Türk Futbolunun Çıkmazı: Süper Lig’in Yapısal Sorunları
Türk futbolunun “tüketen değil üreten, dışa bağımlı değil kendi kendine yeten” bir yapıya dönüşmesi zorunlu. Aksi hâlde Süper Lig, temposuz, masraflı ve başarısız kalmaya mahkûm.”

25/26 futbol sezonu başlarken Süper Lig, her zamanki gibi transfer haberleri, yüksek beklentiler ve bitmeyen tartışmalarla gündemde. Türkiye’de futbol, yaş ve sosyoekonomik fark gözetmeksizin toplumun her kesiminin dilinde, gündeminde ve gündelik mesaisinde yer alan ortak bir tutku. Ben de bu kadar mesai harcadığımız ligin yapısını verilerle analiz etmek istedim.
CIES Football Observatory (50 ligi kapsayan Demografik Atlas çalışması), OPTA ve Transfermarkt verilerini kullanarak Süper Lig’in röntgenini çıkardım.
Ortaya çıkan tablo, yaş ortalamasından oyuncu yetiştirmeye, kadro istikrarından transfer politikalarına kadar Türk futbolunun kültürel ve kurumsal yapısına dair önemli bir sorgulamayı zorunlu kılıyor. Zira bütün bu gürültünün ortasında Süper Lig, kısa vadeli çözümlerle ayakta kalmaya çalışan, üretmeyen, dışa bağımlı ve istikrarsız bir yapı üzerine kurulu.
Dışa Bağımlılık ve Yetiştirme Sorunu
Süper Lig’in en belirgin yapısal sorunlarından biri yabancı oyuncu bağımlılığı. Bir önceki sezonda yabancı oyuncuların ligde aldığı süre yüzde 70,1. Bu ölçümdeki “yabancı” kavramı, oyuncunun o ülkede yetişmemiş olmasını ifade ediyor. Dolayısıyla, Almanya’da futbola başlamış Türk pasaportlu bir oyuncu bu kategoride değerlendiriliyor. Süper Lig, CIES’in incelediği 50 lig arasında GKRY Ligi’nin ardından en fazla yurtdışı menşeili oyuncuya süre veren lig konumunda. “En az üç Türk oyuncu” kuralı uygulanmasa, bu oranın daha da yüksek olacağı muhtemel. Burada asıl mesele yabancı sınırını tartışmak değil, Süper Lig seviyesinde oynayabilecek nitelikte ve rekabetçi yerli oyuncular yetiştirebilmektir.
Altyapıdan gelen oyuncuların ligdeki süreleri ise neredeyse yok denecek kadar az. CIES verilerine göre, “club-trained player” olarak tanımlanan, 15-21 yaş arasında kulübünde en az üç yıl gelişim göstermiş oyuncuların ligde aldığı toplam süre oranı yalnızca yüzde 4,9. İncelenen 50 lig arasında bu, en düşük oran. Üstelik bu oranı yukarı çeken kulüp de finansal sıkıntılar nedeniyle altyapı oyuncularına yönelmek zorunda kalan Adana Demirspor (%16). Süper Lig takımlarında genç oyunculara yönelik sistematik bir yatırım kültürünün olmadığı açık. Kulüpler altyapıyı bir strateji olarak değil, bir zorunluluk hâline geldiğinde başvurulan geçici bir çözüm olarak görüyor. Bu nedenle takımlarımız Avrupa kupaları kadrolarında dahi altyapı kotasını dolduracak oyuncu bulmakta zorlanıyor.
Oyuncu ihracatında da tablo pek farklı değil. Türkiye’de yetişip farklı liglerde oynayan futbolcu sayısı sadece 33. Buna karşın Hırvatistan (394), Sırbistan (386) ve İsveç (298) gibi küçük nüfuslu ülkeler bile yüzlerce oyuncusunu Avrupa’nın üst düzey liglerine ihraç edebiliyor. Türkiye, kendi yetiştirdiği oyunculara 1. liginde alan açamadığı gibi, bu oyuncuları uluslararası pazara sunmakta da başarısız. Dolayısıyla Süper Lig, yerli oyuncuya alan açamayan, altyapıdan en az oyuncu çıkaran ve en az oyuncu ihraç eden bir lig. Kısacası, Türk futbol ekosistemi, üretim yerine tüketimi merkezine alan bir yapı üzerine inşa edilmiş durumda.
Transfer Enflasyonu ve İstikrarsızlık
Bu tüketim kültürünün en görünür unsuru transfer politikaları. Süper Lig, son beş yılda Avrupa’nın en fazla transfer yapan liglerinden biri. Takımların sezon başına transfer ortalaması 10’un üzerinde. Ligi ilk altıda bitiren takımların 24/25 sezonunda yaz ve kış transfer dönemlerindeki toplam transfer ortalaması 12,5, bir önceki sezonda ise 14,1’di. Bu rakamlar, Avrupa’nın en iyi 10 ligindeki ortalamanın neredeyse iki katına denk geliyor. Her yıl yaklaşık on oyuncunun gelip bir o kadarının gittiği bir ortamda planlama ve istikrardan söz etmek mümkün değil. Üstelik gönderilmek istenen oyunculara ödenen tazminatlar da kulüplerin mali yükünü daha da ağırlaştırıyor.
Böylesine “transfer obezitesi” bir ligde, kadro istikrarının düşük olması kaçınılmaz. CIES verilerine göre Süper Lig’de bir oyuncunun ortalama kalış süresi yalnızca 20,7 ay. Bu ortalamayı, transfer yasağı nedeniyle kadrosunu korumak zorunda kalan Kayserispor ve Samsunspor gibi takımlar yukarı çekiyor. Yoksa çok daha düşük olabilirdi. Oysa CIES verileri, kadro istikrarı ile sportif başarı arasında güçlü bir korelasyon olduğunu ortaya koyuyor. Avrupa’nın en başarılı ligleri, aynı zamanda en yüksek kadro istikrarına sahip ligler.
Teknik direktör istikrarsızlığı da bu tabloyu daha da vahim hale getiriyor. Süper Lig’de bir teknik direktörün medyan görev süresi yalnızca 140 gün. Bu kadar kısa sürelerle çalışan teknik adamların uzun vadeli bir sistem inşa etmeleri mümkün değil. Dahası, sık sık yaşanan teknik direktör değişiklikleri yeni transfer dalgalarını beraberinde getiriyor. Her gelen hoca mevcut kadroda “istemediği” oyuncular nedeniyle kulüpleri yeniden yapılanmaya zorluyor. Bu döngü hem ekonomik yükü büyütüyor hem de istikrarsızlığı kronik hale getiriyor.
Yüksek Yaş Ortalaması ve Düşük Tempo
Ligin en temel sorunlarından biri de yaş ortalaması. Süper Lig, Çin, Suudi Arabistan, Peru ve Şili’nin ardından incelenen 50 lig içinde en yaşlı beşinci lig konumunda. Bunun temel sebebi, potansiyelli genç oyunculara değil, popülist bir anlayışla yaşlı starlara yatırım yapılması. Avrupa’nın önde gelen 10 ligiyle kıyaslandığında ise 30 yaş üstü oyuncu transferinde açık ara lider. Türkiye, adeta futbolcuların “son kontratlarını” imzaladıkları bir durak hâline gelmiş durumda. Bunun doğal sonucu düşük tempo ve durağan bir oyun yapısı.
Topun oyunda kalma süresi de bu tabloyu pekiştiriyor. Süper Lig, Avrupa’nın en büyük 10 ligi arasında topun en az oyunda kaldığı lig konumunda: Maç başına ortalama 51 dakika 53 saniye. Buna karşın toplam müsabaka süresi 100 dakikanın üzerinde. Dolayısıyla bir Süper Lig maçını izlerken ekran başında geçirdiğiniz sürenin yalnızca yarısında top gerçekten oyunda oluyor. Buna paralel olarak, bir faul sonrası oyunun yeniden başlaması için geçen süre ise Avrupa’daki tüm liglerden daha uzun. Bu veriler, ligdeki oyun kültürünün temposuz ve kesintili yapısını açıkça ortaya koyuyor. Oyun akışının bu denli sık kesilmesi hem sahadaki kaliteyi hem de izleyici deneyimini ciddi biçimde zayıflatıyor.
Oysa modern futbolda yüksek tempo, dinamizm ve kesintisiz oyun, rekabetin en kritik unsurlarından biri. Hal böyleyken, Süper Lig’deki düşük tempo pratiği, takımlarımızın Avrupa kupalarında bütçesi çok daha düşük rakiplere elenilmesini açıklayan en temel faktörlerden biri hâline geliyor. Yüksek yaş ortalaması, temposuz bir lig yapısı ve kronik istikrarsızlık Süper Lig’in rekabet gücünü doğrudan aşındırıyor.
Sonuç: Kültürel ve Kurumsal Kriz
Bütün bu veriler, Süper Lig’in temel karakterini açık biçimde ortaya koyuyor: yurtdışı oyuncusuna bağımlılık, potansiyele yatırım yapmayan popülist transfer politikaları, altyapının ihmal edilmesi, düşük oyuncu ihracı, transfer enflasyonu ve teknik direktör sirkülasyonu. Bu tablo derin bir kültürel ve kurumsal krizle de doğrudan bağlantılı. Türk futbolu, planlama yerine kısa vadeli çözümleri, oyuncu yetiştirmek yerine hazır transferleri tercih eden bir zihniyetten kurtulmadıkça ne ligin rekabet gücü artabilir ne de sürdürülebilir bir futbol ekosistemi inşa edilebilir.
Üstelik bu sürdürülebilir olmayan yapı mali açıdan da giderek daha dengesiz hale geliyor. Zaten yabancı oyunculara aşırı bağımlı, altyapıdan üretmeyen ve kendi kendine yetemeyen bir lig yapısı söz konusuyken şimdi bir de bu yabancı oyunculara ödenen maaşların 10–20 milyon eurolara çıkması, mevcut tabloyu bütünüyle sürdürülemez hale getiriyor. Bu maaş bütçelerine Avrupa’nın elit altı kulüpleri bile ulaşamazken mevcut gidişat ligimizi hem “2,5 takımlı” bir yapıya hapsediyor hem de Suudi Arabistan–Çin modeline benzeyen bir görüntüye sürüklüyor.
Nihayetinde Türk futbolunun tüketen değil üreten, dışa bağımlı değil kendi kendine yeten bir düzene kavuşması gerekiyor. Aksi takdirde Süper Lig, masraflı, temposuz, zevksiz ve bir o kadar da başarısız bir lig olmaya devam edecek. Bu nedenle, toksik rekabetten ve onun doğurduğu anlamsız tartışmalardan öteye geçmek gerekiyor.

ENES KORU
