siyasi partiler tarafından gerçekleştirilmediğini de söylemeliyiz.
Toplumların ve modernleşmenin karmaşıklaşması ve çoğullaşması, aynı zamanda, toplumsal sorunların, meydan okumaların ve risklerin, sağlıktan işsizliğe ve iklim değişikliğine kadar geniş bir yelpazede çok-boyutlu bir nitelikte toplum yönetimini de zor ve karmaşık bir hale getirirken, muhalefet alanını da “çok aktörlü” bir yapıya dönüştürüyor.
Türkiye örneği dahil olmak üzere kentleşen, çoğullaşan ve karmaşıklaşan toplumsal ilişkiler içinde muhalefet alanı; sadece siyasi partiler değil, belediyeler, kent konseyleri, alternatif medya ve sivil toplum örgütlerini de içine alan bir yapıda genişlemektedir.
“Yeni yerellik” olarak adlandırdığım, ana aktör olarak belediyelerin olduğu ama aynı zamanda, kent yönetimine katılan kent konseyi gibi sivil aktörleri, alternatif medyayı, ekonomik aktörleri, üniversiteleri ve sivil toplum örgütlerini içeren “kent yönetim koalisyonları”, merkezi hükümete karşı etkili muhalefet aktörleri olarak da işlev görmektedirler.
Türkiye’de bugün muhalefet alanı; (a) ana muhalefet partisi olarak CHP, (b) İYİ Parti, Saadet Partisi, DEVA, Gelecek Partisi ve HDP başta olmak üzere siyasi partiler, (c) yerel yönetimler ve yeni yerellik ve (d) sivil toplum aktörlerini içermektedir. Bu yapı, son dönemde seçimlerde, CHP-İYİ Parti-Saadet Partisi’nde oluşan Millet İttifakını ortaya çıkartmıştır.
Bu bağlamda da, güçlü ve etkin muhalefetten konuşmak, sadece siyasi partilerden değil, farklı aktörlerin oluşturduğu bir eleştiri ve daha önemlisi Türkiye’yi yönetme iddiasında olan aktörlerin oluşturduğu çok-aktörlü bir alandan konuşmak anlamına gelmektedir.
Tüm bu noktaların ışığında şu saptama ile kapatabiliriz: Türkiye’nin geleceği (demokrasinin yeniden canlanması, sürdürülebilir ekonomik kalkınmaya dönülmesi, farklılıklar içinde birlikte yaşamak kültürünün güçlenmesi, ve etkin dış politika vizyon ve stratejisinin yaratılması boyutları içinde) zayıflayan hükümetten daha çok, muhalefetin performansına bağlıdır. Muhalefet alanı ve aktörleri, toplumun beklentilerine karşılık verecek şekilde Türkiye’yi yönetme iddialarına inandırıcılık kazandırmada ve toplumsal destek sağlamada ne kadar başarılı olurlarsa, Türkiye’nin geleceğine umutla bakmak o kadar mümkün olacaktır.
Muhalefetin performansının Türkiye’nin geleceğini şekillendireceği bir Türkiye yaşamaya başladık. Erken seçim tartışmalarından ittifak arayışlarına, seçim kazanma manevralarından iktidar oyunlarına uzanan bir alanda siyasetin taşlarının yerinden oynaması da tam da bu nedenle değil mi zaten?