Suudi Arabistan Neden Suriye Rejimiyle Normalleşiyor?

Savaş yorgunu Suriye için adım atılması elbette ortak kanaat, fakat 2011’den bu yana toplumsal ve siyasi olarak bu kadar çok ülkeyi etkisi altına alan bir savaştan Esad’ın lider olarak çıkması Arap toplumları için ciddi bir hayal kırıklığı doğurabilir.

Suriye’de Arap Baharı sonrası başlayan isyanların bir iç savaşa evirilmesi, Ortadoğu’nun son 10 yılda yaşadığı bazı temel sorunların dayandığı bir çatışmayı doğurdu. En başta belki de en fazla toplumsal etkiye sahip ve dünyanın dört bir yanına dağılmış Suriyeli mülteciler. DAEŞ’in oluşturduğu yeni bir ‘İslami’ terör formatı. YPG’nin hem bölge hem de Türkiye için oluşturduğu risk ortamı. Mezhep çatışmalarının ve İran’ın rolünün artması. Çin, Rusya ve ABD gibi bölge dışı aktörlerin savaşa dahil olmaları. Savaşın; Türkiye, Irak, Ürdün ve Lübnan’ın iç politikasında belirleyici bir unsur olması. Bütün bu etkenler ve eklenebilecek pek çok askeri, ekonomik, siyasi ve sosyal unsurla, Suriye Savaşı Ortadoğu’nun açık bir yarası. Fakat Körfez ülkeleri ya da diğer Arap devletlerinin savaşın ilk yıllarındaki sert ve çatışmayı Suriye direnişi yönünde çözme eğilimi, yerini bu açık yarayı mümkün olduğunca çabuk kapatma çabasına dönüştü. 

 

Suriye-Katar-Türkiye İş Birliği

 

İlk aşamada Suriye rejiminin her başarısı ve savaşı devam ettirme yönündeki manevrası, İran’ın bölgesel rolünün bir yansıması olarak görüldüğü için; Suriye’yi İran’dan kurtarmak özellikle Körfez ülkelerinin ortak tutumuydu. Hem Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi (KİK) devletleri adına yapılan resmî açıklamalar hem dönemin Suudi Arabistan Kralı’nın tutumu, sivillere uygulanan aşırı şiddetin durdurulması ve acil bir barış planı oluşturulması yönündeydi:

 

“…. Suriye’de olanlar Suudi Arabistan Krallığı için kabul edilemez. Olay, gerekçelerle haklı gösterilemeyecek kadar büyük, ancak bunun yerine Suriye liderliği hızlı ve kapsamlı reformları harekete geçirebilir. Suriye’nin geleceği sadece iki seçenek arasında: Ya isteyerek bilgeliği seçer ya da Allah korusun, kaosun ve kaybın derinliklerine sürüklenir. Kardeş Suriye hükümeti ve halkı Suudi Arabistan Krallığı’nın geçmişteki pozisyonlarını biliyor. Bugün Suudi Arabistan Krallığı, ölüm makinesinin ve akan kanın durdurulmasını, çok geç olmadan aklın kullanılmasını, vaatlerle iç içe geçmeyen, ancak fiilen gerçekleştirilen reformların uygulamaya konulmasını ve harekete geçirilmesini talep ederek kardeşlerine karşı tarihi sorumluluğunu yerine getiriyor… Bu bağlamda, Suudi Arabistan Krallığı, oradaki güncel olaylarla ilgili istişarelerde bulunmak üzere büyükelçisini geri çağırdığını duyurur.” 

 

Kral Abdullah’ın bu sözleri Arap sokağında da karşılık buldu ve dahası Katar’la ortak olarak Suriye muhalefetinin silahlanması; siyasi ve ekonomik destek alması için adımlar atıldı. Suriye’den büyükelçilikler çekildi, Şam’ın Arap Ligi ve İslam İşbirliği Teşkilatı üyelikleri 2011’de askıya alındı. 

 

Türkiye de bu yıllarda Suudi Arabistan ve Katar’ın Suriye muhalefetine verdiği desteğe eklemlendi. Bilindiği üzere Suriye direnişinin pek çok hamlesi ve organizasyonu Türkiye’de yapıldı ve Ankara bu direnişin bir parçası oldu. Üç ülke arasında yaşanan bu iş birliği, üçlü bir konsorsiyum halini almıştı; hatta 2015 yılında, dönemin Katar Dışişleri Bakanı Halit Al-Attiyah, “Suriye halkını ve Suriye’yi bölünmeden koruyacak ne varsa Suudi ve Türk kardeşlerimizle gerçekleştirmek için hiçbir çabadan kaçınmayacağız” ifadesiyle bu iş birliğine dikkat çekti. Fakat DAEŞ’in bölgesel ve küresel boyutta etkisini artıran terörü, Suriye muhalefetinin içinde yaşadığı sorunlar ve Rusya’nın hava müdahalesiyle Esad rejimine destek vermesi, hem savaşın teknik gidişatını hem de muhalefete destek olan ülkelerin tutumlarını ve stratejilerini etkiledi.

 

Muhammed Bin Selman Etkisi

 

Özellikle Suudi Arabistan’ın politikasına odaklanmak, Suriye’ye yönelik politikanın Muhammed Bin Selman’ın (MBS) etkisiyle değişen boyutlarının ve bugünkü uzlaşı, normalleşme ve ıslah üçgeninin anlaşılmasına yardımcı olabilir. 

 

MBS’nin Suud dış politikasında etkili olmaya başlamasının ilk hamlesi, 2015’te Yemen’e askeri müdahale başlatılması olarak ele alınabilir. Peki MBS, nasıl adım adım Suudi Arabistan’ın Suriye muhalefetine askeri mühimmat, ekonomik ve lojistik desteğini azalttı? Birinci olarak, sınırında Yemenli milis güçlerle savaşan Suudi Arabistan için İran’la bölgesel mücadelenin adresi, Suriye’den Yemen’e kaydı. İran’ı bölgede dengelemek ve engellemek politikası iki devletin yeni anlaşması ile yumuşasa da, 2015 tarihi düşünüldüğünde, İran’la tek cephede savaşmak tercih edildi. İkincisi, MBS için Yemen ilk büyük hamleydi, o nedenle şahsi olarak Suud devletinin kaynaklarını Suriye’de değil, Yemen’de harcamayı öncelediği biliniyor. Üçüncüsü, Suriye bölge için kritik bir öneme sahip olsa da Yemen’in Suudi Arabistan’ın komşusu olması ve fiziken oradaki tehditlerin daha yakın olması, Krallık’ın politikasında öncelikleri değiştirdi. Dördüncü etmen, MBS’nin Rusya’nın Suriye savaşına dahil olmasıyla ilgili tutumunun diğer Arap devletlerinden farklı olması. Hem Rusya’nın savaşa müdahalesi, ABD ve Suudi Arabistan’ın savaşın gidişatıyla ilgili fikir anlaşmazlığı yaşadığı sürece denk geldi ve Obama yönetiminin zayıflığıyla ilişkilendirildi hem de DAEŞ’in artan tehdidi, “Rusya Suriyelilerle değil DAEŞ ve diğer radikal gruplarla savaşıyor” yönünde bir algı oluşturdu. Arap liderlerin açıkça Suriye’de savaş Rusya sayesinde devam ediyor ifadeleri olsa da Rusya’nın rolüne doğrudan bir tavır alınmadı. 

 

Diğer bir unsur, kanıtlanması mümkün olmasa da, MBS’ye ve Suud rejimine karşı Kanada’da açılmış bir dava dosyasına dayanıyor. Krallık’ın istihbarat danışmanlarından ve uzun yıllardır istihbarat çalışanı olarak hizmet etmiş bir isim olan Saad Al-Jabri, Kanada’ya sığındı ve hayati tehlikesi olduğu için koruma altına alındı. Al-Jabri, Suud resmî makamlarına karşı açtığı davada, MBS’nin şahsen Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’le telefonda görüşerek, Rusya’yı Suriye’ye olası bir müdahale noktasında teşvik ettiğini iddia ediyor. Bu gizli görüşmelerin, CIA yetkilisi John Brennan tarafından da bilindiğini öne sürüyor. Mahkeme kaydına geçen ifadesinde Al-Jabri, Rusya’nın henüz Suriye’deki savaşa taraf olmadığı bir dönemde, Brennan’ın MBS’ye Rusya’nın Suriye’ye müdahaleye teşvik edilmesinden haberdar olduğunu söylemesi üzerine, Veliaht Prens’in prensin öfkelendiğini söylüyor.

 

Bu iddialara karşılık bir belge olmadığı için bir ihtimal olarak ele alınsa da, MBS’nin Rusya ile yakın bir ilişkide olduğu ve özellikle Joe Biden döneminde tercihen Moskova ile yakınlaşmaktan çekinmediği aşikâr. Veliaht Prens’in, Ukrayna işgalinde de Rusya’yı desteklemesi, onun yönetiminde Rusya’yla diğer Suud krallarından daha yakın bir ilişki kurulacağı öngörüsünü destekliyor.

 

Uzlaşı, Normalleşme ve Islah Üçgeni

 

Suriye rejiminin Arap liderlerle normalleşme süreci ise Umman’la başladı. Umman’ın Suriye Dışişleri Bakanı ve üst düzey yetkilileriyle ilişkisi nerdeyse hiç kesilmedi. İkili ziyaretler devam etti. Bahreyn 2018’de Şam’daki büyükelçiliğini tekrar açtı. Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ise hem Bahreyn’le aynı yıl büyükelçiliğini açtı hem de Arap devletlerinin Suriye’de diplomatik misyon açarak, bu meseleyi kendi aralarında çözmek adına tekrar bir araya gelmelerini önerdi. BAE, benzer şekilde aynı yıl Suriye’nin Arap Ligi’ne geri dönmesi için çağrı yaptı. BAE’li diplomat ve dönemin dışişlerinden sorumlu Devlet Bakanı Enver Gargaş, Suriye’nin İran ve Türkiye’nin elinden alınıp tekrar bir Arap meselesi olması için, Arap devletleri girişimde bulunmalı ifadelerini kullandı. Diğer bir deyişle BAE, rejimle normalleşmesini, sorunun tekrar bir çözüm zeminine gelmesi ve dış aktörlerin saf dışı bırakılması minvalinde meşrulaştırdı. 

 

Suudi Arabistan’da ise yukarıda bahsedilen nedenlere ek olarak MBS etrafında oluşan siyasi elitler ve MBS’nin kendisi için Esad’la masaya oturup bu yarayı hızlı bir biçimde kapatmak bir öncelik haline geldi. Önemli bir diğer faktör de Suriye direnişinin başlarında, Suudi Arabistan’ın Müslüman Kardeşleri, onların reform çağrısını ve Suriye içinde onlara bağlı güçleri desteklerken, 2014 sonrasında İhvan’ı terör örgütü ilan etmesi. Suudi Arabistan için İhvan etrafında bir reform çağrısı, Suriye’de desteklenen bir süreç olmaktan çıktı. O nedenle MBS, Suriye’de rejim değişikliğini destekleyen biz çizgide yol almadı ve üst düzey görüşmeler başladı. Özellikle Suriye’nin kuzeyinde meydana gelen depremin de etkisiyle, BAE’nin aracılığında Körfez devletlerinden toplanan yardımlar da iletildi ve yeni iletişim kanalları açıldı. 

 

Körfez ülkelerinin Esad’la görüştüğü bir diğer mesele da Suriye’de üretildiği iddia edilen captagon isimli uyuşturucu maddenin Lübnan üzerinden özellikle Suudi Arabistan ve BAE’ye satılması. Suudi Arabistan’ın Lübnan’dan gelen belli ürünlere 2021’den bu yana yasak uygulamasının sebebi de bu uyuşturucunun transferini engellemeye çalışması. Suriye’nin savaşın artan maliyeti ve başka bir ekonomik kaynağı geliştirememesiyle beraber ekonomik olarak tamamen captagona bağımlı hale gelerek bir “narkotik devletine” dönüştüğü iddia ediliyor. Özellikle Suudi Arabistan’ın, captagon üretiminin durması şartıyla, Esad rejimine 4 milyar dolar yatırım sözü verdiği söyleniyor. Bu nedenle, savaşın sona erdirilip Esad yönetimiyle belli adımların atılması bu ticaretten rahatsız olan Ortadoğu devletleri için bir seçenek.

 

Bu gelişmeler ışığında, Beşar Esad, Mayıs ayında düzenlenen 32’nci Arap Ligi Devletleri toplantısına katıldı ve böylece hem birliğe geri alındı hem de diğer Arap liderlerle resme girerek yeniden meşruiyet kazanmaya çalışıyor. Kuveyt ve Katar ise hâlâ bu duruma karşı çıkıyorlar. Katar’ı temsilen katılan Emir Tamim, toplantıdan da Esad’ın konuşmasına denk gelen sürede ayrılarak, bu noktada tavrını bir kere daha gösterdi. Katar’ın pek çok üst düzey yetkilisinin defalarca basına yansıyan ifadelerine benzer şekilde, Dışişleri Bakanı Şeyh Muhammed Al-Sani, ancak Esad toplumsal barış için ciddi adımlar atıp politika değiştirirse iki devlet arasında bir normalleşme yaşanacağını söyledi ve diğer devletleri de bu konuda temkinli olmaya davet etti

 

Arap devletlerinin Esad’la normalleşme sürecini bir ıslah süreci olarak dillendirmeleri ve bölgenin iyiliği için bir adım attıklarını ifade etmeleri, henüz ne Arap dünyasında ne de akademik yazında benzer şekilde bir karşılık bulmuş değil. Savaş yorgunu Suriye için adım atılması elbette ortak kanaat, fakat 2011’den bu yana toplumsal ve siyasi olarak bu kadar çok ülkeyi etkisi altına alan bir savaştan Esad’ın lider olarak çıkması Arap toplumları için ciddi bir hayal kırıklığı doğurabilir. Suriye politikasının MBS’nin ellerinde yön değiştirmesi ve Esad’ın Arap Ligi’ne de yine onun teveccühü ve baskısı ile dönmesi, Veliaht Prens’in bölgedeki liderlik iddialarının yeni bir dosyasını oluşturuyor. Diğer bir deyişle, Suriye’ye “barışı” MBS getirirse; barış, halkın taleplerini ne kadar yok sayarsa saysın, savaşı bitireceği için onun liderlik hanesine başarı olarak yazılabilir.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.