Ticaret Savaşları ve Çin’in Bölgesel Ekonomi Politikaları
Son dönemde Trump’ın Çin’e karşı başlattığı ticaret savaşı gündemde. Bu savaşın temel gerekçesi, ABD’nin Çin ile ticaretinde her yıl yüz binlerce dolar açık vermesi. Savaşın ne kadar süreceğine ilişkin belirsizlik devam ederken, artan gümrük vergilerinin yükünü ABD vatandaşları çekiyor.
Üretim Üssü ve İhracat Lideri Çin
Mao Zedong liderliğinde 1949 yılında kurulan Çin Halk Cumhuriyeti, bu dönemde planlamacı ve katı merkeziyetçi bir ekonomi politikası izledi. 1976 yılında Mao’nun ölümüyle Çin’in liderliğini üstlenen Deng Xiaoping, Mao’nun başlattığı sınıfsal mücadelenin tamamlandığı ilan ederek 1978 yılından itibaren ekonomik reformlarla aşamalı olarak serbest piyasaya geçişin önünü açtı. Bu dönemde devletin ekonomideki payı yüzde 78 iken döneminin sonunda, 1997 yılında bu oran yüzde 30’lara geriledi.
Deng Xiaoping, serbest piyasa mekanizmasını güçlendirmek ve doğrudan yabancı sermaye çekmek için bir dizi hukuki düzenleme yaptı. 1979 yılında çıkarılan kanunla, Çin ve yabancıların ortak girişimine izin verildi. Ardından 1983 yılında Ticari Markalar Kanunu ve 1985 yılında Patent Kanunu çıkarıldı. 1986 yılında çıkarılan kanun ise, yabancılara tek başına şirket kurma hakkı tanıyordu. Böylece doğrudan yabancı sermayenin önündeki engeller büyük oranda ortadan kalkmış oldu.
Bu düzenlemelerin yanı sıra devletin sağladığı teşvikler ve ülkedeki ucuz iş gücü sayesinde Çin, dünyanın en çok yabancı sermaye çeken en büyük ekonomilerden biri oldu. 1978-1998 yılları arasında Gayri Safi Milli Hasılası yıllık ortalama yüzde 9,5 arttı.
Çin’in Artan Dış Ticareti
1929 yılında yaşanan dünya ekonomik krizi sonrasında ülkelerin dış ödemeler dengesinde önemli derecede bozulmalar yaşanmıştır. Bu durumu düzeltmek için korumacı politikalar izlenmiştir. Bunun sonucunda tarife artışlarına ve tarife dışı engellere başvurulmuş ancak bu tedbirler ters tepmiş, ekonomiler giderek kötüleşmiştir. II. Dünya Savaşı’ndan sonra dış ticaretin bir uluslararası örgüt tarafından düzenlenmesi fikri doğmuş ancak bu görüş ülkeler tarafından genel kabul görmemiştir. Bunun yerine 1947 GATT ile bir platform oluşturulmuştur. GATT’a dayalı yürütülen görüşmeler sonucunda, yaklaşık yarım yüzyıl sonra, 1995’te Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) kurulmuştur. Başta DTÖ’nün kurucu üyeleri arasında yer almayan Çin, daha sonra, 2001 yılında üye olmuş ve böylece küresel pazarlara açılmaya başlamıştır.
Çin’in Deng Xiaoping döneminde başlattığı reformlar sayesinde merkezi planlama önemli ölçüde terk edilmiş, emek ve sermaye gibi faktörlerin hareketi piyasa mekanizmasına bırakılmıştır. Çin bu dönemde üretim üssü haline gelmiş ve dış ticareti hızla büyümüştür. 1981-1990 yılları arasında ihracatı yıllık ortalama yüzde 66 artmıştır.
Çin’in Doğrudan Dış Yatırımları ve “Bir Kuşak Bir Yol” Projesi
Çin’in hedefleri arasında tarihi İpek Yolu’nu yeniden canlandırmak vardır. İpek Yolu’nun tarihi milattan önceye dayanmaktadır. 16’ncı yüzyıla kadar önemini koruyan Yol, Asya, Avrupa ve Afrika’yı birbirine bağlayan yollardan oluşmaktaydı. İpek Yolu’nun kontrolünü elinde bulunduran ülkeler, mühim bir gelir kaynağına sahip olmuşlardır. Çin’in amacı, tarihi İpek Yolu’nu yeniden canlandırmak ve üretim fazlasını dünya piyasalarına ulaştırmaktır.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ortaya çıkan Kafkasya ve Orta Asya Cumhuriyetlerinin enerji kaynaklarından yararlanmak ve bu pazarlara erişmek için Avrupa, ABD, Rusya ve Çin çeşitli projeler başlatmışlardır. Eski İpek Yolu’nu yeniden canlandırmaya çalışan Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, buranın eski bir İpek Yolu güzergâhı olması avantajını da değerlendirerek, ilk kez 2013 yılında Kazakistan ziyareti esnasında Bir Kuşak Bir Yol projesini (BKBY) duyurmuştur.
Çin, projeyi tanıtırken hedefinin eşitlik, karşılıklı fayda ve barış için işbirliği, bölgesellik, çok taraflılık ve yeni pazarlara erişim, gümrük duvarlarını kaldırmak, diyalogları geliştirmek, farklı siyasi, kültürel ve dinler arası diyalog sağlamak ve muhtemel çatışmaları önlemek olduğunu ilan etmiştir. Özellikle Çin’in egemenliğini hedefleyen jeopolitik bir araç olmadığı, bilakis Asya ülkelerinin ortak bir çabası olduğu vurgulanmıştır.
Proje iki koridordan oluşmaktadır. Birincisi, ‘Bir Kuşak’tır. Bununla kara ve demiryolunun Orta Asya ve Kafkasya üzerinden Avrupa’ya ulaşması hedeflenmektedir. Dünyada bir üretim üssü haline gelen Çin, ihtiyaç duyduğu doğalgaz ve petrolü temin etmek ve sürdürülebilirliğini güvence altına almak için bu bölgeyle ticaret ve yatırım ilişkilerine özel önem vermektedir.
Diğer taraftan Rusya, Amerika ve AB’nin de bu bölgeye yönelik başlattıkları projelerin temelinde, buradaki yeraltı rezervlerinden daha fazla yararlanma amacı vardır.
BKBY projesinin ikinci koridoru ‘Bir Yol’dur. Bu da deniz yolunu ifade etmektedir. Bu yol, Çin’in Quanzhou şehrinden başlayan, Güney ve Güneydoğu Asya, Afrika, Kuzey Akdeniz’den Avrupa’ya uzanan bir deniz yoludur.
Çin bu projenin finansmanın sağlamak için Asya Altyapı Yatırım Bankası (AAYB: Asian Infrastructure Investment Bank), İpek Yolu Fonu (SFR: Silk Road Fund), ve Yeni Kalkınma Bankası’nı (NDB: New Development Bank) kurmuştur.
Türkiye ise projenin Orta Koridor’unda yer almaktadır. Mevcut demir ve karayolu altyapısı ile mallar Avrupa’ya daha hızlı ve güvenli bir şekilde ulaştırılabilecektir.
BKBY projesi, jeo-ekonomik bakımından son dönemin en gözde projesidir. Yaklaşık 70 ülkeyi ve dünya nüfusunun üçte ikisini kapsayacağı iddia edilmektedir. Çin’in projeye 4 trilyon dolar yatırım yapması beklenmektedir.
Kimilerine göre Çin bu proje ile yatırımdan ziyade bir hikâye yazmak istiyor. Projeyi güç biriktirme aracı olarak kullanıyor. Büyük bir çaba ile 2017 yılı forumuna 30 dünya lideri ve 110 ülke temsilcisinin katılımını sağlamıştır.
Her ülkenin aynı oranda BKBY’dan faydalanması beklenemez. Ölçek ekonomisini hedefleyen ve üretim fazlası olan ülkelerin bu projeden daha fazla yaralanacağı öngörülebilir.
Dolayısıyla dünya üretiminin yüzde 30 ve dünya ihracatının yaklaşık yüzde 15’lik payına sahip Çin’in BKBY projesinden daha fazla yaralanacağı su götürmez bir gerçektir.
Çin, artan hane halkının tasarrufları ve kurumsal tasarruflarıyla birlikte oluşan ticaret fazlası sayesinde döviz rezervlerini artırdı.
2000’lerden itibaren Çin şirketleri, dışa açılmaya (going out) ve yabancı ülkelerde yatırım yapmaya başladı. Bu kapsamda yeni fabrika kurma, şirket satın alma, yol, köprü, liman ve demiryolları gibi altyapı inşası, toprak alımları ve tarım yatırımları öne çıkan yatırımlardır.
Çinli yatırımcılar, Avrupa ve Kuzey Amerika’dan ziyade Asya, Ortadoğu ve Afrika’ya yönelmişlerdir. Çin yatırımları bu bölgelerin ülkeleri için birtakım fırsatlar sunarken diğer taraftan ekonomik, jeopolitik ve egemenlik alanlarında önemli tehditler oluşturmaktadır.
Çin bölgedeki bazı projelere fon sağlamakla birlikte, o ülkeleri borç tuzağına sürüklemektedir. Mesela Sri Lanka, Çin’e olan borçlarını ödeyemeyince Hambantota Limanı’nın işletme hakkını 99 yıllığına Çin’e devretmek zorunda kalmıştır. Benzer şekilde Etiyopya, Zambiya ve Cibuti gibi bazı Afrika ülkeleri, dış borçları yüzünden Çin’in siyasi nüfuzu altına girmişlerdir.
Yine Çin, Pakistan, Myanmar ve Cibuti’de stratejik önemi haiz liman yatırımları yaparak bu ülkelerdeki etkinliğini artırmaktadır. Afganistan’daki enerji, madencilik ve altyapı yatırımların neredeyse tamamı, Çin tarafından yapılmaktadır.
Çin’in bölgesel güç haline gelmesi, bazı bölge ülkelerini ciddi ölçüde endişelendirmektedir. Mesela Çin’in Tayvan üzerindeki baskısı Japonya’yı tedirgin etmekte ve tehdit olarak algılanmaktadır. Bu durum Japonya’nın ABD’ye daha fazla yaklaşmasına yol açmaktadır.
Çin’in Pakistan ile gelişen ticari, yatırım ve siyasi ilişkileri, Pakistan ile sınır anlaşmazlığı yaşayan Hindistan’ı oldukça rahatsız etmektedir.
Güney Kore, Çin ile kayda değer miktarda ticaret yapmakla birlikte Çin’in Kuzey Kore’ye olan desteği Güney Kore’yi rahatsız etmektedir.
Aslında bölgedeki ülkelerin en büyük endişesi, Çin’in ekonomik gücünü ileride jeopolitik bir araca dönüştürme ihtimalidir.
Ticaret Savaşları
Tarihte iki ordunun karşılıklı saldırıları ile başlayan sıcak savaşların yanı sıra II. Dünya Savaşı’ndan sonra Soğuk Savaş, ticaret savaşları, siber savaşlar gibi yeni savaş çeşitlerinden bahsedilmeye başlandı.
Son dönemde Trump’ın Çin’e karşı başlattığı ticaret savaşı gündemde. Bu savaşın ABD ve dünya ekonomilerine maliyetinin ne olacağını şimdiden tahmin etmek zor.
2008 yılı dünya finans krizinden sonra üretim, nispeten Çin, Hindistan ve gelişmekte olan Asya ülkelerine kaymaya başladı. Böylece bu ülkelerin ticaret ve finanstaki payları da artmış oldu.
Çin DTÖ’nün bir üyesi. Örgütün eşitlik ilkesi gereği, bir üye başka bir üyeye tanıdığı imtiyazları, ayrım yapmaksızın diğer üyelere tanımak zorundadır. Bu ilke en çok üretim üssü haline gelen Çin’in işine yarıyor.
Çin ile ticaret yapan ülkeler, ticaret açığı vermektedir. Yani Çin’e sattıklarından daha fazla Çin’den mal almaktadırlar. Çin ile ticaret yapanlar açık vermeye başlayınca, serbest ticaret fikri ve DTÖ’nün varlığı tartışılmaya başlandı. Nitekim ABD Başkanı Trump, bir konuşmasında, “Çin DTÖ’ye katıldıktan sonra ABD çelik işlerinin dörtte birini, 3 milyon istihdam imkânını, 60 bin fabrikayı kaybetti. Son 20 yılda 13 trilyon dolar ticaret açığı verdi” diyor.
Trump’ın Çin’e karşı başlattığı ticari savaşın temel gerekçesi, ABD’nin Çin ile ticaretinde her yıl yüz binlerce dolar açık vermesi. Bu savaşın ne kadar süreceğine ilişkin belirsizlik devam ederken, artan gümrük vergilerinin yükünü ABD vatandaşları çekiyor.
Sonuçta Çin’in ABD’ye olan ihracatı düşebilir ancak Trump’ın beklediği gibi şirketler, yatırımlarını ABD’ye kaydırmayabilir.
ENSARİ YÜCEL