Ya Dışındasındır Çemberin ya da İçinde Yer Alacaksın
Uluslararası ittifaklar, ortak çıkarlar ve ideal durumda aynı zamanda ortak değerler üzerine kurulurlar. Ancak ittifakları etkin kılan karşılıklı güven ilişkisidir. Transatlantik Eğilimler 2022 araştırması ise Türkiye ve müttefikleri arasındaki “güven bunalımını” ortaya koyuyor.
Tam olarak ne zaman başlamıştı bilmiyorum ancak Batı’da 20 yılı aşkın süredir Türkiye’nin Batı ittifakının tam olarak neresinde olduğuna dair bir tartışma devam ediyor. Türkiye’yi kayıp mı ediyoruz? Türkiye’yi kim kaybetti? Türkiye Batı’ya sırtını mı dönüyor? Türkiye eksen mi değiştiriyor? Buna mukabil stratejik özerklik arayışlarının güçlenerek devam ettiği Türkiye’de de benzer bir şekilde Batı ile nasıl bir ilişki kurulması gerektiği konusunda bir tartışma devam ediyor.
Tabii bütün tartışmalar bir vakum içerisinde veya diğer tüm ülkelerin ve aralarındaki ilişkilerin aynı kaldığı ve sadece Türkiye’nin değiştiği bir bağlamda yapılmıyor. Bütün ülkeler ve aralarındaki ilişkiler değişiyor. Transatlantik Topluluğu’nun en önemli kurumsal yapısı ve Türkiye’nin de 1952 yılından beri üyesi olduğu NATO da sürekli olarak kendisini yeni döneme adapte etmeye çalışıyor.
İletişim teknolojilerinin gelişmesi ile birlikte çoğu politika alanında ve bu arada dış politika konusunda da kamuoyu algıları daha fazla öne çıkıyor. Şahsen bunun hayırlı bir gelişme olduğunu düşünmüyorum, zira bu durum iç politika ve dış politikanın iç içe geçmesine ve daha düşük maliyetli olan sessiz diplomasinin yerini megafon diplomasisinin almasına yol açıyor.
Öte yandan yaygın kanaatin aksine kamuoyu algısı ve politika tercihleri arasında tek yönlü bir ilişki olduğunu düşünmüyorum. Siyasetçiler uygulayacakları politikaları belirlerken elbette kamuoyunun ne düşündüğünü tamamen göz ardı etmiyorlar, ancak çoğu zaman kamuoyunu kendi politikalarını destekleyecek şekilde biçimlendirmenin yolunu buluyorlar. Zaten günlük hayatında dış politika ile meşgul olmayan bir vatandaş, kanaatini politikacıların demeçlerine ve medyada yaygın olan retoriğe bakarak belirliyor. Dolayısıyla kamuoyu algıları mutlaka önemli olmakla beraber bir ülkenin uyguladığı dış politikanın temel belirleyeni olduklarını da düşünmemek lazım.
Transatlantik Eğilimler 2022
Bu uzunca girizgâhtan sonra geçtiğimiz hafta açıklanan Transatlantik Eğilimler 2022 Araştırması’nın belirli sonuçlarından yola çıkarak Türkiye’nin Batı ile ilişkileri hakkında bazı görüşlerimi sizinle paylaşmak istiyorum. Söz konusu araştırma Marshall Fonu (GMF) ve Bertelsmann Vakfı (Kuzey Amerika) ortaklığıyla, BBVA Vakfı, Montreal Jean Monnet Merkezi, Luso-Amerikan Kalkınma Vakfı (FLAD), Konrad Adenauer Stiftung Türkiye Temsilciliği ve Hollanda Krallığı’nın Fransa Büyükelçiliği desteğiyle ile ABD, Almanya, Birleşik Krallık, Fransa, Hollanda, İspanya, İsveç, İtalya, Kanada, Litvanya, Polonya, Portekiz ve Romanya’nın yanı sıra Türkiye’yi de kapsayacak şekilde gerçekleştirildi. Saha çalışması 26 Mart 2022 ve 11 Temmuz 2022 tarihleri arasında yürütüldü, yani Rusya’nın Ukrayna’yı istila hareketinden kısa bir süre sonra başladı ve Ukrayna’nın topraklarının bir bölümünü istiladan kurtarmasını sağlayan karşı taarruzundan önce bitti.
Gelelim araştırmanın Türkiye-Batı ilişkileri açısından ilginç sonuçlarına.
Araştırmanın yapıldığı tüm ülkelerde katılımcıların yüzde 64’ü, Türkiye’deki katılımcıların ise yüzde 60’ı ABD’yi uluslararası ilişkilerde en etkin aktör olarak görüyor. Ancak beş yıl sonra en etkin küresel aktör kim olacak sorusu sorulduğu zaman araştırmanın yapıldığı tüm ülkelerdeki katılımcıların sadece yüzde 37’si ABD cevabını verirken, bu ülkeyi yüzde 25 ile Çin takip ediyor; Türkiye’deki katılımcıların ise yüzde 36’sı ABD, yüzde 30’u Çin cevabını veriyor. Sadece Türkiye’de değil, araştırmanın yapıldığı tüm ülkelerde önümüzdeki beş yılda ABD’nin göreceli gücünün azalması Çin’inkinin ise artması öngörülüyor. Beş yıl sonra ABD’nin hâlâ en güçlü küresel aktör olacağını düşünenlerin oranı ABD’de yüzde 60’a çıkarken Fransa’da yüzde 26, İtalya’da yüzde 25’te kalıyor. Bunun gerçekçi olup olmadığı tartışılabilir, ancak beş yıl gibi kısa bir sürede Çin’in küresel etki bağlamında ABD’yi yakalaması, bir diğer ifade ile ABD merkezli tek kutuplu dünyanın sona ermesi beklentisi oldukça yaygın diyebiliriz. Bu konuda Türkiye de bir istisna değil ki bunun sonuçlarını aşağıdaki satırlarda ele alacağız.
Öte yandan araştırmaya katılan Türklerin çoğu ne ABD’nin ne de Çin’in oynadığı uluslararası rolü olumlu görüyor. Araştırmanın yapıldığı tüm ülkelerde katılımcıların yüzde 30’u ABD’nin küresel meselelerdeki rolünü negatif olarak görürken, bu oran Türkiye’de yüzde 67’yi buluyor. Araştırmaya katılan Türklerin yüzde 58’i Çin’in küresel meselelerdeki etkisinin negatif olduğunu düşünüyor ki bu konuda tüm ülkelerin ortalama oranı yüzde 57.
Türkiye ve Müttefikleri Arasındaki “Güven Bunalımı”
Uluslararası ittifaklar, ortak çıkarlar ve ideal durumda aynı zamanda ortak değerler üzerine kurulurlar. Ancak ittifakları etkin kılan karşılıklı güven ilişkisidir. Transatlantik Eğilimler 2022 araştırması ise Türkiye ve müttefikleri arasındaki “güven bunalımını” ortaya koyuyor. Türkiye’nin Batılı müttefikleri ile arasındaki güven bunalımı, gerek Türk kamuoyunun Batılı ülkeleri güvenilir bulmaması, gerekse Batılı ülkelerdeki kamuoylarının Türkiye’yi güvenilir bulmaması biçiminde tezahür ediyor. Araştırmaya katılan ülkeler arasında diğer tüm ülkeleri en az güvenilir bulan Türk katılımcılar olurken, Türkiye de tüm ülkelerdeki katılımcıların en az güvenilir bulduğu ülke olarak ön plana çıkıyor. Bu güven bunalımı çözülmedikçe Türkiye’nin ne ABD ne de AB ülkeleri ile ilişkilerini sağlam bir zemine oturtması mümkün. Hele iç politika ve dış politika bu kadar iç içe geçmiş ve sessiz diplomasinin yerini megafon diplomasisi almışken.
Araştırmanın ortaya koyduğu bir başka bulgu ise Türkiye’deki stratejik özerklik arayışı ve hatta tek-taraflılık eğilimi. Araştırmaya katılan Türklerin yüzde 56’sı ülkelerinin hem Çin hem de Rusya ile ilişkilerini diğer aktörlerden bağımsız olarak yürütmesini destekliyor. Bu sonucun Türkiye kamuoyunun Türkiye’nin ortaklarına güvenmemesinden tamamen bağımsız olduğunu düşünemeyiz.
Öte yandan Türkiye kamuoyu ABD’nin küresel etkisinin azalacağını, zaten oynadığı rolün pek o kadar da pozitif olmadığını düşünüyor, Türkiye’nin ortaklarına güvenmiyor ve Türkiye’nin Rusya ve Çin gibi ülkelerle ilişkilerini tek başına yürütmesini istiyor olsa da bu durumun NATO ve AB’ye atfettiği önemi ortadan kaldırmadığı görülüyor. Zira araştırmaya katılan Türklerin yüzde 65’i NATO’nun, yüzde 58’i ise AB’nin Türkiye’nin ulusal güvenliği açısından önemli olduğunu düşünüyor. Üstelik gerçekçi bir beklenti olmasa da araştırmaya katılan Türklerin yüzde 52’si ülkelerinin sadece demokrasilerle işbirliği yapması gerektiğini savunuyor.
Transatlantik Eğilimler 2022 araştırmasında daha pek çok soru var ancak ben bu yazıda bir çelişkiyi ortaya koymak istedim. Türkiye 1952 yılından beri NATO üyesi ve aynı zamanda AB’ye aday ülke. Türkiye’ye gelen doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının ve portföy yatırımlarının büyük çoğunluğu AB üyeleri ve ABD’den gelirken, Türkiye’nin ihracatının çoğu ve özellikle yüksek katma değerli ihracatının çoğunluğu da bu ülkelere gidiyor. NATO ve AB’ye yönelik kamuoyu desteği devam ederken, Türkiye’de ne ABD ne de AB ile ilişkileri tersine çevirmeyi açıkça vaat eden bir anaakım parti bulunuyor. Yurtdışında eğitim almak isteyen Türk vatandaşlarının büyük çoğunluğu mümkünse bu ülkeleri tercih ediyor ve keza yurtdışında yaşamayı arzu eden Türklerin çoğunluğunun da kafasında Avrupa var. Bunlar gerçek. Öte yandan ne ABD’ye ne AB üyelerine güveniyoruz (duygularımız karşılıklı) ne oynadıkları uluslararası rolü onaylıyoruz ne de uluslararası meselelerde onlarla birlikte hareket etmek istiyoruz. Bir anlamda Yeni Türkü grubunun bestelediği ve seslendirdiği, Murathan Mungan’ın Çember adlı şiirindeki gibi çemberin içindeyiz ama kafamız dışarıda.
Oysa böyle olmak zorunda değil. Öncelikle şunu unutmamalıyız, ne ABD ne AB ne NATO ne de nasıl tanımlanırsa tanımlansın Batı hatasız, kusursuz veya eleştiriden azade; aynen Türkiye gibi. Türkiye’nin kendi ulusal çıkarları açısından önemli bulduğu ve NATO ittifakının kapsamına girmeyen konularda kendi ulusal çıkarları çerçevesinde ve gerekiyorsa tek başına hareket etmesinde, zaman zaman eleştiri konusu olsa da, normal olmayan bir durum yok. Zaten yapabilen herkes böyle yapıyor.
Ancak bir yandan NATO’nun içindeyken öte yandan NATO’nun rakipleriyle flört etmeyi ve onlarla stratejik ilişki içine girmeyi aynı kapsamda değerlendirmek mümkün değil. Zira bu Türkiye’nin müttefikleri nezdinde güvenilmez ülke olarak görülmesiyle sonuçlanıyor ve Türkiye’ye fatura çıkartıyor.