Sezai Karakoç’un Düşünce ve Şiir Evreni-1
Sezai Karakoç; fikri, edebi, siyasi ve metafizik ekseninde ortaya koyduğu eserler ve serdettiği düşünceler ile yeni hatlar, açılımlar, ses ve anlamlar, perspektifler, form ve imgeler açmış bir düşünür, bir edip, bir sanatkâr ve bir aksiyon adamıdır. Düşüncenin ve şiirin “Diriliş”i olarak anılırken, yazın hayatının hemen her alanında; şiir, hikâye, piyes, düşünce, çeviri, deneme, inceleme ve günlük yazılar üretmekten de geri durmamış öncü bir şahsiyettir.
Cumhuriyet öncesi Mehmed Akif, Cumhuriyet sonrası Necip Fazıl ekolünden sonra gelen başlı başına bir “ümmet” olarak dillendirilirken, kimi eleştirmenler tarafından aynı zamanda modern şiirin önemli sacayaklarından biri olan “İkinci Yeni Şiiri”nin başlatıcısı ve öncüsü olarak da anılır. Fikri ve edebi evrenini oluşturan temel köşe taşları olarak; Diriliş, Medeniyet, Doğu-Batı, İslam, Millet, Hakikat, Gelenek vb. kavramları hemen her eserinde rahatlıkla görmek mümkündür. Bu mümkünat, onun sıradan bir estetik ve edebi telakkiyi değil, makro planda daha büyük bir anlatıyı -ki o anlatı “İslam Davası”dır- içkin kılmış olmasıyla da Karakoç’u ayrıksı bir yerde tutar.
Perspektif, ölüm yıldönümü olan 16 Kasım’da, fikriyatı ve şiiriyatı ile ayrıksı bir yerde duran Sezai Karakoç için bir soruşturma dosyası hazırladı. Söz konusu bu dosyaya; şair ve araştırmacı-yazar Metin Önal Mengüşoğlu, Birikim Dergisi yazarı ve edebiyat eleştirmeni Orhan Koçak, Afyon Kocatepe Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı öğretim üyesi Doç. Dr. Mehmet Özger görüşleriyle katkıda bulundular.
“KARAKOÇ, YENİDEN İSLAMLAŞMA CEREYANINI SOSYOKÜLTÜREL VE ENTELEKTÜEL DİLİYLE, BÜTÜN MÜSLÜMAN HİNTERLANTLA İRTİBATLI HALE GETİRMEYE ÇALIŞTI
Metin Önal Mengüşoğlu-Şair ve Araştırmacı-Yazar
Sezai Karakoç’u düşünce ve şiir evreni ekseninde analize tabi tutacak olan bu dosyada; ilkin, Karakoç’un düşünce evreninin temel köşe taşlarının ne(ler) olduğunu düşünüyorsunuz? Düşünce atlasını oluşturan temel kavramları (Tanrı, Varlık, Doğu, Batı, Diriliş, Medeniyet, Hakikat gibi) modernlik ve gelenek bağlamında nelerden ve nerelerden beslenmektedir? Düşünce dünyasının, İslam ve Türk düşünce tarihinde açtığı patika nedir? Bir bütün olarak düşünce evreninin bugünün insanına neler söylediğini düşünüyorsunuz?
Türkiye Cumhuriyeti tarihi içerisinde mütalaa edilecek (sağ, millici, İslamcı) kimliğini elinde olmadan üzerinde taşıyan hemen her Necip Fazıl sonrası münevver, denilebilir ki üstadın paltosunun altından çıkmıştır. Sezai Karakoç daha ortaokul öğrencisi iken Büyük Doğu mecmuası okumaya başlamıştı. İleri tarihlerde ise Necip Fazıl’ın evinde yatıp kalkacak kadar ona yakın durmuş bir sanatkârdı. Bu nedenle Necip Fazıl hatırlanmadan onun düşünce dünyası hakkında konuşmak eksik kalacaktır.
Bu tespiti yaptıktan sonra, Sezai Karakoç’un kendi etrafına ördüğü kozanın özgünlüğü her geçen yılda Harold Bloom’un Etkilenme Endişesi formülü üzerinden okunarak kanaatimce bir patikadan az daha geniş bir şoseye dönüşerek gelişmiştir. Necip Fazıl İdeolocya Örgüsü’nde hatta Büyük Doğu idealinde en fazla Orta Asya’dan Anadolu’ya sıkışmış bir toplumu idealize ederken, ilk kez Karakoç, düşünce dünyasını hinterlandı geniş Müslüman coğrafyaya yaymaya çalışmıştır. Her ne kadar merkezde yine Anadolu varsa da mesela Necip Fazıl’da hiç olmayan Kur’an, Karakoç’ta her vesileyle hatırda tutulan ve Diriliş fikriyatını birleştiren ve buluşturan ana kaynaktır. “Müslümanlar Kuran’dan ayrıldı ayrılalı iflah olmadılar” der.
İlk adımı belki Büyük Doğu ile attı, lakin sonraki çıkışlarıyla Kur’an, Ortadoğu, Kudüs, Peygamber kıssaları bu anlamlarda bir haritayı asla göz önünden uzak tutmamıştır. Onun nazarında esasen medeniyet tektir. O da Âdem Peygamber ile Son Allah Elçisi arasındaki bütün ekilen tohumların sonraki yüzyıllarda yeşermiş her ürünü olan İslam, bu medeniyet havuzuna akar. Millet ise Hz. İbrahim kaynaklı biçimde ikiye ayrılır. İslam Milleti ve Küfür Milleti kavramlarında ifadesini bulur. Müslümanların bütün coğrafyalardaki geleneği onun düşüncesine hammadde sağlamıştır. İlim ehli biri gibi her ne kadar sahih-gayrı sahih ayrımı yapamasa da, temel esprisi geleneği, gelene ek şeklinde çoğaltmaya yatkın bir anlayışı vardır. Dünya edebiyatı hakkında Fransızca üzerinden geniş malumatını felsefi birikimlerle de müzeyyen kılmış olduğu için her iki alandaki tartışmalarda söyleyecek sözü bulunmaktaydı. Ancak bir şair başka nasıl söyleyebilirdi “Doğu ne Batı ne/ Suvare ve matine.”
SEZAİ KARAKOÇ, DİRİLİŞ DÜŞÜNCESİ İLE KENDİNİ BATI KRİTİĞİ MESELESİ ÜZERİNDE SORUMLU GÖRMÜŞ VE DAİMA BUNU SÜRDÜRMÜŞTÜR
Şu tespiti önemlidir: “Batı romantizmi dönemi kapanmıştır, Batı kritiği dönemi başlamıştır.” Diriliş düşüncesi ile kendini Batı kritiği meselesi üzerinde sorumlu görmüş ve daima bunu sürdürmüştür. Osmanlı’nın son üç asrından itibaren konaklarda, saraylarda, memleketin münevver muhitlerinde büyük oranda yaşanan, yaşatılan Batı sevdası, Batı özentisi, Batı romantizmi toplumdaki düşüşün, bozgunun temel sebeplerinden biridir. Ancak şunu da asla unutmaz: “Ey yeşil sarıklı ulu hocalar bunu bana öğretmediniz/Kadının üstün olduğu, ama yine de mutlu olamadığı günlere geldim/Bunu bana söylemediniz. Hükümdarın hükümdarlığı için halka yalvardığı/Ama yine de eşsiz zulümler işlediği günlere geldim bunu bana öğretmediniz/Kardeşim İbrahim bana mermer putları nasıl kıracağımı öğretmişti/Ben de gün geçmez ki birini patlatmayayım.” Putlar Fuarı yazısında da tevhidin müminidir, Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine adlı uzun destansı şiirinde de sanıldığı gibi bir naat değil tevhidi önceleyen bir manifesto kaleme almıştır.
Bu durumda onun düşünce evreninde temel kavramlar hem medeniyet hem Doğu-Batı mukayesesinde öncelikle tevhit, Kuran ve Kuala Lumpur’dan Endülüs’e, Kudüs’ten Tataristan’a kadar uzanan belki ilk ayağı Anadolu’da bulunan bir Diriliş hareketidir. “Halkım iki duyguyu yaşadı: fetih ya da bozgun…” Bir de “Ha evet. Yahya Kemal bozgunda bir fetih düşü” ifadeleri, bu düşün uyandıktan sonraki mahmurluğunu üzerinden atması gereken ve yalnızca hayalini, hülyasını, hasretini çeken bir Yahya Kemal yerine bu düşün gerektirdiği her pratiği hakkıyla yerine getiren bir Sezai Karakoç’a dönüşmüş halidir.
Modernlik vakıası körü körüne topyekûn reddedilecek bir değişim ve dönüşüm hali değildir asla. Taşıyıp getirdiği işe yarar fen ve teknolojik kazanımların temelindeki Müslüman dokunuşları unutarak onu yargılamak hamakatine düşülmemesi gerektiğini iyi bilmektedir. Bugünün insanına, eğer o gün son yaşadığımız bir ay ise işte cevabı: “Ve Kudüs şehri/Artık yer şehri, toprak şehri/Bakır yaprakların, çelik gövdelerin, acımasız yüreklerin/Demir köklerin, tunçtan ve uranyumdan dalların/Kurşundan çiçeklerin şehri/Gülle kusuyor ana rahmi/Bomba parçalıyor beynini bebeğin/Tanklar saldırıyor evlere bir anda ev yok tank var/Uçak var gök yok utanç var/Ve kime karşı bütün bunlar/Masum insanlara karşı/Binlerce yıl oturdukları yurtta kalmak isteyenlere karşı.” Alıntıyı elbette uzatmak mümkün. 20’nci yüzyılın ortalarında Suriye lideri Hafız Esed “Hatay bizimdir” demiş ve Türkiyeli hem muhafazakârları hem de ötekileri öyle rahatsız etmişti ki, hiç olmadık biçimde bir general Hatay’a gidip parmak sallayarak tehditler savurmuştu. Sezai Karakoç bu konu ile ilgili olarak şöyle diyordu: “Niye telaş ediyorsunuz, Hatay elbette Suriye’nindir. Hatta Ankara, İstanbul’da Suriye’nindir. Nasıl Halep, Şam, Kahire bizimse…”
Bir şair ancak ulaşılmaz dağları aşmak maksadıyla bundan daha geniş çerçeveli bir tünel kazabilir miydi, başka ne yapsındı? Ödevinin, sorumluluğunun gereği olarak kendinden sonraki kuşaklara böylesine köklü bir şuuru aşılamak için ömrünü harcadı. Sözün özeti 19’uncu yüzyılda başlayıp 20’nci yüzyılda ciddi bir ivme kazanan Müslüman âleminde Yeniden İslamlaşma cereyanının Osmanlı yurttaşı Mehmed Akif ile ilk aksiyonu başlamıştı. Büyük Doğu ve İdeolocya Örgüsü’nde Hitler, Mussolini ve Stalin çizgisinde Anadolu’ya sıkıştırılmış salt politik bir söylemle kısmi bir cesaret aşısı almıştı. Sezai Karakoç bu hareketi, sosyokültürel ve entelektüel diliyle bütün Müslüman hinterlantla irtibatlı hale getirmeye çalıştı.
KARAKOÇ, GELENEKLE BAĞINI KOPARMADIĞI GİBİ SANAT ANLAYIŞI VE ŞİİR ÇİZGİSİNDE DAİMA KUR’AN ÜZERE YOL ALMIŞTIR
Şiir dünyası bağlamında Sezai Karakoç’u form, üslup, anlam, imgelem, ses ve içerik parametreleri ışığında nasıl değerlendirmeye tabi tutuyorsunuz? Şiir dünyasının temel yapı taşları nelerdir? Şiirini İslam estetiği ve hakikat telakkisi ekseninde nasıl okumak gerekir? Şiir dünyasının edebiyat poetikasında açtığı patika nedir? Şiirlerinin günümüz insanına neler söylediğini düşünüyorsunuz?
Şiir, sanatlar arasında mahkûmiyeti ve mecburiyeti en yoğun ve ağır olanıdır. Yazıldığı dilin sınırlarına sıkışmıştır. Bu nedenle her seferinde dili yeniden kurmak zorundadır. Böylece belirli süre aralıklarıyla farklı dil ve üslup cereyanları halinde varlığını sürdürebilmiştir. Sezai Karakoç, düşünce ve duygu dünyası bakımından Mehmet Akif ve Necip Fazıl izleğinde incelenir. Ancak şiirine bakıldığında yepyeni bir ses ve akım başlattığı görülür.
İKİNCİ YENİ ŞİİRİ’NİN BAŞLATICISI BİRÇOK ELEŞTİRMEN TARAFINDAN DİLLENDİRİLDİĞİ GİBİ SEZAİ KARAKOÇ’TUR VE BENCE DE O, BU AKIMIN ÖNCÜSÜDÜR
Latin harfli okuryazar olmaya zorlanmış bulunan Türkiyeli halkların Millî Edebiyat, Garip Şiiri ve ardından İkinci Yeni Şiiri denilen en son üç döneminden söz edilir. Sonuncunun başlatıcısı birçok eleştirmen tanık tarafından dillendirildiği gibi Sezai Karakoç’tur.
Onun Ping Pong Masası, Balkon, Köşe, Liliyar gibi ilk dönem şiirleri örnek gösterilir. Bence de İkinci Yeni şiiri akımının önderi, öncüsüdür o. Necip Fazıl için dönemin en usta sembolist şairi Ahmet Haşim, “Çocuk sen bu sesi nereden buldun” diyerek hayretini belirtmiştir. Sezai Karakoç hakkında ise dünya görüşünü paylaşmayan kimi eleştirmenler bile benzer saptamalarda bulunmuşlardır. Ancak onunla aynı akım içerisinde anılan bütün şairlerden yol yordam, dünya görüşü, iddiaları bakımından başka bir yerde durmaktadır.
Mehmet Akif bütün şiirlerinde Kur’an demişti. Necip Fazıl bir dönüşümü yaşadıktan sonraki eserlerinde siyasi seçimini öne çıkarmıştı. Sezai Karakoç da asıl önderi sayılabilecek Mehmet Akif gibi bütün şiirlerinde mesela 20’li yaşlarında yazdığı Ötesini Söylemeyeceğim, Çocukluğumuz, Kutsal At gibi örneklerde ikinci kez Kur’an referansını asla unutmamıştır. Onun sanat anlayışı, şiir çizgisi daima bu minval üzere yol almıştır. Gelenekle bağını koparmadığı gibi onu yeniden kaleme almayı başarmış ve kendinin eklemlenmesi gereken yeri işaret etmiştir, Leyla ile Mecnun vb.
İslam, Kur’an, Peygamberler, Veliler, İslam Şehirleri, Müslüman coğrafya, Cezayir, Tunus, Mısır, Suriye, Irak, Kâbil, Hint, Mevlana, Yunus, Şeyh Sadi, Fuzuli, Baki, Muhammed İkbal, Endülüs ve Mehmet Akif vs. tüm bunlar, kılcal damarlarına kadar onun şiirinin kalp atışlarıydı.
GÜNÜMÜZDE EN FAZLA KOPYALANAN ŞAİR MESELA İSMET ÖZEL’DİR VE TAMAMI ONUN GÖLGESİNDE UNUTULUP GİDECEKKEN, SEZAİ KARAKOÇ’UN ŞİİRİNDE BUNA İMKÂN TANIMAYAN BİR ÖZELLİK VARDIR
Mehmet Akif’ten önceki Türkçe edebiyat örnekleri büyük oranda galip zihnin ürünü olan ve estetik kaygısı öne çıkan eserlerden oluşmuştur. Oysa Akif mağlup bir toplumun yeniden ayağa kalkması gerektiği hususunda ilk işareti Kur’an’a doğru yönelten, profesyonel anlamda yayımlanan ilk eserinin adı Kur’an’a Hitap olan bir şairdi. Necip Fazıl klasik ve yerli ehlisünnet geleneğine yaslanarak bazıları şaibeli birkaç hadis metnine müracaat etmişse de onda Kur’an’a pek rastlanmaz. Sezai Karakoç bu yeni edebiyatta Akif gibi Kur’an diyen, onu referans alan ikinci öncüdür.
Hemen bütün şairlerin daha hayatta iken kopyacıları olmuştur. Günümüzde en fazla kopyalanan şair mesela İsmet Özel’dir ve tamamı onun gölgesinde daha o yaşarken unutulup gidecektir. Sezai Karakoç’un buna asla izin vermeyen, imkân tanımayan bir özelliği vardır. Öylesine zengin bir defineyi tekeline almıştır ki hırsızlara oradan ekmek fırsatı vermez. İslam tarihinin zirve isimlerinden Hz. İbrahim tek başına bir ümmetti. Onun put kırma işini sürdüren Sezai Karakoç gibi isimler de birer tek başına ümmet gibi yaşadılar. Genç insanlar, hevesli sanatçılar onun yalnızca eserinden değil hayat modelinden de dilerlerse çok yararlanabilirler. Yeter ki sahih ve etraflı bir okuma yapabilsinler. Yalnızca yazılı metinleri değil, kendi iç dünyalarına (fıtratlarına) İlahi Ruh üflenerek yüklenmiş yaratıcı kabiliyeti ve evrendeki sözsüz ayetleri de müşterek okuyarak…
“EKONOMİ-POLİTİK OKUMUŞ BİRİ OLARAK ‘İSLAM TOPLUMUNUN EKONOMİK STRÜKTÜRÜ’ GİBİ BİR METNİ CİDDİYE ALMAM ÇOK ZOR”
Orhan Koçak-Birikim Dergisi Yazarı ve Edebiyat Eleştirmeni
Sezai Karakoç’u düşünce ve şiir evreni ekseninde analize tabi tutacak olan bu dosyada; ilkin, Karakoç’un düşünce evreninin temel köşe taşlarının ne(ler) olduğunu düşünüyorsunuz? Düşünce atlasını oluşturan temel kavramları (Tanrı, Varlık, Doğu, Batı, Diriliş, Medeniyet, Hakikat gibi) modernlik ve gelenek bağlamında nelerden ve nerelerden beslenmektedir? Düşünce dünyasının, İslam ve Türk düşünce tarihinde açtığı patika nedir? Bir bütün olarak düşünce evreninin bugünün insanına neler söylediğini düşünüyorsunuz?
Bir “düşünce insanı” olarak Sezai Karakoç’a ilgi duymayı başaramadım. Onu okumaya başladığımda ben çoktan inançsız bir ateisttim, öyle devam ettim. Nassın her çeşidinin ahlak için de zekâ ve sanat için de zararlı olduğunu düşünürüm. Olduğunu da çeşitli örneklerde gördüm. Ekonomi-politik okumuş biri olarak da İslam Toplumunun Ekonomik Strüktürü gibi bir metni ciddiye almam çok zordu. Diriliş dergisini sadece Cahit Zarifoğlu’nun şiirleri çıktığında zaman zaman aldım. Söyleyebileceğim iyi bir şey yok.
KARAKOÇ, İKİ KUŞAK ÖNCEKİ RESMÎ ŞUARA KUŞAĞININ SİMGECİ VE RESMİLEŞMİŞ ‘GÜZEL’İNE, HEM DAHA GÜNDELİK VE KRAVATSIZ HEM DE DAHA EKSTREM (?), DAHA ÇOK-KATMANLI (?) VE SAPMALARA MÜSAİT BİR ‘GÜZEL’LE İTİRAZ EDEN YÖNELİŞ İÇİNDE ORTAYA ÇIKTI
Şiir dünyası bağlamında Sezai Karakoç’u form, üslup, anlam, imgelem, ses ve içerik parametreleri ışığında nasıl değerlendirmeye tabi tutuyorsunuz? Şiir dünyasının temel yapı taşları nelerdir? Şiirini İslam estetiği ve hakikat telakkisi ekseninde nasıl okumak gerekir? Şiir dünyasının edebiyat poetikasında açtığı patika nedir? Şiirlerinin günümüz insanına neler söylediğini düşünüyorsunuz?
“Kav” şiiri en sevdiğim modern şiirlerden biridir, 50 yıldır zaman zaman başvururum. Benim kuşağımdan başkaları “Köpük” parçasını da severler ama Dıranas’ın aynı adlı şiirinin yanında çok zayıf kalır. Ben Sezai Karakoç’a Şahdamar, Körfez-Sesler kitaplarıyla yakalandım, en çok da “otomobil yoldan çıkıyor” cümlesiyle; çünkü “otomobil” gibi sevimsiz ve hantal bir sözcüğü “şairaneleştirmeyi” asla değil ama ışıltılı, sürprizli ve çevik kılmayı başarmıştı. Hızırla Kırk Saat’i severek, ama daha çok da anlamaya çalışarak okudum. Anlaşılan o yıllarda epeyce gevşek ve liboşmuşum, bir kısmı şiir de yazmaya çabalayan solcu arkadaşlarımın dalga geçmesine aldırmadım. Ama Taha’nın Kitabı’nda durdum. Beni aşıyordu ve zaten o yıllarda Melih Cevdet’ten (Göçebe Denizin Üstünde) gözümü alamamaya başlamıştım.
Karakoç, iki kuşak önceki resmî şuara kuşağının (Ahmet Hamdi, Necip Fazıl, Muhip, belki Asaf Halet) simgeci ve epeyce resmileşmiş ‘güzel’ine, bir önceki kuşak (Garip) gibi sevimlilik ve komiklikle cevap vermek yerine, başka, hem daha gündelik, kravatsız hem de daha ekstrem (?), daha çok-katmanlı (?) ve sapmalara müsait bir ‘güzel’le itiraz eden bir yöneliş içinde ortaya çıktı. Hepsi çok farklıydı ama nedense “İkinci Yeni” gibi bir akım ya da grup unvanı aldılar. Edip Cansever ile Turgut Uyar dışında hiçbiri öbürüne benzemez, meseleleri de çok ayrıdır. Belki tek ortak noktaları, palavrayı, klişeyi, sadece dekoratif olanı ve şişkin “şair” kimliğini (genç arkadaşım Ahmet Çiğdem’le ben “kavruklar” diyoruz bunlara, sonra zaten geometrik bir hızla ürediler) kendilerine yakıştıramamalarıdır.
KARAKOÇ’U ÖNEMLİ KILAN, SADECE CUMHURİYET’TEN SONRA TÜRKİYE’NİN BAŞINA GELEN TEK İYİ ŞEYİN İÇİNDE DOĞMUŞ OLMASI DEĞİLDİR
Karakoç’u önemli kılan, sadece Cumhuriyet’ten sonra Türkiye’nin başına gelen tek iyi şeyin içinde doğmuş olması değildir. Cemal Süreya diyordu ki “İkinci Yeni kendinden öncekileri de etkileyen ikinci akımdı, birincisi Serveti Fünun” -ben ona, “İkinci Yeni kendinden öncekileri bir mancınık hareketiyle arkadan alıp kendinden ileriye atan ilk akımdı” diye haddimi bilmeden cevap verdiğimde sadece yüzünü buruşturmakla yetinmişti. Oktay Rifat ile (yaşlı şairin belki de habersiz olduğu) bir rekabeti olduğunu bilmiyor değildim. Ne olursa olsun, Melih Bey, Necatigil ve Oktay Rifat İkinci Yeni’nin meteoru hızla indiğinde bir mancınıkla ileri fırlatıldılar ve kendi çocuklarından daha genç, daha sağlam, daha diri, daha güçlü şairler haline geldiler. Bu, aralarında belki sadece Cansever’in kabullenmeye razı olacağı bir gerçekti.
Yeninin eskiyi döllemesinde belki de en ilginç epizot, Karakoç’un Behçet Hoca’yı yoldan saptırmasıdır. Başlangıçta bir faz farkıyla ikisi de Kısakürek’in yetersiz öğrencileri olarak uslu uslu, küçük küçük şiirler yazıyorlardı, müeddep, iffetli. Sonra ne olduysa oldu, Karakoç’un şiirinde, o ilk üç kitabın bir yerlerinde, arzunun gemlenmesi teması ortaya çıktı ve tabii gemlenmiş arzu da daha büyük bir potansiyel güç biriktirdi. Bunu elimde metinler olmadan, satırlar boyunca uzun uzun göstermeden anlatamam (evimde değilim). Ama galiba en geç Arada kitabından itibaren Hoca da Karakoç’un “arzu-feda” senaryosuna yakalandı ve kendi “arzu-çile-yücelme” öyküsü boyunca yürümeye başladı. Ve aslında ikisi de bu kritik anda, bu doğum ve yeniden doğum anında, Necip Fazıl’ın körelmeye teşne şiirinin ötesine geçmeyi becerdiler.
“KARAKOÇ’TA DİRİLİŞ İKİ ANLAMI HAİZDİR; İLKİ GELENEKTE OLDUĞU GİBİ ÖLDÜKTEN SONRA DİRİLME VE AHİRET DÜŞÜNCESİ; İKİNCİSİ İSE TANZİMAT İLE BAŞLAYAN REDD-İ MİRAS SÜRECİNE YAPILAN İTİRAZDIR”
Doç. Dr. Mehmet Özger-Afyon Kocatepe Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı
Sezai Karakoç’u düşünce ve şiir evreni ekseninde analize tabi tutacak olan bu dosyada; ilkin, Karakoç’un düşünce evreninin temel köşe taşlarının ne(ler) olduğunu düşünüyorsunuz? Düşünce atlasını oluşturan temel kavramları (Tanrı, Varlık, Doğu, Batı, Diriliş, Medeniyet, Hakikat gibi) modernlik ve gelenek bağlamında nelerden ve nerelerden beslenmektedir? Düşünce dünyasının, İslam ve Türk düşünce tarihinde açtığı patika nedir? Bir bütün olarak düşünce evreninin bugünün insanına neler söylediğini düşünüyorsunuz?
İnsanlık tarihinde hemen her düşünce hareketi kendi kavramlarını üretmekle işe başlamıştır. Modernizmin Rönesans ve Reform hareketleri ile başlayan atılımı, Tanrı eksenli bir evren tasarımından insan eksenli bir dünya tasarımına yönelmiştir. Hümanizmle tahta insan oturur, rasyonalizmle imanın yerine akıl… Sezai Karakoç’un içine doğduğu dünya, bu fikirlerin Batı’dan sonra yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti tarafından resmî ideolojinin temel fikri olarak kabul edilmiş olduğu bir dünyadır.
NECİP FAZIL, MİLLİYETÇİLİKLE KARIŞAN VE ÇOĞU ZAMAN İMA EDİLEN BİR İSLAM’DAN SÖZ EDERKEN, SEZAİ KARAKOÇ ALENEN KENDİ DAVASINI İSLAM OLARAK NİTELEMİŞTİR
Kendi kültür kodlarını muhafaza eden Sezai Karakoç, Akif ve Necip Fazıl gibi kendisinden önce gelenlerin başlattığı akımı yerli yerine oturtan düşünürdür. Çünkü Akif, Kurtuluş Savaşı gibi bir yıkımdan sonra susmak zorundadır, Necip Fazıl ise hızla kurulan bu yeni pozitivist düşünceye çoğu yerde tepkisel bir karşılık verebildi. Belki ilk defa Sezai Karakoç kendi düşüncesinin kavramlarını yerli yerine oturttu. Necip Fazıl, milliyetçilikle karışan ve çoğu zaman ima edilen bir İslam’dan söz ederken ilk defa Sezai Karakoç alenen kendi davasını İslam olarak niteledi. İslam medeniyeti, İslam devleti gibi kavramları kullanarak kendisinden sonra gelecek olanlara bir yol haritası çizdi.
Kavramlar yerli yerine oturmadan düşünmek imkânsızdır. Hatta zararlıdır. Çünkü anlamlar başka kavramlarla ifade edildiği zaman asla kendileri gibi olmaz, vekil kavramlar olarak hareket ederler. Sezai Karakoç; İslam, İslam milleti, İslam düşüncesi, İslam devleti, İslam medeniyeti gibi kavramları genel çerçeve olarak Diriliş kavramı ile ifade eder. Karakoç, gelenek ile modern arasında yer alan bir düşünürdür. Geleneği ihya eden bir düşünürdür. Böyle olduğu için kavramlar büyük bir geleneğin içinden çıkıp gelir. Mesela Diriliş kavramı, basu bade’l mevt kavramından gelir. Diriliş, iki anlamı haizdir; ilki gelenekte olduğu gibi öldükten sonra dirilme ve ahiret düşüncesidir; ikincisi ise Tanzimat ile başlayan Batılılaşma ve redd-i miras sürecine yapılan itirazdır. Bu itiraz bütün kavramlarıyla hemen her cepheden İslam medeniyeti düşüncesini yeniden ayağa kaldırmayı amaçlar. Devlet ve devletin her türlü kurumsal yapısı hakkında görüşleri olduğu gibi, kültür, ekonomi, sinema, edebiyat ve özelde şiirde nasıl bir yol izlenmesi gerektiğini kitaplarında ele alır. Ona sadece bir şair olarak bakmak hatalı olur. Çünkü İslam düşüncesi ekseninde nasıl bir parti kurulması gerektiğini de bizzat parti kurarak gösterir. Parti kurması aktif siyasete girmekten çok İslam eksenli bir parti nasıl olmalıdır sorusunun cevabıdır aslında. Parti programı okunduğunda modern hayatın her alanı hakkında görüşler serdedildiği görülür. Devlet ve kültür politikalarından tutun da hayvan haklarına kadar her alan düşünülmüş ve ilgili konular hakkında çok net ifadelerle görüşler bildirilmiştir.
Özetle söylersek Sezai Karakoç, redd-i mirasla silinmeye çalışılan İslam düşüncesi ve geleneğini modern dönemde Diriliş kavramı etrafında ihya etmeyi amaçlamıştır.
İSLAM MEDENİYETİ VE ESTETİĞİ NASIL Kİ TEVHİT VE SOYUTLAMA ÜZERİNE KURULU İSE SEZAİ KARAKOÇ ŞİİRİ DE SÖZ KONUSU KAVRAMLAR ÜZERİNDEN HAREKET EDER
Şiir dünyası bağlamında Sezai Karakoç’u form, üslup, anlam, imgelem, ses ve içerik parametreleri ışığında nasıl değerlendirmeye tabi tutuyorsunuz? Şiir dünyasının temel yapı taşları nelerdir? Şiirini İslam estetiği ve hakikat telakkisi ekseninde nasıl okumak gerekir? Şiir dünyasının edebiyat poetikasında açtığı patika nedir? Şiirlerinin günümüz insanına neler söylediğini düşünüyorsunuz?
İnsan bir bütündür, en çok bütün olan ise şairdir. Sezai Karakoç ise Müslüman bir şair olduğu için tevhit (birlik) düşüncesine önem vermesi hasebiyle daha çok bütünlük göstermesi gereken bir sanatçıdır. Şairin dünya görüşü, ideolojisi, düşünce dünyası doğal olarak şiirlerinde de bariz bir şekilde görünür.
Sezai Karakoç şiirinin temel dinamiği tevhit düşüncesidir. İlk şiirlerinden son şiirlerine kadar tevhit ve İslam, şiirlerinin temelini oluşturur. Diriliş düşüncesinin şiirdeki görünümüdür diyebiliriz.
Sezai Karakoç şiiri ile düşüncesi arasında çok sıkı bir bağ vardır. Yitik Cennet, Ruhun Dirilişi, İslam’ın Dirilişi, İnsanlığın Dirilişi, Kıyamet Aşısı gibi düşünce kitaplarını Gün Doğmadan adlı toplu şiirlerinden ayrı düşünemezsiniz. Hepsi birbirini tamamlar.
İslam medeniyeti ve estetiği nasıl ki tevhit ve soyutlama üzerine kurulu ise Sezai Karakoç şiiri de söz konusu kavramlar üzerinden hareket eder. İslam estetiği, nesnel dünyayı soyutlayarak Tanrı düşüncesini eserlere nakşeder. Minyatürlerde perspektif olmayışı, resmin yasak olması, hat sanatı, arabesk figürler vb. hepsi metafizik ve ‘soyut’un ön planda olması ile ilgilidir. Sezai Karakoç, bunları Edebiyat Yazıları adlı üç ciltlik kitabında detaylı olarak ele alır.
KARAKOÇ, CUMHURİYET SONRASI OLUŞAN HECE VE GARİP ŞİİRLERİNİ YIKARKEN; ŞİİRİ TEKNİK OLARAK YENİ, İÇERİK OLARAK DA GELENEĞİ YENİDEN DİRİLTMESİ BAĞLAMINDA İLKTİR
Sezai Karakoç’un şiirlerindeki temel izlek, İslam medeniyeti ve unsurlarıdır. Forma gelince, Karakoç İkinci Yeni şiirinin kurucu şairlerindendir. Bunu, Ece Ayhan ve Cemal Süreya muhtelif yerlerde belirtmişlerdir. İkinci Yeni, Garip şiirinin sıradan insan ve sıradan kavramlar üzerine kurulan yapısına karşı çıkar. Garip, yeni kurulan Cumhuriyet’in âdeta resmî şiir akımı gibidir. Osmanlı’dan tevarüs eden birikimi reddeder. Şiirde imgeye, sanata, edebi sanatlara, ölçüye, idealizme karşı çıkar. İslam medeniyetinden gelen kavramlar ve imgelerin içini boşaltır. Mesela Allah’a götüren bir yol olarak görülen aşk ve sevgili bile “vesikalı yârim” gibi ifadelerle aşağı düşürülür. İşte Sezai Karakoç, İkinci Yeni’nin kurucu şairlerinden biri olduğu için teknik olarak imgelerin yoğun olduğu, serbest bir şiir kurar.
Hiç şüphe yok ki kendisinden önce gelen Necip Fazıl ve Nazım Hikmet birikimini de kullanmıştır. Özgür ve daha derin bir şiir kurar Sezai Karakoç. Kimi zaman çok lirik kimi zaman ise anlatımcı ve destansı anlatımlarla güçlendirir şiirini. Haysiyeti ile oynanmış kavramları ve imgeleri yeniden diriltir. Monno Rosa ile vesikalı yâr seviyesine indirilen sevgiliyi ve aşkı yüceltir, olması gereken yere taşır. Hızırla Kırk Saat ile Hızır kavramını diriltir. Geleneği şiirde yeniden kurar. Kendisinden önce gelen Yahya Kemal’in, geleneği Divan edebiyatının şekilsel unsurlarını (arzu ölçüsü, nazım şekilleri) kullanıp içeriğini modernleştirerek kurma girişimini bir adım öteye taşıyarak hem şekil hem de içerik olarak İslam düşüncesinden hareketle yeni bir şiir kurar. Bu şiir muhalif ve kurucu bir şiirdir.
Bir yandan Cumhuriyet sonrası oluşan Hece ve Garip şiirlerini yıkar öte yandan kendi düşünce yapısına göre bir şiir oluşturur. Teknik olarak oldukça yeni bir şiir olduğu gibi içerik olarak da geleneğin kaybolan kavram ve imgelerini yeniden diriltmesi bağlamında bir ilktir. Yahya Kemal’den farkı ise Yahya Kemal’de aslolan geleneğin formu ve kültürel unsurları iken Sezai Karakoç şiirinde geleneğe rengini veren İslam düşüncesidir. Harold Bloom’un Etkilenme Endişesi kitabında söylediği, genç şairin baba olarak gördüğü şairleri aşması meselesi tam olarak Sezai Karakoç’ta hayat bulur. Çünkü Sezai Karakoç kendisinden önce gelen büyük şairler olan Necip Fazıl, Yahya Kemal ve Nazım Hikmet şiirlerinden başka bir şiir kurar, kendine has üslubu, söyleme biçimi, imgeleri ve formu vardır. İmgeler, söylem, form yenidir; içerik ise kadim geleneğin modern dönemde anlayabileceği şekilde yenilenmiştir. Monna Rosa, Leyla ile Mecnun, Hızırla Kırk Saat, Taha’nın Kitabı, Zamana Adanmış Sözler kitapları birer modern mesnevidir ve beş mesnevi yazdığı için Sezai Karakoç, modern şiirdeki ilk hamse sahibi şairdir.
En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.
METİN ÖNAL MENGÜŞOĞLU
Şair ve yazar Önal, Türkiye Yazarlar Birliği üyesidir. Şiir ve yazıları Yeni İstiklal, Türk Yurdu, Defne, Çile (3 sayı, Malatya), Dal, Çağrı, Fikir ve Sanatta Hareket, İslâm Medeniyeti, Millî Gençlik, Deneme, Aylık Dergi, Kriter (1971-84), kendi çıkardığı Kelime (1986-87), Varide, İktibas ve Umran dergilerinde yayımlandı.
ORHAN KOÇAK
1948, İstanbul doğumlu. ODTÜ’de iktisat ve sosyoloji okudu. 1987-2002 yılları arasında yayımlanan Defter dergisinin yayın kurulunda yer aldı. Psikanaliz, Marksizm, eleştirel teori, Frankfurt Okulu ve edebiyat eleştirisi alanındaki yazılarıyla tanınmaktadır. Metis Yayınları’nda bir edebiyat kuramları ve eleştirisi dizisi başlattı (Metis Eleştiri) ve yayın yönetmenliğini üstlendi. Virgül dergisinin yayın yönetmenliğini yaptı. T. W. Adorno, Max Horkheimer, Melanie Klein ve Samuel Beckett çevirdi: Minima Moralia (1998), Akıl Tutulması (1986), Haset ve Şükran (1999) ve Proust (2001). Orhan Koçak 2016 yılında Erdal Öz Edebiyat Ödülü’nü aldı.
MEHMET ÖZGER
2011-2015 yıllarında Muş Alparslan Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde öğretim üyesi olarak çalıştı. 2015 yılında Bingöl Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde görev yapan Özger, şu an Afyon Kocatepe Üniversitesi öğretim üyesidir.