Toplumsal İnfialin İlk Akla Getirdiği: İdam Geri Gelir mi, Gelmeli mi?

İdam cezası 2004 yılı itibarıyla ülkemiz bakımından hukuken tarihe karışsa da sonrasında çeşitli vesilelerle tekrar tekrar gündeme gelmiştir. Son olarak hepimizin içini parçalayan Narin Güran olayında idam cezasının geri gelmesi yüksek sesle dillendirilmiştir. Peki, idam cezası geri gelebilir mi? Geri gelirse de bu tür suçların işlenmesinin önüne geçer mi yahut işlendikten sonra uygulanırsa adalet sağlanır mı?

idam cezası

Narin Güran’ın öldürülmesi gibi kamuoyunda haklı bir şekilde infial uyandıran suçlar işlendiğinde toplumun başlıca tepkilerinden biri idam cezasının geri gelmesi yönünde olmaktadır. Hele ki sosyal medya sayesinde sıradan kişilerin tepkilerinin hiç tanımadıkları, sayılamayacak kadar fazla kişiye ulaştığı ve bu tepkilerin birleşerek bir kartopu gibi büyüdüğü dönemlerde siyaset kurumu da büyüyen bu kartopunun önünden çekilmektedir. Tüm bu tepkiler iki motivasyon tarafından beslenmektedir. İlki kanımızı donduran, havsalamızın almadığı fiilleri gerçekleştiren yahut hıyanet olarak algılanan suçları işleyen kişilere duyulan intikam hissidir. İkincisi ise idam cezası olmadığı için bu suçların işlendiği, bu suçları önlemek için idamın geri gelmesi gerektiği düşüncesidir. Yani “Birkaç tanesini sallandırırsan bak bakalım bir daha yapıyorlar mı?” düşüncesi bu tepkiyi alevlendirmektedir. Hemen baştan söyleyelim: Yapıyorlar. İdam cezasının geri gelip gelmemesi, idamın faydalı olup olmadığı meselesine girmeden önce idam cezası nedir bir bakalım. 

 

İdam, yok etme anlamına gelmektedir. Haliyle mahkûm öldürülerek cezalandırılır. İdam cezası yerine ölüm cezası ifadesi de sıklıkla kullanılmaktadır. Mahkûmun en değerli şeyini, yani hayatını elinden aldığı için verilebilecek en ağır cezadır. Bu sebeple de toplumun en ağır cezayı gerektirdiğine kani olduğu fiillere karşılık verilir. Toplumun en ağır şekilde vicdanını yaralayan fiillere karşılık verilse de tarihsel olarak bakıldığında çok da ağır fiiller olmayan ama belirli işlerde düzenin ve intizamın, belirli kurumlara güvenin sağlanması için zecrî tedbirlerin alınmasının gerektiği durumlarda çok basit davranışların dahi idam ile cezalandırıldığı görülmektedir. Savaşlar ya da afetler halinde kargaşa ortamından faydalanarak zaferin elde edilmesini güçleştiren ya da düzenin yeniden sağlanmasını geciktiren kişilere, olağan dönemlerde verilmeyecek ölüm cezasının verildiği görülmüştür. 

 

İdamı siyaseten katlden ayırmak gerekir. Demokratik olmayan düzenlerde gücü elinde bulunduranın, siyasi bir mesaj vermek ya da sonuç elde etmek yahut otoritesini sağlamlaştırmak adına siyaseten katle karar vermesi idam cezası değildir. Tahta çıkan şehzadenin kardeşlerini öldürmesi, savaşta emredilen mevziiyi ele geçiremeyen komutanın boğdurulması ya da kurşuna dizilmesi, kendini padişaha eşdeğer bir otorite gören sadrazamın öldürülmesi idam cezası olarak değerlendirilmemektedir.

 

İdam cezası tarihten bu yana çok farklı usullerde infaz edilmiştir. Geçmiş dönemlerde son derece vahşice ve gaddarca infaz edilen idam cezası son iki yüzyılda olabildiği kadar mahkûma acı çektirmeyen yöntemlerle infaz edilmektedir. Tarihte fil altında ezme, diri diri yakma, hayvanların ya da gladyatörlerin önüne atma, çarmıha germe, uzuvlarının gerdirilerek koparılması gibi gaddarca yöntemlerle infaz edilirken günümüzde uygulandığı ülkelerde ekseriyetle asarak öldürme, elektrikli sandalyeye bağlama, zehirli iğne enjekte etme gibi olabildiğince acısız yöntemler tercih edilmektedir.

 

Türkiye’deki Durum 

 

Ülkemizde idam cezası 2004 yılına kadar hukuken varlığını sürdürmekteydi. Buna karşın son idam cezası 1984 yılında infaz edilmiştir. Bu yıldan sonra hakkında idam cezası verilen hiçbir mahkûmun cezası infaz edilmemiştir. İdam cezasının kaldırılması Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne ek 13 nolu Protokol’e taraf olmanın gereğidir. Türkiye’nin de taraf olduğu 3 Mayıs 2002 tarihli Protokol her hal ve şart altında ölüm cezasını kaldırmaktadır. 6.10.2005 tarihli ve 5409 sayılı Kanun’la ülkemizce onaylanması uygun bulunan Protokol bundan yaklaşık bir ay sonra Bakanlar Kurulu’nca onaylanmış ve Türkiye bakımından yürürlüğe girmiştir. Onaylama işleminden önce ise 5170 sayılı Kanun ile Anayasa’nın 38’inci maddesinin 10’uncu fıkrası “Ölüm cezası ve genel müsadere cezası verilemez” şeklinde değiştirilmiştir. İdam cezasının yürürlükten kaldırılmasına kadar Cumhuriyet tarihinde 712 kişi hakkında idam cezası infaz edilmiştir. Bunlar dışında milli mücadele yıllarında ve Cumhuriyet’in kuruluş aşamasında İstiklal Mahkemelerince ve çeşitli sıkıyönetim mahkemelerince idam edilenlerin sayısı tam olarak bilinememektedir. 

 

İdam cezası 2004 yılı itibarıyla ülkemiz bakımından hukuken tarihe karışsa da sonrasında çeşitli vesilelerle tekrar tekrar gündeme gelmiştir. Gerek vahşice gerçekleştirilmiş çocuk istismarı ve öldürme vakalarında gerek kadınlara yönelik cinayetlerde gerek 15 Temmuz darbe girişimi gibi devlete ve ulusa karşı girişilmiş haince eylemlerde ve son olarak hepimizin içini parçalayan Narin Güran olayında idam cezasının geri gelmesi yüksek sesle dillendirilmiştir. Peki, idam cezası geri gelebilir mi? Geri gelirse de bu suçların işlenmesinin önüne geçer mi yahut işlendikten sonra uygulanırsa adalet sağlanır mı? Ya da cezalandırmayla beklenen amaca idam cezası hizmet eder mi?

 

İdam cezasının geri gelmesi ile kastedilen öncelikle Anayasa’nın 38’inci maddesinin 10’uncu fıkrasının yürürlükten kaldırılması yahut değiştirilmesidir. Bu değişiklikten sonra idam cezasını gerektirdiği düşünülen fiillerin tipine uyduğu suçlara ilişkin düzenlemelere müeyyide olarak ölüm cezasının eklenmesi gerekmektedir. Peki bu değişikliklerden sonra Narin Güran’ı öldürenler ya da 15 Temmuz’un failleri idam edilebilirler mi? Cevap, ‘hayır’dır. Keza ceza hukukunun anayasalarca ve ceza kanunlarınca da tanınan en temel ilkelerinden başlıcası suçta ve cezada kanunilik ilkesidir. Hiç kimse fiili işlediği sırada var olmayan bir suçtan dolayı suçlanamaz ve var olmayan bir cezaya çarptırılamaz. Bu kişilerin ilgili fiilleri işlediği tarihte idam cezası bulunmadığı için idam edilmeleri artık mümkün değildir. Zira aleyhe kanun geriye yürür şekilde uygulanamaz. İdam cezası ancak yürürlüğe girdikten sonra işlenecek suçlar bakımından uygulanacaktır. Fakat bundan daha önemlisi Anayasa’da ya da ceza kanunlarında idam cezasının yeniden düzenlenmesi, gelecekte işlenecek suçlar bakımından da idam cezasının uygulanabilirliğini tek başına sağlamayacaktır. Zira idam cezasını tümden kaldıran tarafı olduğumuz AİHS’ye ek 13 nolu Protokol, idam cezasını öngören ilgili suç düzenlemesi ile yarışacaktır. Bu yarıştan da galibiyetle ayrılacaktır. Çünkü Anayasamızın 90’ıncı maddesi uyarınca temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların çelişmesi halinde milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır. Yani idam cezası öngören suça ilişkin kanun maddesi ile tarafı olduğumuz 13 nolu Protokol’ün çatışması halinde Protokol esas alınacak ve faile mevzuat idam cezası öngörse dahi idam cezası verilemeyecektir. Bu sebeple idam cezasının geri gelmesi isteniyorsa 13 nolu Protokol’den de ayrılmak gerekmektedir. Ancak tüm bunlardan sonra gelecekte uygulanacak suçlara idam cezası uygulanabilir.

 

Savunanlar ve Karşı Çıkanlar

 

Yukarıda arz edilen adımlar gerçekleştirildikten sonra idam cezasının geri gelmesi ile birlikte idam çare olacak mıdır? Bu hususu idam cezasının tarafı olan ve idam cezasının aleyhinde olan görüşler çerçevesinde değerlendirmek gerekir.  

 

İdam cezasının tarafı olanlar, idam cezasının birtakım suçlar bakımından verilecek en adil ve moral anlamda doğru ceza olduğu görüşünü dile getirmektedirler. Gerçekten idam cezasının insanlık dışı oluşu, tüm uluslarca ya da en azından çağdaş demokratik toplumlarca üzerinde ittifak edilmiş bir konu değildir. Avrupa Konseyi zemininde idam cezasının insanlık dışı oluşu üzerine tam bir ittifak söz konusu ise de idam cezası bugün ABD ve Japonya gibi demokratik hukuk devleti niteliği diğerlerine göre gelişmiş ülkelerin hukukunda hâlâ yerini bulmaktadır. Fakat bu adil ve moral anlamda doğruluğun ölçütü temellendirilememektedir. Keza bir cezanın sağlaması gereken amaçlardan yalnızca intikam duygularını tatmin amacı dışında idam cezası işlev görmemektedir. Bu görüşü savunanlara göre suçlunun öldürülmesi ile elde edilecek fayda, suçlunun ıslah edilmesine göre elde edilecek faydaya ağır basıyor ise idam cezası en adil cezadır. Bu düşünce, insan hayatını karşılığında eşdeğer bir fayda elde edilemeyecekken terazinin bir kefesine koyması ile hatalıdır. Ayrıca bu yaklaşım devletlerin elinde, vatandaşlarının hayatları üzerine karar verebilme, gerekirse hayatlarını onların elinden alma yetkisinin bulunduğu ön kabulüne dayanır. Bugün ulusal üstü insan hakları metinlerinin çoğu yaşam hakkını en temel hak olarak kabul etmekte ve dokunulmaz addetmektedir. Fakat dediğimiz gibi devletlerin hiçbir hal ve şart altında yaşam hakkı üzerinde tasarruf yetkisinin olmayışı, üzerinde ittifak edilmiş bir konu değildir. 

 

İdam cezası caydırıcılık özelliği yönünden de savunulmaktadır. Gerçekten bir fiilin cezasının failin yaşamını elinden alacak olması caydırıcıdır. Lakin bu caydırıcılık idam cezasının verilmesinden değil, o fiile verilecek en ağır cezanın verilmesinden kaynaklanmaktadır. Bugün ülkemizde idam cezası istenen fiillerin neredeyse tamamı en ağır ceza olan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılmaktadır. Bu da bir kişiyi ilgili suçu işlemekten fazlasıyla alıkoymaya yeterlidir. Ya da tam tersi bir mantık yürütmek gerekirse bir fiili işlediğinde hayatının tamamının, hiçbir insanın bulunmak istemeyeceği hapishane ortamında geçeceğinden korkmayan bir kişiyi idam cezasının da caydırması mümkün değildir. Caydırıcılıkta önemli olan cezaların ağırlığından ziyade muhakkaklığıdır. Yani cezalandırılma garantisidir. Bir fiili işlediğinde o suçun kanunda yazan cezasının ne bir eksik ne bir fazla muhakkak tatbik edileceğini bilen bir kişi cayar. Fiili işlediğinde karşılığı idam dahi olsa büyük ihtimalle işlediği fiil yanına kâr kalacak kişi ise caymaz. Bu manada ülkemizde artık alışılageldik uygulama halini alan ve suçluların büyük çoğunluğunda cezasızlık hissi uyandıran örtülü af niteliğindeki koşullu salıverilme ve denetimli serbestlik uygulamalarının caydırıcılığın önünde çok ciddi bir engel olduğunu parantez içinde söylemek gerekmektedir. Ayrıca idam cezasının caydırıcılığı artırdığına dair ampirik bir bulgu bulunmamaktadır. İdam cezasının uygulandığı ülkeler ile uygulanmadığı ülkeler arasında ilgili suçların oranı arasında kayda değer bir fark yoktur. İdam cezasının kaldırılması sonrası ilgili suçun işleniş oranları artmamaktadır. 

 

İdam cezasının yerindeliği, cezalandırmadan hangi faydayı beklediğimizle de ilgilidir. Cezalandırma genel önleme ve özel önleme olarak nitelendirebileceğimiz ikili bir amaca hizmet eder. Öncelikle toplum için tehlike arz eden bir kişinin toplumdan uzaklaştırılması ve toplumun korunması gerekmektedir. Yine toplumda benzer nitelikte fiilleri işleme düşüncesi olanlar için cezalandırma bir ibret teşkil edecek, yani onları caydıracaktır. Yine toplum düzenini bozan kişinin cezalandırıldığı görülecek ve toplumda adalet duygusu tatmin edilecektir. Tüm bunlar cezalandırmanın genel önleme amacı arasında telakki edilecek faydalardır. Öte yandan fail suç işleyerek topluma karşı borçlanmıştır ve cezasını çekerek topluma karşı borcunu ödemelidir. Yine suçlu kişi ıslah edilmeli, uslandırılmalı ve topluma uygun bir birey haline getirilmelidir. Ayrıca işlediği fiilin karşılığı olarak da ceza insani sınırlar içerisinde ıstırap çektirici olmalıdır. Bunlar da cezanın özel önleme amacına hizmet eden unsurlardır. O yüzdendir ki hapis cezası, cezalandırmanın tüm bu amaçlarına hizmet eden bulunabilmiş en iyi yöntem olarak tüm toplumlarca tarihten bu yana tercih edilen başlıca yöntemdir. Keza fiilin ağırlığına ve failin kusuruna göre artırılıp azaltılabilmekte, koşulları ağırlaştırılıp hafifletilebilmektedir. Öte yandan idam cezasından farklı olarak bir adli hata durumunda telafi edilebilmektedir.

 

İdam cezası yukarıda sayılan bu amaçlardan kısmen genel önleme amacına hizmet etse de özel önleme amacına hizmet etmemektedir. İdam cezası tehlikeli kişiyi toplumdan uzaklaştırarak toplumu korumaktadır. Aynı neticeyi hapis cezası da vermektedir. İdam cezası diğerleri bakımından ibret olacak ve onları caydıracaktır. Yukarıda ifade ettiğimiz gibi failin “hapislerde çürüyecek olması” da bu amaca fazlasıyla hizmet etmektedir.  Hatta bazı suçlar bakımından tam tersini söylemek mümkündür. Örneğin terör suçlarında idam cezası terörü tırmandıran bir etki yapabilmektedir. Yine idam cezası toplumun adalet duygusunu tatmin etse de hapis cezası da farklı bir netice vermeyecektir. Bu duygunun tatmini noktasında tepki dönemleri esas alınmamalıdır. Kesif duyguların etkisinden sıyrılındığı, makul ve aklıselim düşünülebildiği olağan dönemlere göre değerlendirme yapılmalıdır. Aksi takdirde infial halinde idam cezası dahi kimsenin ciğerini soğutmaya yetmeyecektir. Özetle idam cezası genel önleme amacı bakımından hapis cezasına tercih edilmeyi gerektirecek bir hukuki menfaat sağlamamaktadır. 

 

Bunların ötesinde idam cezası, cezalandırmanın özel önleme amacına hiçbir şekilde hizmet etmemektedir. Keza failin uslandırılması, ıslah edilmesi imkânını tamamen elinden alarak topluma yeniden dönüşünü mümkün kılmamaktadır. İdam cezası, cezalandırmada toplumu esas alan, bireyi bir özne olarak yok sayan klasik bir anlayışla ancak savunulabilir. Oysaki modern ceza hukuku bakımından cezalandırma yalnızca toplumu nizama sokma amacını değil bireyi de bir özne olarak kabul edip onu da nizama sokma gayesini gütmektedir. 

 

İdam cezasının başlıca sakıncalarından biri de bir adli hata söz konusu ise telafisinin mümkün olmamasıdır. Gerçekten de genetik alanındaki gelişmeler geçmişte yaşanan bazı olaylarda suçlunun yanlış tespit edildiğini ve kişinin haksız yere idam edildiğini göstermektedir. Bir diğer sakıncası, idam cezasının ülkemiz gibi siyasi rekabetin ölüm kalım savaşı niteliğinde yaşandığı ülkelerde bir araç olarak kullanılıyor olmasıdır. Gerçekten de Adnan Menderes ve arkadaşlarının idamına bakıldığında amaç, bir siyasi rakibi saf dışı bırakmak ve bu surette bir siyasi bloğu çözülme içine sokmaktı.  Yine ülkemizde infaz edilen idam cezalarının neredeyse bütünü siyasi motif taşımaktadır. 12 Mart döneminde idam edilen Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının o siyasi konjonktür dışında yargılanmaları halinde alacakları ceza 10-15 yıl hapis cezası olacaktı. İdamları bu gençleri bayraklaştırmış, kahramanlaştırmıştır. Belki de ideolojileri yolunda gerekirse ölerek birer Deniz Gezmiş olma yolunda ardından gidenleri özendirmiştir. Yani ibretlik ve caydırıcılıktan çok farklı bir sonucu olmuştur. İdam cezasının bir diğer sakıncası ise eşit uygulanmayacak ve ayrımcı bir şekilde infaz edilecek olmasıdır. İdam cezasının bu sakıncası özellikle ABD’de çok fazla dile getirilmektedir. Siyahiler tarafından idamı gerektiren bir suç işlendiğinde karar kolaylıkla verilmekte ve infaz edilmekte ya da şüpheli siyahi ise jüri onunla ilgili çok kolay kanaat sahibi olabilmekte, fakat aynı durum beyazlar bakımından söz konusu olmamaktadır. Beyazlar bakımından yapılan yargılamalar adil yargılamanın esaslarına uyulması noktasında siyahilere göre çok daha etkin yürütülmektedir. Bunun dışında zengin-fakir gibi çeşitli ayrımlar noktasında da idam cezasının verilmesi ve uygulanması eşitsizliğe yol açabilmektedir. 

 

Sonuç olarak idam cezasının geri gelmesi, tarafı olduğumuz uluslararası belgelerden ayrılıp kendimizi izole bir şekilde nereye gideceği belli olmayan bir yola sokmadığımız müddetçe mümkün değildir. İdam cezasını geri getirmek için tüm bunlara tevessül etmek de pire için yorgan yakmaktan farklı değildir. Öte yandan idam cezası geri gelse dahi geleceğe şamil uygulanabilmekte, tüm bu suçları işlemiş kişilere uygulanması söz konusu olamamaktadır. Ayrıca idam cezası caydırıcılık noktasında bir mucize yaratmayacaktır. Mevcut cezalar bu suçları işlemeye meyyal kişileri zaten caydırmaktadır. Caydırıcılık noktasındaki zafiyet, cezanın türünden değil muhakkak olmayışından kaynaklanmaktadır. İdam cezası, istenilen suçlarla ilgili istatistiği değiştirmeyecektir. Başta da belirttiğimiz gibi “Sallandıracaksın birkaç tanesini bak bakalım bir daha yapıyorlar mı?” hipotezini mevcut kriminolojik araştırmalar ve adli istatistikler “yapıyorlar” sonucuna vararak çürütmektedir. Hele siyasi saiklerle infaz edilen idamlar toplumsal uzlaşıyı derinden yaralamakta, halkın bir kesimi ile diğeri ya da devlet yahut askeriye arasına bir kan davası sokmaktadır. İdam cezası, cezalandırma ile beklenen amaçlara hizmet etmemektedir. Sadece tepkisel dönemlerde yoğunlaşan intikam duygusunu tatmin edecektir. Bu dönemlerdeki dişe diş, göze göz, kana kan beklentisini ise ne derece tatmin edeceği şüphelidir. En önemlisi insani değildir ve kutsal yaşam hakkını, karşılığında eşdeğer bir hakkı koruma gerekliliği söz konusu değilken bireyin elinden almaktadır. İnsani değerlere ve başlıca hukuki değer olan yaşam hakkına saygının ve insan haklarına saygılı bir hukuk devleti olmanın ölçütü, ortalama bireylerin haklarına gösterilen saygı değildir. En ağır, en kabul edilemez fiilleri işlemiş kişiler mevzu bahis olduğunda bu samimiyet test edilmektedir.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.