Şehirlerden Medeniyetlere Yolculuk II: Şehri Akıllandırmak
Şehirlerin kendine has bir ruhu vardır ve o ruhu yaralayıcı, zedeleyici adımlar bünyeyi bozar. Bu ruh her şehirde farklı şekilde tezahür eder. Şehrin tarihçesi, coğrafyası, demografik yapısı vb. bu ruhu oluşturan etkenler bütünüdür. Dolayısıyla kendi medeniyet değerlerimize uygun şehir tasavvuru oluşturmak ve bu çerçevede akıllı adımlarla yol almak gerekir.
Teknolojinin ilerlemesiyle birlikte birçok alanda olduğu gibi şehir hayatını kolaylaştırma adına da bir hayli adım atıldı, atılıyor. Hele son dönem yapay zekâ ile ilgili atılım ve gelişmeler bu süreci daha da hızlandırdı. Tabii sözde insan hayatını, gündelik yaşamı daha rahat ve yaşanır kılmak, kolaylaştırmak, konforlu hale getirmek adına yapılıyor bütün bunlar. Bu nedenle yapay zekâ üzerinden şehirleri akıllandırmak (Smart City), son yılların popüler gündemlerinde biri oldu. Özellikle yerel yönetim alanında bu husus bir hayli konuşulup tartışılıyor ve yer yer uygulamalarda da bulunuluyor. Çünkü teknolojinin hızlı gelişimiyle birlikte yapay zekâ, bunu kaçınılmaz kılıyor.
Şehirlerin akıllanması ya da akıllandırılması konusu bir hayli hassas tabii. O nedenle şehirleri akıllandırayım derken var olan aklını da başından almamak gerekiyor. Çünkü hızla gelişen teknoloji ile birlikte şehri dijitalleştirme heves ve gayretiyle geleceğini karartmak işten bile değil. Dikkatli adımlar atılması gerekir bu alanda.
Şehirlerin kendine has bir ruhu vardır ve o ruhu yaralayıcı, zedeleyici adımlar bünyeyi bozar. Bu ruh her şehirde farklı şekilde tezahür eder. Şehrin tarihçesi, coğrafyası, demografik yapısı vb. bu ruhu oluşturan etkenler bütünüdür. O nedenle Fârâbî, fazıl şehirlerden bahsederken şehri bir insan vücuduna benzetir ve der ki; “Fazıl şehir; tam sıhhatte bir vücuda benzer. Bütün uzuvları onu hayat devresinin sonuna kadar muhafaza etmek hususunda yardımlaşırlar.” (1) Tıpkı iç ve dış organ-uzuvları birbiriyle bağlantılı canlı bir organizma gibi… Şehir böyledir. Şayet bu sıhhatli organizmaya yapay organlar takarak kimyasını bozmaya çalışırsanız canlı organizma ruhsuz bir makineden farksız olur. Böylece şehir zamanla ruhunu kaybeder. Bu nedenle akıllı şehri, bugün yapıldığı gibi sadece teknoloji ile yoğrulmuş dijital bir şehir olarak ele almamak gerekir. Fatih Gündoğan’ın Marmara Belediyeler Birliği Yayınları’ndan okuyucu ile buluşan Akıllı Şehirler Meselesi kitabında ön plana çıkan; “…akıllı şehrin sadece teknoloji ile donatılmış şehir olmadığı” vurgusu (2) tam da söylemek istediğimizi ifade ediyor.
Evet, teknoloji ve yapay zekâ bir şehrin akıllanması için yeter şart mıdır? Yılların birikimini bir çırpıda silmek ne derece doğru? Veya silmek mümkün mü? Şehir, teknoloji ve yapay zekâ kafa kafaya verince şehri akıllandırmış mı oluyoruz?
Bu ve benzeri soruları şehri akıllandırma gayreti içerisinde olanların dikkate alması gerekir. Bu hususta hükümet politikalarının ve yerel yönetim anlayışının güncellenmesinde fayda vardır.
Elbette çağın ve koşulların gereği her alanda olduğu gibi şehirde de bir gelişim ve de değişim olacaktır. Bu arada hızla gelişen teknolojik imkânları da olabildiğince kullanmak gerekecektir. Lakin esas mesele bütün bu yenilik, gelişim ve de değişimin şehrin ruhuna uygun, insan odaklı olarak yapılıp yapılmadığı hususudur. Çünkü yılların deneyim, tecrübe ve birikimlerini bir çırpıda atamazsınız. Zaten atmak isteseniz de yapamazsınız. Bu mümkün de değil!…
Ülkeler Değil, Şehirler Yarışıyor
Dünya nüfusunun çoğunluğu şehirlerde yaşıyor. Her geçen gün de şehir nüfusu artıyor. Yani dünden daha fazla şehir odaklı bir dünyada yaşıyoruz. Hal böyle olunca şehirler ülkelerin, devletlerin önüne geçiyor. Öyle ki artık devletler ülkeleriyle anılıyor ve devletler değil şehirler yarışıyor. Neredeyse ‘bazı şehirler ülkeleşti’ dense yeridir. Çünkü ülkelerin nabzı o şehirlerde atar. Gündemi, piyasayı, siyasayı, kültür-sanatı, modayı… oralar belirler. Sadece ait oldukları ülkenin değil, dünyanın da nabzını tutarlar.
19’uncu yüzyılda sosyolojinin doğması, aynı zamanda şehir ile ilgili yorumların, değerlendirmelerin de yaygınlaşmasına yol açmıştır böylece. Sosyolojinin kurucusu olarak kabul edilen A. Comte ile başlayıp Spencer, K. Marx ile devam eden şehir değerlendirmelerinin ana odağında hep sanayi olmuştur. İşin doğrusu bugün de yukarıda ifade ettiğimiz akıllı şehirler üzerinden farklı veçheleriyle dijitalleşme ve yapay zekâ yer almaktadır. Yani aynı zihin silsilesi devam ediyor.
Bu nedenle Batı’da şehirleşme daha çok Sanayi Devrimi üzerinden açıklanmaya çalışılmıştır. Batı için bir bakıma sanayileşme ile şehirleşme birbiriyle doğru orantılı iki gelişmedir aslında. Ancak Batı’daki şehir gelişiminde her ne kadar sanayi, teknoloji, akıllı şehirler baz alınsa da, bunu Doğu şehirlerinden kopuk olarak ele almak eksik bir değerlendirme olur. Geçmişten günümüze Doğu’dan Batı’ya göç ile Batı şehirlerinin hem demografik hem de sosyal yapısında etkileşim söz konusudur ve bu hususun göz ardı edilmemesi gerekir.
Bu çerçevede Batı şehirlerinin gelişim grafiğine baktığımızda;
“Doğu ile ilişki kurabildiği ya da ilişkileri denetleyen yerlerde Batı hızlı bir şehirleşme içine girmiş, bağlantının koptuğu yer ve dönemlerde tersine doğru işleyen bir durum ortaya çıkmıştır.” (3)
Nitekim Batı için Orta Çağ karanlık bir çağ iken, Doğu’da Orta Çağ gerçekte bir aydınlanma çağıdır. Batı bu gerçeğe kapalı bir anlayışla hareket etmiştir ve bu bakış açısı devam etmektedir.
Toplum yapısı ve toplumsal değişimi elen alan şehirleşmeye bakışı, bu yönüyle çok da kuşatıcı olamamıştır maalesef. Sanayileşme ile paralel şehirleşme olgusunu genelleştirmeye çalışmış ve bu kalıbın dışında kalan şehirleri kendince geri şehirler kategorisine sokmakla büyük bir yanılgı içerisine hapsolmuştur Batı. Bugün de aynı bakış açısı dijitalleşeme üzerinden devam etmektedir.
Oysaki her toplumsal hareketi ve şehirleşme sürecini kendi dönem ve ortamı içeresinde ele almak gerekmez mi?
Şu bir gerçektir ki; şehirlerin oluşumu coğrafyadan coğrafyaya farklılıklar arz eder. Bu durum biraz da ihtiyaçla alakalıdır. Kimi şehirler tarımı esas alırken, kimisi sanayi ve ticareti, kimisi de hukuku ve siyasi koşulları esas almıştır. Hiç şüphesiz bu koşulların hepsini veya birkaçını, hatta başka etkenleri de içine alan şehir oluşumları vardır.
O nedenle şehre bakış açımızı ve tasarımımızı kendi şartlarımıza özgü kriterler üzerinden değerlendirmek lazım.
Bu hususta medeniyet kodlarımıza uygun ev ve şehir üzerine kafa yoran merhum mimar Turgut Cansever’e kulak vermekte fayda var: “Yeni bir İslam Şehir Uygarlığının oluşması ancak Osmanlı şehir örneklerinden hareket edilerek ve aynı sistematiklerle gerçekleştirilebilecektir. Standartlar düzenini kuracak seçkin düşünür ve mimarlar topluluğunun tarihi tecrübeye saygı ile bugünün ve geleceğin meselelerini doğru tahlil ederek oluşturacakları çözümlerle en mütevazı ailenin evini bile güzelleştirecek ve toplumun pay aldığı bir uygarlık vücuda gelebilecektir.” (4)
Şehirlerin ülkelerin önüne geçip yarıştığı bu çağda kendi medeniyet değerlerimize uygun şehir tasavvuru oluşturmak ve bu çerçevede akıllı adımlarla yol almak gerekir. Artık kadim şehirlerimize ihanet sevdasından vazgeçerek yeniden ihya ve inşa faaliyetleri içerisine girmenin zamanı geldi de geçti bile.
Şehrin Uluları Görünür Önce…
Şehirler sembolleriyle anılır olmuşlardır öteden beri. Şehrin yapıları önemlidir ve yapılar şehrin ismiyle özdeşleşir genelde. Mesela Ahmet Hamdi Tanpınar Beş Şehir başlıklı eserinde; muharip şehir Ankara, Türkiye coğrafyasına 1.945 metreden bakan şehir Erzurum, Anadolu’nun kalbi Konya, su şehri Bursa, huzura doğru kendini inşa eden şehir İstanbul’dan bahseder. Her şehrin sembolleşen ve kendisiyle özdeşleşen bir veya birkaç arması, bir künyesi, silüeti vardır. Tarih boyunca bu sembolleri silmeniz mümkün değildir. Nesilden nesle usulca akarlar.
Yine her şehrin ayrı bir tadı ve rengi vardır. Her şehirde farklı bir dünya görürsünüz. Caddeleri, sokakları, suları, surları, ormanları, binaları, meydanları… ile farklı bir şehir yaşarsınız. Yani şehrin kendisiyle özdeşleşen bir fotoğrafı yer alır hafızanızda. Biz buna şehrin ruhu diyoruz.
Ama en çok da bir şehre yaklaştığımızda o şehirle özdeşleşen ulular görünür önce. Tabii sadece şehrin mimari yapıları, görkemli halleri değil; o yapılara yüklenen anlam, sembol haline gelmesini sağlayan ulular…
Bu yönüyle öteden beri şehrin mabetleri o şehrin sembolleri olmuşlardır. Avrupa’da bu mabetler kilise ve sinagoglar iken İslam dünyasında cami, medrese, minare vb. gibi yapılar şehrin sembolü haline gelmiştir.
Ancak teknolojinin hızla ilerleyip geliştiği modern çağda şehrin sembolü mabetler gölgede kalmaya başladı. Bunun yerine devasa yapılar sembol haline geldi. Daha da ötesi, bütün şehirlerde birbirine benzer yapılar türedi. Bu da bütün şehirleri birbirine benzetti.
Netice itibarıyla; dijital çağla birlikte bütün dünyada aynılaşan şehirler oluştu. Ve dolayısıyla şehir de ruhunu kaybetmeye başladı. Ancak bu ruhu diri tutmak ve akıllı şehirler üzerinden güncellemek mümkün. Bunu da zaman gösterecek…
Kaynaklar
1. El-Medinetü’l Fazıla, Farabi, MEB Yayınları, s:80.
2. Akıllı Şehirler Meselesi, Fatih Gündoğan, Marmara Belediyeler Birliği Yayınları.
3. Şehir Teorileri, Korkut Ata, İz Yayıncılık, s:45.
4. Ev ve Şehir, Turgut Cansever, İnsan Yayınları.