Türkiye – Katar Protokolü Nedir?
Protokol’de ortaya konan tarzda kurumsal askeri işbirliklerinin uzun vadede olumlu sonuçlar doğurduğuna ve taraf devletler arasındaki müttefiklik ilişkisini güçlendirici etkide bulunduğuna dair tecrübe geçmişteki birçok benzer başka örnekte yaşandı. Özellikle de Katar’ın, Türkiye gibi ülkesinde sürekli askeri varlığının bulunduğu bir devlet ile bu tip derinlemesine işbirlikleri geliştirmesi çok daha anlaşılabilir ve belki de gerekli bir durum.
Geçen hafta Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren “Türkiye ile Katar Arasındaki Askeri Sağlık Alanında İşbirliği Protokolü” kamuoyunda büyük ses getirdi. Birçok basın ve medya organı “Katarlı gençlere sınavsız tıp eğitimi” minvalinde başlıklarla bu gelişmeyi duyururken Türkiye’deki muhalefet partilerinin en üst seviyedeki temsilcileri Protokol’e son derece sert eleştiriler yönelttiler.[1] Öyle ki ana muhalefet partisi CHP’nin lideri, “Kataristan’a döndü bin yıllık devlet. Sorular bitmez, gençler bu oyunu yemediler, şimdi de halkı bilgilendirmekte sıra… Aranızda biriniz çıkıp da bu adaletsizdir diyemedi mi? Bizim çocuklar o okullara girebilmek için bütün gençliklerini heba ediyorlar!.. Bu protokolleri de yırtıp atacağız.” (ana vurguları vermek amacıyla aradan bazı kısımlar yazar tarafından çıkarılmıştır) şeklinde bir tweet dahi attı.[2]
Peki, gerçekten halk bilgilendirildiği takdirde, söz konusu Protokol’e dair ulaşılacak sonuç bu eleştirilerdeki gibi mi olmalıdır? Bu yazının amacı, bu sorunun cevabını bulmak amacıyla Protokol’deki hükümlerin bir değerlendirmesini yapmaktır. Zira böyle bir değerlendirme neticesinde, söz konusu eleştirilerin büyük ölçüde isabetsiz olduğunun görüleceğini düşünmekteyiz. Öte yandan, Türkiye’nin yakın geçmişte başka alanlarda Katar’a verdiği birçok tartışmalı taahhüdün varlığı ve son zamanlarda Türkiye’de yürütmenin uluslararası anlaşmalarla olan ilişkisine dair yaşanan yoğun tartışmalar sebebiyle, Protokol’deki gibi uluslararası taahhütlerin tepkisel bir şekilde karşılanmasını şaşırtıcı bulduğumuzu söyleyemeyiz. Ancak bu tepkiselliğin hukuk okur yazarlığı zayıf olan toplumumuzda uluslararası anlaşmalara dair algının kolayca manipüle edilebilmesini sağladığı da vakıadır. Tam da bu sebeple, bu tip tartışmaların olduğu dönemlerde uluslararası hukukçuların teknik yönü ağır basan değerlendirmelerini sunmalarının önemli olduğu kanaatindeyim.
Sadece Asker…
2 Mart 2021’de imzalanan ve 3 aydan fazla bir süre geçtikten sonra yürürlüğe giren Protokol, esasında 2007 tarihli Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Katar Devleti Hükümeti Arasında Askeri Alan Eğitim, Teknik, Bilimsel İşbirliği Anlaşması’na[3] dayanan bir ek anlaşmadır. Yani Türkiye Cumhuriyeti Anayasası m. 90 (3) kapsamındaki “milletlerarası bir andlaşmaya dayanan uygulama andlaşmaları” arasında yer almakta, dolayısıyla TBMM’nin uygun bulması aranmadan yürütmenin takdiri ile doğrudan yürürlüğe konulmaktadır.
Askeri alanda eğitim, teknik, bilimsel işbirliği anlaşmaları Türkiye’nin on yıllardır birçok devletle akdettiği bir anlaşma konsepti. İncelendiği zaman görülmektedir ki bu anlaşmalar, içerikleri büyük ölçüde birbirine benzeyen, son derece genel hükümlere sahip çerçeve anlaşmalar niteliğindedir. Bu sebeple, taraf devletler ortaya konulan hukuki çerçeveye dayanarak özel bir işbirliği geliştirmek istedikleri zaman Katar ile yapılana benzer ek protokollerin yapılması kaçınılmaz bir ihtiyaç hâline gelmektedir. Çok yakın başka bir örnek olarak, Bosna Hersek ile yapılmış olan askeri alanda işbirliği konulu bir anlaşmanın mali işbirliği yönünden özelleştirilmesi amacıyla Mart 2021’de yapılan Protokol gösterilebilir.[4] Nitekim Katar ile de sahip olunan askeri işbirliği anlaşması askeri eğitim yönünden derinleştirilmek istenmiş ve söz konusu Protokol ortaya çıkmıştır.
Protokol sadece askeri sağlık alanında bir düzenlemeyi ihtiva ediyor. Zaten Protokol’ün 6. maddesi, Protokol’deki hükümlerin uygulanmasının takibini iki devletin savunma bakanlıklarının yapacağını belirterek bu durumu açıkça ortaya koyuyor. Protokol’de genel olarak Katar ordusundan personel ve askeri öğrencilerin Türkiye’deki tıp ve sağlıkla ilgili başkaca fakültelerde askeri sağlık eğitimi alabilmesini yahut sağlık alanları ile ilgili etkinlikler ile kısa eğitimlere katılabilmesini ve Türkiye’deki eğitimlerinin ardından Katar silahlı kuvvetlerinde askeri doktor veya sağlık uzmanı olarak çalışabilmesi düzenleniyor. Elbette, bunun tam tersi yönde gerçekleşmesi imkânı da Türkiye’nin askeri personel ve öğrencilerine verilmekte. Esasında, eleştirilerde kaçırılan en temel nokta bu: Protokol’ün karşılıklılık (mütekabiliyet) esası üzerinde kurulu olması. Yani, Katarlı askeri personel ve öğrencilere tek taraflı olarak verilmiş bir imtiyaz yok, Türkiye’nin muadil personel ve öğrencileri de aynı haklardan yararlanabilecekler.
Katar’a yönelik kamuoyunda oluşmuş genel algıdan ötürü bu Protokol kamuoyunda büyük dikkat çekmiş olsa da Türkiye, birebir aynı içeriğe sahip olmasa dahi, buna benzer uluslararası taahhütleri daha önce de verdi.[5] Nitekim Protokol’e dair tartışmaların üzerine açıklama yapan Cumhurbaşkanlığı da Türkiye’nin 20’den fazla devlet ile bu tip uluslararası anlaşmalarının olduğunu vurguladı.[6] Bu anlaşmaların hepsine ulaşma ve bunları inceleme imkanım olmasa da Azerbaycan ile 1993 gibi uzak bir tarihte yapılan Askeri Eğitim İşbirliği Anlaşması’ndan bahsetmenin isabetli bir tercih olacağını düşünüyorum. Zira söz konusu Anlaşma, Katar ile yapılan Protokol ile çok benzer bir içeriğe sahip.
Azerbaycan ile yapılan Anlaşma’da en dikkat çeken farklardan biri misafir askeri personel ve öğrencilerin gidebilecekleri yerlerin askeri tıp akademisi ve sağlık okulları olarak sınırlanmış ve Katar ile yapılan Protokol’deki kadar geniş tutulmamış olmasıdır. Bu fark kayda değer bir fark olarak görülüp Protokol’deki geniş yelpaze eleştiriye tabi tutulabilir ancak aradan geçen neredeyse 30 yılda Türkiye’de tıp ve sağlık alanındaki fakültelere ilişkin kurumsal kapasitenin hem nicelik hem de nitelik bakımından geçirdiği değişimler göz önünde tutulduğunda bu eleştirilere birtakım karşı cevaplar geliştirmek de mümkün olabilir. Ayrıca, Azerbaycan ile yapılan Anlaşma’nın başka açılardan Katar ile yapılan Protokol’e kıyasla daha geniş bir yelpaze sunduğu da not düşülmelidir. Örneğin, bu Anlaşma askeri liseleri kapsamına ilave ederek lise seviyesinde öğrenci kabulünü mümkün kılmıştır. Kısacası, bu ve benzeri başkaca teknik hususlara dair detaylı analizleri görmeden Katar ile yapılan Protokol’deki kurumsal yelpazenin genişliğini eleştirmenin erken bir tepki olacağı kanaatindeyim. Her devletle yapılan benzer işbirliği anlaşmalarındaki açılımları yahut kısıtlamaları ilgili alana dair teknik detayları göz önünde tutarak değerlendirmek çok daha sağlıklı olacaktır.
Önemle üzerinde durmak gerekir ki Protokol, Katarlı veya Türk öğrencilere gittikleri devlette sınavsız bir şekilde tıp ve sağlık alanlarındaki diğer fakültelerde lisans eğitimi alma şansını doğrudan tanımıyor. Protokol m. 5 (1) bu konuda çok genel bir hüküm koyarak, diğer ülkeden misafir personel ve öğrencileri kabul eden devletin eğitim kurumlarına girişte kendi ülke mevzuatlarını uygulayacağını ortaya koyuyor. Elbette, bu kesin olarak sınav uygulanacağı şeklinde de algılanmamalı. Zira yürütmenin son derece geniş yetkilere sahip olduğu iki devlette de ulusal mevzuatlar kolay bir şekilde istenen yönde değiştirilebilir. Bu bakımdan en doğru tespit, m. 5(1)’i ucu açık ancak doğrudan sınavsız lisans eğitimine doğrudan vize verdiği de söylenemeyecek olan bir hüküm olarak görmek olacaktır.
Benzer bir durum, “bedava eğitim şansı” söylemi için de geçerlidir. Protokol’ün 8. maddesinin son kısmı, Protokol kapsamındaki eğitim programlarının ücretli veya ücretsiz olabileceğini düzenleyerek bu meseleyi yine ucu açık bırakıyor. Ancak doğrudan ücretsiz bir eğitimi dayatması söz konusu olmadığı gibi, eğitim programlarının ücretli olması durumunda ödemelerin ABD doları cinsinden yapılacağını dahi belirliyor.
Peki, eleştirilecek hiçbir nokta yok mu? Protokol’e yönelik kamuoyunda yankı bulan eleştirileri büyük ölçüde isabetsiz bulduğumu söylemiş olsam da bazı eleştirilere hak vermekteyim. Protokol m. 5(1)(c)’de Protokol’ün getirdiği imkânlardan kaç kişinin yararlanacağını ortaya koyan kontenjanları taraf devletlerin belirleyeceği belirtiliyor. Her ne kadar Protokol’ün kendisinin bu kontenjanlara dair kesin bir belirleme yapması beklenemeyecek olsa da en azından bir üst limitin konması daha iyi bir tercih olabilirdi. Benzer bir eleştiri Protokol m. 8(3) için de yapılabilir. Bu hükme göre, gönderen taraf devletin misafir personeli ve yakınları ile misafir öğrenciler mümkünse ve tarafların yetkili makamlarının izni varsa askeri hava ve kara araçlarını ücretsiz kullanabilirler. Şüphesiz ki bunun gerekeceği birçok durum yaşanabilir, bu sebeple söz konusu hüküm içerik olarak mantıklı. Ancak söz konusu kullanımların hangi şartlarda yapılacağına dair daha fazla detay verilebilir ve böylece Protokol’ün olası suiistimallere set çekme konusunda daha kararlı bir tutum ortaya koyması sağlanabilirdi.
Artılar
Protokol’de ortaya konan tarzda kurumsal askeri işbirliklerinin uzun vadede olumlu sonuçlar doğurduğuna ve taraf devletler arasındaki müttefiklik ilişkisini güçlendirici etkide bulunduğuna dair tecrübe geçmişteki birçok benzer başka örnekte yaşandı. Hatta kimi zaman taraf devletlerin askeri personelleri arasında kurulan kişisel bağların dahi kurumsal açıdan işlevsel bir şekilde kullanılabilmesi, özellikle de olası kriz dönemlerinde, söz konusu olabilir. Özellikle de Katar gibi Türkiye’nin, ülkesinde sürekli askeri varlığının bulunduğu bir devlet ile bu tip derinlemesine işbirlikleri geliştirmesi çok daha anlaşılabilir ve belki de gerekli bir durum.
Protokol m. 5(1)(g)’de ihtiyaç duyulması hâlinde iki tarafın askeri personel ve öğrencilerine karşılıklı olarak dil öğrenimi görme imkânı veriliyor. Bu, Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde Arapça bilen insan kaynağının gelişmesi açısından önemli bir fırsat olduğu gibi, Türkçe bilen Katar askeri personellerinin yetişmesi ve iki taraf arasında dil bariyeri yaşamadan iletişim kurabilecek askeri personel sayısının artması yine kurumsal düzeyde müttefiklik ilişkisinin pekişmesini sağlayacaktır.
Son olarak, Protokol m. 13 uyarınca Protokol’ün 5 yıl geçerli olduğunu ve bunu uzatıp uzatmamanın taraf devletlerin takdirinde olduğunu vurgulamak gerekir. Bu da demek oluyor ki Protokol’de ortaya konan çerçeveden istenen verim alınamazsa 5 yıl gibi devletler arası ilişkilerde pek de uzun sayılmayacak bir sürenin sonunda bu Protokol’ü sona erdirme imkânı vardır. Uzun süre bağlayıcı bir taahhüt söz konusu değildir.
__
[1] https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye-ile-katar-askeri-saglik-alaninda-egitim-ve-isbirligi-protokolu-imzaladi-1847455
[2] https://twitter.com/kilicdarogluk/status/1408349556992004099?ref_src=twsrc%5Etfw%7Ctwcamp%5Etweetembed%7Ctwterm%5E1408349556992004099%7Ctwgr%5E%7Ctwcon%5Es1_&ref_url=https%3A%2F%2Fserbestiyet.com%2Ffeatured%2Fanaliz-hayir-katarli-genclere-sinavsiz-tip-egitimi-hakki-verilmedi-63770%2F
[3] https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2008/08/20080805-2.htm
[4] https://www.aa.com.tr/tr/turkiye/turkiye-ile-bosna-hersek-arasinda-askeri-mali-isbirligi-anlasmasi-imzalandi/2163467
[5] https://www.kanunum.com/files/3903-2.pdf
[6] https://www.iletisim.gov.tr/turkce/haberler/detay/iletisim-baskani-altun-bazi-yayin-organlarindaki-katarli-ogrencilere-sinavsiz-tip-egitimi-seklindeki-haberler-gercegi-yansitmamaktadir/